Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini


 

 

39. Sayı - Mart 2006

DÜNYA DEVRİMİ
VE ENTERNASYONALİZM

Marks, Engels ve Dünya Devrimi
Komünist Enternasyonal ile ilgili tartışmalarda “Dünya Devrimi” kavramı kilit bir noktaya sahiptir. Bu nedenle Enternasyonal’i incelerken dünya devriminden ne anlaşılması gerektiği üzerinde durmak zorunludur.
Hemen belirtelim: Marks ve Engels, devrim sorununu hiçbir zaman için tek ülke zemininde ele alıp tartışmamışlardır. Marks ve Engels’teki devrim anlayışı, zamandaş ya da zamandaşa yakın bir dünya (Avrupa) devrimidir. Marks ve Engels, devrim koşullarının en olgun olduğu yerde başlayacak devrimin hızla diğer ülkelere yayılacağını belirtirler. Devrim dalgasının başlayacağı yer konusunda, (koşulların değişmesine bağlı olarak) zaman zaman değişiklikler yapsalar da, devrimin hemen tüm Avrupa kıtasına yayılacağı ve sosyalizmin, dünyanın ekonomik, sosyal ve siyasal olarak en ileri ülkelerinde kurulacağı anlayışı değişmemiştir. Marks ve Engels, ilk dönemlerde devrim dalgasının öncelikle İngiltere’de başlayıp tüm kıta Avrupa’sını saracağını beklemişlerdi. Sonraları Fransa’nın öncü olacağını beklediler. Ardından Engels, devrim dalgasının Almanya’ya kaydığını tespit ediyor. Sonraları devrim dalgasının daha da doğuya kaydığını görüyor. Doğu Sorunu’nda “.... 1789 yılından beri devrimin kilometre taşları, daima daha ileri gitmiştir. (...) bundan sonraki devrimin işaret levhalarının Petrograd ve İstanbul olmaları gerekir. Bunlar devrim karşıtı Rus devinin, saldırılması gereken kolay yaralanır yeridir”(1) diyordu. Daha sonra Kautsky 1902’de ‘Slavlar ve Devrim’ başlıklı makalesinde devrim dalgasının Rusya’ya kaydığını doğru olarak saptadı. Kautsky şöyle diyordu: “...Bugün -1848’den farklı olarak- Slavların yalnızca devrimci halklar safına katıldıklarını değil, aynı zamanda devrimci fikir ve eylemin ağırlık merkezinin giderek Slavlara doğru kaydığını düşünebiliriz. Devrimin merkezi Batı’dan Doğu’ya doğru kaymaktadır. 19. yy’ın ilk yarısında, bu merkez Fransa’da ve zaman zaman İngiltere’deydi. 1848’de Almanya, devrimci uluslar safına katıldı.... Yeni yüzyıl öyle olaylarla başladı ki, bunlar, devrim merkezinin yeniden bir yön değişmesiyle, Rusya’ya doğru yer değiştirmesiyle karşı karşıya olduğumuzu bize düşündürmektedir. (...) Batıdan bunca devrimci girişkenlik edinmiş olan Rusya, belki şimdi artık, bu Batı için bir devrimci enerji kaynağı olmak yolundadır. Alev alev yanan Rus devrim hareketi, belki de saflarımıza yayılmaya başlayan o küçük burjuva uyuşukluğunu ve küçük politikacılığı defetmek için yararlanabileceğimiz en güçlü araç olacaktır; bu devrimci hareket, savaşa susamışlığımızı ve büyük ülkülerimize bağlılığımızı yeniden alevlendirecektir.”(2)
Burada altı çizilmesi gereken nokta, Marks ve Engels’in devrim beklentilerinin dünyanın ekonomik, siyasal, toplumsal ve kültürel alanda en ileri ülkelerinde zamandaş ve/veya zamandaşa yakın olacağı biçimindedir. Marks ve Engels’te sosyalizmin kuruluşuna ilişkin önermeler de bu tespit üzerine kurulmuştu.

Lenin ve Dünya Devrimi
Lenin, Engels ve Kautsky’nin devrimin Doğu’ya kayması anlayışından, Rusya’nın dünya devriminin öncüsü olacağı anlayışını çıkarmıştı. Rusya’da başlayacak burjuva demokratik devrimin Avrupa’daki sosyalist devrimleri tetikleyeceğini, Avrupa’daki sosyalist devrimler aracılığıyla da Rus devriminin sosyalist devrime dönüşeceğini bekliyordu.
1905’leri değerlendirirken Lenin, “...Eğer sosyalist Avrupa proletaryası Rus proletaryasının yardımına gelmezse, tek başına Rus proletaryası için bu kavga, hemen hemen umutsuz olacaktır ve Rus proletaryasının yenilgisi, Alman Devrimci Partisinin 1849-1850 yıllarındaki ya da Fransız proletaryasının 1871 yenilgisi gibi kaçınılmaz olacaktır” demekteydi. Hatta bunu devrimden sonra bile savundu”.(*)

(*) Lenin, bununla ilgili olarak şunları belirtir: “Uluslararası devrime başladığımızda, bunu devrimin gelişiminin önüne geçebileceğimiz inancı yüzünden değil, bilakis bir dizi koşul bizi bu devrimi başlatmaya ittiği için
yaptık. Şöyle düşünüyorduk: Ya uluslararası devrim yardımımıza gelir ve o zaman zaferimiz tam olarak sağlama alınmış olur; ya da mütevazı devrimci çalışmamızı yenilgi durumunda bile devrim davasına hizmet etmiş olacağımız ve deneyimlerimizin diğer devrimlere yararlı olacağı bilinci içinde yerine getiririz. Uluslararası dünya devriminin desteği olmadan proleter devrimin zaferinin olanaksız olduğu bizim açıktı. Devrimden önce ve hatta sonra da şöyle düşünüyorduk: Ya devrim diğer ülkelerde, kapitalist bakımdan daha gelişmiş ülkelerde hemen veya en azından çok çabuk patlayacak, ya da yok olacağız. Bu bilince rağmen Sovyet sistemini her şart altında mutlaka korumak için elimizden gelen her şeyi yaptık, çünkü sadece kendimiz için değil, aynı zamanda uluslararası devrim için çalıştığımızı biliyorduk.(...) Oysa gerçekte gelişmeler, beklediğimiz gibi düz bir çizgide seyretmedi. Diğer büyük, kapitalist bakımdan en gelişmiş ülkelerde şimdiye kadar devrim başlamadı. Devrim -bunu büyük bir hoşnutlukla saptayabiliriz- bütün dünyada gelişiyor. Bizden ekonomik ve askeri olarak yüz kez güçlü olmasına rağmen, uluslar arası burjuvazinin bizi boğabilecek durumda olmamasını bu duruma borçluyuz.”
Lenin, RKP’nin Taktikleri Üzerine Rapor, Lenin Döneminde Komünist Enternasyonal, c. 2, s,160-161


