Son bir ayın gelişmeleri aslında yaşadığımız
toplumsal sistemin tüm özelliklerini yansıtıyor.
Hani derler ya, “bir musibet bin nasihatten iyidir”
tam da böyle... Kuş gribinden, halk düşmanı tetikçi
Ağca’nın tahliyesine, doğal gazda yaşanan sıkıntının
kısa sürede tüm yaşamı felç etme tehdidi yaratmasına
değin her şey sayfalar dolusu teorik-politik yazının
anlatacağından daha çok şeyi somut ve net biçimde
gösteriyor.
Kuş Gribi; Halka Reva
Görülen Felaket
Kuş gribi kısa sürede yirminin üzerinde kente
yayılmış durumda. İnsanlar hastalanıyor, yoksul
insanlarımız can veriyor, özellikle küçük çocukları
kaybediyoruz. Burjuvazinin yalaka medyası halkın
cahilliğinden dem vurarak sorunun gerçek boyutlarını,
sorumlularını örtbas etmeye çalışıyor. Minikler
can verirken oligarşinin hükümeti durmadan Amerikanın
ve AB’nin emperyalist kurumlarından aldığı “aferin”lerle
övünüyorlar. Neymiş? Hiçbir şeyi gizlemiyorlarmış.
Gözümüzün içine baka baka yalan söylüyorlar. Sanki
daha ilk andan itibaren gelişmeleri örtbas etmek
isteyenler kendileri değilmiş, sanki hastalığa
dikkat çekenleri neredeyse hain ilan etmemişler
ve kısa sürede olayın gizlenecek yanı kalmayınca
çark etmemişler gibi, “açıklık”tan, hiçbir şeyin
gizlenmediğinden söz ediyorlar. Burjuva siyasetin
ikiyüzlü ve yalana dayalı adi içeriği böylesine
pişkinlikle ortaya konuyor. Ayrıca gizleseniz
ne olur, gizlemeseniz ne olur? İnsanlar ölüyor.
Özellikle taşradaki yoksulların başlıca geçim
ve besin kaynaklarından biri olan kümes hayvancılığı
milyonları bulan itlaflar nedeniyle yok ediliyor.
Emekçiler hem canından oluyor, hem de yoksullukları
daha da derinleşiyor. Emperyalistlerin ve işbirlikçilerinin
hükümeti bu konuda ne yaptığını ise açık açık
anlatmıyor. Onlar birkaç tekelin egemen olduğu
“tavukçuluk sektörü”ne hayıflanıyorlar, “sektöre”
yardımı konuşuyorlar. “Sektöre” yardım muhtemelen
sektörün emperyalist tekellerin eline geçmesiyle
sonuçlanırsa şaşmamak gerekiyor. Peki, canından
olan, hastalık korkusunu yaşayan, yaşamlarını
sürdürmelerinde az da olsa katkı sunan kümesleri
yok edilen milyonlarca yoksul aile ne olacak?
Bunun yanıtı yok... Birkaç tavukçuluk firmasına
milyonlarca dolar destek ayıranlar, yoksullar
için ne tür “yardım paketleri” hazırlıyorlar.
Bunun yanıtı koca hiçtir. Yoksulların payına düşen
cahillikle suçlanmaktır. Ciddi bir sağlık desteğinden
mahrum olmaktır. Geçimlerine katkı sunan kümeslerin
yok edilmesidir. Ciddi hiçbir önlemin alınmamasıdır.
Evet bu sistem ve temsilcileri, hükümetleri cahil
değildir. Onlar gayet iyi bilerek, isteyerek bu
coğrafyanın işçilerini, emekçilerini, yoksullarını
insan yerine koymuyorlar. Sağlığı paralı hale
getiren, parası olmayanın canı çıksın diyen onlardır.
Doğubeyazıt’lı Fatma, babasının cehaleti nedeniyle
değil, sağlığı paralı hale getiren, insan sağlığını
alınır satılır bir mal gibi gören bu vahşi ve
“bilinçli” sistemin kurbanı olmuştur. Evet onlar
bilinçlidir, tüm kümes hayvanlarını yok edelim
derken, arkasında hayvancılığın, tavukçuluğun
tekelleştirilmesi hesabı vardır. Halkın tüm öz
geçim kaynaklarının kurutulması vardır. Ülkenin
tek aşı üretim merkezini, evet bu tür salgın hastalıklar
karşısında hızla ve ülkedeki tehdide uygun aşı
üretebilecek merkezi bu hükümet kısa bir süre
önce kapatmıştır. Onlar bunu yaparken de gayet
bilinçliler, aşı gibi çok önemli bir sağlık ürününde
emperyalist tekellere bağımlı bir yapı oluşturulmak
istenmiştir. Muhtemeldir ki, bu da IMF direktifidir.
