Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini


 

 

39. Sayı - Mart 2006

Irak işgalinin başlangıcını hatırlayan herkes şu ünlü “kimyasal silahlar” hikâyesini de hatırlayacaktır. Hani sonradan Amerikalı kodamanlar “aradık bulamadık” demişlerdi ya, işte o silahlar...
Şimdilerde ABD, Ortadoğu’yu yeni bir kan deryasına boğmaya hazırlanıyor ve yeni bahaneler yarıtıyor. Aylardır sürdürülen “diplomatik” ilişkiler, yapılan tatbikatlar, ABD’nin bu emellerine hizmet ediyor. Şimdiki hedefleri İran. Irak’taki süreç hâlâ devam ederken Pentagon, yeni savaş senaryolarını ortalığa attı bile. Bu sefer olası İran saldırısının en büyük bahanelerinden birisi, İran’ın nükleer alanda söz sahibi olma yolunda attığı adımlar. Dünyanın birçok yerinde bulunan nükleer yapılanma, İran söz konusu olduğunda ortalık birbirine girdi. Çünkü İran, ABD’nin BOP çerçevesinde çizdiği şer eksenindeki “terörist” ülkelerden birisi. Bu yazımızda ABD’nin genel politikalarının ötesinde, özel olarak şu “nükleer tehlike” sorunu ele alacağız ve fırtına kopardıkları bu konuda ABD emperyalizmi ve işbirlikçisi İsrail’in ikiyüzlülüklerini gözler önüne sermeye çalışacağız. Buraya geçmeden önce, milyonlarca insan için tehlike arz eden ve daha önce binlerce insanı öldüren, sakat bırakan nükleer bombanın ne olduğunu tanımaya çalışalım.

Nükleer Enerji-Nükleer Bomba...
Nükleer bombanın tanımına geçmeden önce, nükleer enerji hakkında kısa bilgi vermekle başlayalım. Ağır radyoaktif (uranyum gibi) atomların bir nötronun çarpışması ile daha küçük atomlara bölünmesi veya hafif radyoaktif atomların birleşerek daha ağır atomları oluşturması sonucu çok büyük miktarda enerji açığa çıkar. Bu enerjiye nükleer enerji denir. Nükleer reaktörlerde bu reaksiyon ile edilen enerji elektriğe çevrilir. Dünyada elektrik üreten ilk nükleer güç santrali 1957’de Pennsylvania’da (ABD) işletmeye girmiştir.
Nükleer bomba, iki ayrı çekirdek tepkimesine dayanır. Bölünme olayı ile üretilen bombalar (atom bombası) ve birleşme tepkimesine dayanan termonükleer bomba ya da Hidrojen bombaları... Bu alanda en çok kullanılan maddeler Uranyum ve sonradan üretilmiş olan Plütonyumdur. Bütün bu maddelerin işlemlerden geçirilmesi ve korkunç bir patlayıcı güce ulaştırılması, son derece karmaşık kimyasal süreçlerdir ve yüksek bir teknoloji gerektirir.
