Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini


 

 

38. Sayı - Şubat 2006

Şöyle biraz hafızamızı zorlayarak geriye dönüp geçmişe bakalım… Türkiye’de bugüne kadar gerçekleşen bütün deprem, yağmur, kar, vb. doğal afetlerden, trafik kazalarında meydana gelen can ve mal kayıplarına kadar her konuda resmi açıklama aynıdır: “Endişeye hiç gerek yok. Her şey olması gerektiği biçimde ve yerli yerindedir. Bütün bu felaketlerde devlet yapması gerekeni yapmıştır, yeterli önlemler alınmıştır, en küçük bir ihmal sözkonusu değildir.” “İnsanlar koleradan değil “bağırsak enfeksiyonundan” ölmüştür.” “Bizde Deli dana hastalığı ve AIDS hastalıklarına rastlanmamıştır (ayrıca rastlansa da bize bir şey olmaz) ve bu hastalıklardan dolayı ölüm vakası yoktur.” “Çernobil kazasından sonra çayda radyasyona rastlanmamıştır. Karadeniz Bölgesi’nde kanser hastalığının, kanserden kaynaklanan ölüm oranlarının, doğum sırasında ölümlerin ve sakat doğum oranlarının artmasında radyasyonun hiç bir etkisi yoktur.” “Trafik kazalarında dünya birincisi olmamız, en ufak bir kar yağışında buzlanmaya bağlı olarak yolların kapanması, insanların yollarda saatlerce mahsur kalarak can derdine düşmesi, alt yapı yetersizliğinden ve toplu taşımacılıkta ki çarpıklıktan vb. nedenlerden kaynaklı değildir.” En son olarak da çocuklar kuş vebasından, hatta “kuş gribinden” dolayı değil zatürreeden ölmektedirler.”
Daha yüzlercesini sıralayabileceğimiz toplu katliamların, ölümlerin ve maddi zararların gerçekleşmesine neden olan somut olguların hiç biri, yetkili ağızların yaptığı resmi açıklamaya göre asla doğru değildir, yaşanmamıştır (!) Yaşanan ölümler, hastalıklar, yaralanmalar, sakat kalmalar ve maddi kayıplarda normal olaylardır. İddia edildiği gibi normal olmayan hastalık, radyasyon vb. şeylerden kaynaklanmamaktadır. Bu tür vakalar bizde kesinlikle olmaz (!) Ya da bütün bunların yaşandığını söylemek ise en iyi ihtimalle karanlık emelleri olan dış güçlerin etkisinde kalmaktan aymazlıktan, saflıktan ibarettir (!)
Ama biraz daha ileri gider bu olayların, felaketlerin yaşanmasının ve sonuçlarının da çok ağır olmasının kapitalist sistemin azami kar hırsından ve devletin emekçileri düşünmemesinden kaynaklandığını bu nedenle de alt yapının yetersiz olduğunu, yeterli önlemlerin alınmadığını, çünkü kârın insandan, emekçilerden daha önemli olduğunu söylediğiniz ve bundan da kapitalist sistemi ve devleti sorumlu tuttuğunuzda ise siz ve sizin gibi düşünenler; “bu memleket ve millet için zararlı, ülkenin büyümesini, gelişmesini ve huzurunu istemeyen, dış güçlerin maşası konumundaki karanlık amaçlı kişiler, iç düşmanlar” olarak suçlanırsınız. Amacınız ülkede kaos yaratmaktır ve bütün bu yalanları da bu yüzden uydurmaktasınızdır, bütün misyonunuz bundan ibarettir... Yoksa bu türden felaketler her zaman devletin gerekli önlemleri alması sayesinde fazla mal ve can kaybı olmadan atlatılmaktadır (!) Fakat her ne hikmetse bütün bu önlemlere rağmen insanlar ölmekte, yaralanmakta, sakat kalmakta, yerinden yurdundan olmakta, evsiz barksız kalmakta ve derin acılar yaşamaktadır. Dert değil, çünkü “kaderin önüne geçilmez” der işin içinden çıkarız. Fazla dağıtmadan konumuza döner, sadece son süreçte “kuş gribi” kuş vebası ile ilgili rezalete somut olgulara dayanarak baktığımızda ise karşımıza çok farklı bir tablo çıkmaktadır.

