Irak işgalinin başlangıcını hatırlayan herkes
şu ünlü “kimyasal silahlar” hikâyesini de hatırlayacaktır.
Hani sonradan Amerikalı kodamanlar “aradık bulamadık”
demişlerdi ya, işte o silahlar...
Şimdilerde ABD, Ortadoğu’yu yeni bir kan deryasına
boğmaya hazırlanıyor ve yeni bahaneler yarıtıyor.
Aylardır sürdürülen “diplomatik” ilişkiler, yapılan
tatbikatlar, ABD’nin bu emellerine hizmet ediyor.
Şimdiki hedefleri İran. Irak’taki süreç hâlâ devam
ederken Pentagon, yeni savaş senaryolarını ortalığa
attı bile. Bu sefer olası İran saldırısının en
büyük bahanelerinden birisi, İran’ın nükleer alanda
söz sahibi olma yolunda attığı adımlar. Dünyanın
birçok yerinde bulunan nükleer yapılanma, İran
söz konusu olduğunda ortalık birbirine girdi.
Çünkü İran, ABD’nin BOP çerçevesinde çizdiği şer
eksenindeki “terörist” ülkelerden birisi. Bu yazımızda
ABD’nin genel politikalarının ötesinde, özel olarak
şu “nükleer tehlike” sorunu ele alacağız ve fırtına
kopardıkları bu konuda ABD emperyalizmi ve işbirlikçisi
İsrail’in ikiyüzlülüklerini gözler önüne sermeye
çalışacağız. Buraya geçmeden önce, milyonlarca
insan için tehlike arz eden ve daha önce binlerce
insanı öldüren, sakat bırakan nükleer bombanın
ne olduğunu tanımaya çalışalım.
Nükleer Enerji-Nükleer Bomba...
Nükleer bombanın tanımına geçmeden önce, nükleer
enerji hakkında kısa bilgi vermekle başlayalım.
Ağır radyoaktif (uranyum gibi) atomların bir nötronun
çarpışması ile daha küçük atomlara bölünmesi veya
hafif radyoaktif atomların birleşerek daha ağır
atomları oluşturması sonucu çok büyük miktarda
enerji açığa çıkar. Bu enerjiye nükleer enerji
denir. Nükleer reaktörlerde bu reaksiyon ile edilen
enerji elektriğe çevrilir. Dünyada elektrik üreten
ilk nükleer güç santrali 1957’de Pennsylvania’da
(ABD) işletmeye girmiştir.
Nükleer bomba, iki ayrı çekirdek tepkimesine dayanır.
Bölünme olayı ile üretilen bombalar (atom bombası)
ve birleşme tepkimesine dayanan termonükleer bomba
ya da Hidrojen bombaları... Bu alanda en çok kullanılan
maddeler Uranyum ve sonradan üretilmiş olan Plütonyumdur.
Bütün bu maddelerin işlemlerden geçirilmesi ve
korkunç bir patlayıcı güce ulaştırılması, son
derece karmaşık kimyasal süreçlerdir ve yüksek
bir teknoloji gerektirir.
Nükleer silahlar yapıldıkları günden beri en çok
tartışılan konularından biridir. Nükleer silahları
emperyalistler açısından cazip kılan, patlama
sırasında ortaya çıkardıkları enerjidir. Daha
açık söylersek nükleerin yaydığı ısının getirdiği
ölümlerdir. Bu anlamda bilinen normal silahlar
ile nükleer silahların verdiği zarar arasında
dağlar kadar fark vardır. Mesela, Amerika’ya ait,
her biri 170 kt gücünde, ağırlığı yaklaşık 400
kg’dan az olan W62 nükleer başlıkları, patlama
sonucunda 170.000 ton TNT’ye eşdeğer bir enerji
açığa çıkarmaktadır.
İlk nükleer bomba araştırmaları 1934 yılında başladı.
