Amerikan Provokasyonu;
Karikatür Krizi…
Dünya halkları ve proletaryası emperyalizmin her
gün güncelleşen yeni ve yoğun saldırılarıyla boğuşuyor.
Özellikle ABD emperyalizmi dünya politikasındaki
ağırlığını korumak ve inisiyatif gücünü sağlamlaştırmak
için sürekli yeni saldırılar ve sorunlar yaratıyor.
Her sıkışmasını, yeni bir saldırıyla, yeni bir
sorun ve kriz alanı yaratarak savuşturmaya, hegemonyasını
bu yoldan korumaya çalışıyor. Kuşkusuz, ABD emperyalizminin
saldırganlığının ardında salt sıkışmışlık yok.
Bunun yanı sıra ve esas olarak bu saldırganlık
emperyalist-kapitalist dünya sistemine önderlik
planlarının pratik görünümleridir.
Son bir ayın en önemli gündem maddelerinden biri
olan karikatür krizi tam da bu noktada anlam kazanıyor.
Danimarka’da sağcı bir gazetede yayınlanan Hz.
Muhammed’in karikatürleri kesinlikle sıradan yayın
faaliyetinin ürünü olarak görülemez. İsa’ya ilişkin
karikatürleri bir yıl önce Hıristiyanları inciteceği
gerekçesiyle yayınlamayan gazetenin, Muhammed’i
vahşi bir saldırgan olarak lanse eden karikatürleri
yayınlaması ve bunun Müslümanlar arasında yol
açacağı infiali tahmin etmemesi mümkün değildir.
Sadece bu da değil. Bunu tahmin etmiştir ancak
sağcı ve İslam’ı aşağılayan bir gazetedir, bunun
sonuçlarını tahmin etmiş olsa bile yayınlamıştır
da denilemez. Bu sağcı bir gazetenin hezeyanı
olarak da görülemez. Öyle olsa, bu gazete ve bunun
arkasında duran siyasal güçler, ortaya çıkan tepkinin
ardından yüz kez özür dilerlerdi. Ancak süreç
öyle gelişmemiştir. Emperyalistler adeta bu kışkırtmanın
arkasında durmuşlar, yaşanan çatışmaların büyümesini
istemişlerdir.
Bu krizin arkasında ABD emperyalizminin olduğundan
kuşku duyulamaz. ABD emperyalizmi bu kriz yoluyla
birincisi, Ortadoğu’da ve Müslümanların yaşadığı
bütün coğrafyalarda kendisine yönelen büyük tepkiyi
kısmen de olsa AB emperyalizmine yöneltmek istemiştir.
İkincisi, bu yoldan medeniyetler çatışması ve
“barbar Müslümanlar” söylemini Avrupa’ya taşımayı
kolaylaştırmak istemiştir. Üçüncüsü, C. Rice’ın
dışişleri bakanı olmasıyla birlikte gündemleşen,
AB ile zayıflayan bağları güçlendirme, Ortadoğu
konusunda AB ile yaşanan çelişkileri azaltma politikasını
pratik ve duygusal olarak yollardan somutlaştırma
imkanı yaratmıştır. Avrupa’da özellikle sağcı
gazeteler (ki bunların tümü ABD ile iyi ilişkileri
savunan gazetelerdir) karikatürleri yayınlarken,
ABD’de de bilindiği kadarıyla neredeyse hiçbir
gazetenin bu karikatürleri yayınlamaması her halde
bir tesadüf ya da Amerikan gazetelerinin sağ duyusu
olarak açıklanamaz. Karşımızda duran medyanın
büyük bir politik ve moral provokasyon amacıyla
ABD emperyalizmi tarafından parlak biçimde kullanılmasıdır.
Öte yandan, provokasyonun Ortadoğu’da ki gerici
yönetimlerin işine gelen bir yanı da bulunuyor.
Gerici-faşist yönetimler bu provokasyon yoluyla
içte biriken büyük öfke dinamiklerini AB emperyalizmine
tepki yoluyla boşaltma imkanı bulmuşlardır.
Bunun yanı sıra, provokasyon aynı zamanda emperyalizmin
hedef tahtasına çaktığı Ortadoğu halklarını duygusal
ve moral açıdan ezme operasyonudur. Verilen mesaj
açıktır; tüm değerlerinizi ayaklar altına alır,
ezeriz. Değerlerinizi, kültürünüzü, en saygın
saydığınız şeyleri ezmekte tereddüt etmeyeceğiz.
Son olarak provokasyon bir başka işlev daha görmüştür.
