Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini


 

 

38. Sayı - Şubat 2006

Geçtiğimiz günlerde İrak’ta İşgale Hayır Koordinasyonu’nun davetlisi olarak Türkiye’ye gelen Birleşik Filistin Kadınlar Birliği Sekreteri Meryem Abu Dagga ve Irak Yurtseverler Birliği Temsilcisi Muhammed J. Jabar Faris ile birlikte gerçekleştirdiğimiz söyleşiyi sunuyoruz

Söyleşiye Irak’tan başlayacak olursak eğer, buradan bakıldığında bir karmaşıklık görülüyor. Bir direniş var ama bunun kimlerden oluştuğu Türkiye kamuoyu açısından çok belirgin değil ve büyük ölçüde El Kaide gibi unsurlar öne çıkarılıyor. Tablo gerçekten böyle mi? Şu anda direniş halinde olan güçler kimlerden oluşuyor?
Muhammed J. Jabar Faris: Amerika Irak’a zaten büyük bir kaosu ve başıboşluğu yaratmak için geldi. Ama geldiklerinde onlar böyle bir direnişle karşılaşacaklarını ummuyorlardı. Onlar sanıyorlardı ki, Irak halkı onları çiçeklerle karşılayacak. Bundan dolayı projeleri de başkaydı. Ve bu proje Afganistan’dan Suriye’ye kadar daha geniş coğrafyayı kapsıyordu. Oysa Irak’taki direniş ABD’yi Irak’ta durdurdu.
Şimdi de direnişi ele alalım. İşgal başlamadan önce direniş hazırlıkları başladı. Irak’ın işgal edileceği belliydi. Amerika’nın yeni siyasetinin uygulanma sahasıydı. Amerika’daki yeni muhafazakarlar ve Siyonistler bu projeyi biçimlendirdiler ve Yeni Büyük Ortadoğu sloganı altında bunu oluşturabileceklerini düşündüler. Ki bunun kapsamına Türkiye de dahildir. İsrail’in Ortadoğu’ya adaptasyonu, yani İsrail’in reel bir olgu olduğunun ispatlanması ve bölgeye tam olarak yerleştirilmesi için bu proje oluşturuldu. Amerika Irak’a saldırırken ve girerken kitle imha silahlarının olduğunu ve bunların El Kaide ile ilişkisinin olduğunu söylüyordu. Bu iddiaların yalan olduğu ortaya çıktı.
Irak’ta ki direniş ulusalcılardan, islamcılardan, komünistlerden oluşuyor. Çeşitli direniş fraksiyonları var. Bu direniş güçlerinin tümü bir proje ortaya koyabildiler. Bu proje ilk olarak işgalin sona erdirilmesini öngörüyor. Bu projenin ilkeleri, işgal güçlerinin kayıtsız şartsız ülkeyi terk etmesini, Irak’ta işgal güçlerine ait herhangi bir üs ya da hareket halinde bir gücün kalmamasını, Irak ordusunun işgalden önceki olduğu gibi yeniden teşkil edilmesini, Irak’taki tüm tutsakların salıverilmesini, Amerika’nın ve onun müttefiklerinin yıktığı Irak’ın yeniden imar edilmesini, Irak halkından özür dilenmesini, işgalle işbirliği yaparak kirlenmemiş tüm direnişçi güçlerin oluşturduğu Birleşik Irak Hükümetinin kurulmasını içeriyor. Eğer direniş bu program dahilinde başarılı olursa, sekiz aylık geçici bir hükümet kurulacak. Direniş güçlerinden oluşturulacak bu hükümet kalıcı bir anayasa oluşturacak. Çok partili rejimi oluşturacak. Kalıcı bir parlamento oluşması için seçim takvimi oluşturacak. Irak’ta direnişin oluşturduğu platformun öngörüsü budur.

Peki oluşturulan platforma tüm direniş grupları katılıyor mu?
Muhammed J. Jabar Faris: El Kaide’ye bağlı Zerkavi güçlerinin dışındaki tüm direniş güçleri bu programa dahildir. Irak’ta direniş güçleri biraya gelerek oluşturdukları bir cephe vardır. Adı “Demokratik İslami Halk Cephesi”dir. Bu cephenin içinde hem demokratlar, hem devrimciler, hem de İslamcılar vardır. Ben şu an bu cephenin sözcülüğünü yapıyorum.