Emperyalistler ve işbirlikçileri böylesine bilinçlidirler.
Felaket yaratmakta bilinçli ve ustadırlar. Sadece
son yıla bile baktığımızda hayatımızın her alanının
sürekli biçimde değişik felaketlerle örülü olduğunu
görürüz. Evler, kamu binaları durduk yere yıkılır,
depremlerde on binler ölür, çöplükler patlar mahalleler
yıkılır, kuş gribi gelir, kanser yaygınlaşır,
kar yağar hayat durur, kazalarda yüzlerce insan
ölür, ekonomik krizler yaşanır bir gecede tüm
halkın cebindekilerin yarısı yağmalanır, hortumcular
ülkenin 70 milyarını çalar, insanlar hastane kapılarında
parasızlık yüzünden, kuyruklarda can verir...
Bunların hepsinde önce halk suçlanır; suç bellidir
“cahillik” ve eğitim şarttır. Halbuki bu ülkeyi
yönetenlerin hepsi eğitilmiştir, üniversiteler
bitirmişlerdir, emperyalistlerin onayını almışlardır.
Ve bu felaketlerin ortaya çıkmasına neden olan
tüm kararların, resmi işlemlerin altında onların
imzası vardır. Depremlerde yıkılan kamu binalarını
onlar yaptırmıştır, tüm binaların yapımına onlar
izin vermiştir. Ekonomik kriz onların eseridir.
Hortumcularla beraber çalan onlardır. Radyasyonlu
çayları halka içiren, fındıkları yediren onlardır.
Halkı açlığa mahkum edenler, çöplükler üzerinde
ev kurmak zorunda bırakanlar onlardır. Evet, onlar
bilinçlidir, eğitimlidir, emperyalist efendilerinin
desteği arkalarındadır.
Ağca; Trajikomik Bir
Devlet-CIA Oyunu
Kuş gribi felaketi tam bir trajedi olarak yaşanırken,
gündeme bir başka trajik olay, daha doğrusu trajikomik
olay girdi; M. Ali Ağca önce tahliye edildi, ardından
apar topar geri tutuklandı. Bu süreç boyunca gündem
M. Ali Ağca’nın tahliyesi üzerine yapılan teranelere
düğümlendi. Kaç yıl daha yatması gerektiğine üzerine
yapılan hesaplar kitaplar, kimin adamı olduğuna
ilişkin her şeyi bulanıklaştıran yazılar, TV programları,
vb... Halbuki her şey yıllardan beri çok açık;
Ağca CIA’nın ve onun uzantısı olan kontrgerillanın,
MHP’nin basit, halk düşmanı bir tetikçisi, eli
kanlı bir halk düşmanı. Diğer bütün noktalar ise
sadece detaydır. Ağca olayında görülmesi gereken
asıl şey, TC’nin tüm güvenlik aygıtının esas olarak
bir iç savaş örgütlenmesi olduğu ve başta CIA
ve NATO olmak üzere ABD emperyalizminin ve güdümündeki
savaş aygıtları tarafından örgütlendiğidir. Çatlı,
Ağca, Oral Çelik, Mehmet Ağar vb. ise halka karşı
ABD emperyalizmi tarafından örgütlenmiş devletin
suç aygıtlarının elemanlarıdırlar. Onlar sadece
tetikçi de değildir. Tümü uyuşturucu ticaretine
karışmıştır ve bu işleri yaparken çeşitli devlet
kurumlarından, CIA vb. örgütlerden destek almışlardır,
başları derde girdiğinde ise yine aynı güçlerce
kurtarılmışlardır. Ağca’nın 1979’da cezaevinden
kaçışı, Çatlı’nın İsviçre’de cezaevinden kaçırılması,
Yeşil’in bir türlü yakalanamaması, Şemdinli de
halka bomba atan astsubayın “iyi çocuk” ilan edilmesi
ve daha niceleri bu canilerle devlet ve CIA arasındaki
bağlantının açık kanıtlardır. Bunlar belgelenmiştir.
Burjuva medyası bu canilerin devletle, CIA, kontrgerilla
ile bağlantılarını zaman zaman itiraf etmekle
birlikte, bu halk düşmanı aygıtların dağıtılmasını,
sorumluların yargılanmasını asla istememektedirler.
Bu gerçek dile getirilmeden yapılacak her açıklama,
her yorum eksik ve yanlıştır.
