Şöyle biraz hafızamızı zorlayarak geriye dönüp
geçmişe bakalım… Türkiye’de bugüne kadar gerçekleşen
bütün deprem, yağmur, kar, vb. doğal afetlerden,
trafik kazalarında meydana gelen can ve mal kayıplarına
kadar her konuda resmi açıklama aynıdır: “Endişeye
hiç gerek yok. Her şey olması gerektiği biçimde
ve yerli yerindedir. Bütün bu felaketlerde devlet
yapması gerekeni yapmıştır, yeterli önlemler alınmıştır,
en küçük bir ihmal sözkonusu değildir.” “İnsanlar
koleradan değil “bağırsak enfeksiyonundan” ölmüştür.”
“Bizde Deli dana hastalığı ve AIDS hastalıklarına
rastlanmamıştır (ayrıca rastlansa da bize bir
şey olmaz) ve bu hastalıklardan dolayı ölüm vakası
yoktur.” “Çernobil kazasından sonra çayda radyasyona
rastlanmamıştır. Karadeniz Bölgesi’nde kanser
hastalığının, kanserden kaynaklanan ölüm oranlarının,
doğum sırasında ölümlerin ve sakat doğum oranlarının
artmasında radyasyonun hiç bir etkisi yoktur.”
“Trafik kazalarında dünya birincisi olmamız, en
ufak bir kar yağışında buzlanmaya bağlı olarak
yolların kapanması, insanların yollarda saatlerce
mahsur kalarak can derdine düşmesi, alt yapı yetersizliğinden
ve toplu taşımacılıkta ki çarpıklıktan vb. nedenlerden
kaynaklı değildir.” En son olarak da çocuklar
kuş vebasından, hatta “kuş gribinden” dolayı değil
zatürreeden ölmektedirler.”
Daha yüzlercesini sıralayabileceğimiz toplu katliamların,
ölümlerin ve maddi zararların gerçekleşmesine
neden olan somut olguların hiç biri, yetkili ağızların
yaptığı resmi açıklamaya göre asla doğru değildir,
yaşanmamıştır (!) Yaşanan ölümler, hastalıklar,
yaralanmalar, sakat kalmalar ve maddi kayıplarda
normal olaylardır. İddia edildiği gibi normal
olmayan hastalık, radyasyon vb. şeylerden kaynaklanmamaktadır.
Bu tür vakalar bizde kesinlikle olmaz (!) Ya da
bütün bunların yaşandığını söylemek ise en iyi
ihtimalle karanlık emelleri olan dış güçlerin
etkisinde kalmaktan aymazlıktan, saflıktan ibarettir
(!)
Ama biraz daha ileri gider bu olayların, felaketlerin
yaşanmasının ve sonuçlarının da çok ağır olmasının
kapitalist sistemin azami kar hırsından ve devletin
emekçileri düşünmemesinden kaynaklandığını bu
nedenle de alt yapının yetersiz olduğunu, yeterli
önlemlerin alınmadığını, çünkü kârın insandan,
emekçilerden daha önemli olduğunu söylediğiniz
ve bundan da kapitalist sistemi ve devleti sorumlu
tuttuğunuzda ise siz ve sizin gibi düşünenler;
“bu memleket ve millet için zararlı, ülkenin büyümesini,
gelişmesini ve huzurunu istemeyen, dış güçlerin
maşası konumundaki karanlık amaçlı kişiler, iç
düşmanlar” olarak suçlanırsınız. Amacınız ülkede
kaos yaratmaktır ve bütün bu yalanları da bu yüzden
uydurmaktasınızdır, bütün misyonunuz bundan ibarettir...
Yoksa bu türden felaketler her zaman devletin
gerekli önlemleri alması sayesinde fazla mal ve
can kaybı olmadan atlatılmaktadır (!) Fakat her
ne hikmetse bütün bu önlemlere rağmen insanlar
ölmekte, yaralanmakta, sakat kalmakta, yerinden
yurdundan olmakta, evsiz barksız kalmakta ve derin
acılar yaşamaktadır. Dert değil, çünkü “kaderin
önüne geçilmez” der işin içinden çıkarız. Fazla
dağıtmadan konumuza döner, sadece son süreçte
“kuş gribi” kuş vebası ile ilgili rezalete somut
olgulara dayanarak baktığımızda ise karşımıza
çok farklı bir tablo çıkmaktadır.
