Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini


 

 

38. Sayı - Şubat 2006

Son bir ayın gelişmeleri aslında yaşadığımız toplumsal sistemin tüm özelliklerini yansıtıyor. Hani derler ya, “bir musibet bin nasihatten iyidir” tam da böyle... Kuş gribinden, halk düşmanı tetikçi Ağca’nın tahliyesine, doğal gazda yaşanan sıkıntının kısa sürede tüm yaşamı felç etme tehdidi yaratmasına değin her şey sayfalar dolusu teorik-politik yazının anlatacağından daha çok şeyi somut ve net biçimde gösteriyor.

Kuş Gribi; Halka Reva
Görülen Felaket

Kuş gribi kısa sürede yirminin üzerinde kente yayılmış durumda. İnsanlar hastalanıyor, yoksul insanlarımız can veriyor, özellikle küçük çocukları kaybediyoruz. Burjuvazinin yalaka medyası halkın cahilliğinden dem vurarak sorunun gerçek boyutlarını, sorumlularını örtbas etmeye çalışıyor. Minikler can verirken oligarşinin hükümeti durmadan Amerikanın ve AB’nin emperyalist kurumlarından aldığı “aferin”lerle övünüyorlar. Neymiş? Hiçbir şeyi gizlemiyorlarmış. Gözümüzün içine baka baka yalan söylüyorlar. Sanki daha ilk andan itibaren gelişmeleri örtbas etmek isteyenler kendileri değilmiş, sanki hastalığa dikkat çekenleri neredeyse hain ilan etmemişler ve kısa sürede olayın gizlenecek yanı kalmayınca çark etmemişler gibi, “açıklık”tan, hiçbir şeyin gizlenmediğinden söz ediyorlar. Burjuva siyasetin ikiyüzlü ve yalana dayalı adi içeriği böylesine pişkinlikle ortaya konuyor. Ayrıca gizleseniz ne olur, gizlemeseniz ne olur? İnsanlar ölüyor. Özellikle taşradaki yoksulların başlıca geçim ve besin kaynaklarından biri olan kümes hayvancılığı milyonları bulan itlaflar nedeniyle yok ediliyor. Emekçiler hem canından oluyor, hem de yoksullukları daha da derinleşiyor. Emperyalistlerin ve işbirlikçilerinin hükümeti bu konuda ne yaptığını ise açık açık anlatmıyor. Onlar birkaç tekelin egemen olduğu “tavukçuluk sektörü”ne hayıflanıyorlar, “sektöre” yardımı konuşuyorlar. “Sektöre” yardım muhtemelen sektörün emperyalist tekellerin eline geçmesiyle sonuçlanırsa şaşmamak gerekiyor. Peki, canından olan, hastalık korkusunu yaşayan, yaşamlarını sürdürmelerinde az da olsa katkı sunan kümesleri yok edilen milyonlarca yoksul aile ne olacak? Bunun yanıtı yok... Birkaç tavukçuluk firmasına milyonlarca dolar destek ayıranlar, yoksullar için ne tür “yardım paketleri” hazırlıyorlar. Bunun yanıtı koca hiçtir. Yoksulların payına düşen cahillikle suçlanmaktır. Ciddi bir sağlık desteğinden mahrum olmaktır. Geçimlerine katkı sunan kümeslerin yok edilmesidir. Ciddi hiçbir önlemin alınmamasıdır.
Evet bu sistem ve temsilcileri, hükümetleri cahil değildir. Onlar gayet iyi bilerek, isteyerek bu coğrafyanın işçilerini, emekçilerini, yoksullarını insan yerine koymuyorlar. Sağlığı paralı hale getiren, parası olmayanın canı çıksın diyen onlardır. Doğubeyazıt’lı Fatma, babasının cehaleti nedeniyle değil, sağlığı paralı hale getiren, insan sağlığını alınır satılır bir mal gibi gören bu vahşi ve “bilinçli” sistemin kurbanı olmuştur. Evet onlar bilinçlidir, tüm kümes hayvanlarını yok edelim derken, arkasında hayvancılığın, tavukçuluğun tekelleştirilmesi hesabı vardır. Halkın tüm öz geçim kaynaklarının kurutulması vardır. Ülkenin tek aşı üretim merkezini, evet bu tür salgın hastalıklar karşısında hızla ve ülkedeki tehdide uygun aşı üretebilecek merkezi bu hükümet kısa bir süre önce kapatmıştır. Onlar bunu yaparken de gayet bilinçliler, aşı gibi çok önemli bir sağlık ürününde emperyalist tekellere bağımlı bir yapı oluşturulmak istenmiştir. Muhtemeldir ki, bu da IMF direktifidir.
Emperyalistler ve işbirlikçileri böylesine bilinçlidirler. Felaket yaratmakta bilinçli ve ustadırlar. Sadece son yıla bile baktığımızda hayatımızın her alanının sürekli biçimde değişik felaketlerle örülü olduğunu görürüz. Evler, kamu binaları durduk yere yıkılır, depremlerde on binler ölür, çöplükler patlar mahalleler yıkılır, kuş gribi gelir, kanser yaygınlaşır, kar yağar hayat durur, kazalarda yüzlerce insan ölür, ekonomik krizler yaşanır bir gecede tüm halkın cebindekilerin yarısı yağmalanır, hortumcular ülkenin 70 milyarını çalar, insanlar hastane kapılarında parasızlık yüzünden, kuyruklarda can verir... Bunların hepsinde önce halk suçlanır; suç bellidir “cahillik” ve eğitim şarttır. Halbuki bu ülkeyi yönetenlerin hepsi eğitilmiştir, üniversiteler bitirmişlerdir, emperyalistlerin onayını almışlardır. Ve bu felaketlerin ortaya çıkmasına neden olan tüm kararların, resmi işlemlerin altında onların imzası vardır. Depremlerde yıkılan kamu binalarını onlar yaptırmıştır, tüm binaların yapımına onlar izin vermiştir. Ekonomik kriz onların eseridir. Hortumcularla beraber çalan onlardır. Radyasyonlu çayları halka içiren, fındıkları yediren onlardır. Halkı açlığa mahkum edenler, çöplükler üzerinde ev kurmak zorunda bırakanlar onlardır. Evet, onlar bilinçlidir, eğitimlidir, emperyalist efendilerinin desteği arkalarındadır.