Nükleer silahlar yapıldıkları günden beri en çok tartışılan konularından biridir. Nükleer silahları emperyalistler açısından cazip kılan, patlama sırasında ortaya çıkardıkları enerjidir. Daha açık söylersek nükleerin yaydığı ısının getirdiği ölümlerdir. Bu anlamda bilinen normal silahlar ile nükleer silahların verdiği zarar arasında dağlar kadar fark vardır. Mesela, Amerika’ya ait, her biri 170 kt gücünde, ağırlığı yaklaşık 400 kg’dan az olan W62 nükleer başlıkları, patlama sonucunda 170.000 ton TNT’ye eşdeğer bir enerji açığa çıkarmaktadır.
İlk nükleer bomba araştırmaları 1934 yılında başladı. 1938’de Alman Hahn ve Strassmann parçalanma tepkimesini buldu. Araştırma çalışması genişledi ve daha sonra bu sürece Fransa, İngiltere, ABD de katıldı. 16 Temmuz 1945’de ABD New Mexico eyaletinde ilk patlama denemesini gerçekleştirdi. Ve sonra 1946 yılında ABD emperyalizmi, uçakla taşınabilir ilk termonükleer bombayı Pasifik kıyılarındaki Bikini adasında denedi. Bu arada 1948 ile 1958 arasında Bikini ve Eniwetok adalarında yapılan 66 atom bombası patlaması denemesi sonucunda bu adalar tamamen insansız hale geldi. Eniwetok’lular bu patlamalardan 30 yıl sonra evlerine dönebildiler; Bikini adasında ise etkilerin bir yüzyıl daha devam edeceği bilinmektedir. (www.ttb.org.tr, Dr. Selçuk Alsan -Kimyasal, Nükleer Biyolojik Savaş ve Hekimlik başlıklı yazı)
Tarihte nükleer bombanın yaratmış olduğu en büyük felaket, 6 Ağustos 1945 tarihinde Hiroşima’ya atılan bombadır. Bundan önce Amerika 16 Haziran 1945 tarihinde 30 kg Uranyum-235 içeren ‘Trinita’ adlı bombayı denemek için patlatmıştı. Bu bombanın gücü 20 bin TNT eşdeğerindeydi.
6 Ağustos 1945 tarihinde Japonya Hiroşima kentine ABD tarafından atom bombası atılmış, bu katliamda 140 bin kişi ölmüştü. Üç gün sonra Nagasaki’ye de bomba atılmış, 70 bin kişi ölmüştü. Bu ölümlerin ardından 140 bin kişiye yakın insan, bombanın etkilerin kurtulamamış, yaşamını yitirmişti. Bugün de, ABD emperyalizminin elinde kullanıma hazır 8 binden fazla nükleer silah bulunmaktadır.
Bomba meselesi bir yana şu anda genel olarak nükleer enerji kapasitesinden söz edersek, Atom Enerjisi Ajansı’nın son araştırmalarına göre, dünyada 440 nükleer santral bulunmaktadır. En büyük nükleer enerji deposuna sahip olan ABD, 104 santralle, dünya kapasitesinin yüzde 28’ine sahiptir.
Ayrıca, Fransa, Belçika, Bulgaristan, Slovakya, İsveç, Ukrayna, Güney Kore enerjilerinin yüzde 40’tan fazlasını, Macaristan, Ermenistan, Slovenya, İsviçre, Japonya ise yüzde 30 kadarını nükleerden sağlamaktadır.