Hastalık İlk Önce Manyas’ta
Görüldü, Ölümlerse Mezopotamya’da
Hastalığa ilk önce Balıkesir Kuş Cenneti Manyas’ta
rastlandı. Fakat bu halktan gizlendi, halk bilgilendirilmedi
ve gerekli önlemler alınmadı. Ya da alınan önlemler
sadece yerelle sınırlı kaldı, genelleştirilmedi.
Hastalığın ilk önce Manyas’ta daha sonra da Mezopotamya’da
görülmesinden çok sonra Sağlık Bakanlığı’nın açıklama
yapması o süre içinde hastalığın binlerce insana
bulaşmasına ve bir çoğunun da ölümüne yol açmıştır...
Felaketin nasıl ve ne zaman sonuçlanacağı, ne
kadar süreceği, kaç kişinin ölümüne ve sakat kalmasına
yol açacağı, kestirilememektedir. Yapılan sadece
olayı önemsizmiş gibi göstererek halktan hastalığın
verdiği zararları gizlemekten ibarettir.
Kuş Vebasına Kasım 2005’den önce rastlanıldığı
ve Çevre Orman Bakanı Osman Pepe’nin yaptığı açıklamaya
göre de Türkiye’nin kuş gribine karşı Mart 2004’de
Dünya Sağlık Örgütü (WHO) tarafından uyarıldığı
anlaşılıyor. Sıcak havalarda rastlanılan kuş gribinin
havaların soğumasıyla birlikte daha fazla artma
ihtimali vardır. Çünkü, göçmen kuşların kuzey
yarım küre ile güney yarım küre arasında iki büyük
göç yolu bulunmaktadır, bu yollardan biri Kırgızistan,
Kazakistan, Rusya ve Ukrayna’dan gelip, Artvin
ve Iğdır üzerinden Hataya inen bir hat izlemektedir.
Bir diğeri ise Macaristan, Romanya ve Bulgaristan
üzerinden İstanbul’a ulaşmaktadır. Her iki hatta
Hatay üzerinde birleşmektedir. Göçmen kuşlardan
bazıları Türkiye’yi istasyon olarak kullanmaktadır,
bunlardan bir bölümü sulak alanlarda konaklamaktadır.
Türkiye’nin yüzölçümünün yüzde 1.5 ile 2’si sulak
alanlardan oluşmaktadır. Bu bölgelerdeki su kuşlarının
civarındaki kanatlılara kuş gribini bulaştırma
riski bulunduğu bilinmektedir. Üstelik göçmen
kuşlar bu yolculuklarını kışın yapmaktadırlar.
Fakat buna rağmen hiç bir tedbir alınmamış, halk
bilgilendirilmemiş adeta ölümlere davetiye çıkarılmış,
tekellerin çıkarı insan hayatından önde tutulmuştur.
Ölümlerin ise Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı
coğrafyada, yani Mezopotamya’da rastlanılması
ve masum yüzlü, kara zeytin gözlü, dünya güzeli
Koçyiğit kardeşlerden üçünün (Muhammet Ali, Fatma
ve Hülya öldü, Hasan’da ölümden döndü) Van Yüzüncü
Yıl Hastanesi’nde yaşamlarını yitirmesi sadece
bir tesadüf değildir. Çünkü, gelişmelerden ve
resmi açıklamalardan, Manyas’ta alınan tedbirlerin
aynı hızla Iğdır’da alınmadığı, Van Yüzüncü Yıl
Hastanesi’nde tıbbi müdahalenin gecikmesinde hastanelerin
malzeme eksikliği çekmesinin, Sağlık Bakanlığı’nın
bu tür ilaçların (kuş gribi ilaçları, Tamiflu
vb.) eczanelerde bulundurulmasını şart koşmamasının
ve Mezopotamya’daki sağlık personeli eksikliğinin
payı olduğu anlaşılıyor.
