Geçtiğimiz günlerde İrak’ta İşgale Hayır Koordinasyonu’nun
davetlisi olarak Türkiye’ye gelen Birleşik Filistin
Kadınlar Birliği Sekreteri Meryem Abu Dagga ve
Irak Yurtseverler Birliği Temsilcisi Muhammed
J. Jabar Faris ile birlikte gerçekleştirdiğimiz
söyleşiyi sunuyoruz
Söyleşiye Irak’tan başlayacak olursak eğer,
buradan bakıldığında bir karmaşıklık görülüyor.
Bir direniş var ama bunun kimlerden oluştuğu Türkiye
kamuoyu açısından çok belirgin değil ve büyük
ölçüde El Kaide gibi unsurlar öne çıkarılıyor.
Tablo gerçekten böyle mi? Şu anda direniş halinde
olan güçler kimlerden oluşuyor?
Muhammed J. Jabar Faris: Amerika Irak’a zaten
büyük bir kaosu ve başıboşluğu yaratmak için geldi.
Ama geldiklerinde onlar böyle bir direnişle karşılaşacaklarını
ummuyorlardı. Onlar sanıyorlardı ki, Irak halkı
onları çiçeklerle karşılayacak. Bundan dolayı
projeleri de başkaydı. Ve bu proje Afganistan’dan
Suriye’ye kadar daha geniş coğrafyayı kapsıyordu.
Oysa Irak’taki direniş ABD’yi Irak’ta durdurdu.
Şimdi de direnişi ele alalım. İşgal başlamadan
önce direniş hazırlıkları başladı. Irak’ın işgal
edileceği belliydi. Amerika’nın yeni siyasetinin
uygulanma sahasıydı. Amerika’daki yeni muhafazakarlar
ve Siyonistler bu projeyi biçimlendirdiler ve
Yeni Büyük Ortadoğu sloganı altında bunu oluşturabileceklerini
düşündüler. Ki bunun kapsamına Türkiye de dahildir.
İsrail’in Ortadoğu’ya adaptasyonu, yani İsrail’in
reel bir olgu olduğunun ispatlanması ve bölgeye
tam olarak yerleştirilmesi için bu proje oluşturuldu.
Amerika Irak’a saldırırken ve girerken kitle imha
silahlarının olduğunu ve bunların El Kaide ile
ilişkisinin olduğunu söylüyordu. Bu iddiaların
yalan olduğu ortaya çıktı.
Irak’ta ki direniş ulusalcılardan, islamcılardan,
komünistlerden oluşuyor. Çeşitli direniş fraksiyonları
var. Bu direniş güçlerinin tümü bir proje ortaya
koyabildiler. Bu proje ilk olarak işgalin sona
erdirilmesini öngörüyor. Bu projenin ilkeleri,
işgal güçlerinin kayıtsız şartsız ülkeyi terk
etmesini, Irak’ta işgal güçlerine ait herhangi
bir üs ya da hareket halinde bir gücün kalmamasını,
Irak ordusunun işgalden önceki olduğu gibi yeniden
teşkil edilmesini, Irak’taki tüm tutsakların salıverilmesini,
Amerika’nın ve onun müttefiklerinin yıktığı Irak’ın
yeniden imar edilmesini, Irak halkından özür dilenmesini,
işgalle işbirliği yaparak kirlenmemiş tüm direnişçi
güçlerin oluşturduğu Birleşik Irak Hükümetinin
kurulmasını içeriyor. Eğer direniş bu program
dahilinde başarılı olursa, sekiz aylık geçici
bir hükümet kurulacak. Direniş güçlerinden oluşturulacak
bu hükümet kalıcı bir anayasa oluşturacak. Çok
partili rejimi oluşturacak. Kalıcı bir parlamento
oluşması için seçim takvimi oluşturacak. Irak’ta
direnişin oluşturduğu platformun öngörüsü budur.
Peki oluşturulan platforma tüm direniş grupları
katılıyor mu?
Muhammed J. Jabar Faris: El Kaide’ye bağlı Zerkavi
güçlerinin dışındaki tüm direniş güçleri bu programa
dahildir. Irak’ta direniş güçleri biraya gelerek
oluşturdukları bir cephe vardır. Adı “Demokratik
İslami Halk Cephesi”dir. Bu cephenin içinde hem
demokratlar, hem devrimciler, hem de İslamcılar
vardır. Ben şu an bu cephenin sözcülüğünü yapıyorum.
Daha özel olarak soracak olursak, Irak’ta
komünistlerin durumu nedir? Nasıl çalışıyorlar?
Kendi öngördükleri süreç sonunda ne yapmayı düşünüyorlar?