Daha özel olarak soracak olursak, Irak’ta komünistlerin durumu nedir? Nasıl çalışıyorlar? Kendi öngördükleri süreç sonunda ne yapmayı düşünüyorlar?
Muhammed J. Jabar Faris: Hamid Musa önderliğindeki Irak Komünist Partisi işgalcilerle işbirliği yapıyor ve Bremer hükümetine de katıldı. İşgalin pisliklerinin yerleşmesinde de işbirliği yapıyorlar. Bu işbirlikçi komünist partinin dışında başka komünist güçler var. Irak Merkezi Komünist Partisi var. Halk Partisi var. Yurtsever Komünistler Birliği var. Bunlar direnişten yana. Bu üç partinin de birleşmesi içinde çalışmalar sürdürülüyor. İşgale karşı Iraklı komünistleri birleştirme adı altında bir komite oluşturulmuş durumda. Birlik doğrultusunda çalışmalar yürütüyorlar. Ve bunlar direnişin bir parçasını oluşturuyorlar. Bunlar özellikle çok daha aktifler. Diğerlerine göre özellikle yaptıkları var. Bu komünist hareketlerin direnişteki rolü şu: uluslararası alanda emperyalizme karşı verilen Partizan mücadelelerinin deneyimlerini Irak’taki direnişe aktarmak. Direnişe bu yönde bir katkıları var.

Uzun yıllardan beri devrimci mücadelenin içinde olan bizler hiç bir zaman Amerikan ordusuyla işbirliği yapan Komünist Partiye rastlamadık. Bu durumu ideolojik sebepleri ne olabilir ve kendileri bunu nasıl açıklıyorlar?
Muhammed J. Jabar Faris: Bu ihanet aslında Irak-İran savaşında, yani daha önce başladı. Bunlar kendi topraklarında İran’dan yana tavır almışlardı. Gerekçe olarak da Irak’ta varolan diktatörlüğü gösteriyorlardı. Ama vatanını savunmak diktatörlüğü savunmak değildir. İkinci neden de şu: Komünist Parti’nin %70’ini Kürtler oluşturuyor. Biz komünistler olarak insanların ırklarına bakmayız. Şiidir, Kürttür, Asurudir, Süryanidir, bunlar bizim için önemli şeyler değildir. Buna bakmadığımız için Kürtler bu partide çoğunluktaydı. Partinin savaştan önce ABD’ya karşı belli bir tavrı vardı. Ama işgalden sonra Barzani ve Talabani Bremer’le görüştü. Geçici konseyde, hükümette komünist şahsiyetlerin de yer almasını istediler. Talabani ve Barzani Irak’a dönüp Hamid Musa’yı geçici hükümete katılmak için ikna etmeye çalıştılar. Bu partinin tutumu, sürekli yurtsever bir tutumdu. Partinin kurucusu olan ve 1984’te idam edilen Yusuf Selman Yusuf’un çizgisi Hamid Musa tarafından terk edildi. Yusuf diyordu ki “ben yurtseverim ve komünist olduktan sonra ise yurtseverliğim daha da arttı.” Oysa onlar bu söze önem vermediler. Ve bu da, siz yoldaşların söylediği gibi, bir komünistin vatanına ihanet etmesi ve işgalle işbirliği yapmasının mümkün olmadığının göstergesidir.