Bütün bunlar da oligarşi için ticari çıkarların
insan sağlığından daha önemli olmasından, Mezopotamya’yı
ve bu coğrafyada yaşayan Kürt yoksullarını her
alanda olduğu gibi sağlık alanında da ikincil
görme anlayışından kaynaklanmaktadır.
Oysa genel kural olarak “hastalığın ne olduğuna
dair bir şüphe varsa, o şüphe yüzde yüz giderilene
kadar sanki varmış gibi hareket edilir. Sağlık
denince ilk olarak akla hastalığın iyileştirilmesi,
hastalığın hiç olmaması için ortamın hazırlanması
gelir. Bazı hastalıklar vardır ki ne kadar tehlikeli
olursa olsun küçük ama önemli bilgilendirmelerle
yenilebilir.” (Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri
Sendikası (SES) Genel Başkanı Dr. Köksal Aydın)
Ancak öyle görünüyor ki Mezopotamya’da bu temel
prensip hiçe sayılmıştır. Bırakalım hastalığın
iyileştirilmesi için önlemler almayı, hastalığın
hiç olmaması için ortamın hazırlanmasını, halkı
bilgilendirmeyi ve eğitmeyi, tam tersine olay
tamamen inkar edilmiş, sürekli olarak çelişkili
açıklamalarda bulunulmuş ve ancak mızrak çuvala
sığmayınca da gerçeklik kabul edilmek zorunda
kalınmıştır. Olanlar olmuş, insanlar ölmüştür.
Hangi olay insanların ölümünden daha önemli olabilir
ve onları geri getirebilir. Elbette ki hiç bir
şey insan hayatından daha önemli değildir ve onları
hiçbir güç geri getiremez. Eğer sizin için insan
hayatı her şeyden önce gelirse ona uygun davranır
ve halka her şeyi doğru biçimde anlatır, ona uygun
önlemler geliştirirsiniz. Tekellerin azami kar
hırsı insan dahil her şeyden önce gelirse böyle
davranırsınız.
Örneğin Manyas’ta yaşananlardan sonra Sağlık Bakanı
Recep Akdağ “Türkiye’de kuş gribi yok, zaten biz
önlemimizi aldık” açıklamasında bulunmuştu. Van
Yüzüncü Yıl Hastanesi’nde Koçyiğit kardeşlerden
Muhammet Ali’nin ölümünün “kuş gribinden’ değil
zatürreeden olduğu açıklandı. Aynı Sağlık Bakanı,
Ağrı’nın Doğubeyazıt İlçesi’nden Muhammet Ali’nin
ölümünün ardından, kardeşleri Fatma ve Hülya Koçyiğit’in
de Van Yüzüncü Yıl Hastanesi’nde ilaçsız, bakımsız
ve teknik donanımsız koşullarda yaşamlarını yitirmeleri
üzerine, artık mızrak çuvala sığmayınca Koçyiğit
kardeşlerin ölüm nedeninin “kuş gribinden” olduğunu
açıklamak zorunda kaldı. (06 Ocak 2006, BİA Haber
Merkezi)
Üstelik isimlendirmede de aynı şey yaşandı. Hastalığın
adı ilk başta kabul edilmedi, daha sonra “kuş
gribi” olduğu söylendi fakat hiçbir zaman bu hastalığın
adının kuş vebası olduğu kabul edilmedi. Hala
halk düşmanı tutumlarını sürdürmeye, suç işlemeye
devam ediyorlar, hastalığın adının “kuş gribi”
değil kuş vebası olduğunu kamuoyundan gizliyorlar.
Rektör Yücel Aşkın için ortalığı velveleye verenler
(sözde aydınlar, bilim adamları, laikler vs.),
acaba hiç düşünmüşler midir? Bu yavrular aynı
kişinin başında bulunduğu kurumun hastanesinde
yaşamlarını yitirdiler. İlk başta hastaneye kaldırıldıklarında
yanlış teşhis konularak geri evlerine gönderildiler.
Daha sonra ise tekrar hastaneye kaldırıldıklarında
bu kez de “kuş gribi” için yeterli önlemler alınmadığından,
bu hastalığın ilacı olan Tamiflu ve aşı bulunmadığından
ve teşhiste geç kalındığından dolayı Koçyiğit
kardeşler arka arkaya yaşamlarını yitirdiler.
