“Gelecek yaza kadar oraya buraya dağılmış
köyler kalmayacak, yalnızca kompleksler olacak.
Tıpkı tavuğun civcivlerini kanatlarının altına
koyması gibi halkı komplekslere yerleştireceğiz
ve gözümüz üzerlerinde olacak. (...) Şu andan
itibaren köylüler orada yaşamayı sürdürdüğü müddetçe
onlara un, şeker, gaz, su ya da elektrik vermeyeceğim.
Yakına gelsinler ki beni duysunlar... (...) Hiçbir
şey bilmeyen eşekler gibi orada yaşamalarına neden
izin vereyim ki?”
Saddam’ın azılı katillerinden Ali Hasan El Mecid
(Kimyasal Ali) 15 Nisan 1988 günü böyle söylüyordu...
Oysa “yakınıma gelsinler” dediklerinden beşbinden
fazlasını, üç-dört hafta önce yok etmişti bile.
Onların artık ne una, ne de gaz ve şekere ihtiyacı
vardı...
Aradan 18 yıl geçti... Şimdi Saddam diktatörlüğü
yok ve bu kez binlerce Iraklı çocuk Amerikan işgalcileri
tarafından katlediliyor.
Ama yine de Halepçe, adeta bir suç anıtı gibi
orada, dimdik duruyor. Bundan 18 yıl önce, 16
Mart 1988’de Saddam ordusu, Güney Kürdistan’daki
Halepçe kasabasına kimyasal ölüm yağdırmış ve
çoğunluğu kadın ve çocuklar olmak üzere beşbinden
fazla Kürdü katletmişti. Henüz yaşamamış çocuklar
ve onları ölümden korumak için kollarının arasına
almış kadınlar... Fotoğraflar bugün hâlâ canlı
kanıtlar gibi yüzümüze çarpıyor.
Ve bütün bunlar olurken bölgede bulunan diğer
devletler, özellikle Kürdistan’ı sömürgeleştirenler,
olayı tamamen görmezden geldiler. Sanki yanıbaşlarında
yaşanan bir soykırım değildi. Ve “Ey Türk Birinci
Vazifen İnkâr Etmektir” ilkesi de tüm geçerliliği
ile Türkiye’de uygulandı. Bir halkın katliamı,
soykırımı hiç hatırlanmadı. Hatırlanan; savaştan
kendilerinin, emperyalist efendilerinin kasalarına
girecek paylar, “vatanın bölünmez bütünlüğü”(!),
plazaların camlarında yapılan kanlı pazarlıklardı.
İşgal altındaki Türkiye’nin yönetici denilen tüm
asalaklarının düşündükleri sadece buydu...
Artık Saddam yok. Ama bundan 18 yıl önce gülümseyişleriyle
yaşamı tutacak kadar büyük olan, küçücük çocuklar
da yok... Ve şimdi Halepçe’nin yanıbaşında, Irak’ta
emperyalizmin açık işgali altına yitirilen binlerce
çocuk gülümseyişi de, annelerinin feryatları arasında
bu dünyadan çekip gidiyor.
Çok değil yakın zaman önce gazeteler şu haberi
küçücük puntolarla verdiler: “Hollanda’da bir
mahkeme, Irak’ın Halepçe köyünde 1988’te binlerce
Kürdün öldürülmesinin bir ‘soykırım’ olduğuna
hükmetti.” Bu hükmün verilmesi için 18 yıl geçmesi
gerekiyordu...
Ve ekliyor gazete haberi: “karar, Saddam Hüseyin
rejimine zehirli gaz satan Hollandalı işadamı
Frans van Anraat’ın yargılandığı davada alındı.”
Evet Frans van Anraat Hollanda’da bir mahkemede
yargılandı. Burjuvaların adeleti ancak bu kadar
olur dedirtecek bir ceza aldı ve 15 yıl hapse
mahkum edildi. Yani 5 binden fazla kişiye öldürmenin
ve bunu sadece para kazanmak için yapmanın sonucu
verilen ceza, sadece 15 yıl oldu. Bir tarafta
yaşamını yitiren 5 bin Kürt vatandaşı, bir tarafta
ise sadece 15 yıl hapis...
Gazete kupürleri her zaman soğuk haberler yazar
ve bunun adı tarafsız gazeteciliktir. Oysa “Güçlüyle
güçsüz arasındaki çelişkiye kayıtsız kalmak tarafsızlık
değil, güçlünün yanında olmaktır.” (Paulo Freiere)
Tarafsız apoletli basın tam da bu söylenileni
yaptı. Ve bir soykırımı, dünyada mizanpaj ödülleri
kazandıracak derecede soğuk haberlerle yayınladılar
gazetelerinde... Böylelikle hem emperyalist efendiler
hem de ABD’nin gizli işgali altındaki Türkiye’yi
yöneten yerli işbirlikçi uşakları kızdırılmadı.
Zaten hep efendilerin dediği gibi, yanı başımızda
da sömürge bir yer ve orada yaşayan bir halk yoktu
ki!
Halepçe’nin Acısı,
Kawa’nın İsyan Ateşiyle Birleşiyor...
Eski bir efsane diye başlarlar her zaman Newroz’u
anlatmak için. Asurlu zalim kral Dehak’ın, omuzbaşlarındaki
yaralarının geçmesi için öldürdüğü Kürt gençlerinden
bahsederler. Ve kurtuluş sonrasında dağdaki kaçaklara
haber vermek için yakılan o büyük ateşten, Demirci
Kawa’dan ve kurtuluştan...