Lenin, Rusya’da başlayan devrimin dünyadaki devrimlerin öncüsü olduğunu net bir tarzda vurguluyordu. 1. Emperyalist savaş sonrasında yükselen devrimci dalganın yeni devrimlere yol açacağı beklentisi vardı. Aslında Engels, 1891’de yaptığı değerlendirmede olası bir savaşı tasvir etmiş ve böylesi bir savaştan devrimlerin doğmasını beklemişti. Engels şöyle diyordu: “Eğer savaş patlak verirse, kesin olan tek şey şu olacak: Daha önce benzeri görülmemiş biçimde bütün Avrupa’yı yakıp yıkacak, on beş-yirmi milyon silahlanmış insan birbirlerini gırtlaklayacak ve bu savaş, ya anında sosyalizmin zaferine yol açacak ya da eski düzenin temellerini öylesine sarsacak ve arkasında öyle bir enkaz yığını bırakacak ki, eski kapitalist toplumun varlığını sürdürmesi, her zamankinden daha saçma görülecektir. Bu durumda sosyalist devrim belki on-on beş yıl daha gerileyecek ama sadece daha hızlı ve köklü bir zafere ulaşmanın yolu açılacaktır.”
Engels’in bu isabetli belirlemesinin yanında Almanya ve Macaristan’da kurulan Sovyetler ve diğer ülkelerdeki mücadelelerin yükselen bir seyir göstermesi Lenin’in Rus devriminin yalnız kalmayacağına ilişkin düşüncelerini güçlendirmişti.
Lenin, emperyalizmin, dünya ekonomilerini emperyalist zincirin halkaları haline getirdiğini, devrimin, bu zincirin en zayıf halkası ya da halkalarında gerçekleşeceğini belirtir. Yapılan bu tespit Lenin’in dünya devrimi anlayışından vazgeçtiği anlamına gelmediği gibi tek ülkelerde devrimlerin gerçekleşmeyeceği ve korunamayacağı anlamına da gelmiyor. Lenin, dünya devriminin, yükselen devrim dalgasıyla bağlantılı olduğunu vurgulamaktadır: “DEVRİM DURUMU varsa, -der Lenin- bir Avrupa devrimine güvenmek (abç) bir Marksist için gereklidir.”(3) “(...) bu nedenle, Avrupa’daki bir devrim durumunun beklentisi Bolşeviklerin çılgın sevdası değil, tüm Marksistlerin GENEL DÜŞÜNCESİYDİ.”(4) (vurgular Lenin’in) (abç).
Burada vurgulananlar nettir... Açıktır ki, bu koşullarda Lenin, diğer Avrupa ülkelerinden devrim beklemektedir.
Peki devrim dalgasının gerilediği durumda ne olacaktı? Sürecin en can alıcı sorusu buydu ve Lenin, devrimci dalganın geriye çekilmeye başladığı koşullarda dünya devrimini değil, Sovyet iktidarının kendini koruması ve sosyalizmin kurulabilmesi için izlenilmesi gereken politikaların belirlenip yaşama geçirilmesi noktalarını ön plana çıkarmaktaydı.

Troçki ve Dünya Devrimi
Troçki, ise dünya devrimini, zamandaş ya da hemen hemen zamandaş bir devrim olarak ele alıyordu. Ona göre devrim, dünya devrimiyle taçlanmadığında ayakta kalamazdı. Eğer zafer kazanmış Rus devrimi, Avrupa devrimleriyle (dünyanın ekonomik, sosyal, siyasal ve kültürel alanda en gelişmiş olmalarından dolayı) desteklenmezse ayakta kalamazdı ve sosyalizmi kurmaya girişemezdi. 1925 tartışmalarına yansıyan Troçki’nin söylemleri kuşku bırakmayacak kadar açıktır:
“ezici çoğunluğu köylü olan bir nüfusa sahip geri bir ülkedeki işçi hükümetinin konumundaki çelişkiler ancak uluslararası ölçekte proletaryanın dünya devrimi arenasında çözümünü bulabilecektir.”(5) (vurgular bizim)
“Avrupa proletaryasının doğrudan devlet desteği olmadan Rusya işçi sınıfı, iktidarı koruyacak ve geçici egemenliğini kalıcı bir sosyalist diktatörlüğe dönüştürecek durumda olmayacaktır. Bundan bir an bile kuşku duyulamaz”(6) (vurgular bizim)
“...Örneğin devrimci bir Rusya’nın tutucu bir Avrupa karşısında tutunabileceğini... düşünmek umutsuz”(7) (vurgular bizim)
“Rusya’da sosyalist iktisadın gerçek bir ilerlemesi “ diyor Troçki yine “ancak Avrupa’nın en önemli ülkelerinde proletaryanın zaferinden sonra mümkün olacaktır.”(8) (vurgular bizim)
Sonuçta Troçki, Avrupa devrimleri imdada gelmedikleri takdirde devrimin korunacağından umutsuzdur ve Troçki’nin bu yaklaşımı stratejik bir yaklaşımdır. Yani devrimci dalganın yükseliş döneminde de, gerilediği dönemde de bu yaklaşım değişmez.

***
Troçkistlerle ve Troçkizmden etkilenenlerin yaklaşımlarına göre Sovyet Devrimi, dünya devrimi perspektifinden vazgeçtiği ve tek ülkede sosyalizm anlayışını ön plana çıkardığı oranda deformasyona uğradı ve kırıldı. Bu kırılma için de tarih olarak 1924’leri belirtirler.
Bu yaklaşım, irdelenmesi gereken, ama sorunlu bir yaklaşımdır.
Gerçekte devrim dalgası geriye çekildiği oranda Rus devrimi kendini koruma yönündeki tedbirlerini güçlendirmiştir. Yani, perspektif kırılmasına bağlı olarak devrim dalgası ve bu anlama gelmek üzere dünya devrimi perspektifinden vazgeçilmedi. Devrim dalgası gerileyince, -yaşanılan konjonktürde Avrupa’dan devrim beklemenin doğru bir yaklaşım olmadığı görülünce- Avrupa devriminden vazgeçildi. Hemen belirtmek gerekir ki, Avrupa devriminden vazgeçmek stratejik değil, taktik bir yaklaşım olarak görülüyordu. Yani iki devrimci dalga arasındaki süreç olarak görülüyordu.
Devrimci dalganın geriye çekildiği bu dönemde Lenin iki nokta üzerinde yoğunlaşır. Doğu halklarıyla ittifak kurarak emperyalizmin ve özellikle de İngiliz emperyalizminin saldırılarını boşa çıkartmak; ikincisi, Brest Litovsk anlaşması ve NEP ile ülke içinde düzenli bir geri çekilişle emperyalizmin saldırılarına daha güçlü yanıt vermeye hazırlanmak... Sovyet iktidarı, Brest Litovsk anlaşmasıyla Polonya’nın ve Baltık denizi ile sınırı bulunan ülkelerin bir kısmının denetimini -Türkiye’nin toprak büyüklüğüne yakın bir parçayı- Alman emperyalistlerine bırakmak durumunda kalmıştır. Brest Litovsk anlaşması devrimin kendini koruması için neleri feda edebileceğini göstermiştir. Lenin’in “haydutlar yolunuzu kesmiş, ya malınız ya canınız” söylemi, canı kurtarmak için malın feda edilebileceğini gösteriyor. Öte yandan NEP ise ekonominin kilit noktaları tutulmak kaydıyla kapitalizmin kontrollü gelişimine izin vermek anlamına geliyordu.
Avrupa devriminin gündemden düştüğü ve emperyalist ablukanın kendini dayattığı bir koşulda, geri emperyalist bir ülkede zafer kazanmış devrim, kendini korumanın ötesinde ne yapabilirdi? Bu nokta bir tercih değil, tarihin bir dayatmasıydı. Böylesi koşullarda Sovyet ve dünya komünistlerinin çubuğu Sovyetlerin korunmasına bükmelerinde bir yanlışlık bulunmuyor. Yanlış olan, bu anlayışın, süreç içinde stratejik bir yaklaşım olarak ele alınması ve enternasyonalizmin, Sovyet devletinin konjonktürel çıkarlarının savunulup savunulmamasına dönüşmesidir. Önceleri tarihin bir zorlaması olarak gündeme gelen bu yaklaşım, giderek öznel bir yaklaşıma dönüşmüş, yeni haliyle stratejik bir politika ve sonuçta teorik bir ilke olarak ele alınmıştır.
Görüldüğü gibi devrimin ideolojik kırılmasına bağlı olarak diğer ülkelerdeki mücadeleler kırılmamıştır. Diğer ülkelerdeki mücadelelerin kırılması ve Rus devriminin tek başına kalması Enternasyonalizm anlayışında kırılmalara neden olmuştur. Enternasyonalizmde yaşanan kırılmalar giderek teorik bir ilkeye çıkarıldığı oranda diğer ülkelerdeki devrimlerin daha da kırılmasına neden olmuştur.