İran’ın Ne Eksiği Var?
Durum böyleyken İran’ın nükleer enerji üretme çabası neden sıkıntı yaratıyor?
Emperyalistlere göre sorun “zenginleştirilmiş uranyum”la ilgili. Bilindiği gibi zenginleştirilmiş uranyum, nükleer santraller için çekirdekli yakıt üretmeye yarıyor. Diğer taraftan, uranyum, çekirdekli silahların, yani nükleer bombaların yapımında da kullanılıyor. Tam burada emperyalistler kuyruklarına basılmış gibi çığlık çığlığa böğürüyorlar. Birleşmiş Milletler bünyesinde imzalanan (İran’ın da imzaladığı) Çekirdekli Silahların Yaygınlaşmasını Önleme Anlaşması’na göre bütün ülkelerin, enerji üretimi ve “barışçı” amaçlarla gözetim altında çekirdekli enerji üretme hakkı var. İran da bu anlaşmayı imzalamış ülkeleredn biri ve bu çerçevede çekirdekli yakıt üretme hakkını kullandığını söylüyor. Fakat emperyalist haydutlar, İran’ın nükleer enerji üretmekle kalmayıp, nükleer silahlar da üreteceğini iddia ediyorlar. ABD, uluslararası kamuoyunu, İran üzerinde odaklaştırmaya çalıştırırken, İsrail ile birlikte saldırı planını da sürekli aba altından gösteriyor. İran sürekli tehdit ediliyor, dünyadan tecrit edilmeye, olası bir işgal harekâtı meşru hale getirilmeye çalışılıyor.
Ama bu arada çok temel bir soru unutturuluyor: Neden bütün belli başlı emperyalist ülkelerin yaptığı şeyi İran’ın yapması sakıncalı oluyor? Bu sorunun teknik bir yanıtı yok. Bu tamamen siyasal bir soru ve siyasal yanıtı var. O da şu: İran, kontrol dışı bir ülke! Emperyalist dayatmalara tam uyum sağlamıyor!
İran’ın nükleer alandaki çalışmaları bir gün riskli boyuta varacak veya varmayacak. İran, nükleer silahlar üretecek veya üretmeyecek. Bu tür sorular artırılabilir. Dahası bin bir türlü senaryo üretilip kafalarda canlandırılabilir. Ama İran’ı tehlike olarak görüp ortalığı velveleye verenlerin nükleer alandaki tehlikesi, dünyayı bir anda yok edecek kadardır. ABD emperyalizmi ve İsrail Siyonizmi, kendi ellerindeki nükleer güce bakmadan, İran’ı potansiyel suçlu ilan edip, bu ülkeye savaş açma tehdidi savurmaktadır.
Örneğin İran’ı nükleer bomba bahanesiyle bombalamaya can atan İsrail, Ortadoğu’nun bu bakımdan en tehlikeli ülkesidir. ABD ve AB ülkeleri tarafından sonsuz ayrıcalıklarla donatılan İsrail, varlığı adeta insanlara ölüm kusan bir canavardır. Dünyanın en büyük nükleer güçlerinden biri olan İsrail’in elinde 200’e yakın nükleer füze vardır.
İsrail’in nükleer güç olma çabası 1952 yılına dayanır. Bu yıl Atom Enerjisi Kurumu’nu kuran İsrail, bir süre sonra Fransa ile işbirliği yapmaya başlamış ve 1958 yılında, Nakab çölünde Dimona nükleer reaktörünü kurmuştur. Ve komiktir, Dimona, ABD tarafından kamuoyuna o dönemde “tekstil fabrikası” olarak açıklamıştır.
Ayrıca, İsrail, nükleer bombaları belirlediği hedeflere gönderme için de uzun menzilli füzeler geliştirmiştir. 1981 yılında Bağdat yakınlarındaki Osirak nükleer santraline yönelik saldırı, bu füzelerle gerçekleştirilmiş, aynı zamanda bu saldırı füzeleri denemek için de bir bahane olmuştur. Üstelik İsrail, Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’nın (UAEA) yapacağı denetimi de kabul etmemektedir. Oysa, İsrail Nakab çölündeki nükleer faaliyetleri ayyuka çıkmış durumdadır. 1986 yılında İsrail’in Dimona nükleer tesisinde çalışan teknisyen Mordechai Vanunu’nun açıklaması, İsrail nükleer silahlarına işaret etmektedir. Ki Vanunu bu yüzden yıllarca hapishanede tutulmuştur. Dimona nükleer tesislerinin diğer özelliği ise, bu tesisten çıkan atıkların, El Halil’in Güney kesiminde, El Dahriye adında bir Filistin’li köyün civarına döküldüğüdür. Öyle ki, bölgede belirlenen radyoaktivite oranları, II. Dünya Savaşı’nda sonra yapılan tüm ölçümlerden daha fazladır. El Dahriye’de kanser yaygındır ve doğumlarda sakatlık oranı % 300’lük bir artış göstermiştir. Kısacası, Ortadoğu’daki yegane nükleer güç İsrail’dir ve nükleer silahlanmaya dair hiçbir uluslar arası anlaşmayı ve denetimi kabul etmemektedir. Filistin topraklarını nükleer atıklarla kirleterek suç işlemektedir.