1938’de Alman Hahn ve Strassmann parçalanma tepkimesini
buldu. Araştırma çalışması genişledi ve daha sonra
bu sürece Fransa, İngiltere, ABD de katıldı. 16
Temmuz 1945’de ABD New Mexico eyaletinde ilk patlama
denemesini gerçekleştirdi. Ve sonra 1946 yılında
ABD emperyalizmi, uçakla taşınabilir ilk termonükleer
bombayı Pasifik kıyılarındaki Bikini adasında
denedi. Bu arada 1948 ile 1958 arasında Bikini
ve Eniwetok adalarında yapılan 66 atom bombası
patlaması denemesi sonucunda bu adalar tamamen
insansız hale geldi. Eniwetok’lular bu patlamalardan
30 yıl sonra evlerine dönebildiler; Bikini adasında
ise etkilerin bir yüzyıl daha devam edeceği bilinmektedir.
(www.ttb.org.tr, Dr. Selçuk Alsan -Kimyasal, Nükleer
Biyolojik Savaş ve Hekimlik başlıklı yazı)
Tarihte nükleer bombanın yaratmış olduğu en büyük
felaket, 6 Ağustos 1945 tarihinde Hiroşima’ya
atılan bombadır. Bundan önce Amerika 16 Haziran
1945 tarihinde 30 kg Uranyum-235 içeren ‘Trinita’
adlı bombayı denemek için patlatmıştı. Bu bombanın
gücü 20 bin TNT eşdeğerindeydi.
6 Ağustos 1945 tarihinde Japonya Hiroşima kentine
ABD tarafından atom bombası atılmış, bu katliamda
140 bin kişi ölmüştü. Üç gün sonra Nagasaki’ye
de bomba atılmış, 70 bin kişi ölmüştü. Bu ölümlerin
ardından 140 bin kişiye yakın insan, bombanın
etkilerin kurtulamamış, yaşamını yitirmişti. Bugün
de, ABD emperyalizminin elinde kullanıma hazır
8 binden fazla nükleer silah bulunmaktadır.
Bomba meselesi bir yana şu anda genel olarak nükleer
enerji kapasitesinden söz edersek, Atom Enerjisi
Ajansı’nın son araştırmalarına göre, dünyada 440
nükleer santral bulunmaktadır. En büyük nükleer
enerji deposuna sahip olan ABD, 104 santralle,
dünya kapasitesinin yüzde 28’ine sahiptir.
Ayrıca, Fransa, Belçika, Bulgaristan, Slovakya,
İsveç, Ukrayna, Güney Kore enerjilerinin yüzde
40’tan fazlasını, Macaristan, Ermenistan, Slovenya,
İsviçre, Japonya ise yüzde 30 kadarını nükleerden
sağlamaktadır.
İran’ın Ne Eksiği Var?
Durum böyleyken İran’ın nükleer enerji üretme
çabası neden sıkıntı yaratıyor?
Emperyalistlere göre sorun “zenginleştirilmiş
uranyum”la ilgili. Bilindiği gibi zenginleştirilmiş
uranyum, nükleer santraller için çekirdekli yakıt
üretmeye yarıyor. Diğer taraftan, uranyum, çekirdekli
silahların, yani nükleer bombaların yapımında
da kullanılıyor. Tam burada emperyalistler kuyruklarına
basılmış gibi çığlık çığlığa böğürüyorlar. Birleşmiş
Milletler bünyesinde imzalanan (İran’ın da imzaladığı)
Çekirdekli Silahların Yaygınlaşmasını Önleme Anlaşması’na
göre bütün ülkelerin, enerji üretimi ve “barışçı”
amaçlarla gözetim altında çekirdekli enerji üretme
hakkı var. İran da bu anlaşmayı imzalamış ülkeleredn
biri ve bu çerçevede çekirdekli yakıt üretme hakkını
kullandığını söylüyor. Fakat emperyalist haydutlar,
İran’ın nükleer enerji üretmekle kalmayıp, nükleer
silahlar da üreteceğini iddia ediyorlar. ABD,
uluslararası kamuoyunu, İran üzerinde odaklaştırmaya
çalıştırırken, İsrail ile birlikte saldırı planını
da sürekli aba altından gösteriyor. İran sürekli
tehdit ediliyor, dünyadan tecrit edilmeye, olası
bir işgal harekâtı meşru hale getirilmeye çalışılıyor.
Ama bu arada çok temel bir soru unutturuluyor:
Neden bütün belli başlı emperyalist ülkelerin
yaptığı şeyi İran’ın yapması sakıncalı oluyor?