Muhammed J. Jabar Faris: Hamid Musa önderliğindeki
Irak Komünist Partisi işgalcilerle işbirliği yapıyor
ve Bremer hükümetine de katıldı. İşgalin pisliklerinin
yerleşmesinde de işbirliği yapıyorlar. Bu işbirlikçi
komünist partinin dışında başka komünist güçler
var. Irak Merkezi Komünist Partisi var. Halk Partisi
var. Yurtsever Komünistler Birliği var. Bunlar
direnişten yana. Bu üç partinin de birleşmesi
içinde çalışmalar sürdürülüyor. İşgale karşı Iraklı
komünistleri birleştirme adı altında bir komite
oluşturulmuş durumda. Birlik doğrultusunda çalışmalar
yürütüyorlar. Ve bunlar direnişin bir parçasını
oluşturuyorlar. Bunlar özellikle çok daha aktifler.
Diğerlerine göre özellikle yaptıkları var. Bu
komünist hareketlerin direnişteki rolü şu: uluslararası
alanda emperyalizme karşı verilen Partizan mücadelelerinin
deneyimlerini Irak’taki direnişe aktarmak. Direnişe
bu yönde bir katkıları var.
Uzun yıllardan beri devrimci mücadelenin içinde
olan bizler hiç bir zaman Amerikan ordusuyla işbirliği
yapan Komünist Partiye rastlamadık. Bu durumu
ideolojik sebepleri ne olabilir ve kendileri bunu
nasıl açıklıyorlar?
Muhammed J. Jabar Faris: Bu ihanet aslında Irak-İran
savaşında, yani daha önce başladı. Bunlar kendi
topraklarında İran’dan yana tavır almışlardı.
Gerekçe olarak da Irak’ta varolan diktatörlüğü
gösteriyorlardı. Ama vatanını savunmak diktatörlüğü
savunmak değildir. İkinci neden de şu: Komünist
Parti’nin %70’ini Kürtler oluşturuyor. Biz komünistler
olarak insanların ırklarına bakmayız. Şiidir,
Kürttür, Asurudir, Süryanidir, bunlar bizim için
önemli şeyler değildir. Buna bakmadığımız için
Kürtler bu partide çoğunluktaydı. Partinin savaştan
önce ABD’ya karşı belli bir tavrı vardı. Ama işgalden
sonra Barzani ve Talabani Bremer’le görüştü. Geçici
konseyde, hükümette komünist şahsiyetlerin de
yer almasını istediler. Talabani ve Barzani Irak’a
dönüp Hamid Musa’yı geçici hükümete katılmak için
ikna etmeye çalıştılar. Bu partinin tutumu, sürekli
yurtsever bir tutumdu. Partinin kurucusu olan
ve 1984’te idam edilen Yusuf Selman Yusuf’un çizgisi
Hamid Musa tarafından terk edildi. Yusuf diyordu
ki “ben yurtseverim ve komünist olduktan sonra
ise yurtseverliğim daha da arttı.” Oysa onlar
bu söze önem vermediler. Ve bu da, siz yoldaşların
söylediği gibi, bir komünistin vatanına ihanet
etmesi ve işgalle işbirliği yapmasının mümkün
olmadığının göstergesidir.
1960’larda Che Guevera’nın Latin Amerika için
ortaya attığı “devrimlerin zincirleme gelişmesi”
tezi bir zamanlar Ortadoğu için de ifade edilirdi.
Gerçekten de, Umman, Güney Yemen, İran (Halkın
Fedaileri), Türkiye ve Kürdistan, Fas, vb. bir
dizi ülkede birbirini tamamlayan hareketler vardı.
Bir parantez açmak gerekirse, Türkiye’de de 71’de
Mahir Çayan ve Yoldaşlarının İsrail Başkonsolosunu
cezalandırmaları vardı örneğin; sonrasında 70’lerde
yine özellikle Siyonizmi hedef alan bir dizi eylem
yapıldı. Ayrıca yine hatırlıyoruz ki Leyla Halid
ikinci uçak kaçırdığında yanında öldürülen devrimci
yoldaşı Nikaragualı idi. Atmosfer genel olarak
böyleydi. Şimdi yeniden bir Ortadoğu cephesi yaratılabilir
mi? Bu konuda neler yapılabilir?
Meryem Abu Dagga: Türkiyeli kardeşlerimizin ve
yoldaşlarımızın da mücadelesi şartlarından dolayı
daha farklıdır. Ama sonuçta tüm bu mücadelenin
aldığı yön Amerikan emperyalizmine karşı duruşta
ortak olmaktır. Sovyetler ve sosyalizm bloku çökmeden
önce kapitalizm, emperyalizm herkese güzel görünüyordu.
Sovyetler ise dıştan bakılınca baskıcı bir rejimi
sembolize ediyordu. Sovyetler Birliği yıkıldıktan
sonra emperyalizmin çirkin yüzü ortaya çıkmış
oldu. Ve yine Sovyetler’in yıkılmasıyla dünya
tek kutuplu bir hale geldi ve Amerikan pervasızlığı
daha da açığı çıktı. Amerika’nın pervasızlığı
ve zulümleri direnişleri doğurdu. Nerede bir zulüm
ve baskı varsa orada da direniş vardır. Amerika
Vietnam’ı işgal ettiği zaman bütün halklar Vietnam’dan
yanaydı. Kimse Vietnamlı da değildi. Aynı şey
Cezayir’de de yaşandı. Çünkü işgal ve zulüm nerde
varsa halklar ona karşı bir tavır geliştirirler.