Provokasyon emperyalist-kapitalist sistemin çelişkilerinin
odak noktasında olan Ortadoğu’da toplumsal muhalefetin
biçimlenişine emperyalistlerin doğrudan müdahalesi
olarak da görülmelidir. ABD emperyalizmi için
için kaynayan Ortadoğu’da muhalefetin devrimci
ve sol kanallar yerine çeşitli renklerdeki İslamcı
hareketler etrafında biçimlenmesini özellikle
istemektedir. Dinsel doğmalara ve kutsal sayılan
kişilere saldırıların en geniş emekçi kitlelerin
bu değerleri doğrudan sahiplenen İslamcı hareketlere
kaymasını sağlayacağı açıktır. İslamcı hareketlerin
İslam coğrafyası dışında güçlü müttefikler bulamayacağı,
dünyanın geri kalanında gelişen emekçi hareketleriyle
bütünleşemeyeceği, bu yoldan Ortadoğu’daki muhalefetin
kendi dar sınırları içine hapsedilebileceği hesap
edilmektedir.
Provokasyona ilişkin yapılan değerlendirmelerde
ifade edilen basın özgürlüğü, gerici İslamcı hareketler
vb. vurgular ise palavradan ve sorunu bulanıklaştırma
çabasından başka bir şey değildir.
Karikatür krizinin arkasında ilk elde görülebilecek
noktalar bunlardır. Devrimci sosyalist pratik
politika açısından güncel olarak öne çıkarılması
gereken nokta ise emperyalistlerin halklarımıza
dönük aşağılama politikasının bir parçası olan
bu provokasyona karşı, islamcılarla aynı saflara
düşme kaygısı taşımadan net bir karşı duruş gelişmektir.
Hamas Neyi Gösteriyor?
Karikatür provokasyonu ile Hamas’ın Filistin’de
seçimlere kazanması üst üste düştü. Hamas Filistin’deki
ulusal mücadelenin bir bileşenidir. Aynı zamanda
sağcı bir partidir ve emekçi Filistin halkının
ve proletaryasının sınıf çıkarlarını savunmamaktadır.
Kuracağı düzenin de mevcut düzenin çok ilerisinde
olmayacağı açıktır. Zamanla işbirlikçilik kulvarına
girmesi de beklenmelidir. Bu bağlamda, proletaryanın
enternasyonal kurtuluş mücadelesinin bir müttefiki
değildir. Bu üç olgu yan yanadır.
Ancak seçim sonuçları sadece bu bağlam içinde
değerlendirilemez. Filistin ulusal kurtuluş mücadelesinin
yegane aktörü Hamas değildir. El Fetih ve devrimci
güçlerde söz konusudur. Hamas, El Fetih’in yozlaşmış
ve işbirlikçi yönetim yapısına karşı birikmiş
öfkeyi ve mücadele dinamiklerini arkasına almıştır.
Hamas’ın seçimleri kazanması sadece İslamcı, sağcı
ve orta sınıf bir hareketin seçimleri kazanması
olarak değerlendirilemez. Böylesi bir değerlendirme
tam da emperyalistlerin yaymaya çalıştığı korkunç
Müslümanlar imajının ve ülkemizdeki gerici laisizmin
tuzağına düşmek olur. Hamas, İslamcı olduğu kadar,
tüm tutarsızlıklarına ve işbirlikçilik eğilimine
karşın, emperyalizme ve siyonizme rağmen bağımsız
bir Filistin hedefine yani ulusal kurtuluşçu hedeflere
de sahiptir. Diğer yandan, kesinlikle onaylamayacağız
sivillere dönük eylemler vb. faaliyetler yürütmesine
karşın Siyonizm karşısında direnişçidir. Hamas
tam da bu özellikleriyle ve devrimci Filistin
hareketlerinin bir dizi nedenden ötürü zayıflamasının
da etkisiyle Filistin’in emekçi halklarının desteğini
almıştır.
Ve bu tablo içinde en değerli unsur Filistin halkının
özlemidir, Filistin halkının verdiği, vermek istediği
mesajdır. Filistin halkı Hamas’a oy verirken işbirlikçilere
karşı direnişçiliğe oy vermiştir. Yozlaşmış yönetime
karşı asgari ölçüde de olsa düzgün bir yönetim
kurabileceğine inandıklarına oy vermiştir. Hamas
bu talepleri karşılayabilecek midir? Orta ve uzun
vade de bakıldığında elbette hayır… Bu taleplerin
gerçek karşılığı olan devrimci güçlerin seçimlerde
ciddi bir başarı elde edememeleri ise ayrı bir
sorundur ve yanıtını yine o güçler daha sağlıklı
bir biçimde vereceklerdir.