1960’larda Che Guevera’nın Latin Amerika için ortaya attığı “devrimlerin zincirleme gelişmesi” tezi bir zamanlar Ortadoğu için de ifade edilirdi. Gerçekten de, Umman, Güney Yemen, İran (Halkın Fedaileri), Türkiye ve Kürdistan, Fas, vb. bir dizi ülkede birbirini tamamlayan hareketler vardı. Bir parantez açmak gerekirse, Türkiye’de de 71’de Mahir Çayan ve Yoldaşlarının İsrail Başkonsolosunu cezalandırmaları vardı örneğin; sonrasında 70’lerde yine özellikle Siyonizmi hedef alan bir dizi eylem yapıldı. Ayrıca yine hatırlıyoruz ki Leyla Halid ikinci uçak kaçırdığında yanında öldürülen devrimci yoldaşı Nikaragualı idi. Atmosfer genel olarak böyleydi. Şimdi yeniden bir Ortadoğu cephesi yaratılabilir mi? Bu konuda neler yapılabilir?
Meryem Abu Dagga: Türkiyeli kardeşlerimizin ve yoldaşlarımızın da mücadelesi şartlarından dolayı daha farklıdır. Ama sonuçta tüm bu mücadelenin aldığı yön Amerikan emperyalizmine karşı duruşta ortak olmaktır. Sovyetler ve sosyalizm bloku çökmeden önce kapitalizm, emperyalizm herkese güzel görünüyordu. Sovyetler ise dıştan bakılınca baskıcı bir rejimi sembolize ediyordu. Sovyetler Birliği yıkıldıktan sonra emperyalizmin çirkin yüzü ortaya çıkmış oldu. Ve yine Sovyetler’in yıkılmasıyla dünya tek kutuplu bir hale geldi ve Amerikan pervasızlığı daha da açığı çıktı. Amerika’nın pervasızlığı ve zulümleri direnişleri doğurdu. Nerede bir zulüm ve baskı varsa orada da direniş vardır. Amerika Vietnam’ı işgal ettiği zaman bütün halklar Vietnam’dan yanaydı. Kimse Vietnamlı da değildi. Aynı şey Cezayir’de de yaşandı. Çünkü işgal ve zulüm nerde varsa halklar ona karşı bir tavır geliştirirler. Amerikanın çıplak yüzü ve yalancılığı da ortaya çıktı. Şu anda Ortadoğu’ya demokrasi getireceğinden bahsediyor. Bu makul bir şey mi? Bir yandan demokrasi getireceğinden bahsediyor ve savunuyor, bir yandan da ülkeleri işgal ediyor. Bu çelişen bir şey. Üstelik Siyonizm gibi gerici bir ideolojiyi destekliyor, ona yardım ediyor. Yani, Amerika’nın yalancı yüzü çok açık bir şekilde ortaya çıkmış oldu. Benim dünyanın çeşitli yerlerinden arkadaşlarım vardır. Lübnan’da da benimle birlikte savaşırken şehit olan İranlı arkadaşlarım vardı. Gerçekten de değerli kişilerdi. Japonlar da vardı örneğin. Japon Kızıl Ordusu’nu hepiniz biliyorsunuz, bizim oradan da arkadaşlarımız da vardı. Ve tüm direniş cepheleri tek bir cephe altında toplanabiliyorlardı. Enternasyonalist devrimci tutum mümkündü ve biz Amerika’ya karşı ortak bir cephede bunu ispatladık, o dönemde bunu başardık. Şu anda da aynı mücadeleyi verebiliriz. Çünkü emperyalizmin çirkin yüzü çok daha açık bir şekilde ortada olduğu için, bu mücadeleyi sürdürmekte ve başarıya ulaşmak da aslında çok daha kolay. Kapitalizm ve emperyalizm sınır ve din tanımaz. Lübnan’ı da, Afganistan’ı da, Irak’ı da vuruyor. Eğer halklar direnç göstermezlerse bu dizinin diğer halkaları da tamamlanacak.
Amerika bugün ciddi bir ekonomik kriz içinde. Bu krizden çıkabilmek için Ortadoğu halklarının kaynaklarını sömürmek istiyor. Bu arada birçok sol parti düzene entegre oldu, işbirliğine gittiler ve çözüldüler. Biz yeniden devrimci güçler ve halk cephesi olarak ayaktayız, özellikle de Arap ülkelerindeki devrimcilerle ilişkilerimiz var. Yeniden bir cephe oluşturmaya dönük olarak, eski tarzda ama yeni bir mantıkla ve akılla yürüttüğümüz çalışmalarımız var.
Emperyalizme karşı mücadeleyi iki yönden düşünüyoruz. Birincisi: Emperyalizme ve işgale karşı duran yerel tüm güçlerle birlikte ortak bir platform oluşturmak. Yani tüm güçleri içine alacak bir cephe oluşturmak. Bir de uluslar arası boyutta da yine bir işbirliği ve ortak cephe oluşturmak öngörümüz var. Devrimcilerin sürekli stratejileri ve taktikleri olur. Normalde tüm dünyada sol güçler gerileme yaşadı. Amerika bu gerilemeyi daha bir hızlandırmak ve artırmak için direniş güçlerini çeşitli yerlerde hedef aldı. Irak’ta, Filistin’de, Lübnan’da varolan direnişi “terör” diye de tanımlayarak da bu gerilemeyi hızlandırmaya çalışıyor. Şunun bilincindeyiz ki, asıl terör direniş güçlerinden değil, Siyonizm ve emperyalizmden geliyor. Amerika nasıl “kitle imha silahları”nı bahane ederek Irak’a girdiyse, şimdi de Refik Hariri’yi kuklalarına öldürterek, Suriye’yi hedef alıyor. Başta da söylediğim gibi Amerikan emperyalizmine karşı durmak için şu an en uygun zamandır. Ama bunun için her şeyden önce kendi ülkemizde ki birliği oluşturmamız lazım. Devrimci güçlerin Türkiye’de, Filistin’de, Lübnan’da ortak cepheler oluşturması gerekiyor. Daha sonra da Ortadoğu’da tüm devrimci grupların birleşmesi gerekiyor.
Yerel birliktelikler önemli; Hamas’la, İslami Cihad’la işgale karşı ortak bir cephe oluşturamasaydık, beş yıllık intifadayı sürdürmemiz mümkün olmazdı. Amerika ve İsrail sürekli Arap ülkelerindeki ve dünyadaki devrimci güçleri parçalamak, bölüp ayırmak niyetindedir. Şu anda da sivil toplum örgütlerini finanse ederek devrimci güçleri çözmeyi amaçlıyor. Örneğin biz Halk Cephesi olarak Filistin’de çok sıkıntılar çekiyoruz. Çünkü bize ne Avrupa’dan ne Amerika’dan, hiçbir taraftan yardım gelmiyor. Ama bu arada yardım alan “sivil toplum kuruluşları”nın etkileri artıyor. Solcu olmak fakir olmak, yoksul olmakla eşdeğer hale geliyor. Çünkü liberaller, sivil toplumculuğu savunan örgütler çok daha popüler, çok daha etkinler; çünkü paraları var ve bir çok şeyi para yoluyla başarabiliyorlar. Tüm bu zorluklara rağmen biz kendi Marksist kimliğimizi korumayı başardık ve Marksizme onurunu kendi şartlarımızda iade ettik. Büyük bir denge oluşturduk. Bunları emperyalizme ve siyonizme karşı verdiğimiz mücadeleyle birlikte yürütmeyi başardık. Biz resmi kurumlarla, düzenlerle ilişki geliştirmedik, bunları doğru bulmadık. Biz bölgede ki devrimci örgütlerle ilişki kurup, geliştirdik. Hiçbir zaman, hiçbir şekilde şartlı verilen bağışları ve yardımları kabul etmedik. Aç da kalsak, açık da kalsak sürekli kendi öz kaynaklarımızla yetinmeye ve onlarla mücadeleyi geliştirmeye çalıştık.
Muhammed J. Jabar Faris: Eklemek istiyorum: Arap ülkelerindeki tüm devrimci ve yurtsever güçler Arap Demokratik Özgürlük Hareketi isminde bir cephe oluşturdular. Bu cephe demokratik, yurtsever ve komünist unsurları bir araya getirdi. İlk hedefi Arap ülkelerinde demokratik rejimler kurmak ve emperyalizme, emperyalizmin yeni açılımlarına ve diktatörlüğe karşı mücadele etmek ve bunu geliştirmek. Bu hareketin bir amacı da diğer uluslararası devrimci hareketlerle köprüler kurmaktır. Genel merkezi Lübnan’dadır. Yakında bir kongresi olacak. Temel bildirgesini bu kongrede ilan edecek. Bu Cephe Körfezden, Atlas Okyanusu’na kadar olan tüm bölgedeki ülkeleri kapsıyor. İçinde Irak da, Suriye de, Filistin de var.

