Onu gördün mü sevgili dostum, Fatma’yı? Hastanedeydi,
hatırla! Babasını ikna etmeye çalışıyorlardı daha
büyük bir hastaneye götürülmesi için. Başı önündeydi,
mahzundu. Ona söz düşmüyordu ki; kimse onun fikrini
sormuyordu zaten, kimse onu hesaplamıyordu.
Fatma artık yok! Ağca itini konuşup dururken birileri,
çekip gitti, sessizce... Bir sömürgenin kapkara
yoksulluğunda eriyip gitti hiç başlamamış olan
hayatı... Yaşasaydı ne olurdu ki, hiç tanımazdık
bile onu. Kim olduğunu bilmezdik, evlenirdi en
çok, yeni Fatma’lar doğururdu, hepsi o kadar...
Ama gitti. Artık yok! Ben beni bildim bileli bu
ülkeyi yöneten besili yaratıklar var, tıkınıp
durmaya, tiksinti verici hayatlarını sürdürmeye
devam ediyorlar. Ben beni bildim bileli Fatma’ların
hayatlarını karartanların yanakları kan kırmızı,
keyifleri keyif, yarın ölseler yaşamları gibi
şatafatlı merasimlerle gömülürler...
Ama o yok... Resmi dilde bile öyledir ya. “Hayata
gözlerini yumdu” denir onlar için, Fatma ise sadece
ölür... Onların “naaşı” olur, Fatma’nın cesedi...
Bingöllü çocukları hatırlıyor musun? 1 Mayıs 2003’te
Bingöl depreminde yatılı okul enkazında ölen 85
çocuğun davasında çocuk başına 780 ile 1500 YTL
arasında tazminat belirlenmişti... “Bilirkişi”
raporunda da “öğrenciler yaşasaydı, ailelerine
ancak asgari ücret kadar katkı sağlayabilirlerdi”
denilmiş ve zaten bu deprem olmasa da öğrencilerin
yaşama süresinin 59 yıl olacağı (jandarma kurşunuyla
ölmezlerse eğer!) belirtilmişti. Ne anlama geliyordu
bu, hiç düşündün mü? Çok basit aslında: Mahkeme,
bu 85 çocuktan hiçbirinin asla ve asla mühendis,
doktor, piyanist, ressam, vs. olamayacağına, ancak
ve ancak işçi olabileceklerine karar vermişti!
Hal böyleyken, Fatma dediğimiz nedir ki? Hiç okul
yüzü görmemiş, hiç yaşamamış, üstelik “erkek”
olma şansını bile yakalayamamış olan Fatma, Boğaz’daki
bir restoranda kaç masanın hesabıdır? Fatma, şımarık
beyefendilerin bir düğününde havaya savrulan dolarların
ne kadarıdır? Başbakanın oğlunun ABD’deki okul
masraflarının kaçta kaçıdır Fatma’nın hayatı?
“Ben işlerden sıkıldım, her şeyi oğlana devredip
yatla şöyle bir dünya turu yapacağım” diyen işbirlikçi
patronun Rahmi Koç’un teknesinin kaç günlük yakıtıdır
Fatma’nın kanı?
Seccadelere kapanıp tanrıyı arayanlar siz, canınızın
istediğine cennet istemediğine cehennem biçenler,
bana Fatma’ya ait bir tek günah sayabilir misiniz?
Ya da söyleyin hadi; pamuk şeker satıp okul harçlığı
yapan Ali çocuk, bu ölümü hak etmek için nasıl
büyük bir günah işlemiş olabilir? Ülkesini Amerika’ya
satmış, pis gırtlağını kendi halkının kanıyla
doldurmuş olanlar bilmem kaç yaşına kadar yaşayıp
hepimizi canından bezdirirken Fatma’nın ölümünü
dört kitabın hangisinin hangi satırıyla, hangi
ilahi emirle açıklayabilirsiniz?
Hani şu efendilerinizin tırnakları incinse koşup
gittikleri çok yıldızlı hastanelerin duvarlarında
“Hasta Hakları” diye yazılı maddeler vardır ya,
bir bakın bakalım onlara, orada Fatma’dan söz
ediliyor mu?
Bir rektör için dünyayı ayağa kaldıran beyinsiz
sürüleri, bilimi devlete ve patronlara köle etmiş
satılık ruhlar, aferin size, “laikliği ve ülkenin
bölünmez bütünlüğünü” pek güzel korudunuz, peki
Fatma ne oldu? Aynı üniversitenin hastanesinde
nasıl bir hayat söndü hiç dönüp baktınız mı? O
hayat için uçaklara binip Van’a gittiniz mi? Söyleyin
hadi, sizin cumhuriyetiniz Fatma’nın tek bir kirpiğinin
yanında kaç para eder? Sizin pek çok önemli devletiniz
dahil dünyanın bütün devletleri ve bütün o devletlerin
“âli menfaatleri”ni terazinin bir kefesine koysanız,
diğer yanda da Fatma’nın cılız gövdesi olsa, hangisi
ağır basar!
Kan sızıyor oturduğunuz koltuklardan baksanıza,
yediğiniz yemeklerde çocuklarımızın eti var, plazalarınızın
kırmızı halıları vıcık vıcık çocuk kanıyla dolu...
Biz niye devrim diye tutturuyoruz, dostum benim,
kardeşim, can yoldaşım! Biz niye devrimden başka
bir yol yok diyoruz. Devrim dediğimiz şey çocuklarımızı
ölümden korumak değilse eğer, nedir? Paris’te
geçenlerde arabalar yakılmış diyorlar; Fatma’nın
saçının tek bir teli için dünya ateşe verilmez
mi? Ama devrim de şöyleymiş böyleymiş, bak sen
şu soytarılara; hangi devrim bugünkünden daha
vahşi ve kötü bir düzen kurabilir ki?
Sevgili dostum, kardeşim, can yoldaşım benim;
dön geriye ve Fatma’nın yüzüne bir kez daha bak!
15’ine bile gelememiş bu çocuğun cesedi toprak
altına girerken bize ne söylüyorlar, bir dinle!
Bu vahşetin sorumluları zevk-ü sefa içinde yaşasınlar,
sırtımızdan tıkınmaya devam etsinler öyle mi?
Biz buna izin vermeliyiz, öyle mi? Bu bir ahlak,
öyle mi?
Her kim zulüm altında olanlara ılımlılık ve şiddetten
uzak durma çağrısı yapıyorsa, dikil karşısına
ve gözlerinin tam içine dosdoğru bak! Gördüğün,
ya bir ahmaktır ya da bir alçak!
Ahmaklarla da alçaklarla da işimiz yok bizim!
Bir kez daha devrim! Bin kez daha devrim!
Hiç değilse, Fatma’nın o mahzun bakışı için!
Umudunu diri tut!
Gelecek, sen nasıl istiyorsan öyle gelecek!
|