Ağca; Trajikomik Bir
Devlet-CIA Oyunu

Kuş gribi felaketi tam bir trajedi olarak yaşanırken, gündeme bir başka trajik olay, daha doğrusu trajikomik olay girdi; M. Ali Ağca önce tahliye edildi, ardından apar topar geri tutuklandı. Bu süreç boyunca gündem M. Ali Ağca’nın tahliyesi üzerine yapılan teranelere düğümlendi. Kaç yıl daha yatması gerektiğine üzerine yapılan hesaplar kitaplar, kimin adamı olduğuna ilişkin her şeyi bulanıklaştıran yazılar, TV programları, vb... Halbuki her şey yıllardan beri çok açık; Ağca CIA’nın ve onun uzantısı olan kontrgerillanın, MHP’nin basit, halk düşmanı bir tetikçisi, eli kanlı bir halk düşmanı. Diğer bütün noktalar ise sadece detaydır. Ağca olayında görülmesi gereken asıl şey, TC’nin tüm güvenlik aygıtının esas olarak bir iç savaş örgütlenmesi olduğu ve başta CIA ve NATO olmak üzere ABD emperyalizminin ve güdümündeki savaş aygıtları tarafından örgütlendiğidir. Çatlı, Ağca, Oral Çelik, Mehmet Ağar vb. ise halka karşı ABD emperyalizmi tarafından örgütlenmiş devletin suç aygıtlarının elemanlarıdırlar. Onlar sadece tetikçi de değildir. Tümü uyuşturucu ticaretine karışmıştır ve bu işleri yaparken çeşitli devlet kurumlarından, CIA vb. örgütlerden destek almışlardır, başları derde girdiğinde ise yine aynı güçlerce kurtarılmışlardır. Ağca’nın 1979’da cezaevinden kaçışı, Çatlı’nın İsviçre’de cezaevinden kaçırılması, Yeşil’in bir türlü yakalanamaması, Şemdinli de halka bomba atan astsubayın “iyi çocuk” ilan edilmesi ve daha niceleri bu canilerle devlet ve CIA arasındaki bağlantının açık kanıtlardır. Bunlar belgelenmiştir. Burjuva medyası bu canilerin devletle, CIA, kontrgerilla ile bağlantılarını zaman zaman itiraf etmekle birlikte, bu halk düşmanı aygıtların dağıtılmasını, sorumluların yargılanmasını asla istememektedirler. Bu gerçek dile getirilmeden yapılacak her açıklama, her yorum eksik ve yanlıştır.
Son 35 yılda yaşananlara bir göz gezdirdiğimizde Ağca çok basit bir ayrıntı olarak kalır. 1 Mayıs katliamını yapanlar kimdir? Binlerce insanı kaybeden, katleden kontrgerillacılar nerededir? Adı ve suçları ayyuka çıkmış Yeşil nerededir ve kimin tarafından korunmaktadır. Daha birkaç ay önce Şemdinli’de halka kurşun sıkan, bomba atan itirafçı ve subaylar yeni Ağcalar değil de nedir?
Tablo açıktır; polis, istihbarat ve ordu aygıtı, daha da ötesi tüm devlet aygıtı, başta ABD emperyalizmi olmak üzere tüm emperyalistlerin ve işbirlikçi tekellerin çıkarlarını korumak için bir iç savaş aygıtı olarak düzenlenmiştir. Hedefleri tektir; halklarımızın özgürlük ve insanca yaşam özlemlerini ve mücadelelerini bastırmak, kanla, provokasyonlarla boğmaktır. Ağca ve benzerleri bu hedef doğrultusunda kullanılan halk düşmanı kuklalardır. Bu kuklaların birkaç yıl daha cezaevinde üstelik de “ayrıcalıklı konuk” muamelesi görerek kalması bir şeyi değiştirmez. Çünkü onları yönlendiren resmi suç aygıtları hala iş başındadır. Ve en son Şemdinli de görüldüğü üzere yeni yeni saldırılarla işlerini görmekteler.