Peki Türkiye devrimci hareketi ile ilişkilenmeyi düşünüyor musunuz? Yoksa bu oluşum sadece Araplara ait bir cephe mi?
Muhammed J. Jabar Faris: Bu hareket aslında Arap ülkelerini içine alan bir cephedir. Ancak bir şans olarak biz buraya geldik ve çeşitli diyaloglar, ilişkiler geliştirdik. Bu süreç sonrasında bizde bu hareketin ufkunu ve ilişkilerini daha geniş tutma yönünde bir görüş oluştu. Ben bu hareketin genel sekreteriyim ve döndüğümde bunları ve sempozyumda tartışılan konuları oraya aktaracağım. Türkiye’deki devrimci hareketleri bu kongreye davet etmekten büyük onur duyarız. Bunu orada tartışacağız.
Meryem Abu Dagga: Ben başta söylemiştim. İlk önce kendi bulunduğumuz yerlerde bir birliktelik yakalamaya çalışıyoruz. Daha sonrasında zaten bunlar yapılacak.
Muhammed J. Jabar Faris:Tüm umudumuz Türkiye’de ki devrimci örgütlerin de biraya gelip bir hareket, bir cephe oluşturmaları. Böyle bir platform oluşturulursa ilişkiler çok daha güçlü olur ve gelişir.