Emperyalistler Ortadoğu’yu
Kana Bulamak İstiyor

Bütün bu gerçekler apaçık ortadayken, ellerinde tonlarca nükleer ya da nükleer olmayan ölüm silahını bulunduranlar, şimdi İran’ı hedef seçmiş durumdalar. Kimi zaman “askeri saldırı düşünmüyoruz” gibi laflar ediyorlar, kimi zaman ise işgal planlarını basına sızdırıp ortalığa korku salıyorlar. Ama sonuçta, ne kadar uğraşırlarsa uğraşsınlar “bahane” oldukça zayıf kalıyor. Kimse, bütün dünyanın sahip olduğu bir enerjiye İran’ın neden sahip olmaması gerektiğini doğru dürüst açıklayamıyor. Daha doğrusu bunun için tek bir açıklama var; o da İran’daki rejim. Yani ABD aslında bir enerji ve silah biçimiyle değil, doğrudan doğruya Ortadoğu’daki “düşman rejimleri temizleme” işiyle ilgili. Dolayısıyla, nükleer tesis meselesi, aynen Saddam’ın kimyasalları gibi yalnızca bir bahane olarak kullanılıyor. Üstelik bu tesislerin temelinin de 1960’larda yine ABD tarafından atıldığı bütün dünyanın bildiği bir gerçek.
Ancak, bahanenin zayıflığı-güçlülüğü bir yana, asıl sorun karşı tarafın, yani İran’ın pek öyle kolay yutulabilir bir lokma olmamasından kaynaklanıyor. Herkes bilmektedir ki, herhangi bir işgal girişimi sırasında ABD emperyalizminin İran halkından alacağı yanıt sanıldığından ağır olacaktır. Bu, esas olarak rejimin niteliğinin de ötesinde bir şeydir; yani bir işgal saldırısı büyük olasılıkla mevcut rejimi destekleyen-desteklemeyen bütün İranlıları bir araya getirecek ve ABD açısından ortaya Irak’tan daha beter bir tablo çıkacaktır.
Sonuç olarak, bu sorun, bildik anlamda bir “nükleer enerjinin sakıncaları-yararları” tartışması ile ilgili değildir. Bu enerjinin kullanımı konusu başka düzeylerde elbette tartışılabilir, aynı enerjinin kitle imha silahları yapımındaki kullanımı ise kesin biçimde ve tüm ülkeleri yasaklayacak tarzda yasaklanmalıdır, bundan kuşku duyulamaz. Ancak, ellerinde dünyayı birkaç kez yok edecek kadar nükleer silah bulunduran ABD, İngiltere, Fransa, İsrail, Çin ve Rusya’nın İran’a yönelik işgal kampanyası başlatmaları, iğrenç bir demagojiden ibarettir. Daha Hiroşima’nın dumanı tüterken ve Yugoslavya’da kullanılan uranyumlu mermiler hâlâ hatırımızdayken, üstelik daha dün Irak işgalinde nükleer serpinti yapan silahların ve direnişçilere karşı kimyasal silahlar da kullanıldığı biliniyorken, emperyalistlerin bütün bu bahaneleri tam bir ikiyüzlülüğü yansıtmaktadır. Şüphesiz bu bahaneler de bütün ikiyüzlülüğüne karşın dünyada ve Türkiye’de bir miktar “alıcı” bulacaktır. Emperyalizmin işgali altında bir ülkede yaşadıkları halde kafayı İran’daki irticai rejime takmış olanların korkularının böyle felaket senaryolarıyla beslenmesi de mümkündür. Ama bu coğrafyanın emekçileri ve ezilen halkları ABD emperyalizminin gerçek yüzünü artık tanımaktadırlar. Son derece açık: Ellerinde en çok nükleer silah bulunduran en büyük büyük terörist ülke ABD ve Ortadoğu halklarının baş düşmanı İsrail Siyonizmi hem dünya hem de bölgemiz için en ciddi tehdidi oluşturmaktadırlar. Emekçi kitleleri bu açık gerçeğin dışındaki laf yığınlarıyla oyalamak, gereksiz ve kesinlikle hedef saptırıcı bir tutumdur. ABD emperyalizmi, Ortadoğu’da yeni bir saldırının planlarını yapıyorsa eğer, devrimcilerin ve emekçilerin öncelikli görevi onun karşısına dikilmek ve direnen halkların yanında saf tutmaktır. Türkiye’deki emperyalist işgale karşı savaşmakla emperyalizmin Ortadoğu’ya yönelik planlarına karşı çıkmak, aynı görevin birbirinden ayrılmaz parçalarıdır.



 


 

 

 

 

 

sbarikat07@gmail.com
Sosyalist Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
Yönetim Yeri: Çakırağa Mah. Abdüllatif Paşa Sk. 4/5 Aksaray-İstanbul
0212 632 23 19