Son 35 yılda yaşananlara bir göz gezdirdiğimizde
Ağca çok basit bir ayrıntı olarak kalır. 1 Mayıs
katliamını yapanlar kimdir? Binlerce insanı kaybeden,
katleden kontrgerillacılar nerededir? Adı ve suçları
ayyuka çıkmış Yeşil nerededir ve kimin tarafından
korunmaktadır. Daha birkaç ay önce Şemdinli’de
halka kurşun sıkan, bomba atan itirafçı ve subaylar
yeni Ağcalar değil de nedir?
Tablo açıktır; polis, istihbarat ve ordu aygıtı,
daha da ötesi tüm devlet aygıtı, başta ABD emperyalizmi
olmak üzere tüm emperyalistlerin ve işbirlikçi
tekellerin çıkarlarını korumak için bir iç savaş
aygıtı olarak düzenlenmiştir. Hedefleri tektir;
halklarımızın özgürlük ve insanca yaşam özlemlerini
ve mücadelelerini bastırmak, kanla, provokasyonlarla
boğmaktır. Ağca ve benzerleri bu hedef doğrultusunda
kullanılan halk düşmanı kuklalardır. Bu kuklaların
birkaç yıl daha cezaevinde üstelik de “ayrıcalıklı
konuk” muamelesi görerek kalması bir şeyi değiştirmez.
Çünkü onları yönlendiren resmi suç aygıtları hala
iş başındadır. Ve en son Şemdinli de görüldüğü
üzere yeni yeni saldırılarla işlerini görmekteler.
Borsa Büyüyor, Halkın
Cebi Büyümüyor; Yaklaşan Felaket
Felaketler, trajediler ve trajikomik gelişmeler
birbirine eklenirken, oligarşinin medyası “sevinçli”
haberler de veriyor. İstanbul borsası dünyanın
en hızlı büyüyen ikinci borsasıymış... Borsanın
ne işe yaradığını 2001 krizinde çok açık gördük.
Hiçbir somut maddi gelişmeye dayanmayan suni ve
spekülasyonu hedefleyen artışlarla büyüyen borsanın
bir gecede çöktüğünü ve halkın milyarlarca dolarının
bir avuç emperyalist tekel ve işbirlikçileri tarafından
çalındığını kim unutabilir ki? Bir soru daha;
borsa büyüyor, tamam, peki halkın cebindeki para
da büyüyor mu, işsiz sayısı azalıyor mu? Asıl
sorulması gereken soru budur. Cari açıkları büyüyen,
dış borçları çoktan 200 milyarı aşmış Türkiye’nin
yeni bir krizin sinyallerini verdiği açıktır.
Türkiye ekonomisinin 10 milyar dolarlık bir paranın
ülkeden çıkması durumunda yeni bir krizle karşılaşacağını
burjuva ekonomistleri dahil herkes söylüyor. Borsanın
% 70’i emperyalist tekellerin eline geçmiş durumda.
Emperyalist tekellerin bu paranın bir kısmını
dahi çekmesi yeni bir kriz anlamına geliyor. Yani
Türkiye ekonomisinin ipleri bir avuç spekülatörün
eline geçmiştir. 2001 krizinde bir gece de yüz
milyarlarca dolar bir avuç emperyalist tekel ve
hortumcular tarafından çalındı. Halkın ekmeğine,
işine el konuldu. Borsa büyüyor, ekonomi büyüyor
teraneleriyle hazırlanan yeni bir krizin çok daha
büyük felaketler yaratacağı açıktır.
Öcalan’a Tecrit, Kürt
Halkını Hiçe Sayma...
Oligarşi Kürt halkına saldırılarda son perdeyi
Öcalan’a tecrit uygulaması ile açtı. Zaten tecridin
egemen olduğu İmralı’da tecrit içinde tecrit uygulanıyor.
Öcalan bağlamında Kürt halkına karşı saldırgan
duruş güçlü bir vurgu ile ifade ediliyor. Halkın
ulusal özgürlük istemleri tecrit uygulamaları
eksenine kaydırılarak bulanıklaştırılmaya, yıpratılmaya
çalışılıyor. Tecride karşı mücadele haklı ve meşru
bir mücadeledir. F tiplerinden İmralı’ya tecrit
enikonu oligarşinin elinde patlayacak bombadır.
Bolivya... Filistin...
Emperyalistler ve işbirlikçileri var güçleriyle
saldırılarını yoğunlaştırırken halkların direniş
güçleri de büyüyor.