Hastalık İlk Önce Manyas’ta
Görüldü, Ölümlerse Mezopotamya’da

Hastalığa ilk önce Balıkesir Kuş Cenneti Manyas’ta rastlandı. Fakat bu halktan gizlendi, halk bilgilendirilmedi ve gerekli önlemler alınmadı. Ya da alınan önlemler sadece yerelle sınırlı kaldı, genelleştirilmedi. Hastalığın ilk önce Manyas’ta daha sonra da Mezopotamya’da görülmesinden çok sonra Sağlık Bakanlığı’nın açıklama yapması o süre içinde hastalığın binlerce insana bulaşmasına ve bir çoğunun da ölümüne yol açmıştır... Felaketin nasıl ve ne zaman sonuçlanacağı, ne kadar süreceği, kaç kişinin ölümüne ve sakat kalmasına yol açacağı, kestirilememektedir. Yapılan sadece olayı önemsizmiş gibi göstererek halktan hastalığın verdiği zararları gizlemekten ibarettir.
Kuş Vebasına Kasım 2005’den önce rastlanıldığı ve Çevre Orman Bakanı Osman Pepe’nin yaptığı açıklamaya göre de Türkiye’nin kuş gribine karşı Mart 2004’de Dünya Sağlık Örgütü (WHO) tarafından uyarıldığı anlaşılıyor. Sıcak havalarda rastlanılan kuş gribinin havaların soğumasıyla birlikte daha fazla artma ihtimali vardır. Çünkü, göçmen kuşların kuzey yarım küre ile güney yarım küre arasında iki büyük göç yolu bulunmaktadır, bu yollardan biri Kırgızistan, Kazakistan, Rusya ve Ukrayna’dan gelip, Artvin ve Iğdır üzerinden Hataya inen bir hat izlemektedir. Bir diğeri ise Macaristan, Romanya ve Bulgaristan üzerinden İstanbul’a ulaşmaktadır. Her iki hatta Hatay üzerinde birleşmektedir. Göçmen kuşlardan bazıları Türkiye’yi istasyon olarak kullanmaktadır, bunlardan bir bölümü sulak alanlarda konaklamaktadır. Türkiye’nin yüzölçümünün yüzde 1.5 ile 2’si sulak alanlardan oluşmaktadır. Bu bölgelerdeki su kuşlarının civarındaki kanatlılara kuş gribini bulaştırma riski bulunduğu bilinmektedir. Üstelik göçmen kuşlar bu yolculuklarını kışın yapmaktadırlar. Fakat buna rağmen hiç bir tedbir alınmamış, halk bilgilendirilmemiş adeta ölümlere davetiye çıkarılmış, tekellerin çıkarı insan hayatından önde tutulmuştur.
Ölümlerin ise Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı coğrafyada, yani Mezopotamya’da rastlanılması ve masum yüzlü, kara zeytin gözlü, dünya güzeli Koçyiğit kardeşlerden üçünün (Muhammet Ali, Fatma ve Hülya öldü, Hasan’da ölümden döndü) Van Yüzüncü Yıl Hastanesi’nde yaşamlarını yitirmesi sadece bir tesadüf değildir. Çünkü, gelişmelerden ve resmi açıklamalardan, Manyas’ta alınan tedbirlerin aynı hızla Iğdır’da alınmadığı, Van Yüzüncü Yıl Hastanesi’nde tıbbi müdahalenin gecikmesinde hastanelerin malzeme eksikliği çekmesinin, Sağlık Bakanlığı’nın bu tür ilaçların (kuş gribi ilaçları, Tamiflu vb.) eczanelerde bulundurulmasını şart koşmamasının ve Mezopotamya’daki sağlık personeli eksikliğinin payı olduğu anlaşılıyor.