Tek Ülkede Sosyalizm ve
Enternasyonalizm

Sonuç olarak altı çizilmesi gereken soru şudur: “Tek ülkede sosyalizm” anlayışı olarak ifade edilen kavram ve onun içerdiği anlam, ideolojik bir kırılmanın ürünü müdür; yoksa tek kalmanın (Ekim Devriminin tek kalması) zorunlu bir ifadesi mi? (1. Emperyalist savaşla birlikte yükselen devrimci dalganın düşmesiyle Ekim Devriminin SB’i sınırları içinde sıkışması ve yeni bir devrimci dalgaya kadar SB’de sosyalist kuruluş sürecini tek başına yaşama zorunluluğu) Tarihsel olaylara böyle bir temel sorudan hareketle baktığımızda o olayları yaşayanların yanılgılarını ve saplantılarını anlamak mümkündür.
Ya da başka bir temel soru şu: Konjonktürel olarak Sovyet iktidarının kendini korumak istemesi bir nesnelliği ve doğruluğu ifade etmiyor mu?
Bilindiği gibi 1925’lerde Stalin’in başını çektiği Parti Çizgisi ile tasfiye edilen Troçkist çizgi arasında yoğun tartışmalar yaşanmıştır. Gündeme gelen bu tartışmalarda doğru olan ne idi ve koşullarca desteklenen çizgi hangisiydi?

***
Stalin 14. Parti Konferansında konuşurken “Sovyetler Birliği’nde sosyalizmin kaderi” üzerinde duruyor ve Sovyetler Birliği’nde iki grup karşıtlık olduğunu; bir karşıtlık grubunun proletarya ile köylülük arasında, diğer karşıtlık grubunun ise Sovyetler Birliği ile dünya kapitalist sistemi arasında olduğunu belirtiyordu. Stalin proletarya ile köylülük arasındaki sorunun kendi güçlerine dayanarak çözülüp çözülmeyeceği anlayışının Troçkistlerle temel tartışma noktası olduğunu belirtir. Stalin, Lenin’e dayanarak bunlar arasındaki karşıtlığın çözülebileceğini belirtir ve Lenin’in farklı dönemlerde yazdıklarını, söylediklerini referans olarak alır. Tezlerini özellikle Lenin’in 1915’te Avrupa Birleşik Devletleri Üzerine makalesi ile 1923’lerde yazdığı son yazılara (Kooperatifçilik Üzerine makalelerine) dayandırır.
Stalin’in dayandığı noktalar:
“Ekonomik ve politik gelişmenin eşitsizliği, kapitalizmin mutlak bir yasasıdır. Buradan sosyalizmin zaferinin başlangıçta az sayıda, hatta tek başına bir kapitalist ülkede mümkün olduğu sonucu çıkar. Kendi ülkesindeki kapitalistleri mülksüzleştirdikten ve sosyalist üretimi örgütledikten sonra, bu ülkenin muzaffer proletaryası, diğer ülkelerin ezilen sınıflarını yanına çekerek, o ülkelerde kapitalistlere karşı ayaklanmayı körükleyerek ve hatta gerekirse sömürücü sınıflara ve onların devletlerine karşı askeri şiddete başvurarak kapitalist dünyaya karşı ayaklanacaktır.”(9) (abç)
Stalin, Lenin’in bu sözlerine dayanarak, devrimin sadece proletarya ve köylülük arasındaki iç karşıtlıkları kendi gücüne dayanarak ortadan kaldıracak durumda olmakla kalmayıp sosyalizmi kurabileceğini ve kurmak zorunda olduğunu belirtir. Stalin, Lenin’in bu yaklaşımının Leninizm’in ‘sosyalizmin zaferi üzerine’ temel tezi olduğunu ortaya koyar. Stalin, ayrıca Lenin’in 1922 yılında kooperatifçilik üzerine yazdığı makaledeki şu sözleri de referans olarak alır: “Gerçekten de, tüm büyük çaplı üretim araçlarının devletin tasarrufunda olması, bu proletaryanın milyonlarca küçük ve küçücük köylülerle ittifakı, bu proletaryanın köylülük karşısında yönetici konumunun güvenlik altına alınmış olması vs.- tüm bunlar eskiden bezirganlık saydığımız ve bugün de NEP düzeninde bazı bakımlardan öyle saymakta haklı olduğumuz kooperatifçilikten, yalnızca kooperatifçilikten hareket ederek, tam bir sosyalist toplumu kurmak için gerekli olan her şey değil midir? Bu, henüz, sosyalist bir toplumun kuruluşu değildir ama bu kuruluş için gerekli ve yeterli olan her şeydir.”(10)
Oysa Troçki, “Dünya devrimi ve Enternasyonalizm” bölümünde aktardığımız gibi devrimin korunmasının ve sosyalist inşanın dünya devrimine bağlı olduğunu belirtmektedir.