Devrimci sosyalizm Filistin’deki seçim sonuçlarına
ve Hamas’a bu perspektiften bakıyor ve seçimlerde
en yüksek oyu Hamas aldı, öyleyse saygı gösterin
biçimindeki burjuva demokrasiciliğinin aptalca
söylemlerine elbette itibar etmiyor. Seçim sonuçlarındaki
oy oranlarına değil, seçim sonuçlarında ortaya
çıkan arzu ve iradenin ne olduğuna bakarız. Bu
da açıktır; yozlaşmanın ve işbirlikçiliğin reddi…
Emperyalistlerin seçim sonuçlarının ardından Hamas’a
aldığı tavır tam da bunu göstermektedir. Burjuva
demokrasiciliğinin seçim oyununda sınıfta kalmışlardır.
Onların mantığı içinde seçimi kazanan meşrudur.
Ancak onlarda esas olarak oy oranları üzerinden
değil, bu oyların sınıf çıkarları açısından anlamı
üzerinden sonuçlara bakıyorlar. Ve onlarda aynı
sonucu çıkarıyorlar; Filistin halkı işbirlikçiliği
ret etmiştir. Kurdukları yozlaşmış yönetimi ret
etmiştir. Bu nedenle sonuç ne olursa olsun hemen
değersizleştirmişlerdir.
Hamas daha şimdiden prese alınmıştır. Yardımlar
kesilmekte, siyasal baskılar sağnak halinde püskürtülmektedir.
Hamas yöneticilerinin Türkiye ziyareti öyle basında
yazılıp çizildiği gibi, Hamas destek değildir.
ABD elçiliğinin yaptığı “ziyaretten haberimiz
vardı, önemli olan verilen mesajdır” açıklaması
işin kaynağına ve hedefine işaret etmektedir.
Tayyip Erdoğan’ın AKP Meclis Grubun’da Hamas ziyareti
ile ilgili sözleri aslında bu açıklamayı milimi
milimine tamamlamaktadır; “Genişletilmiş Ortadoğu
ve Kuzey Afrika Projesi bize özelllikle Ortadoğu’da
büyük görevler veriyor. Bu görevi bir kenara koyamayız…”
Her şey yeterince açık. Ortada ne İslam kardeşliği
var, ne Filistin halkına sevgi vb… Bu ziyaret
yoluyla Hamas’ın Türkiye eliyle “ılımlı İslam”
projesine dahil edilmesi için ilk adım atılmıştır.
Tabii bu ziyaret karşısında Türkiye’de gösterilen
tepkiler oldukça öğreticidir. Sözde anti-emperyalistler,
ABD karşıtları aniden ABD, İsrail ve AB ile olan
ilişkilerin bozulacağından, Türkiye’nin dış ilişkilerindeki
dengelerde kaymaların olacağından, vb.. söz etmeye
başladılar. Öfkeli tepkiler, alaycı yaklaşımlar,
laisizm için yapılan sahte gösteriler birbirini
izledi. Aslında bu durum tipik bir takkenin düşüp
kelin görünmesi durumuydu. Bu sahte anti-emperyalistlerin,
anti-Amerikancıların, dengeci politikacıların,
ABD ve İsrail ile ilişkilerin milim bozulma ihtimaline
dahi tahammülleri olmadığı ortaya çıktı. Onların
anti-emperyalistlikleri esas olarak emekçi halkın
emperyalizme karşı biriken öfkesini sistem sınırları
içinde tutmak için var…
Kurtlar Vadisi ve Yalancı Pehlivanlar
Bu tablonun benzeri aslında bir başka olgu da
daha ortaya çıkıyor; izleyici rekorları kıran
“Kurtlar Vadisi Irak” filmiyle… Halka karşı geliştirilen
tüm saldırıların mimarı ve uygulayıcısı olan Kontrgerilla
elemanlarına efendileri tarafından çuval geçirilmesinin
intikamı beyaz perde de alınıyor. M. Ağar’ın dediği
gibi, halk deşarj ediliyor. Üstelik de en yalancı,
en zararsız yoldan…
Faşist harekete yalancı kahramanlar yoluyla gaz
veriliyor. İyi Amerikalılara dokunulmadan, kötü
Amerikalı cezalandırılıyor. Hesap kapatılıyor.
Hiç Irak’a gitmeye gerek yok. Amerikan askerleri,
subayları, ajanları topraklarımızı postallarıyla
her gün çiğniyor. Daha birkaç gün önce uçak gemileri
Marmaris’e yanaştı ve bölgeyi bir anda fuhuş merkezi
haline getirdi. İncirlik yanı başımızda, Antakya,
İzmir’de, Ankara’da, İstanbul’da Nato merkezleri
ve ABD üsleri yanı başımızda… İntikam mı istiyorsunuz,
buyurun… Tık yok… Atatürkçü Düşünce Derneklerinde,
Ülkü Ocaklarında, dergi bürolarında bolca lafazanlık
var… Sahte Amerikan karşıtlığı var, ancak Amerikan
varlığına karşı tek bir pratik tepki yok… Olamaz
da… Onların ideolü haline gelen Polat Alemdar
gibi çeteci-ajan karışımı serseri tiplemeleri
ise gerçek hayatta başka işler karıştırıyorlar.