Borsa Büyüyor, Halkın
Cebi Büyümüyor; Yaklaşan Felaket

Felaketler, trajediler ve trajikomik gelişmeler birbirine eklenirken, oligarşinin medyası “sevinçli” haberler de veriyor. İstanbul borsası dünyanın en hızlı büyüyen ikinci borsasıymış... Borsanın ne işe yaradığını 2001 krizinde çok açık gördük. Hiçbir somut maddi gelişmeye dayanmayan suni ve spekülasyonu hedefleyen artışlarla büyüyen borsanın bir gecede çöktüğünü ve halkın milyarlarca dolarının bir avuç emperyalist tekel ve işbirlikçileri tarafından çalındığını kim unutabilir ki? Bir soru daha; borsa büyüyor, tamam, peki halkın cebindeki para da büyüyor mu, işsiz sayısı azalıyor mu? Asıl sorulması gereken soru budur. Cari açıkları büyüyen, dış borçları çoktan 200 milyarı aşmış Türkiye’nin yeni bir krizin sinyallerini verdiği açıktır. Türkiye ekonomisinin 10 milyar dolarlık bir paranın ülkeden çıkması durumunda yeni bir krizle karşılaşacağını burjuva ekonomistleri dahil herkes söylüyor. Borsanın % 70’i emperyalist tekellerin eline geçmiş durumda. Emperyalist tekellerin bu paranın bir kısmını dahi çekmesi yeni bir kriz anlamına geliyor. Yani Türkiye ekonomisinin ipleri bir avuç spekülatörün eline geçmiştir. 2001 krizinde bir gece de yüz milyarlarca dolar bir avuç emperyalist tekel ve hortumcular tarafından çalındı. Halkın ekmeğine, işine el konuldu. Borsa büyüyor, ekonomi büyüyor teraneleriyle hazırlanan yeni bir krizin çok daha büyük felaketler yaratacağı açıktır.

Öcalan’a Tecrit, Kürt
Halkını Hiçe Sayma...

Oligarşi Kürt halkına saldırılarda son perdeyi Öcalan’a tecrit uygulaması ile açtı. Zaten tecridin egemen olduğu İmralı’da tecrit içinde tecrit uygulanıyor. Öcalan bağlamında Kürt halkına karşı saldırgan duruş güçlü bir vurgu ile ifade ediliyor. Halkın ulusal özgürlük istemleri tecrit uygulamaları eksenine kaydırılarak bulanıklaştırılmaya, yıpratılmaya çalışılıyor. Tecride karşı mücadele haklı ve meşru bir mücadeledir. F tiplerinden İmralı’ya tecrit enikonu oligarşinin elinde patlayacak bombadır.