Bütün bunlar da oligarşi için ticari çıkarların insan sağlığından daha önemli olmasından, Mezopotamya’yı ve bu coğrafyada yaşayan Kürt yoksullarını her alanda olduğu gibi sağlık alanında da ikincil görme anlayışından kaynaklanmaktadır.
Oysa genel kural olarak “hastalığın ne olduğuna dair bir şüphe varsa, o şüphe yüzde yüz giderilene kadar sanki varmış gibi hareket edilir. Sağlık denince ilk olarak akla hastalığın iyileştirilmesi, hastalığın hiç olmaması için ortamın hazırlanması gelir. Bazı hastalıklar vardır ki ne kadar tehlikeli olursa olsun küçük ama önemli bilgilendirmelerle yenilebilir.” (Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası (SES) Genel Başkanı Dr. Köksal Aydın)
Ancak öyle görünüyor ki Mezopotamya’da bu temel prensip hiçe sayılmıştır. Bırakalım hastalığın iyileştirilmesi için önlemler almayı, hastalığın hiç olmaması için ortamın hazırlanmasını, halkı bilgilendirmeyi ve eğitmeyi, tam tersine olay tamamen inkar edilmiş, sürekli olarak çelişkili açıklamalarda bulunulmuş ve ancak mızrak çuvala sığmayınca da gerçeklik kabul edilmek zorunda kalınmıştır. Olanlar olmuş, insanlar ölmüştür. Hangi olay insanların ölümünden daha önemli olabilir ve onları geri getirebilir. Elbette ki hiç bir şey insan hayatından daha önemli değildir ve onları hiçbir güç geri getiremez. Eğer sizin için insan hayatı her şeyden önce gelirse ona uygun davranır ve halka her şeyi doğru biçimde anlatır, ona uygun önlemler geliştirirsiniz. Tekellerin azami kar hırsı insan dahil her şeyden önce gelirse böyle davranırsınız.
Örneğin Manyas’ta yaşananlardan sonra Sağlık Bakanı Recep Akdağ “Türkiye’de kuş gribi yok, zaten biz önlemimizi aldık” açıklamasında bulunmuştu. Van Yüzüncü Yıl Hastanesi’nde Koçyiğit kardeşlerden Muhammet Ali’nin ölümünün “kuş gribinden’ değil zatürreeden olduğu açıklandı. Aynı Sağlık Bakanı, Ağrı’nın Doğubeyazıt İlçesi’nden Muhammet Ali’nin ölümünün ardından, kardeşleri Fatma ve Hülya Koçyiğit’in de Van Yüzüncü Yıl Hastanesi’nde ilaçsız, bakımsız ve teknik donanımsız koşullarda yaşamlarını yitirmeleri üzerine, artık mızrak çuvala sığmayınca Koçyiğit kardeşlerin ölüm nedeninin “kuş gribinden” olduğunu açıklamak zorunda kaldı. (06 Ocak 2006, BİA Haber Merkezi)