Ankara’da yapılan bir operasyonda yakalanan çeteciler
tam da Polat Alemdar’ın ikizi gibiler. Küre operasyonu
olarak nitelenen operasyonda kimler yok ki; kontrgerillacı
nam-ı diğer Özel Harp Dairesinde görevli yüzbaşı,
Eminiyet Genel Müdür eski vekili, özel güvenlik
şirketi sahibi, türkücü İ. Tatlıses vb… Meşhur
DGM savcısı Nuh Mete Yüksel’de fonda yer alıyor.
Yaptıkları işler ise tam da faşistlere, çetecilere,
Polat Alemdar bozuntularına layık işler; haraç
alma, işyerlerine el koyma, porno görüntüler çekme
ve bunlarla şantaj yapma vb… Beyaz perdede cengaver,
gerçek yaşamda iğrenç işlerle iştigal eden çeteciler…
Emperyalizmin ve İşbirlikçilerinin
Yeni Saldırısı; Yeni Sosyal
Güvenlik Yasası…
Bu gelişmeler içinde tüm emekçiler açısından büyük
bir tehlike neredeyse sessiz sedasız geliyor.
Tehlike somut ve açık; yeni sosyal güvenlik yasası…
Emekçilerin kazanılmış haklarını budayan, sağlık
hakkını gasp eden yasa, tümüyle emperyalist IMF
patentli ve neoliberal politikaların doğrudan
ifadesi. Yeni yasa tasarısı ve yapılan hazırlıklar
sağlık alanındaki kazanımların son kırıntılarının
da yok edilmesini hedefliyor. Sosyal sigorta sisteminin,
daha da ötesi tüm sağlık sisteminin adım adım
özelleştirilmesi, sağlık çalışanlarının, sigortalıların,
emeklilerin kazanılmış haklarının ortadan kaldırılması,
parası olmayanın sağlık hizmetlerinden tümüyle
mahrum kılınmasının yasal temelleri oluşturuluyor.
Halkın Talebi ve Gündemi;
Özgür Ülke, İnsanca Yaşam
Dünya proletaryası ve emekçi halkları önemli ölçüde
ABD emperyalizmi tarafından biçimlendirilen saldırganlık
dalgası karşısında elbette çaresiz değil. Emekçiler
kimi zaman sınıf içgüdüleriyle, en basit ve temel
karşıtlıklar üzerinden emperyalist-kapitalist
saldırganlığa karşı politik-pratik duruşlar geliştiriyorlar.
Filistin’den Latin Amerika’ya değin gelişen ulusal
ve sınıfsal talepler ve bunların ifadesi olarak
ortaya çıkan politik hareketler emperyalistlerin
egemenlik heveslerini ciddi biçimde etkiliyor
ve dünyanın biçimlendirilmesinde hesaba katılması
gereken unsurlar haline geliyorlar.
Kuşkusuz, sürekli vurguladığımız gibi, bu hareketler
emekçilerin taleplerinin ve gelişen mücadelelerinin
henüz ilk hamleleridir. Pek çok ideolojik, politik,
örgütsel ve diğer zaaflarla yüklüdürler. Ancak
yol açılmaktadır. Emekçiler giderek artan ölçüde
yaşadıkları yıkımların, ezilmenin kaynağının emperyalist-kapitalist
sistem olduğunu, bu sistemin öncüsünün ve en saldırgan
gücünün ABD emperyalizmi olduğunu günlük yaşam
pratikleri içinde görmektedirler.
Devrimci sosyalizmin “Özgür Ülke, İnsanca Yaşam”
şiarı ve enternasyonalist duruşu emekçilerin istemlerinin,
arzularının en güçlü ifadesidir. Önümüzde bu istemlerin
pratik politik mücadele içinde emekçi kitlelerle
buluşturulması, somut eylemlere, örgütlenmelere
dönüştürülmesi görevi bulunmaktadır.
Emperyalizme Karşı Özgür Ülke, İnsanca Yaşam kampanyası
bunun güncel ifadesidir. 8 Mart’tan, Newroz’a,
oradan 30 Mart’a değin uzanan tüm önemli gündem
maddeleri bu şiarların hayat bulacağı zeminlerdir.
Daha da ötesi her günkü pratik çalışmamızda irili
ufaklı adımlarla tüm dünya emekçilerinin değişik
ifadelerle sahiplenmeye başladığı bu şiarları
kendi coğrafyamızda da somut mücadele gücüne dönüştürmeliyiz.
|