Erken teşhis konulsa ve 48 saat içinde Tamiflu
tedavisi uygulansa ve aşı yapılsa bu çocuklar
bugün hayatta olacaklardı... Daha sonra ise yine
bir başka Kürt çocuğu Fatma Özcan, yine aynı yerde
Yücel Aşkın’ın başında bulunduğu Van Yüzüncü Yıl
Hastanesi’nde yaşamını yitiriyordu...
Bu ve buna benzer bir çok olayda da görüldüğü
gibi Mezopotamya’da yaşayan Kürt yoksullarının
ve bunların çocuklarının hiç bir değeri yoktu.
Bu duruma hiç kimse sesini çıkarmıyor ve sesini
yükseltmiyordu. Sömürgeci zihniyet bir kez daha
kendini ele veriyordu. Genelde emperyalist kapitalist
sistemde tekeller için, özelde ise Türkiye gibi
yeni-sömürge bir ülkede oligarşi için emekçilerin
hiç bir değeri yoktur. Bunda yadırganacak bir
şeyde yoktur, çünkü bu durum da sonuçta sınıfsal
bir tutumdur. Kendi ülkesinin emekçilerini önemsemeyen
ve bunlar için hiç bir iyileştirici, yapıcı bir
düşünceye sahip olmayan bir anlayıştan, sömürgesi
için bu türden yatırımlar yapmasını zaten bekleyemeyiz.
Mezopotamya’da her konuda olduğu gibi “kuş gribi”
kuş vebası vakasında da Batı’ya göre daha fazla
rastlanılmasının, ölüm oranının daha fazla olmasının
ve gerekli hiç bir hazırlığın, yatırımın olmamasının
altında bu sömürgeci zihniyet yatmaktadır.
Bu arada hükümete de fazla haksızlık yapmamak
lazım; çünkü geçenlerde AKP Ağrı Milletvekili
Naci Aslan, kuş vebası hastalığı nedeniyle hayatını
kaybeden Fatma Özcan’ın babası Mehmet Emin Özcan’a
Başbakan Tayyip’in talimatıyla ev ve iş verileceğini
açıkladı. (Radikal, 20 Ocak 2006)
Bir insan hayatının karşılığı bir ev ve iş...
İnsan hayatı işte bu kadar ucuz... Onlara göre
maddi çıkar her şeyin üstündedir ve para karşılığı
satın alınamayacak kimse yoktur... Bir insan hem
yoksul, hem de Kürt ise onun hiç mi hiç değeri
yoktur... Fiyatı daha ucuzdur... Üstelik yoksul
bir Kürt çocuğu için de ortalığı velveleye vermenin,
sorunu gündeme getirmenin hiç bir anlamı yoktur...
Sorun yoksullar ve Kürtler olduğu zaman en iyisi
üç maymunları oynamaktır...
Yalanlar ve Halktan
Gizlenen Gerçekler...
Ancak öte yandan, AKP Hükümeti, bakanları ve sözcüleri
her ne kadar kuş vebasının önemli boyutta olmadığını,
çok büyük bir risk teşkil etmediğini, fazla abartmamak
gerektiğini ve yeterli önlemlerin alındığını söyleyerek
kamuoyunu yanıltsalar da asıl patron öyle söylememekte,
onlar gibi konuşmamakta, tam tersine yaptığı açıklama
işin gerçek boyutunu, önemini göstermekte, hükümet
tarafından yapılan resmi açıklamaları yalanlamaktadır.
Dünya Bankası Başkanı Paul Wolfowitz, “tüm ülkeler
hastalığın yayılmaması için gayret göstermeli,
önceki salgınların maliyeti 10 milyar doları aşmıştı.
Eğer uluslararası toplum bu hastalığı kontrol
altına almada başarısız kalırsa dünya büyük bir
ekonomik zarara uğrayacak, kuş gribinin insanlar
arasında yayılma olasılığına karşı küresel bir
hazırlık gerekir” diyor. (Radikal, 20 Ocak 2006)
Bu açıklamadan da kuş vebasının insanlar arasında
yayılma olasılığı olduğu anlaşılıyor. Oysa hükümet
yaptığı her açıklamada “kuş gribinin” insandan
insana bulaşma riski taşımadığını söylemişti.