90’larda dini gruplar epey bir ilerleme sağladılar. Ama biz FHKC’nin 6. Kongre kararlarını, George Habbaş’ın veda konuşmasını ve Ahmet Saadat’ı okuduğumuzda anladığımız şu: Filistin Halk Kurtuluş Cephesi’nin kendi içinde bir takım eleştiriler ve dönüşümler yaşamış. Biz de Sosyalist Barikat olarak dünyanın bugünkü tablosunu yeniden değerlendirerek bir devrimci yenilenme yaratılması gerektiğini söylüyoruz. Biz Marksizmden kopmadan tam da Lenin’in yaptığı gibi bir devrimci yenilenmenin mümkün olduğunu düşünüyoruz. FHKC’nin 6. Kongresi’nde bulduğumuz ipuçları da sanki bu yöndeydi. Bu konu hakkında ne söyleyebilirsiniz?
Meryem Abu Dagga: Bu çok önemli bir soru. Her şeyden önce şunu söylemeliyim. Metinler Kur’an gibi kutsal değillerdir. Sonuçta Marksizm ve Leninizm, bir çok öncü insanın çeşitli fikir ve tecrübeleriyle ortaya konmuş öğretilerdir. Lenin’den sonra en büyük hata marksizmin geliştirilmemiş olmasıdır. Daha doğrusu, izleyicileri, aldıkları birikimi aynen naklettiler. Bir geliştirme, yorumlama, tahlil yapma olmadı. Sovyetlerde biri şemsiye tutuyorsa eğer, Irak’ta da kalkıp şemsiye tuttular. Bizim Filistin’deki şartlarımız diğer bölgelerdeki yoldaşlarımızdan farklı. Biz kendimize göre bir şeyler geliştirmek zorundayız. Çünkü biz Lenin’in fikirlerine inanan insanlarız. Lenin’in dediği gibi “iyi yurtsever olmayan, iyi komünist olamaz”. Evde hırsız olan dışarıda iyi bir insan olamaz. 67’de Marksizm bizim dünyamızda daha olgunlaşmamıştı. Olgunlaşmadığı halde biz Marksizmi üstlenmiştik ve Kendimize Marksistiz diyorduk ama bu fikir bizde de tam olarak olgunlaşmamıştı. 5. ve 6. kongrelerimizde bu düşüncelerimiz daha da netleşti.
Bir marksizmi alıp olduğu gibi uygulama vardır, bir de ondan ilham alıp onun önderliğinde hareket etmek vardır. Sovyetler Birliği düştükten ve sosyalist hareketler geriledikten sonra Leninist olan komünist partiler isimlerini değiştirdiler ve farklı isimler aldılar. Ama biz bu bilinçle Marksist ve Leninist olduğumuzu özellikle Halk Cephesi olarak vurguladık. Ve marksizmin Araplaştırılması, Filistin şartlarına uygunlaştırılması kararını aldık. Marksizmi kendi şartlarımıza uyarladık. Şartlarımıza uygun olmayan düşünceleri bıraktık. Sonuçta onlar düşüncedir ve uygun olmayabilirler. Düşünsel dogma değil, Marksist-Leninist bilimsel yöntem önemlidir ve ancak bu bilimsel yöntemle Marksizm ve Leninizm geliştirilebilir. Lenin, Marks ve Engels’in fikirlerini alıp olduğu gibi uygulamadı. Onların düşüncelerini inceledi, araştırdı, düşündü, eklemeler yaparak, uyarlamalar yaparak geliştirdi. 1917’de Sovyetler’de yapılan devrim, Almanya ya da Fransa’da yapılan bir devrim değildi, Sovyet Devrimi’ydi. Onlar sanayi ülkeleriydi örneğin, Sovyetler ise tarım ülkesiydi. Öyle olduğu halde bu ülkede devrim gerçekleşti.
Bizim ülkemizde bugün gericilik, İslam, Şiilik, feodalizm ve feodal yapılar var. Böyle bir tabloya farklı şekillerde çizilmiş Marksist Leninist düşünceleri alıp aynı şekilde uygulamak mümkün değildir. Mesela Lenin küreselleşmeden de söz etmiştir ama kendisi bu olguyu yaşamadı. Küreselleşmeyi biz yaşıyoruz ve buna karşı da ne yapmamız gerektiğini de biz değerlendiriyoruz. Ne yapmamız gerektiğini Lenin’e soramayız ki! Yani Marks’ın dediği gibi “İnsan kendi ortamının çocuğudur.” Biz kendi bir çok hatamızı düzelttik. Düzelttik çünkü yaşadığımız şartlar çok değişken ve bu önemli. Bizde mukaddes bir metin yoktur, olamaz. Deneyim vardır, realite vardır, doğru vardır, yanlış vardır. Bu Marksist-Leninist yöntemdir.

George Habbaş’ın veda konuşmasında, biz ilk defa bir parti önderinin görevinden kendi isteğiyle ayrıldığını gördük. Bu önemliydi. Öte yandan FHKC’de Abu Ali ile başlayan süreç bize bir atılım dönemi gibi görünüyor…
Meryem Abu Dagga: George Habbaş aslında bu tavrıyla Arap diktatörlerine ve diğer yöneticilere, bütün o ömür boyu yerinde kalanlara bir mesaj veriyordu. Ama maalesef bunu pek anlayan olmadı! Bu tabii ki bir yeniliktir. George Habbaş öteden beri kendi bulunduğu konumu bırakmayı düşünüyordu ve hep biz ona baskı yaparak vazgeçiriyorduk. En son yerini Abu Ali Mustafa’ya bırakmasından beri o, hala Halk Cephesi’nin onursal başkanı olarak anılıyor, kurucu başkan diye saygı görüyor. Yine de orada bir mesaj vermiş oldu. Yenilere, yeni yüzlere Abu Ali Mustafa’nın gelmesiyle bir yol açılmış oldu. Arapça’da bir atasözü vardır: Yüzün yenilenmesi rahmettir. Ben Halk Cephesi’in kurucu üyelerindenim ve Kadınlar Kolunun da başkanıyım. Ama daha sonra şöyle kadın örgütlenmesinde Leyla Halid her şeyi çözer, o yapar diye bir izlenim olmaya başladı. Bu yanlıştı. Ben bundan dolayı çekildim ve yeni yeteneklerin, yeni öncülerin yetişmesine yardımcı oldum. Yine tecrübelerimi, birikimimi, sürece kattım ama kenara çekilerek. Böyle yapmadığım takdirde yeni insanlar yetişmeyecekti. Tabii düşünsel yenilenme daha önemli ama ikinci bir George Habbaş yada Abu Ali Mustafa yok ve onların tecrübeleri ve birikimlerinin aynen devamı da mümkün değil. Bizim yapmamız gereken, gençleri yetiştirmek, kendi tecrübelerimizi onlara aktarmaktır. Benim yaşımda birilerini artık bulmak çok zor, yeni gençlerin yetişmesi ve yaşadığımız bir yığın tecrübenin de aktarılması gerekiyor. Leyla Halid’i gördünüz. Biz ikimiz ikiziz ama yinede farklıyız. Bu da partimizin çeşitliliğini ve nesilden nesile aktarılmış sürekliliğini gösteriyor. Büyükler ya da yaşlılar birikimlerini gençlere aktarıyorlar ve böylece bir devamlılık sağlanıyor. Diğer iki kongremizde de merkez yönetim kurulunda görev alanların %90’ı hep yenilerden ve gençlerdendi. Büyüklerin tecrübelerine sahip değillerdi ama işin içinde kendilerini geliştirecekler.