***
“Tek ülkede sosyalizm” uygulaması Sovyet komünistlerinin bir tercihi değil, tarihin dayatmasıydı. Sovyet komünistleri sadece tarihin bu dayatmasını kabul etmişlerdir. Esasında bundan kaçınmanın olanağı da yoktur. Bu nedenle Sovyet komünistleri, kurallarını kendilerinin koymadıkları, belirlemedikleri bir alanda savaşı kabullenmek zorunda kalmışlardır. Kabullenmeme biçiminde bir yaklaşımın bilimsel ve mantıklı bir yanı olamazdı. İşçi sınıfı iktidarı kaybedebilir diye iktidarı almamazlık; korumaya, yeni bir toplumun inşasına yönelmemezlik yapamazdı. (Unutulmamalıdır ki -savaşılarak alınan bir yenilgi kolay kazanılan bir zaferden iyidir-.) Yenilgi kaçınılmaz bir son olsa dahi çabaları sonuna kadar götürmek gerçek devrimci tavırdır. Bununla ilgili Marks’ın Paris Komünü ve Lenin’in 1905 Devrimi hakkında söyledikleri hatırlanmalıdır.
Sovyet devrimi noktasında, ideal ile gerçek arasında ciddi bir uyumsuzluk vardı. İdeali gerçekleştirmek adına gerçeklikten vazgeçilemezdi. Ya da gerçeklikten vazgeçmek ideale ulaşmada olumluluğu ifade etmiyordu.
Bu anlamıyla yaşanan bu tartışmalarda SBKP’nin Parti Çizgisi esas olarak doğru olanı temsil etmektedir. İki devrim dalgası arasında Sovyet devriminin kendini koruyup geliştirmesinin ve diğer ülkedeki KP’lerin -kendi ülkelerindeki devrimlerinden vazgeçmeksizin- bu devrimi desteklemeleri anlayışı enternasyonalist bir yaklaşımı ifade eder. Sovyet iktidarının korunması ve ülkede sosyalist ilişkilerin oturtulmaya çalışılması yanlış değildir ve bu çerçevede düşünüldüğünde Troçkistlerin iktidarın ancak dünya devrimiyle ayakta kalabileceğini ifade eden “Rusya’da sosyalist iktisadın gerçek bir ilerlemesi (...) Ancak Avrupa’nın en önemli ülkelerinde proletaryanın zaferinden sonra mümkün olacaktır” (vurgular bizim) sözleri ile “Avrupa proletaryasının doğrudan devlet desteği olmadan Rusya işçi sınıfı, iktidarı koruyacak ve geçici egemenliğini kalıcı bir sosyalist diktatörlüğe dönüştürecek durumda olmayacaktır. Bundan bir an bile kuşku duyulamaz” vb. gibi yaklaşımları uçuk ve ayakları havada yaklaşımlar olarak kalmaktadır. Troçkizm soyut ‘ilkeleri’ gerçekliğin ve onun sosyalist dönüşümü için gerekli somut politikanın yerine ikame etmiştir. Somut durumun somut tahlilinden hareketle politika üretmek yerine, henüz Paris komünü dışında bir proleter devrimin yaşanmadığı koşullarda üretilen yaklaşımları Ekim Devrimi gibi devasa bir devrimin yarattığı büyük değişim koşullarına olduğu gibi uyarlama yolunu seçmiştir. Oysa politika somutluk üzerinde yükselir; bir ölçüde politika var olanı en iyi yapabilme sanatıdır. Bu bağlamda Troçkizm, -tüm söylemlerine rağmen- Sovyet özgülünde devrimci, enternasyonalist bir politika gütmemiştir.
Stalin’in başını çektiği parti çizgisine yönelik esas eleştirimiz ise iktidarın korunmasının ve sosyalizmin inşa edilmeye çalışılmasının konjonktürel olarak ön planda tutulması değil, bunun giderek diğer ülke devrimlerine rağmen stratejik bir hal almasıdır. Oysa Lenin, devrimci durumun yükseldiği koşullarda diğer ülkelerdeki devrimlerin -başta Avrupa devrimleri, sonraları Doğu devrimleri- başarılı olabilmeleri için mümkün olan her şeyi yapmaya çalıştı. Ancak devrim dalgası geriye çekilince Sovyet iktidarının korunmasını ön plana çıkardı... 1. Emperyalist Savaş’tan hemen sonra imzalanan Brest Litosk antlaşması ve devrim dalgasının çekildiği koşullarda uygulanan NEP, Sovyet iktidarının kurtarılması için emperyalizme verilmiş tavizlerin boyutunu gösterir. Bu yaklaşım, bütünü kurtarmak için parçanın feda edilmesi olarak anlaşılmalıdır.
“Tek ülkede sosyalizm” yaklaşımı ilk başlarda iki devrimci dalga arasındaki süreç olarak anlaşılmasına karşın Stalin’in başını çektiği parti çizgisi, bunu giderek stratejik bir yaklaşım durumuna dönüştürdü. Bu noktada Parti çizgisi statükocu bir duruma dönüşmüş; diğer ülke devrimlerine kendi çıkarı üzerinden bakmaya başlamıştır. Parti çizgisi böylece, zafer kazanmış devrimin ihtiyaç duyduğu uluslararası desteğin pratik araçlarını teorileştirmesiyle birlikte ideolojik deformasyon yaşamaya başladı.. Bu aşamadan itibaren enternasyonalizm, Sovyet Devletinin çıkarları çerçevesinde formüle edilmeye başlanmıştır. Tek ülkede sosyalizmin yaşatılmasına koşulsuz destek politikası diğer ülkelerdeki KP’lerin iktidar perspektifini yitirmelerine ve zayıflamalarına neden olmuştur.
Bu arada, Bolşevizmi, dünyanın devrime gebe toplumlarına taşımak ve Rus devriminin kazançlarını komünist bir dünya ideali doğrultusunda dönüştürmek için oluşturulan Komünist Enternasyonal de Avrupa devriminin geri çekilmeye başlaması ile yeni bir devrimci dalgaya kadar zafer kazanmış devrimin korunmasını temel aldı. Taktik düzeyde doğru olan bu politikanın stratejik bir hal almasıyla birlikte, Sovyet devletinin devlet çıkarları üzerine oturdu. Bu gelişme onun sonunu da getirecek sürecin başlaması anlamına geliyordu.