Bolivya... Filistin...
Emperyalistler ve işbirlikçileri var güçleriyle saldırılarını yoğunlaştırırken halkların direniş güçleri de büyüyor.
Bolivya’da Evo Morales önderliğindeki sol hareket seçimleri kazandı ve hükümeti kuruyor. Bu gelişmeyi esas olarak Latin Amerika’da giderek güçlenen anti-emperyalist halkçı direnişin bir parçası olarak görmek gerekiyor. Hiç kuşkusuz, Şili’de seçimleri kazanmış Allende’nin CIA tarafından örgütlenen darbeyle katledilişinin anıları hala tazedir. Venezuella’da Chavez’e karşı düzenlenen darbede.. Yani seçim kazanmak iktidarı almak anlamına gelmiyor. Yeni-sömürge devlet aygıtı parçalanıp yerine halkın kendi demokratik devletini kurmadan ve kesintisiz olarak açıkça sosyalizm yoluna girmeden, tüm kazanımlar esasen tehdit altındadır ve geçicidir. Buna rağmen, Latin Amerika halklarının emperyalizme ve işbirlikçilerine karşı militan kitle mücadeleleri (zaman zaman silahlı direnişlere dönüşen) temelinde geliştirdikleri, büyüttükleri ve seçim zaferleriyle üst bir noktaya sıçrattıkları hareketler, dünyadaki ilerici, demokratik güçlere umut kaynağı oluyor. Bu mücadeleler ne zafer naraları atılmasına neden olacak denli derinlikli başarıları henüz kazanmıştır, ne de sol kibirlilikle “seçim işte” diye burun kıvrılacak mücadelelerdir. Bunlara geleceğin büyük mücadelelerine giden yoldaki ilk denemeler, ilk adımlar, halkların kendilerini toparlama hamleleri olarak bakmak gerekiyor.
Dünya halkları cephesindeki bir diğer önemli gelişme ise Filistin seçimleri... Seçimleri HAMAS’ın kazanması ABD ve İsrail açısından küçük bir kabus gibi görünüyor. El Fetih’in işbirlikçi yönetimi ise şokta. Seçim sonuçları çok yönlü değerlendirmeleri gerekli kılıyor. ABD emperyalizmi, Siyonist İsrail ve işbirlikçi Filistin yönetiminin yaptığı planlar şimdilik boşa çıkmıştır. Arafat’ın öldürülerek işbirlikçi Abbas’ın Filistin yönetiminin başına geçirilmesi ve Filistinle İsrail’in aynı süreçte seçimlerin yapılarak Filistin direnişini gömecek planların devreye sokulması; plan buydu ve şimdilik yarı yolda kalmıştır. Halkın seçime yaklaşımına ilişkin ilk elde söylenecek olan şeyi Filistin Halk Kurtuluş Cephesi (FHKC) açık biçimde ifade ediyor; seçim sonuçları halkın işbirlikçiliği istemediğini gösteriyor. Hiç kuşkusuz, Filistin orta sınıflarının hareketi HAMAS direnişçi kimliği ve nispeten yıpranmamış yapısıyla ve geleneksel dini ideolojik kalıplara yaslanmasıyla başarı kazanmıştır. Ortadoğu’da yükselen dinci hareketler de bu sürece en azından politik ve moral olarak katkıda bulunmuştur. Ancak AKP’de olduğu gibi onun da kıvama getirilmesi için her şey yapılacaktır ve daha şimdiden bunun işaretini vermiştir. HAMAS’ın yapısı gereği çok tutarlı bir anti-emperyalist anti-siyonist çizgi izleyemeyeceğini daha şimdiden öngörebiliriz. Dahası dinci ideolojik kimliği nedeniyle girişeceği anti-demokratik uygulamaların ciddi iç çatışmalar yaratacağı da beklenmelidir. Bu bağlamda önümüzdeki yıllar Filistin için direniş eğilimiyle, işbirlikçilik eğilimi arasındaki çatışmaların şiddetleneceği yıllar olacaktır. HAMAS da El Fetih’in geçtiği yollardan geçecektir. Asıl önemlisi Filistin direnişinin en önemli güçleri olan, tarihsel birikime sahip bulunan devrimci güçlerin öne çıkamamasıdır. Kuşkusuz Filistinli devrimciler bunun da muhasebesini yapacaklardır. FHKC’nin yaptığı değerlendirmeden de anlaşılacağı üzere Filistinli devrimciler ana halkayı, yani halkın işbirlikçiliği ret ettiğini görmüşlerdir. Önümüzdeki çatışmalı süreçte ve HAMAS’ın izleyeceği zikzaklı çizgi karşısında halkın direnişten yana, işbirlikçiliğe karşı tutumu yeni ve büyük direnişleri yükseltmenin ana zemini olacaktır.