Dünya devrimci hareketi ve halk kitleleri bugünlerde 1990’ların ilk şaşkınlığını atıyor ve son birkaç yıldır, Venezüella, Bolivya, Meksika, Arjantin gibi ülkelerde ve dünyada durum değişiyor. Bu tabloya nasıl bakıyorsunuz? Nasıl yorumluyorsunuz?
Muhammed J. Jabar Faris: Sovyetler Birliği çöktüğünde belli bazı hatalarımız vardı. Ama bunların dışında ABD emperyalizminin ekonomik baskıları da vardı. Sovyetler Birliği ile Amerika arasında silahlanma yarışı vardı. Sovyetler Birliği dünyanın çeşitli bölgelerinde ki devrimci güçlere büyük oranlarda yardımlarda bulunuyordu. Sovyetler çok ciddi anlamda ekonomik yönden geriledi ve en ufak bir müdahalede çökecek duruma geldi. O dönemde bir çok komünist hareket Gorbaçov’un yeniden yapılanma hareketine destek oldular. Bu aslında SBKP’ye büyük bir darbeydi ve bunu göremediler. Ben çeşitli Sovyet ülkelerinde ve Sovyetlerde de yaşadım. Kendi gözlerimle Sovyet halkının ekonomik olarak ne derece bir refah ve rahatlık içinde olduklarını da gördüm. Sosyalist rejim yıkıldıktan son Sovyet halkı eski günleri aramaya başladı. Açlık, yoksulluk ve fakirlikten dolayı geçmişi arar duruma düştü. Şimdilerde Komünist partiler eski güçlerine geri dönüyor. Bu partiler son seçimlerde parlamentolardaki sandalye sayılarını önemli bir şekilde arttırdılar. Komünist partiler yeniden halkların arzularını ve dileklerini yerine getirmek için geri dönüyorlar. Latin Amerika’daki komünist ve sosyalist Partilerin başarıları bunun bir parçasını oluşturuyor. Biz komünistler olarak dünyada gerçek anlamda sosyalist rejimin kurulacağına inanıyoruz. Ve insanın insanı sömürmesi döneminin de sona ereceğini düşünüyoruz.

Biz Türkiye’li devrimci kadınlar olarak Irak’ta ki direnişteki komünist kadınları ve Filistin’deki kadınları merak ediyoruz. Filistin’de ki kadın hareketinin gelişimini merak ediyoruz. Bunlar hakkında ne söylerdiniz?
Muhammed J. Jabar Faris: Temmuz 1958’deki devrimden sonra Irak’ta devrimci kadın örgütleri kurulmaya başlandı. Bu devrimci hareketler kadın haklarının toplumda yerleşmesi için mücadele verdiler. Bu yönde çeşitli kanunlar çıkarıldı. Örneğin bu mücadele ile çıkartılmış Medeni Kanun Ortadoğu’da çıkarılan en gelişmiş kanundu. Devrimci kadın hareketleri erkeklerle omuz omuza diktatör rejime karşı mücadele verdiler. Erkeklerin karşılaştığı işkence, zulüm ve hapsedilme gibi her türlü baskıya kadınlar da erkeklerle birlikte aynı derecede direndiler. Şimdi ise yine kadınlar erkekler gibi direnişe destek veriyorlar. Kadınlar özellikle direnişçilerin eylemleri için gerekli olan malzemeleri hazırlamakta ve nakletmekte önemli rol oynuyorlar. Özellikle de Irak’ın geleneksel giysisi olan çarşaf onun için iyi bir kamuflaj oluyor. Irak işgal edildikten sonra yapılan ilk feda eylemine iki kadın katılmıştı. Kadınlar şu an işgale karşı verdikleri mücadelede erkeklerin ödediği bedelden daha azını ödemiyorlar. İşgalciler ve hükümet güçlerinin operasyonlarında erkekler gibi kadınlar da, onların çocukları da mağdur oluyorlar. Bu silahlı direnişle ilgili olan bölümü. Yani kadınlar ayrıca içerde ve dışarıda yazılar ve makaleler yazıyorlar. Kitaplar yayımlıyorlar. Basım alanında da önemli roller oynuyorlar.