Bolivya’da Evo Morales önderliğindeki sol hareket
seçimleri kazandı ve hükümeti kuruyor. Bu gelişmeyi
esas olarak Latin Amerika’da giderek güçlenen
anti-emperyalist halkçı direnişin bir parçası
olarak görmek gerekiyor. Hiç kuşkusuz, Şili’de
seçimleri kazanmış Allende’nin CIA tarafından
örgütlenen darbeyle katledilişinin anıları hala
tazedir. Venezuella’da Chavez’e karşı düzenlenen
darbede.. Yani seçim kazanmak iktidarı almak anlamına
gelmiyor. Yeni-sömürge devlet aygıtı parçalanıp
yerine halkın kendi demokratik devletini kurmadan
ve kesintisiz olarak açıkça sosyalizm yoluna girmeden,
tüm kazanımlar esasen tehdit altındadır ve geçicidir.
Buna rağmen, Latin Amerika halklarının emperyalizme
ve işbirlikçilerine karşı militan kitle mücadeleleri
(zaman zaman silahlı direnişlere dönüşen) temelinde
geliştirdikleri, büyüttükleri ve seçim zaferleriyle
üst bir noktaya sıçrattıkları hareketler, dünyadaki
ilerici, demokratik güçlere umut kaynağı oluyor.
Bu mücadeleler ne zafer naraları atılmasına neden
olacak denli derinlikli başarıları henüz kazanmıştır,
ne de sol kibirlilikle “seçim işte” diye burun
kıvrılacak mücadelelerdir. Bunlara geleceğin büyük
mücadelelerine giden yoldaki ilk denemeler, ilk
adımlar, halkların kendilerini toparlama hamleleri
olarak bakmak gerekiyor.
Dünya halkları cephesindeki bir diğer önemli gelişme
ise Filistin seçimleri... Seçimleri HAMAS’ın kazanması
ABD ve İsrail açısından küçük bir kabus gibi görünüyor.
El Fetih’in işbirlikçi yönetimi ise şokta. Seçim
sonuçları çok yönlü değerlendirmeleri gerekli
kılıyor. ABD emperyalizmi, Siyonist İsrail ve
işbirlikçi Filistin yönetiminin yaptığı planlar
şimdilik boşa çıkmıştır. Arafat’ın öldürülerek
işbirlikçi Abbas’ın Filistin yönetiminin başına
geçirilmesi ve Filistinle İsrail’in aynı süreçte
seçimlerin yapılarak Filistin direnişini gömecek
planların devreye sokulması; plan buydu ve şimdilik
yarı yolda kalmıştır. Halkın seçime yaklaşımına
ilişkin ilk elde söylenecek olan şeyi Filistin
Halk Kurtuluş Cephesi (FHKC) açık biçimde ifade
ediyor; seçim sonuçları halkın işbirlikçiliği
istemediğini gösteriyor. Hiç kuşkusuz, Filistin
orta sınıflarının hareketi HAMAS direnişçi kimliği
ve nispeten yıpranmamış yapısıyla ve geleneksel
dini ideolojik kalıplara yaslanmasıyla başarı
kazanmıştır. Ortadoğu’da yükselen dinci hareketler
de bu sürece en azından politik ve moral olarak
katkıda bulunmuştur. Ancak AKP’de olduğu gibi
onun da kıvama getirilmesi için her şey yapılacaktır
ve daha şimdiden bunun işaretini vermiştir. HAMAS’ın
yapısı gereği çok tutarlı bir anti-emperyalist
anti-siyonist çizgi izleyemeyeceğini daha şimdiden
öngörebiliriz. Dahası dinci ideolojik kimliği
nedeniyle girişeceği anti-demokratik uygulamaların
ciddi iç çatışmalar yaratacağı da beklenmelidir.
Bu bağlamda önümüzdeki yıllar Filistin için direniş
eğilimiyle, işbirlikçilik eğilimi arasındaki çatışmaların
şiddetleneceği yıllar olacaktır. HAMAS da El Fetih’in
geçtiği yollardan geçecektir. Asıl önemlisi Filistin
direnişinin en önemli güçleri olan, tarihsel birikime
sahip bulunan devrimci güçlerin öne çıkamamasıdır.
Kuşkusuz Filistinli devrimciler bunun da muhasebesini
yapacaklardır. FHKC’nin yaptığı değerlendirmeden
de anlaşılacağı üzere Filistinli devrimciler ana
halkayı, yani halkın işbirlikçiliği ret ettiğini
görmüşlerdir. Önümüzdeki çatışmalı süreçte ve
HAMAS’ın izleyeceği zikzaklı çizgi karşısında
halkın direnişten yana, işbirlikçiliğe karşı tutumu
yeni ve büyük direnişleri yükseltmenin ana zemini
olacaktır.