Amerikanın çıplak yüzü ve yalancılığı da ortaya
çıktı. Şu anda Ortadoğu’ya demokrasi getireceğinden
bahsediyor. Bu makul bir şey mi? Bir yandan demokrasi
getireceğinden bahsediyor ve savunuyor, bir yandan
da ülkeleri işgal ediyor. Bu çelişen bir şey.
Üstelik Siyonizm gibi gerici bir ideolojiyi destekliyor,
ona yardım ediyor. Yani, Amerika’nın yalancı yüzü
çok açık bir şekilde ortaya çıkmış oldu. Benim
dünyanın çeşitli yerlerinden arkadaşlarım vardır.
Lübnan’da da benimle birlikte savaşırken şehit
olan İranlı arkadaşlarım vardı. Gerçekten de değerli
kişilerdi. Japonlar da vardı örneğin. Japon Kızıl
Ordusu’nu hepiniz biliyorsunuz, bizim oradan da
arkadaşlarımız da vardı. Ve tüm direniş cepheleri
tek bir cephe altında toplanabiliyorlardı. Enternasyonalist
devrimci tutum mümkündü ve biz Amerika’ya karşı
ortak bir cephede bunu ispatladık, o dönemde bunu
başardık. Şu anda da aynı mücadeleyi verebiliriz.
Çünkü emperyalizmin çirkin yüzü çok daha açık
bir şekilde ortada olduğu için, bu mücadeleyi
sürdürmekte ve başarıya ulaşmak da aslında çok
daha kolay. Kapitalizm ve emperyalizm sınır ve
din tanımaz. Lübnan’ı da, Afganistan’ı da, Irak’ı
da vuruyor. Eğer halklar direnç göstermezlerse
bu dizinin diğer halkaları da tamamlanacak.
Amerika bugün ciddi bir ekonomik kriz içinde.
Bu krizden çıkabilmek için Ortadoğu halklarının
kaynaklarını sömürmek istiyor. Bu arada birçok
sol parti düzene entegre oldu, işbirliğine gittiler
ve çözüldüler. Biz yeniden devrimci güçler ve
halk cephesi olarak ayaktayız, özellikle de Arap
ülkelerindeki devrimcilerle ilişkilerimiz var.
Yeniden bir cephe oluşturmaya dönük olarak, eski
tarzda ama yeni bir mantıkla ve akılla yürüttüğümüz
çalışmalarımız var.
Emperyalizme karşı mücadeleyi iki yönden düşünüyoruz.
Birincisi: Emperyalizme ve işgale karşı duran
yerel tüm güçlerle birlikte ortak bir platform
oluşturmak. Yani tüm güçleri içine alacak bir
cephe oluşturmak. Bir de uluslar arası boyutta
da yine bir işbirliği ve ortak cephe oluşturmak
öngörümüz var. Devrimcilerin sürekli stratejileri
ve taktikleri olur. Normalde tüm dünyada sol güçler
gerileme yaşadı. Amerika bu gerilemeyi daha bir
hızlandırmak ve artırmak için direniş güçlerini
çeşitli yerlerde hedef aldı. Irak’ta, Filistin’de,
Lübnan’da varolan direnişi “terör” diye de tanımlayarak
da bu gerilemeyi hızlandırmaya çalışıyor. Şunun
bilincindeyiz ki, asıl terör direniş güçlerinden
değil, Siyonizm ve emperyalizmden geliyor. Amerika
nasıl “kitle imha silahları”nı bahane ederek Irak’a
girdiyse, şimdi de Refik Hariri’yi kuklalarına
öldürterek, Suriye’yi hedef alıyor. Başta da söylediğim
gibi Amerikan emperyalizmine karşı durmak için
şu an en uygun zamandır. Ama bunun için her şeyden
önce kendi ülkemizde ki birliği oluşturmamız lazım.
Devrimci güçlerin Türkiye’de, Filistin’de, Lübnan’da
ortak cepheler oluşturması gerekiyor. Daha sonra
da Ortadoğu’da tüm devrimci grupların birleşmesi
gerekiyor.
Yerel birliktelikler önemli; Hamas’la, İslami
Cihad’la işgale karşı ortak bir cephe oluşturamasaydık,
beş yıllık intifadayı sürdürmemiz mümkün olmazdı.
Amerika ve İsrail sürekli Arap ülkelerindeki ve
dünyadaki devrimci güçleri parçalamak, bölüp ayırmak
niyetindedir. Şu anda da sivil toplum örgütlerini
finanse ederek devrimci güçleri çözmeyi amaçlıyor.
Örneğin biz Halk Cephesi olarak Filistin’de çok
sıkıntılar çekiyoruz. Çünkü bize ne Avrupa’dan
ne Amerika’dan, hiçbir taraftan yardım gelmiyor.