Ama yine de bu bir geri hizmet gibi değil mi?
Muhammed J. Jabar Faris: Öyle değil, ben sadece örnek verdim. Yani ilk yapılan feda eylemine kadınlar katıldı ve kadınlar feda eylemleri için yarışıyorlar. Erkekler jipleri, tankları, zırhlı araçları imha etmek için yollara bomba yerleştiriyorlar. Kadınlar ise durumları daha uygun olduğu için kumanda ile düğmeye basıyorlar.

Filistin Halk Kurtuluş Cephesi kadınlar açısından her zaman farklı oldu. Ya da biz buradan baktığımızda öyle gördük. FHKC’de kadınlar yönetimde de önemli roller üstleniyorlar.
Meryem Abu Dagga: Filistinli kadınların vermiş oldukları mücadele ile ilgili genel bir bilgi vereyim önce. Filistinli kadınlar çeşitli aşamalardan geçtiler. İlk aşama 1917 ve 1948 arasında. Bu dönemde kadınların çok ufak ve az katkısı oldu. Bu dönemde katkı yapanlar özellikle burjuva kesiminden eğitimli kadınlardı. Bu katkı da askeri, silahlı bir katkı değil, silahlı olmayan diğer alanlardaki katkılardı. Bunun o dönemde bir tek istisnası var, 1936’da İzzettin El Kasem komutanlığında yapılan bir ayaklanma sürecinde kadınların önemli bir rol oynadığını biliyoruz. Bu başkaldırı dışında, 1917 ve 1948 yılları arasında kadınların ciddi bir aktivitesi yoktur. O dönemde kadınlar yardımcı ve destek şeklindeydiler. Propaganda çalışmalarına katılıyorlardı. Ellerindeki ve kollarındakileri satıp barut ve silah alıyorlardı.
Filistinli kadınların mücadelesinde ikinci dönem ise, 1948’den 1976’ya kadar olan dönemdir. Bu dönemde ciddi bir göç yaşandı Filistin’den. Filistin’dekiler Lübnan’a, Suriye’ye, Ürdün’e mülteci olarak gittiler. İçerde de İsrail işgali altında yaşayanlar… O dönem bunların hepsinin birbirinden farklı durumları oldu. Öncelikle dışarıdakiler kendilerini geliştirme imkanı buldular. İşte bu dönem kadın hareketlerinin örgütlenmesinin başlangıcı sayılıyor. Bunlardan bir tanesi Filistin Kadınlar Birliği’dir ve 1965’te kurulmuştur. Filistin Kurtuluş Örgütünü oluşturan unsurlardan biridir.
1952’de George Habbaş önderliğinde kurulan Ulusal Halk Hareketi içinde de tabii kadınlarda yer alıyordu. 1920’de kurulan Filistin Komünist Partisi’nde de kadınlar vardı ama onlar silahlı mücadele vermiyorlardı. 1967’den sonra sonra bu iki hareket FHKC’ye dönüştü. Ulusalcı Arap düşüncesi Filistin’i bağımsızlığa kavuşturacak bir hareket ve düşünce değildi. Halk Cephesinin programı ise kadın ve erkeklerin silahlı mücadelede omuz omuza yer almasını öngörüyordu. 1967’de yaşanan yenilgi Filistin’liler üzerinde bir yenilgi psikolojisi oluşturmuştu, halkta da böyle bir psikoloji vardı. Bu psikoloji içinde hem kadına hem erkeğe mücadelede yer veren tek hareket Halk Cephesi idi. Tüm hareketler kadınları kazanmak için yarışıyorlardı. Fakat kadınlar gerçek özgüvenini verecek olan kesinlikle Marksist düşünceydi. Halk Cephesi’nin deneyimi gerekli ortam sağlandığında kadının kendisini ispatlayabileceğini gösterdi. Yine Halk Cephesi’ndeki kadınlar hem silahlı mücadelede, hem direnişte, hem sürgünde, tüm alanlarda ilklerdi. Ben ve başka bir arkadaş Lübnan’da, Ürdün’de, Filistin’de kadınlar arasında silahlı hareketi başlatan ilk iki kişiydik. Halk Cephesi’nde kadınlar ve erkekler her anlamda eşittir. Silahlı mücadele ise silahlı mücadelede, sendikalarda yer almak gerekiyorsa yer alır ve yine üst düzey yönetim organlarında yer alırlar. Arap dünyasında kadınların mücadele vermesi gerçekten çok zor. Filistinli kadınlar da aynı durumda. Biz birer örnek haline geldik, ilk mücadeleci kadınlar