1928 Programı
1928 programı Komünist Enternasyonal’in 6. kongresinde kabul edildi. Program, 6 ana başlıktan oluşuyordu. Birinci başlık, “Dünya Kapitalist Sistemi, Gelişmesi ve Kaçınılmaz Çöküşü” şeklindeydi. Bu başlık, kapitalizmin genel hareket yasaları ve sanayi sermayesi çağı, mali sermaye (emperyalizm) çağı, emperyalizmin güçleri ve devrimin güçleri ile emperyalizm ve kapitalizmin çöküşü ara başlıklarını içeriyordu.
İkinci ana başlık, “Kapitalizmin Genel Krizi ve Dünya Devriminin İlk Aşaması” adını taşıyor ve bu bölümde de dünya savaşı ve devrimci krizin seyri, devrimci kriz ve karşı devrimci sosyal demokrasi, kapitalist kriz ve faşizm, kapitalist istikrarın çelişkileri ve kapitalizmin devrimci çöküşünün kaçınılmazlığı ara başlıkları yer alıyordu.
Üçüncü ana başlık ise “Komünist Enternasyonal’in Nihai Hedefi: Dünya Komünizmi” idi.
Dördüncü ana başlık; “Kapitalizmden Sosyalizme Geçiş Dönemi Ve Proletarya Diktatörlüğü” olarak belirlenmişti ve bu başlık altında geçiş dönemi ve iktidarın proletarya tarafından ele geçirilmesi, proletarya diktatörlüğü ve biçimi; Sovyetler, proletarya diktatörlüğü ve mülksüzleştirenlerin mülksüzleştirilmesi, proletarya diktatörlüğünün ekonomik siyasetinin ana hatları, proletarya diktatörlüğü ve sınıflar, proletarya diktatörlüğü sisteminde kitle örgütleri, proletarya diktatörlüğü ve kültür devrimi, proletarya diktatörlüğü için mücadele ve başlıca devrim tipleri, dünya proletarya diktatörlüğü için mücadele ve sömürge devrimleri konuları ele alınıyordu.
Beşinci ana başlık olan “Sovyetler Birliği’ndeki Proletarya Diktatörlüğü ve Uluslararası Sosyalist Devrim” bölümünde de, Sovyetler Birliği’nde sosyalizmin inşası ve sınıf mücadelesi, Sovyetler Birliği ve uluslararası devrime karşı yükümlülükleri, uluslararası proletaryanın Sovyetler Birliği’ne karşı görevleri konuları ortaya konulmuştu.
Programın son ana maddesi ise “Proletarya Diktatörlüğü Uğruna Mücadele Komünist Enternasyonalin Stratejisi Ve Taktiği” bölümünde de işçi sınıfı içinde komünizme düşman ideolojiler ile komünist strateji ve taktiğin ana görevlerini içeriyordu.
Programın ana ve alt başlıkları içerisinde en çok tartışılan ve tartışılması gereken bölümü, şüphesiz ki, “Kapitalizmden Sosyalizme Geçiş Dönemi ve Proletarya Diktatörlüğü” ana başlığı altında yer alan “Proletarya Diktatörlüğü İçin Mücadele ve Başlıca Devrim Tipleri” bölümüdür. Bu bölümde devrim tipleri şöyle ifade edilir:
1- Muazzam gelişkin üretici güçleri, geniş ölçüde merkezileşmiş üretimleri, küçük işletmelerin nispeten küçük özgül ağırlığı ve uzun zamandır varolan burjuva demokratik siyasal rejimleriyle çok gelişmiş kapitalist ülkeler (Birleşik Devletler, Almanya, İngiltere, vb.). Bu ülkelerde programın temel siyasal talebi, doğrudan doğruya proletarya diktatörlülüğüne geçilmesidir...
2- Tarımda yarı-feodal ilişkilerin önemli kalıntıları bulunan, sosyalizmin inşası ‘için gereken maddi önkoşullara belirli minimum bir düzeyde sahip olan, kapitalizmin orta düzeyde gelişmiş bulunduğu ülkeler (İspanya, Portekiz; Polonya, Macaristan, Balkan ülkeleri, vb.); burjuva-demokratik devrimin henüz tamamlanmamış olduğu ülkeler. Bu ülkelerin bazılarında burjuva-demokratik devrimin şu, ya da bu hızla sosyalist devrime dönüşmesi, başka bazılarında ise burjuva-demokratik nitelikte geniş kapsamlı görevler üstlenen proleter devrimin tipleri mümkündür.
3- Bir takım sanayi öğelerine, hatta bazen hatırı sayılır oranda, fakat bağımsız bir sosyalizm inşası için yetersiz düzeyde gelişmiş bir sanayiye sahip bulunan; hem ekonomide hem de siyasal üstyapıda feodal ortaçağ ya da “Asya üretim tarzı” ilişkilerinin egemen olduğu; nihayet tayin edici sanayi, ticaret ve banka girişimlerinin, en önemli ulaşım araçlarının, latifundiyaların; sömürge çiftliklerinin vb. yabancı emperyalist grupların elinde yoğunlaşmış olduğu sömürge ve yarı-sömürge ülkeler (Çin, Hindistan, vs.) ve bağımlı ülkeler (Arjantin, Brezilya vs.)... Burada kural olarak, proletarya diktatörlüğüne geçiş ancak bir dizi hazırlık basamağından geçmekle, ancak burjuva demokratik devrimin sosyalist devrime dönüştüğü bütün bir dönemin sonucu olarak olanaklı hale gelir. Bu ülkelerin çoğunda sosyalizmin başarılı biçimde inşası ancak proletarya diktatörlüğünün gerçekleşmiş bulunduğu ülkelerin doğrudan desteğiyle mümkündür.
4- Hemen hemen hiç ücretli işçinin bulunmadığı, nüfusunun çoğunluğu kabile yasaları çerçevesinde yaşayan, eski gentil düzenin kalıntılarının hâlâ yaşadığı, ulusal bir burjuvazinin hiç bulunmadığı; yabancı emperyalizmin de her şeyden önce silahlı işgalci olarak göründüğü daha da geri ülkeler... Bu ülkelerde ulusal ayaklanma ve onun zaferi, eğer proletarya diktatörlüğü ülkeleri, (bu ülkelere-ÇN) güçlü, etkin yardımda bulunurlarsa, kapitalist aşamayı atlayarak sosyalizmin yolunu açabilir.”(11)
Burada tartışılması gereken temel nokta da, geri ülkelerdeki devrimin Burjuva Demokratik aşamadan geçerek sosyalist devrime dönüşmesi anlayışıdır.
Bilindiği gibi burjuva demokratik devrim, genel olarak (özellikle 19.yy. boyunca) burjuva üst yapının tamamlanmamış ya da yeterli demokratik kurumlaşmadan yoksun olmasını veri alan siyasal bir çözüm olarak gündeme getirilmişti. Feodalizmin henüz tasfiye edilmediği, özellikle üstyapıda eski toplum kurumlarının egemenliğini sürdürdüğü koşullarda, Komünist Manifesto’nun vurguladığı gibi “proleterler kendi düşmanlarına karşı değil, düşmanlarının düşmanlarına karşı savaşı yürüteceklerdir”(12) Manifesto, proletaryanın “düşmanlarının düşmanları” olarak sadece aristokrasi ve kralcı çevreler olarak görmez; sanayici olmayan burjuvaziyi de bu sınırlar içinde görür.
Proletaryanın kendi gerçek düşmanıyla doğrudan çatışmasının “en özgür” koşulları ancak böylelikle oluşturabilecektir. Bu nedenle, kendi siyasal gelişimi için kesin bir ihtiyaç olmasından dolayı proletarya “genel oy hakkını, demokrasinin kazanılmasını en başta gelen ve en önemli” görevlerinden biri ilan eder.
Ancak Manifesto diğer yanda, işçi sınıfı için salt siyasal devrimlerin yeterli olmayacağını da ortaya koyan 1848 koşullarının Sosyalist Devrime “ortam hazırladığını”, proletaryanın egemen sınıf durumuna gelebileceğini, örneğin, Almanya’da burjuva devrimin “onu hemen izleyecek bir proleter devrimin başlangıcı olacağını”(13) da öne sürer. Formülasyon proletaryanın; burjuva demokrasisiyle ilişkisi ve iktidar sorununu koyuş biçimiyle önemli olmasına karşın, tarihsel koşullar itibarıyla gerçekçi değildir. Zira kapitalizmin yükselme dönemi henüz devam etmekte, üretici güçlerin gelişimi kapitalist ilişkiler tarafından engellenmemektedir. Bu anlamıyla devrimin ekonomik ve toplumsal koşulları hazır değildir. Dönemin en ileri örneği olan Fransa için Engels 1883’te Komünü değerlendirirken şöyle diyordu: “ne ülkenin ekonomik gelişmesi ne de Fransız işçisinin zihinsel gelişmesi henüz toplumsal bir yeniden kuruluşu olanaklı kılacak aşamaya ulaşmış değildir.” (vurgular bizim) “Devrim, birçok Avrupa ülkesinde öncelikle ortaçağ gericiliğinin kalıntılarıyla, monarşiyle, aristokrasiyle ve ayrıcalıklarla hesaplaşmak zorundaydı. Ve bu hesaplaşmanın en keskin “avam tarzda” olması proletaryanın lehineydi. Bu çerçevede somut siyasal görev, gelişecek demokrasiye (burjuva sınırların aşılmasında) “kendi” damgasını vurmak, siyasal demokrasiyi en ileri önlemleri gerçekleştirmek için zorlamak burjuvazinin feodal gericilik karşısındaki tutarsızlığını teşhir etmek, giderek kendi öz devrimine hazırlamaktır. Nitekim 1848’in peşinden ve özellikle 1871 deneyimiyle beraber somut tarihsel gelişmeler yeni bir değerlendirilmeyi zorunlu kılar. “1848’in savaşım tarzı...her bakımdan eskimiş, zamanı geçmiştir”, “kıta üzerindeki iktisadi gelişme (henüz)...kapitalist üretimin kaldırılması için yeterince olgunlaşmamıştır” belirlemeleriyle Engels 1895’te “tarihin kendilerini haksız çıkardığını” ve o zaman ki görüşlerinin bir yanılsama olduğunu, sonuçta toplumsal devrimler çağının henüz başlamadığını teslim eder.
Tarih proletaryanın önüne “toplumsal devrimin yavaş bir hazırlığını” yavaş örgütlenme ve eğitim çalışmasını koymuştur. Gerçekleşen devrimci atılımlarda, bunlar önemli deneyim ve olanaklar sağlasa da, “devrimin meyvelerini toplayan son tahlilde kapitalist sınıftır.” Tarihsel koşullar henüz yetersiz olmakla beraber proletarya pratik olarak demokrasiyi kendine göre “yorumlamaya” ve bunu hasımlarına zorla kabullendirmeye çalışır. Ki komün bir yana, 19.yy demokratik devrimlerinin çoğunun gerçek yürütücüsü, “barikatlardaki savaşın organizatörü” proletarya olmuştur.(14)
Emperyalizm dönemiyle birlikte üretici güçlerin gelişimi kapitalist ilişkiler tarafından engellenmeye başlanmış böylece toplumsal devrimler ve sosyalizm için koşulları “genel olarak” hazırlamıştır. Demokrasi hedefinde daima tutarsız ve “her zaman” gericilikle (eski sınıflarla) uzlaşma çabası içinde olan burjuvazi (özellikle egemen büyük burjuvazi) artık gericiliğin odağı haline gelmiş, “her alanda gericilik eğilimi” egemen olmuştur. Bu koşullarda çağımız demokratik devrimlerinin niteliği, proletaryanın belirleyiciliğine dayanmaktadır. 1848’de burjuva devrimine “toplumsal bir karakter aşılayan”, sosyal cumhuriyeti Fransa’da ilan eden proletarya olanakların sınırlarını zorluyor, nesnelliğe yenik düşüyordu. Emperyalizm dönemindeyse, bu toplumsallık, sadece coşkunun ve tasarımın değil, bilimin de gereğidir. 1848’de tohum halinde olan, emperyalizm döneminde artık egemen olandır. Proletarya artık, demokrasiyi daha tutarlı ve geniş olmaya zorlamayla yetinmeyecek, bunu kendi perspektifinde biçimlendirecektir. Çağın genel özellikleri, toplumsal ilerleme, gelişen sosyalizmin deneyimi, politik güç ve proletaryanın etkinliğindeki nicel ve nitel değişim bu biçimlendirmenin temelidir. Bu aynı zamanda toplumsal ve ekonomik özü bakımından temel farklılıklar içeren demokratik ve sosyalist devrim ilişkisinde (geçmişten farklı olarak) yeni bir biçim demektir.
Lenin, İki Taktik’te, “Şimdi artık yeni bir döneme girmiş bulunuyoruz; siyasal alt üst olmalar ve devrimler dönemi başlamıştır”(15) diyordu. Artık proletaryanın önündeki görev, proletarya ve köylülüğün devrimci demokratik diktatörlüğüydü. Bu, devrimle beraber kesintisiz sosyalizme geçiştir.
1905 koşullarında burjuva sınırların dışına çıkılmasa da “bu sınırları fazlasıyla genişletmek” mümkündür. Burjuva devrimine “proleter” ya da “proleter-köylü damgası” vurulmalıdır. Savaşımın sınırları ve içeriği yalnızca burjuva demokratik devrimin amaçlarına göre değil, sosyalist devrimin amaçlarını da kapsayacak biçimde genişletilmelidir. Proletarya dönemin Rusya’sında “burjuva demokratik devrimin öncüsü ve yöneticisi olabilir ve olmalıdır”(16)
İşte bu temel-ilkesel noktalarda, Menşevizm’le ayrım daha da keskinleşir. İşçi sınıfının devrimci rolü ile “burjuvazinin yamağı rolü”, demokrasinin devrimci yorumuyla reformist-liberal yorumu arasındaki köklü ayrılık üzerinde saflaşılır. Nesnelliğin gerici ve devrimci yorumu çatışırlar.