Bu sorunun teknik bir yanıtı yok. Bu tamamen siyasal
bir soru ve siyasal yanıtı var. O da şu: İran,
kontrol dışı bir ülke! Emperyalist dayatmalara
tam uyum sağlamıyor!
İran’ın nükleer alandaki çalışmaları bir gün riskli
boyuta varacak veya varmayacak. İran, nükleer
silahlar üretecek veya üretmeyecek. Bu tür sorular
artırılabilir. Dahası bin bir türlü senaryo üretilip
kafalarda canlandırılabilir. Ama İran’ı tehlike
olarak görüp ortalığı velveleye verenlerin nükleer
alandaki tehlikesi, dünyayı bir anda yok edecek
kadardır. ABD emperyalizmi ve İsrail Siyonizmi,
kendi ellerindeki nükleer güce bakmadan, İran’ı
potansiyel suçlu ilan edip, bu ülkeye savaş açma
tehdidi savurmaktadır.
Örneğin İran’ı nükleer bomba bahanesiyle bombalamaya
can atan İsrail, Ortadoğu’nun bu bakımdan en tehlikeli
ülkesidir. ABD ve AB ülkeleri tarafından sonsuz
ayrıcalıklarla donatılan İsrail, varlığı adeta
insanlara ölüm kusan bir canavardır. Dünyanın
en büyük nükleer güçlerinden biri olan İsrail’in
elinde 200’e yakın nükleer füze vardır.
İsrail’in nükleer güç olma çabası 1952 yılına
dayanır. Bu yıl Atom Enerjisi Kurumu’nu kuran
İsrail, bir süre sonra Fransa ile işbirliği yapmaya
başlamış ve 1958 yılında, Nakab çölünde Dimona
nükleer reaktörünü kurmuştur. Ve komiktir, Dimona,
ABD tarafından kamuoyuna o dönemde “tekstil fabrikası”
olarak açıklamıştır.
Ayrıca, İsrail, nükleer bombaları belirlediği
hedeflere gönderme için de uzun menzilli füzeler
geliştirmiştir. 1981 yılında Bağdat yakınlarındaki
Osirak nükleer santraline yönelik saldırı, bu
füzelerle gerçekleştirilmiş, aynı zamanda bu saldırı
füzeleri denemek için de bir bahane olmuştur.
Üstelik İsrail, Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’nın
(UAEA) yapacağı denetimi de kabul etmemektedir.
Oysa, İsrail Nakab çölündeki nükleer faaliyetleri
ayyuka çıkmış durumdadır. 1986 yılında İsrail’in
Dimona nükleer tesisinde çalışan teknisyen Mordechai
Vanunu’nun açıklaması, İsrail nükleer silahlarına
işaret etmektedir. Ki Vanunu bu yüzden yıllarca
hapishanede tutulmuştur. Dimona nükleer tesislerinin
diğer özelliği ise, bu tesisten çıkan atıkların,
El Halil’in Güney kesiminde, El Dahriye adında
bir Filistin’li köyün civarına döküldüğüdür. Öyle
ki, bölgede belirlenen radyoaktivite oranları,
II. Dünya Savaşı’nda sonra yapılan tüm ölçümlerden
daha fazladır. El Dahriye’de kanser yaygındır
ve doğumlarda sakatlık oranı % 300’lük bir artış
göstermiştir. Kısacası, Ortadoğu’daki yegane nükleer
güç İsrail’dir ve nükleer silahlanmaya dair hiçbir
uluslar arası anlaşmayı ve denetimi kabul etmemektedir.
Filistin topraklarını nükleer atıklarla kirleterek
suç işlemektedir.
Emperyalistler Ortadoğu’yu
Kana Bulamak İstiyor
Bütün bu gerçekler apaçık ortadayken, ellerinde
tonlarca nükleer ya da nükleer olmayan ölüm silahını
bulunduranlar, şimdi İran’ı hedef seçmiş durumdalar.