olarak. Diğer kadınlar işte Leyla Halid olmak için, Meryem olmak için yarışmaya başladılar, bir övünç kaynağı olmaya başladık. Bu insani bir şey. Savaşan erkekler vardır, doktor olan erkekler vardır, korkan erkekler vardır, kadınlar için de aynısı geçerlidir. Sonuçta erkekler gibi kadınları da değerlendiriyoruz. Silahlı mücadele verebilecek yeteneği varsa o alanda, düşünsel anlamda katkısı olacaksa orada veya başka bir alanda katkısı olacaksa orada eğitiliyorlar. Birinci İntifada, İkinci İntifada, Oslo Süreci gibi dönemler Filistinli kadınların mücadelesinde farklı aşamaların yaşanmasında etkili olmuş süreçlerdir. İşgal altındaki Filistin’de yaşayan kadınların vermiş oldukları mücadele ile dışarıdaki mülteci durumundaki Filistinli kadınların vermiş oldukları mücadele farklıdır. İçerde bir işgal var ve işgalle çatışmalar, sıcak temaslar var. Kadın bu sıcak çatışma içinde kendini, çocuğunu, evini korumak için bu çatışmaya girmek durumunda. İlk şehitlerden Şadiye Abu Gazali Ürdün köprüsünün üzerinde yere patlayıcı madde yerleştirmeye çalışırken şehit oldu. Ramallah’ta öğrencilerin yapmış oldukları bir yürüyüşte yine bir başka kadın yoldaşımız öldü. Sürgün, tutsak ve mülteci durumunda olan bir çok kadın var, ben de bunlardan biriyim. Kamplarda yapılan eğitimlerde de kadınlar da farklı farklı alanlarda uzmanlık eğitimi alıyorlardı. Leyla Halid gibi yoldaşlar uçak kaçırma eğitimi alıyorlardı. Bunlar uzmanlık alanları oluyordu. Filistin Kadınlar Konseyi var. Bunun içinde FHKC, El Fetih, FDHKC var. Genel olarak Filistinli kadın hareketi içinde yer alıyorlar ve bu alanda mücadele veriyorlar. Cephe içinde liberaller var, muhafazakarlar var, bunarı kendimize çekmeye ve etkilemeye çalışıyoruz.
Tabii, Filistin ulusal hareketleri gerilediği gibi kadın hareketleri de bir gerileme yaşadı. Yenilgi ortamlarında durumlarında kadınların düşüşü daha fazla olur, çünkü kadınlar toplumun zayıf halkalarıdır. Genellikle adetler ve örflerde kadınların aleyhine durum oluşturuyor. Sol gruplar, devrimci halk hareketleri olarak biz gerilemeden sonra yeniden ilerleme noktasında bir şeyler yapmaya çalışıyoruz. Ve bu arada kadınların katılma oranını da birincil sorun olarak ele alıyoruz. Bu şekilde de mücadele içinde de geniş bir kadın etkisinin oluşmasını sağlamaya çalışıyoruz. Emperyalizme karşı cephe oluşturmak nasıl zorsa, kadın hareketi oluşturmak daha zor. Çünkü kadınlar bu hareketin bir parçasını oluşturuyorlar. Ben kadın olduğum için kadın hareketlerinde yer almıyorum, cinsiyet önemli değildir. Burjuva kadınlarına da yaşamlarına da karşıyım. İntifada sürecinde verilen mücadelelerden birisi de Filistinli kadınların gelişimini sağlamak için verilen mücadeledir. İntifada buna da katkı sağlıyor. Ama genel olarak Filistinli kadınların üzerinde etkili olan yönelim İslami ve muhafazakar yönelimdir.
Bu sorunu aşmanın çözümü ise sol hareketlerin desteklenmesidir. Çünkü kadınların gerçek özgürlüğünü sol gruplar veriyor. Zayıf sol hareketler veya partiler ise kadının gelişimini ve güçlenmesini de etkiliyor. Halk Cephesi’nde kadının gelişiminin desteklenmesi bizim için çok önemli. Ben bunun için çalışıyorum. Çünkü biliyorum ki, kadının gelişimi hareketin gelişimini de önemli ölçüde etkiler.
Söyleşi için teşekkür ediyoruz. Yoldaşça...


 


 

 

 

 

 

sbarikat07@gmail.com
Sosyalist Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
Yönetim Yeri: Çakırağa Mah. Abdüllatif Paşa Sk. 4/5 Aksaray-İstanbul
0212 632 23 19