Ama bu arada yardım alan “sivil toplum kuruluşları”nın
etkileri artıyor. Solcu olmak fakir olmak, yoksul
olmakla eşdeğer hale geliyor. Çünkü liberaller,
sivil toplumculuğu savunan örgütler çok daha popüler,
çok daha etkinler; çünkü paraları var ve bir çok
şeyi para yoluyla başarabiliyorlar. Tüm bu zorluklara
rağmen biz kendi Marksist kimliğimizi korumayı
başardık ve Marksizme onurunu kendi şartlarımızda
iade ettik. Büyük bir denge oluşturduk. Bunları
emperyalizme ve siyonizme karşı verdiğimiz mücadeleyle
birlikte yürütmeyi başardık. Biz resmi kurumlarla,
düzenlerle ilişki geliştirmedik, bunları doğru
bulmadık. Biz bölgede ki devrimci örgütlerle ilişki
kurup, geliştirdik. Hiçbir zaman, hiçbir şekilde
şartlı verilen bağışları ve yardımları kabul etmedik.
Aç da kalsak, açık da kalsak sürekli kendi öz
kaynaklarımızla yetinmeye ve onlarla mücadeleyi
geliştirmeye çalıştık.
Muhammed J. Jabar Faris: Eklemek istiyorum: Arap
ülkelerindeki tüm devrimci ve yurtsever güçler
Arap Demokratik Özgürlük Hareketi isminde bir
cephe oluşturdular. Bu cephe demokratik, yurtsever
ve komünist unsurları bir araya getirdi. İlk hedefi
Arap ülkelerinde demokratik rejimler kurmak ve
emperyalizme, emperyalizmin yeni açılımlarına
ve diktatörlüğe karşı mücadele etmek ve bunu geliştirmek.
Bu hareketin bir amacı da diğer uluslararası devrimci
hareketlerle köprüler kurmaktır. Genel merkezi
Lübnan’dadır. Yakında bir kongresi olacak. Temel
bildirgesini bu kongrede ilan edecek. Bu Cephe
Körfezden, Atlas Okyanusu’na kadar olan tüm bölgedeki
ülkeleri kapsıyor. İçinde Irak da, Suriye de,
Filistin de var.
Peki Türkiye devrimci hareketi ile ilişkilenmeyi
düşünüyor musunuz? Yoksa bu oluşum sadece Araplara
ait bir cephe mi?
Muhammed J. Jabar Faris: Bu hareket aslında Arap
ülkelerini içine alan bir cephedir. Ancak bir şans
olarak biz buraya geldik ve çeşitli diyaloglar,
ilişkiler geliştirdik. Bu süreç sonrasında bizde
bu hareketin ufkunu ve ilişkilerini daha geniş tutma
yönünde bir görüş oluştu. Ben bu hareketin genel
sekreteriyim ve döndüğümde bunları ve sempozyumda
tartışılan konuları oraya aktaracağım. Türkiye’deki
devrimci hareketleri bu kongreye davet etmekten
büyük onur duyarız. Bunu orada tartışacağız.
Meryem Abu Dagga: Ben başta söylemiştim. İlk önce
kendi bulunduğumuz yerlerde bir birliktelik yakalamaya
çalışıyoruz. Daha sonrasında zaten bunlar yapılacak.
Muhammed J. Jabar Faris:Tüm umudumuz Türkiye’de
ki devrimci örgütlerin de biraya gelip bir hareket,
bir cephe oluşturmaları. Böyle bir platform oluşturulursa
ilişkiler çok daha güçlü olur ve gelişir.
90’larda dini gruplar epey bir ilerleme sağladılar.
Ama biz FHKC’nin 6. Kongre kararlarını, George
Habbaş’ın veda konuşmasını ve Ahmet Saadat’ı okuduğumuzda
anladığımız şu: Filistin Halk Kurtuluş Cephesi’nin
kendi içinde bir takım eleştiriler ve dönüşümler
yaşamış. Biz de Sosyalist Barikat olarak dünyanın
bugünkü tablosunu yeniden değerlendirerek bir
devrimci yenilenme yaratılması gerektiğini söylüyoruz.
Biz Marksizmden kopmadan tam da Lenin’in yaptığı
gibi bir devrimci yenilenmenin mümkün olduğunu
düşünüyoruz. FHKC’nin 6. Kongresi’nde bulduğumuz
ipuçları da sanki bu yöndeydi. Bu konu hakkında
ne söyleyebilirsiniz?
Meryem Abu Dagga: Bu çok önemli bir soru. Her
şeyden önce şunu söylemeliyim. Metinler Kur’an
gibi kutsal değillerdir. Sonuçta Marksizm ve Leninizm,
bir çok öncü insanın çeşitli fikir ve tecrübeleriyle
ortaya konmuş öğretilerdir. Lenin’den sonra en
büyük hata marksizmin geliştirilmemiş olmasıdır.
