Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini


 

 

39. Sayı - Mart 2006

1980’li yıllardaki Rambo filmleri furyasını hatırlıyor musun? Özellikle ikincisi... Kahraman Amerikalı asker, katil ruhlu ve kalleş Vietnamlıların elinden zavallı Amerikalı esirleri kurtarıyor! Hem de tek başına! Sonra da bir Afganistan seferi var. Ortalığı hallaç pamuğu gibi atıp kan revan geri dönüyor her seferinde...
Peki bu filmler bize ne söylüyordu? O kadar zahmet, patlayan bombalar, efektlere harcanan milyonlarca dolar... Niye yaptılar bütün bunları? Şöyle bir tümünü anımsa bakalım, yanıt gayet açık aslında değil mi? Kocaman bir hazımsızlık! Yenilmişler... Çocuk oyunlarındaki deyimle “bal gibi”, “buz gibi” yenilmişler... Öyle bilgisayar oyunu değil, gerçek hayatta, gerçek yenilgi... Vietnam halkı, bir araya gelmiş, örgütlenmiş ve Amerikan ordusunu bir güzel pataklamış, canlarını zor kurtarıp defolup gitmişler bu ülkeden.
Ama ağır gelmiş yenilgi... Koca bir Amerikan imparatorluğu bu. Zoruna gitmiş adamların. Orta sınıflardan orta zekâlı Amerikan vatandaşına bir şeyler söyleme ihtiyacını duymuşlar. Nasıl olup da pirinçten başka bir şey yemeyen bu çekik gözlü cüceler bizi yendiler?
Oturup filmler yapmışlar bunun için. En elverişli ve en iyi bildikleri iş: Ellerinin altında koca bir Hollywood var! “Kumarda kaybeden aşkta kazanır”mış ya hani, hayatta kaybeden de hayalde kazanmalı: “Yenildik ama ezilmedik!”
Sonuçta, aslında bütün Rambo filmlerinin tezi aynıdır: “Eğer korkak ve beceriksiz politikacılar burunlarını sokmayıp bu işi askerlere bırakmış olsalardı, asla yenilmezdik!” Hatta bu filmlerden birinin en son sahnesinde Stallone, kendisini “satan” politikacılara o kadar kızgındır ki, önce silahını senatöre çevirir, sonra vazgeçip bilgisayarlara döner ve tümünü paramparça eder: Bürokrasiye olan öfke! Ah bir bize bıraksalardı, dümdüz ederdik hepsini!
Ama bu arada, ne zekâ özürlü yönetmenler, ne de aynı ölçüde zekâ özürlü Amerikan seyircisi, çok basit bir şeyi, karşılarında ülkeleri için savaşan bir halk olduğu gerçeğini anlamamışlardır. Çok basit bir gerçek: Sıradan insanlar; işçiler, çiftçiler, kadınlar, çocuklar, köşedeki ayakkabı tamircisi, karatahtanın başındaki öğretmen, nehirde çamaşır yıkayan genç kızlar... Ellerine silahları alıyorlar ve yollara düşüyorlar. Büyük teknolojileri yok, üstün silahları yok, hatta aslında onların doğru dürüst hiçbir şeyleri yok. Ama inandıkları bir davaları, sonuna dek güvendikleri bir partileri ve orduları var. Hepsi bu kadar!
Oyun değil bu, gerçek!
“Bize bıraksalar dümdüz ederdik!” Yalnızca başka aptalları kandıracak aptalca bir laf!
“Başkan biraz daha kararlı olsaydı...”
Alın işte, şimdi artık çok “kararlı” bir başkanınız var; askeri kargo uçakları Bağdat’tan cenaze taşımaktan yoruldu! Lafı bizim yerli malı aptallara getirmek istiyorum aslında. Yerli malı oldukları da şüpheli... Amerika’dan paraşütle gelip oyuncu oluveren biri ve onun yine Amerika kökenli para kaynağı belirsiz “yapımcı” ağabeyi... Ve tabii ki eski Aydınlıkçı Soner Yalçın... Ve sonra, aylar süren pespaye bir mafya dizisinin ardından Irak’ta beşinci sınıf bir Rambo macerası... Polat Alemdar “Türk askerinin başına geçirilen çuval”ın intikamını alıyor!