Ayrıca “kuş gribinin” korkacak kadar tehlikeli
boyutta olmadığı, çok büyük bir risk taşımadığı
savının da kocaman bir yalan olduğu anlaşılıyor.
Çünkü Wolfowitz; “... Uluslararası toplum bu hastalığı
kontrol altına almada başarısız kalırsa dünya
büyük bir ekonomik zarara uğrayacak...” demektedir.
Tabii ki bu açıklamada da önceliği insan değil
ekonomi almaktadır. Yine resmi ağızlardan tavuk
etinin kaç derecede kaynatılırsa, yumurta kaç
derecede haşlanırsa ölüm riskini ortadan kaldırılacağı,
bunları yüksek derecede kaynatarak yemenin bir
risk teşkil etmediği belirtilse de, Başbakanlık
yemekhanesinde tavuk eti yenmesi yasaklanmıştır.
(Radikal 20 Ocak 2006)
Aynı zamanda “kuş gribinin” yeni ortaya çıkmadığı,
hastalığa geçen yıl rastlanıldığı ve bunun yaklaşık
bir yıldan fazla bir zamandır halktan gizlendiği
anlaşılmaktadır. Örneğin; Avrupa Bulaşıcı Hastalıkları
İzleme Merkezi (ABHİM) raporu aynen şöyledir:
“Kuş gribi virüsü Türkiye’yi Kasım 2005 öncesinde
etkiledi. Ancak ölümler sıcaklıkların eksi 30’a
kadar düştüğü 26 Aralık tarihinden sonra görüldü.
Yeni yılla birlikte, Türkiye’de vaka sayısı daha
da arttı. Bu artışın değerlendirilmesi dikkate
değer. Türkiye’nin doğusunda soğukların düşmesiyle,
“üşümesinler” diye tavukların ev içlerine alındığını
gördük. Böyle olunca da enfeksiyon riski daha
da arttı. Bu uygulama önlenmediği sürece kuş gribinden
etkilenen insan sayısı artacak. Türkiye’nin Doğu
ve Güneydoğusu için özel önlemler alınmalı.” Bu
uzun alıntı da yukarda yazdıklarımızın doğruluğunu
kanıtlamaktadır. Birincisi: hastalık yaklaşık
olarak bir yıl önce görülmesine rağmen buna uygun
hiç bir önlem alınmamış, halka açıklama yapılmadığı
gibi tam tersine halktan gizlenmiş, halkı aydınlatan,
bilgilendiren, eğiten herhangi bir çalışma yapılmamış,
ABHİM’in raporunda da belirtildiği gibi hastalığın
Mezopotamya’da daha çok görülmesine rağmen o bölgeye
en küçük bir hizmet götürülmeyerek gerçek anlamda
sömürgeci bir mantıkla hareket edilmiştir. Bu
durumun her felaket ya da doğal afette vb. olduğu
gibi tek sorumlusu devlettir.
Kapitalizmde Paran Kadar Sağlık...
Dünya Sağlık Örgütü (WHO) verilerine göre “Kuş
gribi” ilk kez 2003’te Hong Kong’da ve sırasıyla
da Endonezya, Kanada, Hırvatistan, Rusya, Romanya,
Ukrayna, Çin, Kuveyt, Tayland, Tayvan, Kamboçya,
Vietnam ve son olarak da Türkiye’de görüldü. Bu
ülkelerde ki kuş gribi salgınında kanatlı hayvanlardan
insana geçen hastalık sayısı 144, bu hastalıktan
ölen insan sayısı 77, ortalama ölüm riski ise
% 50’dir. 2003 yılından bu yana kuş vebasından
Türkiye hariç dünyada ölüm olayları: Kamboçya
4 vaka, 4 ölüm; Çin 7 vaka, 3 ölüm; Endonezya
16 vaka, 11 ölüm; Tayland 22 vaka, 14 ölüm; Vietnam
93 vaka 42 ölüm, olarak gerçekleşti.