Emperyalizme ve İşbirlikçilerine
Karşı Özgür Ülke ve İnsanca
Yaşam İçin Mücadeleye
Tüm gelişmelerin açığa çıkardığı gerçek oldukça
somuttur; emekçi halkların yaşamını karartan asıl
güç başta ABD emperyalizmi olmak üzere tüm emperyalistlerdir.
Onların her ülkedeki yerli işbirlikçileridir.
Bir bütün olarak emperyalist-kapitalist sistemdir.
Çeteler, felaketler, saldırılar, işgaller vb.
tümü dünya kapitalist sisteminin eseridir. Ülkelerimiz
emperyalistlerin ve yerli işbirlikçilerinin gizli
ya da açık işgali altındadır. Emperyalizme karşı
mücadele edilmeden, yerli işbirlikçi kapitalist
sistemi yok etmek mümkün değildir. Emperyalizm
aşımızdan işimize, hastalıktan felakete, işgalden
cinayete, uyuşturucudan çetelere değin her taşın
altındadır. Ülkelerimizde egemen olan sömürge
ve yeni-sömürge kapitalizmleri tümüyle emperyalistler
tarafından tasarlanmakta ve yerli işbirlikçilerle
birlikte hayata geçirilmektedir. Hiçbir sorunumuzu
emperyalistlerden bağımsız olarak ele almamız
mümkün değildir.
Devrimci sosyalizm bu perspektiften hareketle
Türkiye’ye egemen olan gizli işgale ve yeni-sömürgeci
sisteme, Kürt coğrafyasına egemen olan açık işgale
ve sömürgeciliğe karşı mücadelenin başta ABD emperyalizmi
olmak üzere tüm emperyalistlere ve yerli işbirlikçilerine
karşı topyekün bir mücadele olarak yürütülmesi
gerektiğini görüyor ve buna uygun bir mücadele
örüyor.
Şubat ayından itibaren yürütülecek Emperyalizme
Karşı Özgür Ülke İnsanca Yaşam İçin Mücadele kampanyası
bu doğrultuda önemli bir adımdır. Kampanyamız
anti-emperyalist bilincin ve mücadele çizgisinin
emekçilere taşınmasında, devrimci bir halk hareketi
yaratma pratiğimizin anti-emperyalist mücadeleler
bağlamında daha da güçlendirilmesinde bir manivela
rolü oynamalıdır/oynayacaktır. Büyük anti-emperyalist,
anti-siyonist pratiklere imza atmış devrimci sosyalizm
tarihsel birikimine yeniden inşa sürecimize uygun
biçimde yeni bir halka daha ekleyecektir.
Kampanyamız işçi sınıfı ve emekçilerle onların
sorunları üzerinden bütünleşme yolunda sistematik
mücadeleler geliştirmede, öncü pratikler yaratmada,
sesimizi duyurmada güçlü bir araç olacaktır.
Kampanyamızın tüm pratikleri sadece devrimci sosyalizmin
pratikleri olarak biçimlenmeyecektir. Emperyalizme,
siyonizme, yerli işbirlikçilere karşı mücadele
istek ve kararlılığı taşıyan tüm emekçiler eylemlerde
yerini almalıdır. Dahası devrimci sosyalistler
bunu sağlamak için özel bir çaba harcamalıdır.
Sadece emekçilere giden değil, onları mücadeleye
davet eden, katan bir mücadele hattı izlenecektir.
Emekçiler başta ABD olmak üzere tüm emperyalistlere,
IMF ve benzeri kurumlarına düşmandır. Emekçiler,
Siyonist İsraile düşmandır. Görevimiz bu öfkenin
devrimci mücadele kanallarında, pratiklerinde
ifade edilmesini sağlamaktır. Hiç kuşkusuz, bugünkü
koşullarda emekçilerin büyük bir bölümünün taşıdığı
bu öfkeyi devrimci kanallarda birleştirmenin zeminlerine,
örgütlülüklerine, mücadele pratiklerine sahip
değiliz. Ancak bulunduğumuz ve ulaşabildiğimiz
her yerde bu öfkenin sesi olabilir, en ileri kesimleri
belli ölçülerde mücadele pratiklerimize katabiliriz.
Halk Kültür Merkezleri (HKM) bu sürecin açık meşru
mücadele kurumlarıdır. Tüm işçiler, emekçiler
devrimci sosyalizmin örgütlerinde, kurumlarında,
HKM saflarında emperyalizme, siyonizme ve yerli
işbirlikçilerine karşı mücadelede birleşelim şiarıyla
mücadeleyi bir adım daha ileriye taşıyalım!..
|