Daha doğrusu, izleyicileri, aldıkları birikimi
aynen naklettiler. Bir geliştirme, yorumlama,
tahlil yapma olmadı. Sovyetlerde biri şemsiye
tutuyorsa eğer, Irak’ta da kalkıp şemsiye tuttular.
Bizim Filistin’deki şartlarımız diğer bölgelerdeki
yoldaşlarımızdan farklı. Biz kendimize göre bir
şeyler geliştirmek zorundayız. Çünkü biz Lenin’in
fikirlerine inanan insanlarız. Lenin’in dediği
gibi “iyi yurtsever olmayan, iyi komünist olamaz”.
Evde hırsız olan dışarıda iyi bir insan olamaz.
67’de Marksizm bizim dünyamızda daha olgunlaşmamıştı.
Olgunlaşmadığı halde biz Marksizmi üstlenmiştik
ve Kendimize Marksistiz diyorduk ama bu fikir
bizde de tam olarak olgunlaşmamıştı. 5. ve 6.
kongrelerimizde bu düşüncelerimiz daha da netleşti.
Bir marksizmi alıp olduğu gibi uygulama vardır,
bir de ondan ilham alıp onun önderliğinde hareket
etmek vardır. Sovyetler Birliği düştükten ve sosyalist
hareketler geriledikten sonra Leninist olan komünist
partiler isimlerini değiştirdiler ve farklı isimler
aldılar. Ama biz bu bilinçle Marksist ve Leninist
olduğumuzu özellikle Halk Cephesi olarak vurguladık.
Ve marksizmin Araplaştırılması, Filistin şartlarına
uygunlaştırılması kararını aldık. Marksizmi kendi
şartlarımıza uyarladık. Şartlarımıza uygun olmayan
düşünceleri bıraktık. Sonuçta onlar düşüncedir
ve uygun olmayabilirler. Düşünsel dogma değil,
Marksist-Leninist bilimsel yöntem önemlidir ve
ancak bu bilimsel yöntemle Marksizm ve Leninizm
geliştirilebilir. Lenin, Marks ve Engels’in fikirlerini
alıp olduğu gibi uygulamadı. Onların düşüncelerini
inceledi, araştırdı, düşündü, eklemeler yaparak,
uyarlamalar yaparak geliştirdi. 1917’de Sovyetler’de
yapılan devrim, Almanya ya da Fransa’da yapılan
bir devrim değildi, Sovyet Devrimi’ydi. Onlar
sanayi ülkeleriydi örneğin, Sovyetler ise tarım
ülkesiydi. Öyle olduğu halde bu ülkede devrim
gerçekleşti.
Bizim ülkemizde bugün gericilik, İslam, Şiilik,
feodalizm ve feodal yapılar var. Böyle bir tabloya
farklı şekillerde çizilmiş Marksist Leninist düşünceleri
alıp aynı şekilde uygulamak mümkün değildir. Mesela
Lenin küreselleşmeden de söz etmiştir ama kendisi
bu olguyu yaşamadı. Küreselleşmeyi biz yaşıyoruz
ve buna karşı da ne yapmamız gerektiğini de biz
değerlendiriyoruz. Ne yapmamız gerektiğini Lenin’e
soramayız ki! Yani Marks’ın dediği gibi “İnsan
kendi ortamının çocuğudur.” Biz kendi bir çok
hatamızı düzelttik. Düzelttik çünkü yaşadığımız
şartlar çok değişken ve bu önemli. Bizde mukaddes
bir metin yoktur, olamaz. Deneyim vardır, realite
vardır, doğru vardır, yanlış vardır. Bu Marksist-Leninist
yöntemdir.
George Habbaş’ın veda konuşmasında, biz ilk
defa bir parti önderinin görevinden kendi isteğiyle
ayrıldığını gördük. Bu önemliydi. Öte yandan FHKC’de
Abu Ali ile başlayan süreç bize bir atılım dönemi
gibi görünüyor…
Meryem Abu Dagga: George Habbaş aslında bu tavrıyla
Arap diktatörlerine ve diğer yöneticilere, bütün
o ömür boyu yerinde kalanlara bir mesaj veriyordu.
Ama maalesef bunu pek anlayan olmadı! Bu tabii
ki bir yeniliktir. George Habbaş öteden beri kendi
bulunduğu konumu bırakmayı düşünüyordu ve hep
biz ona baskı yaparak vazgeçiriyorduk. En son
yerini Abu Ali Mustafa’ya bırakmasından beri o,
hala Halk Cephesi’nin onursal başkanı olarak anılıyor,
kurucu başkan diye saygı görüyor. Yine de orada
bir mesaj vermiş oldu. Yenilere, yeni yüzlere
Abu Ali Mustafa’nın gelmesiyle bir yol açılmış
oldu. Arapça’da bir atasözü vardır: Yüzün yenilenmesi
rahmettir. Ben Halk Cephesi’in kurucu üyelerindenim
ve Kadınlar Kolunun da başkanıyım. Ama daha sonra
şöyle kadın örgütlenmesinde Leyla Halid her şeyi
çözer, o yapar diye bir izlenim olmaya başladı.