Üstelik isimlendirmede de aynı şey yaşandı. Hastalığın adı ilk başta kabul edilmedi, daha sonra “kuş gribi” olduğu söylendi fakat hiçbir zaman bu hastalığın adının kuş vebası olduğu kabul edilmedi. Hala halk düşmanı tutumlarını sürdürmeye, suç işlemeye devam ediyorlar, hastalığın adının “kuş gribi” değil kuş vebası olduğunu kamuoyundan gizliyorlar. Rektör Yücel Aşkın için ortalığı velveleye verenler (sözde aydınlar, bilim adamları, laikler vs.), acaba hiç düşünmüşler midir? Bu yavrular aynı kişinin başında bulunduğu kurumun hastanesinde yaşamlarını yitirdiler. İlk başta hastaneye kaldırıldıklarında yanlış teşhis konularak geri evlerine gönderildiler. Daha sonra ise tekrar hastaneye kaldırıldıklarında bu kez de “kuş gribi” için yeterli önlemler alınmadığından, bu hastalığın ilacı olan Tamiflu ve aşı bulunmadığından ve teşhiste geç kalındığından dolayı Koçyiğit kardeşler arka arkaya yaşamlarını yitirdiler. Erken teşhis konulsa ve 48 saat içinde Tamiflu tedavisi uygulansa ve aşı yapılsa bu çocuklar bugün hayatta olacaklardı... Daha sonra ise yine bir başka Kürt çocuğu Fatma Özcan, yine aynı yerde Yücel Aşkın’ın başında bulunduğu Van Yüzüncü Yıl Hastanesi’nde yaşamını yitiriyordu...
Bu ve buna benzer bir çok olayda da görüldüğü gibi Mezopotamya’da yaşayan Kürt yoksullarının ve bunların çocuklarının hiç bir değeri yoktu. Bu duruma hiç kimse sesini çıkarmıyor ve sesini yükseltmiyordu. Sömürgeci zihniyet bir kez daha kendini ele veriyordu. Genelde emperyalist kapitalist sistemde tekeller için, özelde ise Türkiye gibi yeni-sömürge bir ülkede oligarşi için emekçilerin hiç bir değeri yoktur. Bunda yadırganacak bir şeyde yoktur, çünkü bu durum da sonuçta sınıfsal bir tutumdur. Kendi ülkesinin emekçilerini önemsemeyen ve bunlar için hiç bir iyileştirici, yapıcı bir düşünceye sahip olmayan bir anlayıştan, sömürgesi için bu türden yatırımlar yapmasını zaten bekleyemeyiz. Mezopotamya’da her konuda olduğu gibi “kuş gribi” kuş vebası vakasında da Batı’ya göre daha fazla rastlanılmasının, ölüm oranının daha fazla olmasının ve gerekli hiç bir hazırlığın, yatırımın olmamasının altında bu sömürgeci zihniyet yatmaktadır.
Bu arada hükümete de fazla haksızlık yapmamak lazım; çünkü geçenlerde AKP Ağrı Milletvekili Naci Aslan, kuş vebası hastalığı nedeniyle hayatını kaybeden Fatma Özcan’ın babası Mehmet Emin Özcan’a Başbakan Tayyip’in talimatıyla ev ve iş verileceğini açıkladı. (Radikal, 20 Ocak 2006)
Bir insan hayatının karşılığı bir ev ve iş... İnsan hayatı işte bu kadar ucuz... Onlara göre maddi çıkar her şeyin üstündedir ve para karşılığı satın alınamayacak kimse yoktur... Bir insan hem yoksul, hem de Kürt ise onun hiç mi hiç değeri yoktur... Fiyatı daha ucuzdur... Üstelik yoksul bir Kürt çocuğu için de ortalığı velveleye vermenin, sorunu gündeme getirmenin hiç bir anlamı yoktur... Sorun yoksullar ve Kürtler olduğu zaman en iyisi üç maymunları oynamaktır...