“Dost kuvvetler” arasındaki bir “şaka”yı ne kadar da büyüttüler! “Ulusal onur” diye bir fırtınadır koparıldı. Sanki MİT ve Özel Harp Dairesi’ni, Kontrgerillayı, vs. ABD kurup eğitmemiş gibi, sanki bir bütün olarak orduyu 1940’lardan beri şekillendirip yeniden organize eden Amerika değilmiş gibi... Sanki bütün Genelkurmay başkanları NATO eğitiminden geçmiyormuş gibi... Sanki haftada bir gelip emirler yağdıran IMF-Dünya Bankası heyetleri babamızın oğluymuş gibi...
Neymiş “ulusal onur” dedikleri? 12 Eylül sabahında CIA şefinin “bizim çocuklar işi becerdi” demesi bu “onur”u zedelememiş de, bir çuval parçasıyla mı bozulmuş her şey? Bu topraklarda Amerikalı efendileri karşısında düğmelerini iliklemeyen bir tane yönetici var mı? Dalga mı geçiyorlar bizimle?
Tabii ki dalga geçmiyorlar dostum. Ne yaptıklarını biliyorlar aslında...
Önce şu Metal Fırtına romanı, sonra İtler Vadisi...
Asıl mesele şu: Toplumsal yapıda genel olarak bir Amerikan düşmanlığı olduğunu biliyorlar. Bu düşmanlık hissi, hâlihazırda faşistlerin ve diğer gerici güçlerin tabanını oluşturan yoksul emekçiler arasında da çok güçlü. Bu çok doğal; çünkü emekçi insanlar hem kendi hayatlarındaki felaketlerin, hem de her gün TV’lerde izledikleri bütün diğer musibetlerin sonuç olarak ABD’den kaynaklandığını sezgileriyle biliyorlar. Ve bu sezgi, şu anda ezik bir ruh haliyle birlikte belirse de potansiyel olarak “tehlikeli” bir şey...
Kural şu: Bir tepkiyi yok edemiyorsan, kontrol altına al, “uygun” kanallara akmasını sağla!
Sokaktaki insanın duygularını al, şovenizm ve kompleksli bir böbürlenme ile harmanla, üstüne bol efektli çok sıfırlı bir yapım bütçesi koy, Türkiye seninle gurur duysun! Bu arada şu “özel tim”cilerin Susurluk’tan köy yakmalara ve infazlara kadar uzanan macerası da kaynayıp gitsin...
Bütün ucuz şaklabanlıkların asıl sebebi işte bu dostum. Evet, biraz dalga geçiyorlar bizimle belki; belki soytarılıkta ölçüyü kaçırıyorlar ama bir yandan da işlerini ciddi yapıyorlar. Sokaktaki insanın ezik ama emperyalizme karşı nefretle dolu ruh halini sanal âlemde tatmin ediyorlar ve bu nefretin isyana dönüşmesinin önünü kesmeye çalışıyorlar.
Peki, biz ne yapacağız? Nasıl kıracağız bu ruh halini? İşte düşünmen gereken, düşünmemiz gereken asıl şey bu. Biz çok açık bir şey söylüyoruz: Emperyalistleri ve bütün yerli uşaklarını bu topraklardan kovmak ve özgür bir ülke-insanca bir yaşam inşa etmek mümkündür ve zorunludur. Bunu göstereceğiz emekçilere, somut olarak, hayatın içinde göstereceğiz. Kampanyamız henüz bunun için küçük bir adım belki ama önemli bir adım. Farklı bir sesi ortaya koymak, onların zihinlerinde alternatif bir alan açmak, son derece önemli. Ve elbette, hepsi bu kadar değil... Devrimci sosyalist hareket, emperyalizmi yenecek bir devrimci halk hareketinin yolunu düzleyecektir ve mutlaka ama mutlaka işgalcilerin kuyruklarını kıstırıp gidecekleri günleri de göreceğiz.
Eğer bir “ulusal onur”dan söz edilecekse, ancak o zaman, emperyalizmden arındırılmış bir coğrafyada bütün halkların eşit ve özgür iradesiyle kendi kaderlerini belirledikleri koşullarda bunu yeniden konuşabiliriz.
Daha önce değil...

Umudunu diri tut!
Gelecek, sen nasıl istiyorsan öyle gelecek!

 


 

 

 

 

 

sbarikat07@gmail.com
Sosyalist Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
Yönetim Yeri: Çakırağa Mah. Abdüllatif Paşa Sk. 4/5 Aksaray-İstanbul
0212 632 23 19