O zamandan kalmıştır Newroz ve her 21 Mart Kürt
halkının özgürlüğünün simgesi olarak kutlanır.
Alanlar binlerce Kürt tarafından doldurulur, ateşler
yakılır, halaylar çekilir ve zılgıtlar atılır.
Özgür gelecek günler için marşlar okunur. Ve işgal
altındaki ülkenin özgürlük mücadelesi için yakılır
Newroz ateşleri...
Şimdi zalimlerin kral diye belirlenen ünvanları
yok, isimleri “işbirlikçi tekelciler” olarak değişmiş
sadece. Türkiye’yi gizli işgal altına alanlar
emperyalist efendiler, Kürdistan’ı ve Türkiye’yi
her an sömürenlerin adı ise işbirlikçi oligarşi
olmuş...
Kürt halkı önderliğinin çizgisine karşın, haklı
talepleri için oligarşiye ve emperyalizme karşı
savaşı sürdürüyor. Ve her 21 Mart’ta sömürge Kürdistan’da
ve gizli işgal altındaki Türkiye’de yaşayan Kürtler
ve bu halkın haklı taleplerinin yanında olan halklar,
sadece Dehak’ın zulmünden kurtuluş için değil,
gelecek özgür günlerin teminatı olarak ta sokaklara
çıkmakta, acısı her an için bağrımızı yakan Halepçe
için haykırmaktadır.
Bu etkinliklere neredeyse her yıl oligarşinin
kolluk kuvvetleri tarafından sistematik saldırılar
uygulanmaktadır. Ya geçen yıl Mersin’de ki kutlamalarda
olduğu gibi bayrak saygısı naraları altında küçücük
çocuklar “vatan haini”(!) ilan edilmektedir. (Oysa
emperyalizmin gizli işgali altındaki bir ülkede
bu saygı çoktan yitirilmiştir.) Ya da insanlar
öldürülmekte, bir gözaltı ve tutuklama furyası
yaşanmaktadır. 1991 yılından 2005 yılına kadar
kutlanılan Newrozlarda hiç de küçümsenmeyecek
kadar insan yaşamını yitirdi. Sadece 91-92 yıllarındaki
kutlamalarda 125 kişi yaşamını yitirdi. 99 yılında
İnsan Hakları Derneği’nin, Türkiye genelinde kutlamalar
için yaptığı açıklamasında 1874 kişinin gözaltına
alındığını bildirdi. Bu kutlamalara yönelik uygulanan
polis terörünün ancak bir yıllık özeti olabilir.
Newroz Bizim Bayramımızdır...
Newroz Kürt halkının özgürlük bayramıdır. Ne faşist
kontr-gerilla çetelerinin uydurması “Ergenekon
Bayramı”dır, ne de Ecevit uydurduğu gibi “ilkbaharın
gelmesiyle doğanın bolluk ve berekete yönelmesinden
duyulan sevinç”tir.
Newroz devlet büyüklerince(!) varlığı bile kabul
edilmeyen asi Kürt halkının özgür geleceğini teminatıdır.
“Her şey bitti ve bir daha olamaz” diyenler, bu
günden yarını göremeyenlerdir. Plazaların camlarında
oturup halkları nasıl daha fazla sömürebileceklerini
düşünen emperyalist efendiler, “Ben ülkemi pazarlamakla
görevliyim” diyen hizmetkârlar Newroz ateşinin
yakıcılığı içinde tarihe gömüleceklerdir.
Kürt halkının militan direnişi özgür bir ülkeyi
yaratacaktır. Newroz, yakılacak olan özgürlük
ateşinin kıvılcımı, Halepçe’de yitirdiklerimiz
ise özgür ve birleşik bir ülkenin teminatı olacaktır.
Baskılar, katliamlar, soykırımlar, tutuklamalar
ve gözaltılar bu mücadeleyi engelleyemeyecektir.
Emperyalist efendiler(!) bu ülkeyi işbirlikçi
yönetimleri için kaç parçaya bölmüş olurlarsa
olsun, Kürt halkı daha nice Serhildanlar yaratacaktır.
Kürt Halkı bir kez daha, özgür günlere olan inancıyla
Newroz ateşi başında alanlarda toplanacak. HKM’ler
de Newroz kutlamalarının yapıldığı her alanda
Kürt Halkı ile omuz omuza olacak. Halepçe’de yitirilen
beş bin insan burada yeniden canlanacak. Demirci
Kawa’dan alınan özgürlük meşalesi, Halepçeli bir
çocuğun gülüşü, anti-emperyalist, anti-oligarşik
devrim mücadelesi için, özgür ülke ve özgür halklar
için yeniden canlanacak.
Ve siz! Plazaların camlarında oturan tekelci emperyalistler,
efendilerinin emirlerini yerine getirerek ceplerini
dolduran uşaklar, meclis kürsüsünde üretmeden
yaşayan asalaklar, sahte bir bağımsızlığın teminatı
olduğunu söyleyen apolet yığınları, hiçbirinize
bu topraklarda bir daha şans verilmeyecek. Alanlarda
gördüğünüz, geleceğe sımsıkı inancı olan o gençlerimizle
yaratılacak mücadele, hepinizin bu topraklardaki
varlığına son verecek.
Halepçe soykırımının öfkesi ve Newroz ateşinin
tüm yakıcılığı ile Kürt halkını selamlıyoruz.
Newroz Piroz Be!..
|