Emperyalizme ve İşbirlikçilerine
Karşı Özgür Ülke ve İnsanca
Yaşam İçin Mücadeleye

Tüm gelişmelerin açığa çıkardığı gerçek oldukça somuttur; emekçi halkların yaşamını karartan asıl güç başta ABD emperyalizmi olmak üzere tüm emperyalistlerdir. Onların her ülkedeki yerli işbirlikçileridir. Bir bütün olarak emperyalist-kapitalist sistemdir. Çeteler, felaketler, saldırılar, işgaller vb. tümü dünya kapitalist sisteminin eseridir. Ülkelerimiz emperyalistlerin ve yerli işbirlikçilerinin gizli ya da açık işgali altındadır. Emperyalizme karşı mücadele edilmeden, yerli işbirlikçi kapitalist sistemi yok etmek mümkün değildir. Emperyalizm aşımızdan işimize, hastalıktan felakete, işgalden cinayete, uyuşturucudan çetelere değin her taşın altındadır. Ülkelerimizde egemen olan sömürge ve yeni-sömürge kapitalizmleri tümüyle emperyalistler tarafından tasarlanmakta ve yerli işbirlikçilerle birlikte hayata geçirilmektedir. Hiçbir sorunumuzu emperyalistlerden bağımsız olarak ele almamız mümkün değildir.
Devrimci sosyalizm bu perspektiften hareketle Türkiye’ye egemen olan gizli işgale ve yeni-sömürgeci sisteme, Kürt coğrafyasına egemen olan açık işgale ve sömürgeciliğe karşı mücadelenin başta ABD emperyalizmi olmak üzere tüm emperyalistlere ve yerli işbirlikçilerine karşı topyekün bir mücadele olarak yürütülmesi gerektiğini görüyor ve buna uygun bir mücadele örüyor.
Şubat ayından itibaren yürütülecek Emperyalizme Karşı Özgür Ülke İnsanca Yaşam İçin Mücadele kampanyası bu doğrultuda önemli bir adımdır. Kampanyamız anti-emperyalist bilincin ve mücadele çizgisinin emekçilere taşınmasında, devrimci bir halk hareketi yaratma pratiğimizin anti-emperyalist mücadeleler bağlamında daha da güçlendirilmesinde bir manivela rolü oynamalıdır/oynayacaktır. Büyük anti-emperyalist, anti-siyonist pratiklere imza atmış devrimci sosyalizm tarihsel birikimine yeniden inşa sürecimize uygun biçimde yeni bir halka daha ekleyecektir.
Kampanyamız işçi sınıfı ve emekçilerle onların sorunları üzerinden bütünleşme yolunda sistematik mücadeleler geliştirmede, öncü pratikler yaratmada, sesimizi duyurmada güçlü bir araç olacaktır.
Kampanyamızın tüm pratikleri sadece devrimci sosyalizmin pratikleri olarak biçimlenmeyecektir. Emperyalizme, siyonizme, yerli işbirlikçilere karşı mücadele istek ve kararlılığı taşıyan tüm emekçiler eylemlerde yerini almalıdır. Dahası devrimci sosyalistler bunu sağlamak için özel bir çaba harcamalıdır. Sadece emekçilere giden değil, onları mücadeleye davet eden, katan bir mücadele hattı izlenecektir.
Emekçiler başta ABD olmak üzere tüm emperyalistlere, IMF ve benzeri kurumlarına düşmandır. Emekçiler, Siyonist İsraile düşmandır. Görevimiz bu öfkenin devrimci mücadele kanallarında, pratiklerinde ifade edilmesini sağlamaktır. Hiç kuşkusuz, bugünkü koşullarda emekçilerin büyük bir bölümünün taşıdığı bu öfkeyi devrimci kanallarda birleştirmenin zeminlerine, örgütlülüklerine, mücadele pratiklerine sahip değiliz. Ancak bulunduğumuz ve ulaşabildiğimiz her yerde bu öfkenin sesi olabilir, en ileri kesimleri belli ölçülerde mücadele pratiklerimize katabiliriz.
Halk Kültür Merkezleri (HKM) bu sürecin açık meşru mücadele kurumlarıdır. Tüm işçiler, emekçiler devrimci sosyalizmin örgütlerinde, kurumlarında, HKM saflarında emperyalizme, siyonizme ve yerli işbirlikçilerine karşı mücadelede birleşelim şiarıyla mücadeleyi bir adım daha ileriye taşıyalım!..




 


 

 

 

 

 

sbarikat07@gmail.com
Sosyalist Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
Yönetim Yeri: Çakırağa Mah. Abdüllatif Paşa Sk. 4/5 Aksaray-İstanbul
0212 632 23 19