Kimi zaman “askeri saldırı düşünmüyoruz” gibi
laflar ediyorlar, kimi zaman ise işgal planlarını
basına sızdırıp ortalığa korku salıyorlar. Ama
sonuçta, ne kadar uğraşırlarsa uğraşsınlar “bahane”
oldukça zayıf kalıyor. Kimse, bütün dünyanın sahip
olduğu bir enerjiye İran’ın neden sahip olmaması
gerektiğini doğru dürüst açıklayamıyor. Daha doğrusu
bunun için tek bir açıklama var; o da İran’daki
rejim. Yani ABD aslında bir enerji ve silah biçimiyle
değil, doğrudan doğruya Ortadoğu’daki “düşman
rejimleri temizleme” işiyle ilgili. Dolayısıyla,
nükleer tesis meselesi, aynen Saddam’ın kimyasalları
gibi yalnızca bir bahane olarak kullanılıyor.
Üstelik bu tesislerin temelinin de 1960’larda
yine ABD tarafından atıldığı bütün dünyanın bildiği
bir gerçek.
Ancak, bahanenin zayıflığı-güçlülüğü bir yana,
asıl sorun karşı tarafın, yani İran’ın pek öyle
kolay yutulabilir bir lokma olmamasından kaynaklanıyor.
Herkes bilmektedir ki, herhangi bir işgal girişimi
sırasında ABD emperyalizminin İran halkından alacağı
yanıt sanıldığından ağır olacaktır. Bu, esas olarak
rejimin niteliğinin de ötesinde bir şeydir; yani
bir işgal saldırısı büyük olasılıkla mevcut rejimi
destekleyen-desteklemeyen bütün İranlıları bir
araya getirecek ve ABD açısından ortaya Irak’tan
daha beter bir tablo çıkacaktır.
Sonuç olarak, bu sorun, bildik anlamda bir “nükleer
enerjinin sakıncaları-yararları” tartışması ile
ilgili değildir. Bu enerjinin kullanımı konusu
başka düzeylerde elbette tartışılabilir, aynı
enerjinin kitle imha silahları yapımındaki kullanımı
ise kesin biçimde ve tüm ülkeleri yasaklayacak
tarzda yasaklanmalıdır, bundan kuşku duyulamaz.
Ancak, ellerinde dünyayı birkaç kez yok edecek
kadar nükleer silah bulunduran ABD, İngiltere,
Fransa, İsrail, Çin ve Rusya’nın İran’a yönelik
işgal kampanyası başlatmaları, iğrenç bir demagojiden
ibarettir. Daha Hiroşima’nın dumanı tüterken ve
Yugoslavya’da kullanılan uranyumlu mermiler hâlâ
hatırımızdayken, üstelik daha dün Irak işgalinde
nükleer serpinti yapan silahların ve direnişçilere
karşı kimyasal silahlar da kullanıldığı biliniyorken,
emperyalistlerin bütün bu bahaneleri tam bir ikiyüzlülüğü
yansıtmaktadır. Şüphesiz bu bahaneler de bütün
ikiyüzlülüğüne karşın dünyada ve Türkiye’de bir
miktar “alıcı” bulacaktır. Emperyalizmin işgali
altında bir ülkede yaşadıkları halde kafayı İran’daki
irticai rejime takmış olanların korkularının böyle
felaket senaryolarıyla beslenmesi de mümkündür.
Ama bu coğrafyanın emekçileri ve ezilen halkları
ABD emperyalizminin gerçek yüzünü artık tanımaktadırlar.
Son derece açık: Ellerinde en çok nükleer silah
bulunduran en büyük büyük terörist ülke ABD ve
Ortadoğu halklarının baş düşmanı İsrail Siyonizmi
hem dünya hem de bölgemiz için en ciddi tehdidi
oluşturmaktadırlar. Emekçi kitleleri bu açık gerçeğin
dışındaki laf yığınlarıyla oyalamak, gereksiz
ve kesinlikle hedef saptırıcı bir tutumdur. ABD
emperyalizmi, Ortadoğu’da yeni bir saldırının
planlarını yapıyorsa eğer, devrimcilerin ve emekçilerin
öncelikli görevi onun karşısına dikilmek ve direnen
halkların yanında saf tutmaktır. Türkiye’deki
emperyalist işgale karşı savaşmakla emperyalizmin
Ortadoğu’ya yönelik planlarına karşı çıkmak, aynı
görevin birbirinden ayrılmaz parçalarıdır.
|