Yalanlar ve Halktan
Gizlenen Gerçekler...

Ancak öte yandan, AKP Hükümeti, bakanları ve sözcüleri her ne kadar kuş vebasının önemli boyutta olmadığını, çok büyük bir risk teşkil etmediğini, fazla abartmamak gerektiğini ve yeterli önlemlerin alındığını söyleyerek kamuoyunu yanıltsalar da asıl patron öyle söylememekte, onlar gibi konuşmamakta, tam tersine yaptığı açıklama işin gerçek boyutunu, önemini göstermekte, hükümet tarafından yapılan resmi açıklamaları yalanlamaktadır. Dünya Bankası Başkanı Paul Wolfowitz, “tüm ülkeler hastalığın yayılmaması için gayret göstermeli, önceki salgınların maliyeti 10 milyar doları aşmıştı. Eğer uluslararası toplum bu hastalığı kontrol altına almada başarısız kalırsa dünya büyük bir ekonomik zarara uğrayacak, kuş gribinin insanlar arasında yayılma olasılığına karşı küresel bir hazırlık gerekir” diyor. (Radikal, 20 Ocak 2006)
Bu açıklamadan da kuş vebasının insanlar arasında yayılma olasılığı olduğu anlaşılıyor. Oysa hükümet yaptığı her açıklamada “kuş gribinin” insandan insana bulaşma riski taşımadığını söylemişti. Ayrıca “kuş gribinin” korkacak kadar tehlikeli boyutta olmadığı, çok büyük bir risk taşımadığı savının da kocaman bir yalan olduğu anlaşılıyor. Çünkü Wolfowitz; “... Uluslararası toplum bu hastalığı kontrol altına almada başarısız kalırsa dünya büyük bir ekonomik zarara uğrayacak...” demektedir. Tabii ki bu açıklamada da önceliği insan değil ekonomi almaktadır. Yine resmi ağızlardan tavuk etinin kaç derecede kaynatılırsa, yumurta kaç derecede haşlanırsa ölüm riskini ortadan kaldırılacağı, bunları yüksek derecede kaynatarak yemenin bir risk teşkil etmediği belirtilse de, Başbakanlık yemekhanesinde tavuk eti yenmesi yasaklanmıştır. (Radikal 20 Ocak 2006)
Aynı zamanda “kuş gribinin” yeni ortaya çıkmadığı, hastalığa geçen yıl rastlanıldığı ve bunun yaklaşık bir yıldan fazla bir zamandır halktan gizlendiği anlaşılmaktadır. Örneğin; Avrupa Bulaşıcı Hastalıkları İzleme Merkezi (ABHİM) raporu aynen şöyledir: “Kuş gribi virüsü Türkiye’yi Kasım 2005 öncesinde etkiledi. Ancak ölümler sıcaklıkların eksi 30’a kadar düştüğü 26 Aralık tarihinden sonra görüldü. Yeni yılla birlikte, Türkiye’de vaka sayısı daha da arttı. Bu artışın değerlendirilmesi dikkate değer. Türkiye’nin doğusunda soğukların düşmesiyle, “üşümesinler” diye tavukların ev içlerine alındığını gördük. Böyle olunca da enfeksiyon riski daha da arttı. Bu uygulama önlenmediği sürece kuş gribinden etkilenen insan sayısı artacak. Türkiye’nin Doğu ve Güneydoğusu için özel önlemler alınmalı.” Bu uzun alıntı da yukarda yazdıklarımızın doğruluğunu kanıtlamaktadır. Birincisi: hastalık yaklaşık olarak bir yıl önce görülmesine rağmen buna uygun hiç bir önlem alınmamış, halka açıklama yapılmadığı gibi tam tersine halktan gizlenmiş, halkı aydınlatan, bilgilendiren, eğiten herhangi bir çalışma yapılmamış, ABHİM’in raporunda da belirtildiği gibi hastalığın Mezopotamya’da daha çok görülmesine rağmen o bölgeye en küçük bir hizmet götürülmeyerek gerçek anlamda sömürgeci bir mantıkla hareket edilmiştir. Bu durumun her felaket ya da doğal afette vb. olduğu gibi tek sorumlusu devlettir.