(*) Lenin tartışmayla ilgili şunları belirtir.”...Üçüncüsü, geri kalmış ülkelerde demokratik burjuva hareketi sorununun önemine özellikle parmak basmak isterim. Aramızda bazı görüş ayrılıkları doğuran sorundur bu. Komünist Enternasyonal’in ve komünist partilerin geri kalmış ülkelerde demokratik burjuva hareketi desteklemeleri gerektiğini söylemelerinin ilke olarak ve teoride doğru olmadığını tartıştık. Tartışmalarımız sonunda oybirliğiyle ‘burjuva demokratik’ hareket yerine ulusal devrimci hareketten söz etme kararına vardık. Hiç şüphe yok ki her ulusal hareket ancak bir demokratik burjuva hareketi olabilir. Çünkü geri kalmış ülkelerde nüfusun büyük çoğunluğu burjuva kapitalist ilişkileri temsil eden köylülerdir. Bu geri kalmış ülkelerde proletarya partilerinin kurulmaları gerçekten mümkün olsa bile köylü hareketiyle kesin ilişkiler kurulmadan ve köylü hareketini etkin bir biçimde desteklemeden komünist taktikleri ve bir komünist politika izleyebileceklerini sanmak düşe kapılmaktır. Bununla birlikte şöyle karşı görüşler ileri sürülmüştür: burjuva demokratik hareketten söz edersek reformcu hareketle devrimci hareket arasındaki bütün ayırımı silip atmış oluruz. Oysa o ayırım son zamanlarda geri kalmış ve sömürge ülkelerde ayan beyan ortaya çıkmıştır. Çünkü emperyalist burjuvazi reformcu hareketi ezilen milletlere de sokmak için elinden geleni yapmaktadır. Sömürücü ülkelerin demokrasisi ile sömürge ülkelerin burjuvazisi arasında belli bir yakınlaşma olmuştur. (...) Bu komisyonda tartışma götürmez bir biçimde kanıtlandı ve tek doğru tutumun bu ayrımı dikkatle almak ve ‘ulusal devrimci’ terimini kullanmak olduğu kararlaştırıldı. Bu değişikliğin anlamı şudur: biz komünistler olarak sömürgelerde burjuva kurtuluş hareketlerini ancak gerçekten devrimci bir ruhla eğitip örgütlenmemize engel olmadıkları takdirde desteklemeliyiz ve destekleyeceğiz...” Lenin Döneminde Komünist Enternasyonal Belgeler, c.1, s.205-206, Maya yayınları, Mart 1997
Lenin Döneminde Komünist Enternasyonal Belgeler, c.1, s.214-215 Maya yayınları, Mart 1997)