Dünya Sağlık Örgütü (WHO) 3 ay önce (08 Ekim 2006),
yaptığı açıklamada kuş gribinin insandan insana
bulaşacak biçimde mutasyona uğrayabileceğini,
bu mutasyonun gerçekleşmesi durumunda ise dünya
çapında bir kuş gribi salgını olabileceğini ve
böylesi bir salgında -dünyanın ne kadar hazırlıklı
olduğuna bağlı olarak- 5 ile 150 milyon arasında
insanın ölebileceğini duyurmuştu.
Dünya Sağlık Örgütü (WHO)’nün yaptığı bu açıklamanın
ardından Amerikan senatosu, kuş gribine karşı
mücadele için derhal 3.9 milyar dolarlık ek bütçe
çıkarttı. AB ülkeleri de olası bir salgına karşı
milyonlarca kutu Tamiflu stokladı. Tamiflu, kuş
gribi virüsüne bulaştıktan sonra 48 saat içinde
tedaviye başlanırsa kesin tedavi için onaylanan
tek ilaç. Tedaviye 48 saatten sonra başlanırsa
faydalı olmuyor.
Emperyalist kapitalist ülkeler, bol miktarda Tamiflu
stokladılar. Bağımlı ülkelerdeki milyarlarca insanın
hayatının ise hiç bir önemi yoktu, onların yaşama
hakkı yoktu, çünkü onlar dünyanın lanetlileri
idiler ve bu nedenle de insan sayılmazlardı...
Bu olayda da Türkiye ve diğer emperyalizme bağımlı
yoksul ülke yönetimleri sınıfta kaldılar, çünkü
onlar için emperyalist tekellerin çıkarları kendi
halklarının sağlığından ve yaşamından çok daha
önemliydi. Bu olayda da ona uygun davrandılar...
Türkiye’de ilk kez Manyas’ta kuş gribi vakası
görüldüğünde AB Komisyonu Türkiye’den kanatlı
hayvan ithalatını derhal yasakladı. Oligarşi ise
olayı kamuoyundan saklamış, hiç bir önlem almamış,
her zaman olduğu gibi bu vakada da halk düşmanı
yüzünü bir kez daha göstermişti.
Avrupa’nın üç ayrı ülkesinin (Fransa, Romanya
ve İngiltere) aldığı önlemlere bakarak bir kıyaslama
yaptığımızda da aradaki fark çok daha net biçimde
anlaşılır. Fransa’da olası bir salgına karşı plan
hazırlanarak 40 milyon dozluk aşı siparişi verildi.
Ülkede 9 milyon virüs ilacı stoklanmış durumda.
Yıl sonuna kadar bu rakam 14 milyona çıkacak.
Hastanelere geçen yıl 50 milyon maske dağıtıldı...
Romanya’da vakanın ardından pratisyen hekimlere
yetki verildi ve hastaların tecrit edilmesi için
tedbirler alındı. Aşı üretimi için Dünya Sağlık
Örgütü’nün onayı bekleniyor. 500 bin doz ilaç
mevcut. Ülkenin kırsal kesimlerine 300 bin doz
dağıtıldı. Evcil kuşların karantinaya alınması,
ev halkının aşılanması, araçların ilaçlanması
gibi önlemler alınıyor... İngiltere’de karantinada
iki papağan öldükten sonra kontroller sıklaştı.
Kanatlı hayvanların pazarlarda satışı, fuarlar
ve gösteriler yasaklandı. 120 milyon doz aşı hazırlanıyor...
(BİA Haber Merkezi, 06 Ocak 2006)
Patent Hakkı Rezaleti…
Bu arada patent yasalarıyla korunan Tamiflu’nun
(Ki Roche firmasına aittir) kopyalanarak üretilmesi
yasak olmasına rağmen bu kritik süreçte kendi
insanının sağlığını düşünen ya da düşünmek zorunda
kalan Hindistan bu yasayı dinlemedi ve ülkenin
önde gelen ilaç şirketi Bombay Cipla, Tamiflu’nun
jenerik versiyonunu (Oseltamivir Fosfat) üretmeye
başlayacağını açıkladı...