Kapitalizmde Paran Kadar Sağlık...
Dünya Sağlık Örgütü (WHO) verilerine göre “Kuş gribi” ilk kez 2003’te Hong Kong’da ve sırasıyla da Endonezya, Kanada, Hırvatistan, Rusya, Romanya, Ukrayna, Çin, Kuveyt, Tayland, Tayvan, Kamboçya, Vietnam ve son olarak da Türkiye’de görüldü. Bu ülkelerde ki kuş gribi salgınında kanatlı hayvanlardan insana geçen hastalık sayısı 144, bu hastalıktan ölen insan sayısı 77, ortalama ölüm riski ise % 50’dir. 2003 yılından bu yana kuş vebasından Türkiye hariç dünyada ölüm olayları: Kamboçya 4 vaka, 4 ölüm; Çin 7 vaka, 3 ölüm; Endonezya 16 vaka, 11 ölüm; Tayland 22 vaka, 14 ölüm; Vietnam 93 vaka 42 ölüm, olarak gerçekleşti.
Dünya Sağlık Örgütü (WHO) 3 ay önce (08 Ekim 2006), yaptığı açıklamada kuş gribinin insandan insana bulaşacak biçimde mutasyona uğrayabileceğini, bu mutasyonun gerçekleşmesi durumunda ise dünya çapında bir kuş gribi salgını olabileceğini ve böylesi bir salgında -dünyanın ne kadar hazırlıklı olduğuna bağlı olarak- 5 ile 150 milyon arasında insanın ölebileceğini duyurmuştu.
Dünya Sağlık Örgütü (WHO)’nün yaptığı bu açıklamanın ardından Amerikan senatosu, kuş gribine karşı mücadele için derhal 3.9 milyar dolarlık ek bütçe çıkarttı. AB ülkeleri de olası bir salgına karşı milyonlarca kutu Tamiflu stokladı. Tamiflu, kuş gribi virüsüne bulaştıktan sonra 48 saat içinde tedaviye başlanırsa kesin tedavi için onaylanan tek ilaç. Tedaviye 48 saatten sonra başlanırsa faydalı olmuyor.
Emperyalist kapitalist ülkeler, bol miktarda Tamiflu stokladılar. Bağımlı ülkelerdeki milyarlarca insanın hayatının ise hiç bir önemi yoktu, onların yaşama hakkı yoktu, çünkü onlar dünyanın lanetlileri idiler ve bu nedenle de insan sayılmazlardı... Bu olayda da Türkiye ve diğer emperyalizme bağımlı yoksul ülke yönetimleri sınıfta kaldılar, çünkü onlar için emperyalist tekellerin çıkarları kendi halklarının sağlığından ve yaşamından çok daha önemliydi. Bu olayda da ona uygun davrandılar...
Türkiye’de ilk kez Manyas’ta kuş gribi vakası görüldüğünde AB Komisyonu Türkiye’den kanatlı hayvan ithalatını derhal yasakladı. Oligarşi ise olayı kamuoyundan saklamış, hiç bir önlem almamış, her zaman olduğu gibi bu vakada da halk düşmanı yüzünü bir kez daha göstermişti.
Avrupa’nın üç ayrı ülkesinin (Fransa, Romanya ve İngiltere) aldığı önlemlere bakarak bir kıyaslama yaptığımızda da aradaki fark çok daha net biçimde anlaşılır. Fransa’da olası bir salgına karşı plan hazırlanarak 40 milyon dozluk aşı siparişi verildi. Ülkede 9 milyon virüs ilacı stoklanmış durumda. Yıl sonuna kadar bu rakam 14 milyona çıkacak. Hastanelere geçen yıl 50 milyon maske dağıtıldı... Romanya’da vakanın ardından pratisyen hekimlere yetki verildi ve hastaların tecrit edilmesi için tedbirler alındı. Aşı üretimi için Dünya Sağlık Örgütü’nün onayı bekleniyor. 500 bin doz ilaç mevcut. Ülkenin kırsal kesimlerine 300 bin doz dağıtıldı. Evcil kuşların karantinaya alınması, ev halkının aşılanması, araçların ilaçlanması gibi önlemler alınıyor... İngiltere’de karantinada iki papağan öldükten sonra kontroller sıklaştı. Kanatlı hayvanların pazarlarda satışı, fuarlar ve gösteriler yasaklandı. 120 milyon doz aşı hazırlanıyor... (BİA Haber Merkezi, 06 Ocak 2006)

