Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini


 

 

38. Sayı - Şubat 2006


Onu gördün mü sevgili dostum, Fatma’yı? Hastanedeydi, hatırla! Babasını ikna etmeye çalışıyorlardı daha büyük bir hastaneye götürülmesi için. Başı önündeydi, mahzundu. Ona söz düşmüyordu ki; kimse onun fikrini sormuyordu zaten, kimse onu hesaplamıyordu.
Fatma artık yok! Ağca itini konuşup dururken birileri, çekip gitti, sessizce... Bir sömürgenin kapkara yoksulluğunda eriyip gitti hiç başlamamış olan hayatı... Yaşasaydı ne olurdu ki, hiç tanımazdık bile onu. Kim olduğunu bilmezdik, evlenirdi en çok, yeni Fatma’lar doğururdu, hepsi o kadar...
Ama gitti. Artık yok! Ben beni bildim bileli bu ülkeyi yöneten besili yaratıklar var, tıkınıp durmaya, tiksinti verici hayatlarını sürdürmeye devam ediyorlar. Ben beni bildim bileli Fatma’ların hayatlarını karartanların yanakları kan kırmızı, keyifleri keyif, yarın ölseler yaşamları gibi şatafatlı merasimlerle gömülürler...
Ama o yok... Resmi dilde bile öyledir ya. “Hayata gözlerini yumdu” denir onlar için, Fatma ise sadece ölür... Onların “naaşı” olur, Fatma’nın cesedi...
Bingöllü çocukları hatırlıyor musun? 1 Mayıs 2003’te Bingöl depreminde yatılı okul enkazında ölen 85 çocuğun davasında çocuk başına 780 ile 1500 YTL arasında tazminat belirlenmişti... “Bilirkişi” raporunda da “öğrenciler yaşasaydı, ailelerine ancak asgari ücret kadar katkı sağlayabilirlerdi” denilmiş ve zaten bu deprem olmasa da öğrencilerin yaşama süresinin 59 yıl olacağı (jandarma kurşunuyla ölmezlerse eğer!) belirtilmişti. Ne anlama geliyordu bu, hiç düşündün mü? Çok basit aslında: Mahkeme, bu 85 çocuktan hiçbirinin asla ve asla mühendis, doktor, piyanist, ressam, vs. olamayacağına, ancak ve ancak işçi olabileceklerine karar vermişti!
Hal böyleyken, Fatma dediğimiz nedir ki? Hiç okul yüzü görmemiş, hiç yaşamamış, üstelik “erkek” olma şansını bile yakalayamamış olan Fatma, Boğaz’daki bir restoranda kaç masanın hesabıdır? Fatma, şımarık beyefendilerin bir düğününde havaya savrulan dolarların ne kadarıdır? Başbakanın oğlunun ABD’deki okul masraflarının kaçta kaçıdır Fatma’nın hayatı? “Ben işlerden sıkıldım, her şeyi oğlana devredip yatla şöyle bir dünya turu yapacağım” diyen işbirlikçi patronun Rahmi Koç’un teknesinin kaç günlük yakıtıdır Fatma’nın kanı?
Seccadelere kapanıp tanrıyı arayanlar siz, canınızın istediğine cennet istemediğine cehennem biçenler, bana Fatma’ya ait bir tek günah sayabilir misiniz? Ya da söyleyin hadi; pamuk şeker satıp okul harçlığı yapan Ali çocuk, bu ölümü hak etmek için nasıl büyük bir günah işlemiş olabilir? Ülkesini Amerika’ya satmış, pis gırtlağını kendi halkının kanıyla doldurmuş olanlar bilmem kaç yaşına kadar yaşayıp hepimizi canından bezdirirken Fatma’nın ölümünü dört kitabın hangisinin hangi satırıyla, hangi ilahi emirle açıklayabilirsiniz?
Hani şu efendilerinizin tırnakları incinse koşup gittikleri çok yıldızlı hastanelerin duvarlarında “Hasta Hakları” diye yazılı maddeler vardır ya, bir bakın bakalım onlara, orada Fatma’dan söz ediliyor mu?
Bir rektör için dünyayı ayağa kaldıran beyinsiz sürüleri, bilimi devlete ve patronlara köle etmiş satılık ruhlar, aferin size, “laikliği ve ülkenin bölünmez bütünlüğünü” pek güzel korudunuz, peki Fatma ne oldu? Aynı üniversitenin hastanesinde nasıl bir hayat söndü hiç dönüp baktınız mı? O hayat için uçaklara binip Van’a gittiniz mi? Söyleyin hadi, sizin cumhuriyetiniz Fatma’nın tek bir kirpiğinin yanında kaç para eder? Sizin pek çok önemli devletiniz dahil dünyanın bütün devletleri ve bütün o devletlerin “âli menfaatleri”ni terazinin bir kefesine koysanız, diğer yanda da Fatma’nın cılız gövdesi olsa, hangisi ağır basar!
Kan sızıyor oturduğunuz koltuklardan baksanıza, yediğiniz yemeklerde çocuklarımızın eti var, plazalarınızın kırmızı halıları vıcık vıcık çocuk kanıyla dolu...
Biz niye devrim diye tutturuyoruz, dostum benim, kardeşim, can yoldaşım! Biz niye devrimden başka bir yol yok diyoruz. Devrim dediğimiz şey çocuklarımızı ölümden korumak değilse eğer, nedir? Paris’te geçenlerde arabalar yakılmış diyorlar; Fatma’nın saçının tek bir teli için dünya ateşe verilmez mi? Ama devrim de şöyleymiş böyleymiş, bak sen şu soytarılara; hangi devrim bugünkünden daha vahşi ve kötü bir düzen kurabilir ki?
Sevgili dostum, kardeşim, can yoldaşım benim; dön geriye ve Fatma’nın yüzüne bir kez daha bak!
15’ine bile gelememiş bu çocuğun cesedi toprak altına girerken bize ne söylüyorlar, bir dinle! Bu vahşetin sorumluları zevk-ü sefa içinde yaşasınlar, sırtımızdan tıkınmaya devam etsinler öyle mi? Biz buna izin vermeliyiz, öyle mi? Bu bir ahlak, öyle mi?
Her kim zulüm altında olanlara ılımlılık ve şiddetten uzak durma çağrısı yapıyorsa, dikil karşısına ve gözlerinin tam içine dosdoğru bak! Gördüğün, ya bir ahmaktır ya da bir alçak!
Ahmaklarla da alçaklarla da işimiz yok bizim!
Bir kez daha devrim! Bin kez daha devrim!
Hiç değilse, Fatma’nın o mahzun bakışı için!

Umudunu diri tut!
Gelecek, sen nasıl istiyorsan öyle gelecek!

 


 

 

 

 

 

sbarikat07@gmail.com
Sosyalist Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
Yönetim Yeri: Çakırağa Mah. Abdüllatif Paşa Sk. 4/5 Aksaray-İstanbul
0212 632 23 19