Hindistan’ın önde gelen ilaç şirketi Bombay Cipla’nın
dünyanın en güçlü ilaç tekellerinden Roche’a meydan
okuyan bu çıkışının ardından Tayvan Ulusal Sağlık
Enstitüsü Roche’un “üretim süreci 10 aşamalı ve
çok karmaşık” dediği Tamiflu’dan kısa sürede 6
kg. ürettiğini, kalite açısından Tamiflu ile %
99 benzer olduğunu, üstelik Roche ile kıyaslanmayacak
kadar ucuza ürettiğini açıkladı...
Bu gelişmeler karşısında ünlü ilaç tekeli Roche,
Hindistan’ın en büyük jenerik ilaç üreticisi Ranbaxy,
İsrail ilaç devi Teva ve Amerikan Mylan/Barr’a
Tamiflu’nun jeneriğini üretmeleri için izin vereceğini
açıkladı... (Meral Tamer, 08 Ocak 2006, Milliyet)
Hindistan, Tayvan ve İsrail gibi emperyalizme
bağımlı ülkeler gerektiğinde bazı güçlerini seferber
ederek çıkış yolları bulurken, Türkiye hükümeti
ise olaya sadece seyirci kalmış, asılsız, gerçek
dışı açıklamalarla gerçekleri gizlemiş, insanların
sağlığını, yaşamını hiçe saymıştır. Tüm bunlar
yetmezmiş gibi, AKP Hükümeti 2004 yılında Manisa
Tavuk Hastalıkları ve Aşı Üretim Enstitüsü’nü,
kuş gribi aşısını geliştirmek için çalışmalarını
sürdürdüğü bir dönemde Tarım ve Köyişleri Bakanlığı’nın
isteği üzerine “elektrik faturası yüksek geliyor”
diyerek kapattı. Sadece hayvanlar değil insanlar
için de aşı üretebilecek özellikte olan enstitü,
dünyada 8-10 benzer aşı üretim merkezinden birisiydi.
Manisa Aşı Üretim Enstitüsü’nün eski bir çalışanın
yaptığı açıklamaya göre: “Ekim ortasında Manyas’ta
çıkan ilk kuş gribi vakasında, oradaki çiftlikte
bulunan kanatlıdan etken maddesi alınabilseydi,
buradan yola çıkarak virüs tespiti yapılabilirdi.
O geliştirilebilir, ona karşı aşı üretilmeye gidilebilirdi.
Üretilecek bu aşı göç yolları üzerindeki yerlerde
kullanılabilirdi. Manyas’ta çıkan kuş gribi ile
Doğu’da çıkan aynı tür olduğu için, o zaman insanlara
bulaşmadan, hayvanlarla bu iş halledilecekti.
Hayvanlardan bulaşma gibi bir problem olmayacaktı.
Kimse de hayatını kaybetmezdi.” (sendika.org)
Fazla söze gerek yok, her şey ortada. Sorun sadece
nerede durduğunuzla ve kime hizmet ettiğinizle
ilgili. İnsanlığı düşünürseniz yukarda verdiğimiz
alıntıda olduğu gibi yapılması gerekenleri yaparsınız
ve insanların ölmesini engellersiniz. Bir avuç
tekelin çıkarlarını savunursanız, insanlara, emekçilere
bu tabloyu yaşatırsınız… Böylece yüzlerce somut
örnekten de anlaşılacağı gibi kapitalist sistemin
çivisi çıkmıştır ve emekçiler için verebileceği
hiçbir şey yoktur. Emperyalist kapitalist sistemde
insanlık için hiçbir iyileştirmenin yapılamayacağı
bu ve benzer binlerce örnekten de somut olarak
anlaşılmaktadır. Artık gerçekten de insanlık için
tek bir kurtuluş yolu, emperyalist kapitalizmin
tek bir alternatifi vardır: Sosyalizm. Elimizi
çabuk tutmazsak bize yaşanacak bir dünya kalmayacak,
insanlık çok daha büyük acılar yaşayacaktır. Bu
nedenle gün örgütlenme ve kapitalist sisteme karşı
mücadele etme günüdür. Kapitalizmin bu yeni aşamasında,
dünyanın tüm ezilenleri, lanetlileri için kapitalist
sistemi devirmek için örgütlenmek, mücadele etmek,
devrim ve sosyalizmi gerçekleştirmek bir sorumluluk
ve zorunluluktur…
|