Patent Hakkı Rezaleti…
Bu arada patent yasalarıyla korunan Tamiflu’nun (Ki Roche firmasına aittir) kopyalanarak üretilmesi yasak olmasına rağmen bu kritik süreçte kendi insanının sağlığını düşünen ya da düşünmek zorunda kalan Hindistan bu yasayı dinlemedi ve ülkenin önde gelen ilaç şirketi Bombay Cipla, Tamiflu’nun jenerik versiyonunu (Oseltamivir Fosfat) üretmeye başlayacağını açıkladı...
Hindistan’ın önde gelen ilaç şirketi Bombay Cipla’nın dünyanın en güçlü ilaç tekellerinden Roche’a meydan okuyan bu çıkışının ardından Tayvan Ulusal Sağlık Enstitüsü Roche’un “üretim süreci 10 aşamalı ve çok karmaşık” dediği Tamiflu’dan kısa sürede 6 kg. ürettiğini, kalite açısından Tamiflu ile % 99 benzer olduğunu, üstelik Roche ile kıyaslanmayacak kadar ucuza ürettiğini açıkladı...
Bu gelişmeler karşısında ünlü ilaç tekeli Roche, Hindistan’ın en büyük jenerik ilaç üreticisi Ranbaxy, İsrail ilaç devi Teva ve Amerikan Mylan/Barr’a Tamiflu’nun jeneriğini üretmeleri için izin vereceğini açıkladı... (Meral Tamer, 08 Ocak 2006, Milliyet)
Hindistan, Tayvan ve İsrail gibi emperyalizme bağımlı ülkeler gerektiğinde bazı güçlerini seferber ederek çıkış yolları bulurken, Türkiye hükümeti ise olaya sadece seyirci kalmış, asılsız, gerçek dışı açıklamalarla gerçekleri gizlemiş, insanların sağlığını, yaşamını hiçe saymıştır. Tüm bunlar yetmezmiş gibi, AKP Hükümeti 2004 yılında Manisa Tavuk Hastalıkları ve Aşı Üretim Enstitüsü’nü, kuş gribi aşısını geliştirmek için çalışmalarını sürdürdüğü bir dönemde Tarım ve Köyişleri Bakanlığı’nın isteği üzerine “elektrik faturası yüksek geliyor” diyerek kapattı. Sadece hayvanlar değil insanlar için de aşı üretebilecek özellikte olan enstitü, dünyada 8-10 benzer aşı üretim merkezinden birisiydi.
Manisa Aşı Üretim Enstitüsü’nün eski bir çalışanın yaptığı açıklamaya göre: “Ekim ortasında Manyas’ta çıkan ilk kuş gribi vakasında, oradaki çiftlikte bulunan kanatlıdan etken maddesi alınabilseydi, buradan yola çıkarak virüs tespiti yapılabilirdi. O geliştirilebilir, ona karşı aşı üretilmeye gidilebilirdi. Üretilecek bu aşı göç yolları üzerindeki yerlerde kullanılabilirdi. Manyas’ta çıkan kuş gribi ile Doğu’da çıkan aynı tür olduğu için, o zaman insanlara bulaşmadan, hayvanlarla bu iş halledilecekti. Hayvanlardan bulaşma gibi bir problem olmayacaktı. Kimse de hayatını kaybetmezdi.” (sendika.org) Fazla söze gerek yok, her şey ortada. Sorun sadece nerede durduğunuzla ve kime hizmet ettiğinizle ilgili. İnsanlığı düşünürseniz yukarda verdiğimiz alıntıda olduğu gibi yapılması gerekenleri yaparsınız ve insanların ölmesini engellersiniz. Bir avuç tekelin çıkarlarını savunursanız, insanlara, emekçilere bu tabloyu yaşatırsınız… Böylece yüzlerce somut örnekten de anlaşılacağı gibi kapitalist sistemin çivisi çıkmıştır ve emekçiler için verebileceği hiçbir şey yoktur. Emperyalist kapitalist sistemde insanlık için hiçbir iyileştirmenin yapılamayacağı bu ve benzer binlerce örnekten de somut olarak anlaşılmaktadır. Artık gerçekten de insanlık için tek bir kurtuluş yolu, emperyalist kapitalizmin tek bir alternatifi vardır: Sosyalizm. Elimizi çabuk tutmazsak bize yaşanacak bir dünya kalmayacak, insanlık çok daha büyük acılar yaşayacaktır. Bu nedenle gün örgütlenme ve kapitalist sisteme karşı mücadele etme günüdür. Kapitalizmin bu yeni aşamasında, dünyanın tüm ezilenleri, lanetlileri için kapitalist sistemi devirmek için örgütlenmek, mücadele etmek, devrim ve sosyalizmi gerçekleştirmek bir sorumluluk ve zorunluluktur…

 


 

 

 

 

 

sbarikat07@gmail.com
Sosyalist Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
Yönetim Yeri: Çakırağa Mah. Abdüllatif Paşa Sk. 4/5 Aksaray-İstanbul
0212 632 23 19