Bu yanlıştı. Ben bundan dolayı çekildim ve yeni
yeteneklerin, yeni öncülerin yetişmesine yardımcı
oldum. Yine tecrübelerimi, birikimimi, sürece
kattım ama kenara çekilerek. Böyle yapmadığım
takdirde yeni insanlar yetişmeyecekti. Tabii düşünsel
yenilenme daha önemli ama ikinci bir George Habbaş
yada Abu Ali Mustafa yok ve onların tecrübeleri
ve birikimlerinin aynen devamı da mümkün değil.
Bizim yapmamız gereken, gençleri yetiştirmek,
kendi tecrübelerimizi onlara aktarmaktır. Benim
yaşımda birilerini artık bulmak çok zor, yeni
gençlerin yetişmesi ve yaşadığımız bir yığın tecrübenin
de aktarılması gerekiyor. Leyla Halid’i gördünüz.
Biz ikimiz ikiziz ama yinede farklıyız. Bu da
partimizin çeşitliliğini ve nesilden nesile aktarılmış
sürekliliğini gösteriyor. Büyükler ya da yaşlılar
birikimlerini gençlere aktarıyorlar ve böylece
bir devamlılık sağlanıyor. Diğer iki kongremizde
de merkez yönetim kurulunda görev alanların %90’ı
hep yenilerden ve gençlerdendi. Büyüklerin tecrübelerine
sahip değillerdi ama işin içinde kendilerini geliştirecekler.
Dünya devrimci hareketi ve halk kitleleri
bugünlerde 1990’ların ilk şaşkınlığını atıyor
ve son birkaç yıldır, Venezüella, Bolivya, Meksika,
Arjantin gibi ülkelerde ve dünyada durum değişiyor.
Bu tabloya nasıl bakıyorsunuz? Nasıl yorumluyorsunuz?
Muhammed J. Jabar Faris: Sovyetler Birliği çöktüğünde
belli bazı hatalarımız vardı. Ama bunların dışında
ABD emperyalizminin ekonomik baskıları da vardı.
Sovyetler Birliği ile Amerika arasında silahlanma
yarışı vardı. Sovyetler Birliği dünyanın çeşitli
bölgelerinde ki devrimci güçlere büyük oranlarda
yardımlarda bulunuyordu. Sovyetler çok ciddi anlamda
ekonomik yönden geriledi ve en ufak bir müdahalede
çökecek duruma geldi. O dönemde bir çok komünist
hareket Gorbaçov’un yeniden yapılanma hareketine
destek oldular. Bu aslında SBKP’ye büyük bir darbeydi
ve bunu göremediler. Ben çeşitli Sovyet ülkelerinde
ve Sovyetlerde de yaşadım. Kendi gözlerimle Sovyet
halkının ekonomik olarak ne derece bir refah ve
rahatlık içinde olduklarını da gördüm. Sosyalist
rejim yıkıldıktan son Sovyet halkı eski günleri
aramaya başladı. Açlık, yoksulluk ve fakirlikten
dolayı geçmişi arar duruma düştü. Şimdilerde Komünist
partiler eski güçlerine geri dönüyor. Bu partiler
son seçimlerde parlamentolardaki sandalye sayılarını
önemli bir şekilde arttırdılar. Komünist partiler
yeniden halkların arzularını ve dileklerini yerine
getirmek için geri dönüyorlar. Latin Amerika’daki
komünist ve sosyalist Partilerin başarıları bunun
bir parçasını oluşturuyor. Biz komünistler olarak
dünyada gerçek anlamda sosyalist rejimin kurulacağına
inanıyoruz. Ve insanın insanı sömürmesi döneminin
de sona ereceğini düşünüyoruz.
Biz Türkiye’li devrimci kadınlar olarak Irak’ta
ki direnişteki komünist kadınları ve Filistin’deki
kadınları merak ediyoruz. Filistin’de ki kadın
hareketinin gelişimini merak ediyoruz. Bunlar
hakkında ne söylerdiniz?
Muhammed J. Jabar Faris: Temmuz 1958’deki devrimden
sonra Irak’ta devrimci kadın örgütleri kurulmaya
başlandı. Bu devrimci hareketler kadın haklarının
toplumda yerleşmesi için mücadele verdiler. Bu
yönde çeşitli kanunlar çıkarıldı. Örneğin bu mücadele
ile çıkartılmış Medeni Kanun Ortadoğu’da çıkarılan
en gelişmiş kanundu. Devrimci kadın hareketleri
erkeklerle omuz omuza diktatör rejime karşı mücadele
verdiler. Erkeklerin karşılaştığı işkence, zulüm
ve hapsedilme gibi her türlü baskıya kadınlar
da erkeklerle birlikte aynı derecede direndiler.