***
“Burjuva demokratik devrimden sosyalizme geçiş sorunu” Komünist Enternasyonal’in gündemine, Avrupa devriminden beklentilerinin zayıflaması ve buna bağlı olarak Doğu halklarına ilginin artmasıyla girdi denilebilir.
Doğu halkları, Avrupa halklarının tersine ekonomik, sosyal, siyasal ve kültürel alanda oldukça geri bir konumda bulunuyorlardı. Buradaki ülkelerin çoğu emperyalizme bağımlı sömürge ve yarı-sömürge ülkeler konumundaydı. Lenin, Doğu halkları için komünistleri uyarıyor ve onları daha önce dünya komünistlerinin karşılaşmadığı bir görevin beklediğini açıklıyor. Bu görevin komünizmin genel teori ve pratiğine dayanmasını, Avrupa ülkelerinde var olmayan özel koşullara uyarlanmasını; komünizmin teori ve pratiğinin, nüfusun çoğunun köylü olduğu ve kapitalizme karşı değil, ortaçağ kalıntılarına karşı bir savaşım verme şeklinde belirdiği koşullara uygulanabilmesini istiyor. Lenin bu görevin güç ve özel bir görev olduğunu ve yerine getirilmeye değer bir iş olduğunu belirtiyor. Lenin bu sorunların çözümünün herhangi bir kitapta bulunmayacağını ve bunu ancak komünistlerin kendi bağımsız deneyleriyle çözebileceklerinin altını çiziyor
Lenin, Komünist Enternasyonal’in 2. Kongresi’nde “Ulusal Sorun ve Sömürgeler Sorunu”yla ilgili sunduğu tezlerin daha sağlıklı tartışılması için katılımcılardan ve “özellikle bu karmaşık sorunların herhangi biri hakkında somut bilgisi olan yoldaşlar”dan, değiştirip ya da eklemelerini ve somut noktaları iki ya da üç sayfadan fazla olmamak üzere yazmalarını istiyor. Eleştiriler gelmekte gecikmiyor. Özellikle Hindistan temsilcisi Roy’un eleştirileri Lenin’in tezlerinde kimi değişiklikler yapmasını gerektirecek boyutlardaydı. Lenin’le Roy arasındaki tartışma, Lenin’in tezlerinde ileri sürdüğü “bütün komünist partileri bu ülkelerdeki burjuva demokrat kurtuluş hareketlerine yardım etmelidir” üzerinde düğümleniyor. Roy bu yaklaşıma itiraz ediyor ve burjuva demokratik hareketten söz edilmesi halinde reformcu hareketlerle komünist hareket arasındaki ayırım çizgisinin kaldırılmış olacağını belirtiyor. Bu tartışmaların sonunda Lenin, tezlerinde değişiklikler yapıyor.(*)
Bu tartışmalarla birlikte alınan kararlardan biri de, Doğu’nun bu geri ülkelerinde de “köylü” ve “Emekçi Halk Sovyetleri”nin kurulabileceğinin belirtilmesidir. Bunun yanı sıra “Tamamlayıcı Tezler”de: Ezilen ülkelerde günden güne birbirinden ayrılan iki hareketin bulunduğunu, birincisinin burjuva düzeni programına sahip ve siyasal bağımsızlığı temel alan milliyetçi burjuva demokratik hareket olduğu, ikincisinin ise cahil ve yoksul işçi ve köylüleri her türlü sömürüden kurtuluş hareketlerinin olduğunu belirtir. Birincisinin ikincisini yönetmesine karşı çıkılması gerektiği vurgulanırken, bunun için işçi ve köylüleri örgütleyip devrim ve Sovyetlerin kurulması yoluna sokacak olan KP’LERİN kurulması gerektiği üzerinde durulur. Sömürge ülkelerdeki devrimin ilk adımı, yabancı egemenliğin yıkılması olarak görülür. Tamamlayıcı Tezler bu noktayı şöyle formüle eder: “6) (...) Yabancı egemenlik, iktisadi güçlerin özgürce gelişmesini köstekler. Bu nedenle bu egemenliğin yıkılması, sömürgelerdeki devrimin ilk adımıdır; bu nedenle sömürgelerde yabancı egemenliğin yıkılması için yürütülen mücadeleye verilen destek, yerli burjuvazinin milliyetçi hareketine sunulan bir destek değil, kendisi de ezilen proletaryanın önündeki yolun açılması demektir.”(17)
Tamamlayıcı Tezler 9’da da, “Sömürgelerdeki devrim ilk aşamasında komünist bir devrim olamaz. Ama eğer başlangıçtan itibaren önderlik komünist öncünün elinde olursa kitleler dağılmaz ve hareketin değişik gelişme aşamaları onların devrimci deneyimini artırır...”(20) denmektedir.
“Sömürgelerdeki devrimin ilk adımı yabancı egemenliğin yıkılması”dır ve “sömürgelerdeki devrim ilk aşamasında komünist bir devrim olamaz” anlayışıyla, pratikte ortaya çıkan hareketler karşısında takınılan tavırlar çeşitli soru işaretlerinin oluşmasını gündeme getiriyor.
Bunun üzerinde biraz durmak istiyoruz: En başta devrime rengini veren temel olgu, devrimin ekonomik ve toplumsal yapıda neler çözeceği değil, siyasal iktidarın kimler tarafından ele geçirildiği sorunu ise, sömürgelerde gerçekleştirilecek bir devrime muhtevasını veren kıstas da bu olacaktır. Dolayısıyla Komünist partisi aracılığıyla devrime öncülük edecek proletarya, kesintisiz bir şekilde komünizme doğru gidecek yürüyüşü başlatmış anlamına gelecektir. Elbette burada gerçekleştirilecek devrimin ekonomik ve toplumsal yapıda çözeceği sorunlar büyük oranda burjuva demokratik devrimin çözmesi gereken sorunlar olacaktır. Tezlerde de belirtildiği gibi buradaki nüfusun büyük bir kesimin köylü olmasından dolayı proletarya bu durumu dikkate alacak ve özellikle tarımsal alanında gelişmiş ülkelerdeki gibi bir kolektifleşme yerine, geçici bir süreliğine de olsa küçük mülkiyetin yaygınlaştırılması anlamına gelecek toprak reformu ön planda olacaktır. Şüphesiz ki bundan hiç kolektifleştirme yapılmayacağı anlamı çıkmaz.
Üzerinde durmak istediğimiz bir nokta da “sömürgelerdeki devrimin ilk adımının yabancı egemenliğin yıkılması” sorununa ilişkindir. Bu yaklaşım esasta doğru olmakla birlikte şu sorunu gündeme getirmektedir: “Yabancı egemenliğini yıkacak” olan mücadelenin başını kimler çekecek? Burjuvazi mi çekecek, proletarya mı çekecek? Burjuvazi başı çekiyorsa ve ulusal sorun tartışmalarında gündeme getirilen “...biz komünistler olarak sömürgelerde burjuva kurtuluş hareketlerini ancak gerçekten devrimci bir ruhla eğitip örgütlenmemize engel olmadıkları takdirde desteklemeliyiz ve destekleyeceğiz...” anlayışına rağmen, örneğin Mustafa Suphi’lerin katline ve komünistlerin kovuşturmalarına rağmen Kemalizm hangi ilkeye göre desteklendi? Ayrıca Komünist Enternasyonalin 5. kongresinde: “Türk hükümeti, bir yandan Türkiye proletaryasının, emekçi sınıfların partisi olan Türkiye Komünist Partisini (TKP) kovuşturuyor.
Ne var ki bugünkü iktidara karşı izlenecek taktiği onun sırf bu özelliğine bakarak, yani komünistleri kovuşturmasına dayanarak belirlemek ağır hata olurdu”(20) denilebilmektedir. Bu pratik tavırlar ve coğrafyamızdaki örnekten (TKP’nin Kemalizm’e karşı tavrı) çıkarılabilecek sonuçlardan biri, Komünist Enternasyonal’in, pratik politika boyutunda KP’leri zayıf olarak gördüğü için, KP’lerin, demokratik reformlar karşılığında burjuva önderlikleri desteklemeleri anlayışı ön plana çıkardığıdır...
1928 programında teorik bir ilke haline getirilen “Burjuva demokratik devrimden sosyalizme geçiş” sorunu bu maddi zemine oturduğundan ciddi bir sorunla karşılaşmadan kabul edilmiştir. 1928 programının sorunlu noktalarından biri aynı zamanda aşil topuğu da bu noktadır.
Programın “ekonomik gelişmelere bağlı devrim tipleri” olarak kabul edilen kararların 2. ve 3. maddelerinde sergilenen yaklaşım, serbest rekabetçi dönemde savunulan yaklaşımla örtüşmektedir. Proletaryanın egemen olmadığı yerlerde proletaryanın öncelikli görevi düşmanıyla değil, düşmanının düşmanıyla savaşmaktı. Yukarıda da belirttiğimiz gibi Manifesto’da açık bir tarzda dillendirilen bu yaklaşım, üretici güçlerin üretim ilişkileri tarafından engellenmeye başlanmadığı koşullarda doğru bir yaklaşımı ifade ediyordu. Ancak, üretici güçlerin kapitalist üretim ilişkileri tarafından engellenmeye başladığı emperyalizm dönemi dünya çapında devrimin nesnel koşullarının oluşmasını sağladı. Artık proletaryanın öncelikli görevi düşmanının düşmanıyla değil, bizzat düşmanını hedef almasıydı. Düşmanının düşmanına karşı mücadelesi, düşmanına karşı mücadelesini başarıya ulaştırdığı oranda yerine getirebilecekti.
Bu anlamıyla ülkenin ekonomik gelişme düzeyinden bağımsız olarak proletaryanın siyasal iktidarı almasının ve kesintisiz şekilde komünizme doğru evrilecek bir süreci başlatabilmesinin nesnel zemini oluşmuştur.
Soruna bu açıdan yaklaşılmadığı sürece, sorunun kaynağında Kesintisiz devrim anlayışının inkârı açığa çıkartılamadığı sürece, ne 1928 programı ne de sonraları gerçekleşen devrimler kavranabilir. Troçkistlerin ya da Troçkizmden etkilenen yapıların Vietnam, Küba gibi devrimler konusundaki yaklaşımları bununla bağlantılıdır. Aslında bu noktada Troçkistler, Troçkizmden etkilenen gruplar ve klasik komünist partiler aynı yerde birleşirler: Bu nokta devrim kaçkınlığıdır. Biri, ekonomik, sosyal ve kültürel anlamda doğrudan sosyalizme geçmeyecek olan ülkelerdeki devrimlerin öncülüğü burjuvaziye bırakmakta, diğeri burjuvaziden kalma sorunların çözümünü atlayarak güncel sorunlardan uzaklaşmaktadır.
Bu iki yaklaşımın ikiz kardeşler olduğu unutulmamalıdır. Geleneksel-klasik KP’lerle, Troçkistlerin dünyanın hiçbir yerinde devrimin başını çekememeleri, zafer kazanmış devrimleri (Vietnam, Küba gibi) sosyalizm merkezli devrimler olarak görmemeleri bununla ilgilidir. İki zıt kutupta gözüken Troçkiçkistlerle/Troçkizmden etkilenenlerle ve reformistlerin sömürge, yarı-sömürge ve yeni sömürgelerdeki devrimler konusunda bu ortak yaklaşımları, “zıt kutupların” birbirine ne kadar yakın olduğunun göstergesidir.

