Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini


 

 

37. Sayı - Ocak 2006

Şimdi bak, öykü aynen şöyle... Üniversiteli bir hanım kızımızın İstanbul’un Anadolu yakasında bir işi var ve dolanıyor. İşini halledip öbür yakaya, kaldığı öğrenci yurduna dönecek. Bu arada da babasından gelecek bir havaleyi bekliyor; çünkü cebinde çok az para var. Ama bir yaşlı kadın geliyor yanına ve aç olduğunu söylüyor. Bir iki tereddüt ve sonuçta kızımız bütün parasıyla kadına simit alıyor, “Allah razı olsun” diyen kadın uzaklaştığında da dımdızlak ortada kalıyor. Fakat, öte yanda seyyar satıcı olan babası da zor durumdadır ve telefonla yardım isteyen kızına para gönderememektedir... Yani durum facia! Vapur ve otobüslere binemeyen (ve nedense pasosu da olmayan) kızımız gece vakti vapur iskelesinde umutsuz ve çaresiz bir şekilde oturmaktadır...
İşte tam bu noktada ortaya yeniden yaşlı kadın çıkıyor ve ruhani bir sesle kıza “git bankaya bir daha bak” diyor... Kız umutsuz! Babası az önce para gönderemediğini bildirmiştir; ama yine de “hadi bir bakayım” diyor ve birden, Ziraat Bankası bankamatiğinin ekranında hesaba 1 milyar Türk Lirasının geçtiğini görüyor! “İyi” diyor kız, “demek babam para gönderdi...” Atlayıp vapura karşıya geçiyor. Mutlu son! Ama durun, öykü henüz bitmedi, her şey bu kadar basit değil! Yurda vardığında kız babasını yeniden arıyor ve “hayır” diyor babası, “ben para göndermedim ki!”
Kız kaskatı kalıyor, biz ekran başındaki yarım akıllı dizi izleyicileri ise tek kelimeyle şok olmuş durumdayız. Çünkü hep birlikte keşfettiğimiz gerçek dehşet verici: Tanrının Ziraat Bankası’nda hesabı var!
İlk sarsıntıyı atlattıktan sonra mantıklı düşünmeye çalışıyoruz. Örneğin, o “Yüce Varlığın” İmar Bankası ya da Egebank yerine bir devlet bankasını seçmesini “akıllıca” buluyoruz; O’nun üç puanlık faiz yüzünden riske gireceğine inanmak istemiyoruz... Kızcağız ise zaten parayı almış, korkudan meseleyi fazla kurcalamıyor; yoksa gidip bir hesap ekstresi istese, İsa’dan sonraki ilk doğrudan temas gerçekleşmiş olacak!
Sen şimdi bu yazdıklarımın şaka olduğunu düşünüyorsun ama değil. Bütün bu yazdıklarım son zamanlarda her kanalda farklı adlarla yayınlanan şu “ruhani” dizilerden birinden aynen alınmıştır, şu kadarcık yalanım yok! Hem bu ne ki, daha neler var. Mafyaya borcunu ödeyemeyen tekstil atölyesi sahibinin hikayesi var örneğin; dikiş makinelerinin birden (insansız!!!) çalışmaya başlayarak kotları dikip sabaha yetiştirmesi ve adamın borçlarını bir çırpıda ödeyebilmesi... Çünkü adam o gece yaşlı bir amcayı hastaneye kaldırıp iyilikler etmiştir! Sonra kiracısına kötü davranan ev sahibinin evinin (meçhul bir “kundakçı”nın yardımıyla!) yanıp kül olması... “Paran yoksa öl!” denilen bir hastanın birden milyarlarca liralık ilaçlara kavuşması…
Şu kadarcık yalanım yok inan. Bunlar aynen yayınlanıyor ve milyonlarca insan da izliyor.
Peki ne yapmak istiyorlar sence? Nereden çıktı bütün bu diziler?
İliklerine kadar çürümekte olan toplumsal yapı içersinde bir tür “iyilikseverlik” ya da “merhamet” akımı mı yaratmak istiyorlar? Yaygın deyimle “evladın babaya hayrının olmadığı”, kimsenin paradan başka bir şeyi umursamadığı bir vurdumduymazlık ortamında insanlar iyiliğe yönelsinler, kalpleri temizlensin mi istiyorlar? Keşke böyle olsa! Merhamet duygusundan şimdiye dek kim zarar görmüş? Ama yapmak istedikleri bu mu gerçekten?
Tam tersine dostum, tam tersine, tiksinti verici bir şey yapıyorlar aslında. Seni, beni, bütün yoksulları, emekçileri avutmaya, kandırmaya çalışıyorlar. Daha da kötüsü, bizimle alay ediyorlar. Bir atölye sahibinin birilerine borcu varsa gırtlağına basar alırlar, biz bunu biliyoruz. Ev sahibi evden atarsa gidip daha kötü bir evi daha yüksek kirayla tutarsın, hayat bundan ibarettir; baban çulsuzun tekiyse bankamatikten kös kös geri dönersin; ve bin kişiye de iyilik etsen herhangi bir ilaç senin çantana (tezgahtan çaktırmadan yürütmemişsen eğer!) kendiliğinden girmez, gidip bu hikayeyi bir Roche ya da Bayer yetkilisine anlatırsan adam sana güler! Rockefeller’a bir röportajda servetinin kaynağını sormuşlar; “ilk iki yılı sormazsanız her şeyi anlatırım” demiş, işte gerçek hayat budur! Bu kadar!
Bizimle alay ediyorlar dostum. Yani bu, televolelerden, yarışmalardan, bol cinayetli kadın programlarından daha iğrenç bir şey! İyi bakınca anlarsın, adamlar derdimizin ne olduğunu, nasıl bir vahşi düzen kurup bize ne yaptıklarını, biliyorlar. “İyilik” denilen şeye öyle bir hasret kalmışız ki, çıkarsız bir dünya, insanca bir yaşam, parasız sağlık-eğitim hizmeti, kardeşçe insan ilişkileri özlemimiz öyle büyük ki, tam da bunun üstüne basıyorlar ve bizimle oyun oynuyorlar.
Bizimle alay ediyorlar dostum ve bana sorarsan öyle büyük bir ahlaksızlık yapıyorlar ki, artık iyi bir dersi hak ediyorlar! Her şeyi bağışlayabiliriz, tamam, ama bunu asla! Bizimle dalga geçmelerine izin veremeyiz. Aptal kutularını aptal kafalarına geçirmek için ayağa kalkmak, ama gerçekten ayağa kalkmak zorundayız. Kendimize ve dünyaya “iyilik” etmenin tek yolu da bu aslında. Çünkü “iyilik” denilen şey, ancak biz kötülüğün kalelerini yerle bir ettiğimizde dünyamıza geri dönecek, daha önce değil! Yani bu vahşi kapitalist düzeni yerle bir ettiğimizde... Herkese iş, herkese insanca yaşamın koşullarını yarattığımızda! Ve bunu ancak biz yapabiliriz. Uyduruk hikayelerle değil, gerçek bir devrimle!
Yeni yılda da umudunu diri tut, yolun açık olsun dostum!
Gelecek, sen nasıl istiyorsan öyle gelecek!
gelecek!

 


 

 

 

 

 

sbarikat07@gmail.com
Sosyalist Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
Yönetim Yeri: Çakırağa Mah. Abdüllatif Paşa Sk. 4/5 Aksaray-İstanbul
0212 632 23 19