Şimdi ise yine kadınlar erkekler gibi direnişe
destek veriyorlar. Kadınlar özellikle direnişçilerin
eylemleri için gerekli olan malzemeleri hazırlamakta
ve nakletmekte önemli rol oynuyorlar. Özellikle
de Irak’ın geleneksel giysisi olan çarşaf onun
için iyi bir kamuflaj oluyor. Irak işgal edildikten
sonra yapılan ilk feda eylemine iki kadın katılmıştı.
Kadınlar şu an işgale karşı verdikleri mücadelede
erkeklerin ödediği bedelden daha azını ödemiyorlar.
İşgalciler ve hükümet güçlerinin operasyonlarında
erkekler gibi kadınlar da, onların çocukları da
mağdur oluyorlar. Bu silahlı direnişle ilgili
olan bölümü. Yani kadınlar ayrıca içerde ve dışarıda
yazılar ve makaleler yazıyorlar. Kitaplar yayımlıyorlar.
Basım alanında da önemli roller oynuyorlar.
Ama yine de bu bir geri hizmet gibi değil mi?
Muhammed J. Jabar Faris: Öyle değil, ben sadece
örnek verdim. Yani ilk yapılan feda eylemine kadınlar
katıldı ve kadınlar feda eylemleri için yarışıyorlar.
Erkekler jipleri, tankları, zırhlı araçları imha
etmek için yollara bomba yerleştiriyorlar. Kadınlar
ise durumları daha uygun olduğu için kumanda ile
düğmeye basıyorlar.
Filistin Halk Kurtuluş Cephesi kadınlar açısından
her zaman farklı oldu. Ya da biz buradan baktığımızda
öyle gördük. FHKC’de kadınlar yönetimde de önemli
roller üstleniyorlar.
Meryem Abu Dagga: Filistinli kadınların vermiş
oldukları mücadele ile ilgili genel bir bilgi
vereyim önce. Filistinli kadınlar çeşitli aşamalardan
geçtiler. İlk aşama 1917 ve 1948 arasında. Bu
dönemde kadınların çok ufak ve az katkısı oldu.
Bu dönemde katkı yapanlar özellikle burjuva kesiminden
eğitimli kadınlardı. Bu katkı da askeri, silahlı
bir katkı değil, silahlı olmayan diğer alanlardaki
katkılardı. Bunun o dönemde bir tek istisnası
var, 1936’da İzzettin El Kasem komutanlığında
yapılan bir ayaklanma sürecinde kadınların önemli
bir rol oynadığını biliyoruz. Bu başkaldırı dışında,
1917 ve 1948 yılları arasında kadınların ciddi
bir aktivitesi yoktur. O dönemde kadınlar yardımcı
ve destek şeklindeydiler. Propaganda çalışmalarına
katılıyorlardı. Ellerindeki ve kollarındakileri
satıp barut ve silah alıyorlardı.
Filistinli kadınların mücadelesinde ikinci dönem
ise, 1948’den 1976’ya kadar olan dönemdir. Bu
dönemde ciddi bir göç yaşandı Filistin’den. Filistin’dekiler
Lübnan’a, Suriye’ye, Ürdün’e mülteci olarak gittiler.
İçerde de İsrail işgali altında yaşayanlar… O
dönem bunların hepsinin birbirinden farklı durumları
oldu. Öncelikle dışarıdakiler kendilerini geliştirme
imkanı buldular. İşte bu dönem kadın hareketlerinin
örgütlenmesinin başlangıcı sayılıyor. Bunlardan
bir tanesi Filistin Kadınlar Birliği’dir ve 1965’te
kurulmuştur. Filistin Kurtuluş Örgütünü oluşturan
unsurlardan biridir.
1952’de George Habbaş önderliğinde kurulan Ulusal
Halk Hareketi içinde de tabii kadınlarda yer alıyordu.
1920’de kurulan Filistin Komünist Partisi’nde
de kadınlar vardı ama onlar silahlı mücadele vermiyorlardı.
1967’den sonra sonra bu iki hareket FHKC’ye dönüştü.
Ulusalcı Arap düşüncesi Filistin’i bağımsızlığa
kavuşturacak bir hareket ve düşünce değildi. Halk
Cephesinin programı ise kadın ve erkeklerin silahlı
mücadelede omuz omuza yer almasını öngörüyordu.
1967’de yaşanan yenilgi Filistin’liler üzerinde
bir yenilgi psikolojisi oluşturmuştu, halkta da
böyle bir psikoloji vardı. Bu psikoloji içinde
hem kadına hem erkeğe mücadelede yer veren tek
hareket Halk Cephesi idi. Tüm hareketler kadınları
kazanmak için yarışıyorlardı. Fakat kadınlar gerçek
özgüvenini verecek olan kesinlikle Marksist düşünceydi.
Halk Cephesi’nin deneyimi gerekli ortam sağlandığında
kadının kendisini ispatlayabileceğini gösterdi.
Yine Halk Cephesi’ndeki kadınlar hem silahlı mücadelede,
hem direnişte, hem sürgünde, tüm alanlarda ilklerdi.