Sürecek...

Dipnotlar
(1) Marks, Engels, Doğu Sorunu, s. 45 Sol yayınları
(2) Komünizmin Çocukluk Hastalığı Sol Komünizm, 9, Sol Yayınları, 5. baskı)
(3) Lenin, Proletarya Devrimi ve Dönek Kautsky, s,76, Başak Yayınları, 1. baskı 1989
(4) Lenin, Proletarya Devrimi ve Dönek Kautsky, S,76, Başak Yayınları, 1. baskı 1989
(5) Troçki nin 1905 yılı kitabının önsözü, aktaran Stalin, Eserler c,7, s,98, İnter yayınları 1. baskı şubat 1991)
(6) (Bakınız Troçki’nin ‘Devrimimiz’i,.s.278, aktaran Stalin Eserler c,7, s,99, İnter yayınları 1. baskı şubat 1991)
(7) (Troçki’nin yazıları c,3, bölüm 1 s, 90 , aktaran Stalin Eserler c,7, s,99, İnter yayınları 1. baskı şubat 1991)
(8) Aynı yerde s,93, aktaran Stalin Eserler c,7, s,99, inter yayınları 1. baskı şubat 1991)
(9) Lenin, Seçme Eserler, c,5, s,151-152, 1Ağustos 1915 Avrupa Birleşik “...Devletleri Üzerine, İnter yayınları 1. baskı, Haziran 1995. Ayrıca Stalin, Eserler c,7, s,100, İnter yayınları 1. baskı şubat 1991’e bakılabilir
(10) Aktaran Stalin, Eserler c,7, s,102, İnter yayınları 1. baskı şubat 1991, Ayrıca Lenin, İşçi sınıfı ve Köylülük, s. 346-347 , Sol Yayınları, 2. baskı, Ocak 1990’a bakılabilir.
(11) K. Popov, A.S. Dobrov, Burjuva Demokratik Devrimin Proleter Devrime Dönüşmesi, s.9-10, Dönüşüm yayınları, 1. basım, Haziran 1991
(12) Marks-Engels, Komünist Manifesto ve Komünizmin İlkeleri, s.126, Sol yayınları, 5. baskı Temmuz 2002
(13) Marks-Engels, Komünist Manifesto ve Komünizmin İlkeleri, s.157 Sol yayınları, 5. baskı Temmuz 2002
(14) Geniş bilgi için F. Engels’in, Fransa’da Sınıf Savaşımları, Önsöz 1895 bakılabilir.
(15) Lenin, İki Taktik, s.24
(16) Lenin’den aktaran Bolşevik Partisi Tarihi s.85
(17) Lenin Döneminde Komünist Enternasyonal Belgeler, c.1, s.215 Maya yayınları, Mart 1997)
(18) Komünist Enternasyonal Dergisi, 1925, sayı 12 s.1238-1239- Türkiye Komünist İşçi hareketi, s.135

 


 

 

 

 

 

sbarikat07@gmail.com
Sosyalist Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
Yönetim Yeri: Çakırağa Mah. Abdüllatif Paşa Sk. 4/5 Aksaray-İstanbul
0212 632 23 19