1917 Ekim Devrimi’nin en doğrudan sonuçlarından
biri de kuşkusuz, eskiden Çarlık yönetiminin halka
karşı kullandığı ordunun dağıtılması ve yepyeni
bir halk ordusu olarak Kızılordu’nun kurulmasıydı.
Ekim Devrimi bu bakımdan kendisinden sonraki bazı
örneklere göre oldukça farklı bir yol izlemiştir.
Örneğin daha sonraları gerçekleşen Çin, Vietnam,
Küba devrimlerinde ezilen kitlelerin silahlı kuvvetleri
devrimin ilk aşamalarından beri bir halk ordusu
olarak örgütlendiği için, bu ülkelerdeki devrimci
güçler iktidara geldiklerinde “halkın silahlı
örgütlenmesi” sorununu nasıl çözecekleri sorunu
ile karşı karşıya kalmamışlardı. Ki zaten bu devrimci
güçler iktidara yürürlerken mevcut devlet ordusunu
yenilgiye uğratmak ve onu büyük ölçüde yok etmek
durumundaydılar.
Oysa 1917 Ekim’ine gelindiğinde ortada büyük paylaşım
savaşında yenilgiye uğramış bir çarlık ordusu
vardır, bu ordunun askerlerinin birçoğu ise işçilerle
birlikte devrim saflarında, ayaklanma halindedir.
Yani Ekim günlerinde iktidar Sovyetler tarafından
alındığında, işçi milisleri, Bolşevik müfrezeler
vardır ama henüz bir Sovyet ordusu yoktur. Öte
yandan aynı süreçte iç savaşın da eli kulağındadır.
Tam da bu noktada, Beyaz generalleri yenilgiye
uğratmak ve devrimi korumak için bir Kızılordu
kurulması zorunlu olmuştur. Zaten bu Bolşeviklerin
düzenli orduya ilişkin devrimci düşüncelerine
de uygun bir durumdur. Çünkü bu düşünceler, esas
olarak yeni bir ordu tipine de denk düşmekteydi.
Örneğin, daha 17 Aralık 1917’de, yani devrimin
ilk günlerinde Sovyet Yönetimi, onbaşıdan generale
kadar ordudaki bütün rütbeleri, selamlama zorunluluğunu,
subay kulüplerini ve emirsubaylığı kurumunu kaldıran
bir kararname yayınlamıştı. Ancak savaşın sürmekte
olması ordunun tamamen terhis edilmesini imkânsız
kılıyordu. 15 Ocak 1918’de Sovyet Yönetimi, işçiler
ve köylülerden oluşan bir kızılordunun kurulması
için gönüllülere bir çağrı yayınladı. Ancak bu
ilk çağrı yeterince etki yaratmadı. Petersburg’da
bile ancak 5.500 asker toplanabildi. Ancak Brest-Litovsk
görüşmelerinin çıkmaza girdiği- noktada Alman
ilerlemesi yeniden başlayınca, çok daha yoğun
bir propaganda hamlesi başlatıldı. Geçici olduğuna
tarafların hiçbir kuşkusu olmadığı barış imzalandıktan
sonra Troçki, Savaş Halk Komiserliği ve Yüksek
Savaş Konseyi Başkanlığı görevlerini devraldı
ve Nisan ayı içinde 100 binden fazla gönüllü Kızılordu’ya
katıldı.
Bu gönüllüler arasında, daha devrimden önce çalışmak
için Rusya’ya gelmiş birçok yabancı işçi ve savaş
tutsağı da vardı. Sovyet yurttaşlığına geçen Çinli,
Alman, Polonyalı, Çek, Slovak, Macar, Koreli,
Romanyalı ve başka uluslardan gelen bu insanlarla,
uluslararası alaylar ve tugaylar oluşturuluyordu.
Ancak İç Savaş’ın patlamasıyla birlikte, 1918
yazında Sovyet iktidarı, gönüllülük ilkesinden
vazgeçerek zorunlu askerlik hizmetini kabul etmek
zorunda kaldı. Bu, o zamana kadar büyük ölçüde
militan işçilerden oluşan Kızılordu’nun sınıfsal
karakterinin de değişmesine, köylülerin orduda
ağır basmasına yol açtı. Orduya gönderilen parti
militanları, disiplin eksikliğine karşı savaşıyor,
birliklerde eğitim çalışmaları yaparak, müdahalecilerin
ve Beyaz muhafızların niyetlerini anlatıyorlarsa
da, ordu büyüdükçe Rus köylülerinin geleneksel
anti-militarizmi karşısında bu uygulama etkisini
giderek yitiriyordu. Örneğin İç Savaş’ın belki
de en yoğun yılı olan 1919 yılı başından ordunun
mevcudunun 3 milyona ulaştığı 1920’ye kadar, toplam
2.846.000 kişi ordudan firar etti. Yine de buna
karşın Kızılordu karşıdevrim ordularını yenilgiye
uğratarak devrimi korumayı başardı. Daha sonraki
yıllarda da Çar dönemi subaylarının yeniden orduya
alınması her zaman bir tartışma konusu olarak
kaldı ama her şeye karşın Kızılordu, Bolşevik
devrimin en sağlam temeli olarak süreçte sağlam
bir yer tuttu. Aynı Kızılordu, daha sonraları
1940’larda Stalingrad önlerine dek gelen Alman
işgalcileri karşısında destanlar yazacak ve faşist
sürülerini önüne katarak Berlin kapılarına dek
kovalayacaktı.
|