Ben ve başka bir arkadaş Lübnan’da, Ürdün’de,
Filistin’de kadınlar arasında silahlı hareketi
başlatan ilk iki kişiydik. Halk Cephesi’nde kadınlar
ve erkekler her anlamda eşittir. Silahlı mücadele
ise silahlı mücadelede, sendikalarda yer almak
gerekiyorsa yer alır ve yine üst düzey yönetim
organlarında yer alırlar. Arap dünyasında kadınların
mücadele vermesi gerçekten çok zor. Filistinli
kadınlar da aynı durumda. Biz birer örnek haline
geldik, ilk mücadeleci kadınlar olarak. Diğer
kadınlar işte Leyla Halid olmak için, Meryem olmak
için yarışmaya başladılar, bir övünç kaynağı olmaya
başladık. Bu insani bir şey. Savaşan erkekler
vardır, doktor olan erkekler vardır, korkan erkekler
vardır, kadınlar için de aynısı geçerlidir. Sonuçta
erkekler gibi kadınları da değerlendiriyoruz.
Silahlı mücadele verebilecek yeteneği varsa o
alanda, düşünsel anlamda katkısı olacaksa orada
veya başka bir alanda katkısı olacaksa orada eğitiliyorlar.
Birinci İntifada, İkinci İntifada, Oslo Süreci
gibi dönemler Filistinli kadınların mücadelesinde
farklı aşamaların yaşanmasında etkili olmuş süreçlerdir.
İşgal altındaki Filistin’de yaşayan kadınların
vermiş oldukları mücadele ile dışarıdaki mülteci
durumundaki Filistinli kadınların vermiş oldukları
mücadele farklıdır. İçerde bir işgal var ve işgalle
çatışmalar, sıcak temaslar var. Kadın bu sıcak
çatışma içinde kendini, çocuğunu, evini korumak
için bu çatışmaya girmek durumunda. İlk şehitlerden
Şadiye Abu Gazali Ürdün köprüsünün üzerinde yere
patlayıcı madde yerleştirmeye çalışırken şehit
oldu. Ramallah’ta öğrencilerin yapmış oldukları
bir yürüyüşte yine bir başka kadın yoldaşımız
öldü. Sürgün, tutsak ve mülteci durumunda olan
bir çok kadın var, ben de bunlardan biriyim. Kamplarda
yapılan eğitimlerde de kadınlar da farklı farklı
alanlarda uzmanlık eğitimi alıyorlardı. Leyla
Halid gibi yoldaşlar uçak kaçırma eğitimi alıyorlardı.
Bunlar uzmanlık alanları oluyordu. Filistin Kadınlar
Konseyi var. Bunun içinde FHKC, El Fetih, FDHKC
var. Genel olarak Filistinli kadın hareketi içinde
yer alıyorlar ve bu alanda mücadele veriyorlar.
Cephe içinde liberaller var, muhafazakarlar var,
bunarı kendimize çekmeye ve etkilemeye çalışıyoruz.
Tabii, Filistin ulusal hareketleri gerilediği
gibi kadın hareketleri de bir gerileme yaşadı.
Yenilgi ortamlarında durumlarında kadınların düşüşü
daha fazla olur, çünkü kadınlar toplumun zayıf
halkalarıdır. Genellikle adetler ve örflerde kadınların
aleyhine durum oluşturuyor. Sol gruplar, devrimci
halk hareketleri olarak biz gerilemeden sonra
yeniden ilerleme noktasında bir şeyler yapmaya
çalışıyoruz. Ve bu arada kadınların katılma oranını
da birincil sorun olarak ele alıyoruz. Bu şekilde
de mücadele içinde de geniş bir kadın etkisinin
oluşmasını sağlamaya çalışıyoruz. Emperyalizme
karşı cephe oluşturmak nasıl zorsa, kadın hareketi
oluşturmak daha zor. Çünkü kadınlar bu hareketin
bir parçasını oluşturuyorlar. Ben kadın olduğum
için kadın hareketlerinde yer almıyorum, cinsiyet
önemli değildir. Burjuva kadınlarına da yaşamlarına
da karşıyım. İntifada sürecinde verilen mücadelelerden
birisi de Filistinli kadınların gelişimini sağlamak
için verilen mücadeledir. İntifada buna da katkı
sağlıyor. Ama genel olarak Filistinli kadınların
üzerinde etkili olan yönelim İslami ve muhafazakar
yönelimdir.
Bu sorunu aşmanın çözümü ise sol hareketlerin
desteklenmesidir. Çünkü kadınların gerçek özgürlüğünü
sol gruplar veriyor. Zayıf sol hareketler veya
partiler ise kadının gelişimini ve güçlenmesini
de etkiliyor. Halk Cephesi’nde kadının gelişiminin
desteklenmesi bizim için çok önemli. Ben bunun
için çalışıyorum. Çünkü biliyorum ki, kadının
gelişimi hareketin gelişimini de önemli ölçüde
etkiler.
Söyleşi için teşekkür ediyoruz. Yoldaşça...
|