Bugünlerde Latin Amerika yeni bir sarsıntı yaşıyor.
ABD'nin "arka bahçesi"nde emperyalistlerin
hiç istemediği otlar bitiyor, eski ayrık otları
ise köklerini sağlamlaştırıyor. En son olarak
Arjantin'deki büyük halk gösterilerinde kendisini
ortaya koyan anti-emperyalist dalga, kıtadaki
hemen her seçimde mutlaka sola yönelik sonuçlar
yaratıyor. Halk kitleleri belki bazen yanılıyorlar,
bazen seçtikleri partiler neoliberalizme karşı
sağlam bir duruş göstermiyorlar ve düşkırıklıklarına
yol açıyorlar ama ne olursa olsun, şöyle ya da
böyle en azından bir ABD karşıtı dalga Latin Amerika
topraklarında kendisine yol arıyor. Aralık ayının
sonlarında Bolivya'da yapılan Devlet Başkanlığı
ve parlamento seçimlerinde Sosyalizme Doğru Hareket
Partisi'nin lideri Evo Morales'in ezici bir seçim
zaferi kazanması bunun en açık örneklerinden biriydi.
Ondan hemen önce ise Venezuela’da 4 Aralık 2005'te
yapılan parlamento seçimlerinde Başkan Chavez'in
partisi Beşinci Cumhuriyet Hareketi (Movement
of the Fifth Republic) sandalyelerin %68'ini kazandı.
Amerikancı muhalefetin boykot ettiği seçimlerde
böylece diğer Chavez yanlısı partilerle birlikte
meclisin tamamı sol tarafından oluşturuldu.
Önümüzdeki günlerde Nikaragua'da da benzeri bir
tablonun yaşanmasının yüksek bir ihtimal olduğu
belirtiliyor. Sandinistlerin yeniden iktidara
dönüşü anlamına gelecek olan bu durum da ABD için
ciddi bir sıkıntı oluşturuyor.
Bütün bunların sosyalizm için ne anlam ifade ettiği
tabii ki ciddi biçimde tartışılabilir; ama işin
bir başka cephesinde, 1990'lardan beri solun üzerine
beton attıklarını ve neoliberalizmin artık tek
seçenek olduğunu ısrarla tekrarlayanlar açısından
durumun pek hoş olmadığı kesindir. Kolombiya'da
yükselen gerilla mücadelesinden Meksika'daki EZLN
direnişine, Şili, Arjantin, Brezilya, El Salvador,
Peru, Uruguay, vb. gibi ülkelerde yükselen halk
hareketlerine dek ortadaki manzara, ciddi bir
kaynaşmayı işaret etmektedir ve birbirine çok
benzemeyen bütün bu direniş unsurları emperyalizm
açısından sıkıntı kaynağıdır.
Evo Morales: Yeni Bir Chavez mi?
Bolivya'da ilk kez bir yerli, yani Amerika kıtasının
gerçek sahibi olan Kızılderili halktan biri devlet
başkanı seçildi. %51"lik bir sonuçla seçimleri
kazanan Morales, yoksul bir yerli ailesinden geliyor.
Sosyalizme Doğru Hareket (MAS) partisinin lideri
olan Morales, geçtiğimiz ayaklanmalar yılı içersinde
çok eleştirilen liderlerden biri olmasına karşın
yine de halk tarafından seçildi. Morales, seçimlerin
hemen ardından bir basın konferansı düzenleyerek
zaferini ilan ederken ABD'nin halkın kararına
saygı göstermesini isteyerek, başeğme siyasetlerinin
ve itaat zamanının artık sona erdiğini söyledi.
ABD Devlet bakanı Condoleezza Rice'ın Bolivya
hükümetinin demokratikliğini sorgulayan sözlerine
karşılık MAS lideri, iç ve dış problemleri konuşma
yoluyla çözmek isteyen Bolivya halkının bağımsız
iradesine saygıya çağırdı ve eğer ABD diplomasiye
uyarsa, kendi hükümetinin de uyacağını belirtti.
Konuşmasını "Huaiñuchum yanquis"ı (Kahrolsun
Yankiler) sloganıyla bitiren Morales, bu sloganın
bir mücadele, direniş, bir onur ve bağımsızlık
savunması olduğunu söyledi. Morales, "Bu
slogan aynı zamanda açlık siyasetlerini, korkunç
yoksulluğu kazıyarak yoketmemiz gereken itaati
reddeden ve Bolivyalılara onur getiren bir slogandır"
dedi.
Hidrokarbonları ve doğal kaynakları devlet mülkiyetinde
kamulaştırma ve bunları çokuluslu şirketlere veren
anlaşmaları kaldırma sözleri vererek seçilen Morales,
konuşmasında şirketlerle görüşmek için kapıyı
açık bıraktı ve petrol kaçıran ve başka suçlar
işleyen şirketleri atacağını ve kontratlarını
derhal lağvedeceğini söyledi. Evo Morales, aynı
konuşmasında şirketlerin yatırımlarını geri alabilmeleri
ve kâr edebilmeleri için yeni şartlar altında
çalışacağını ve Latin Amerika'nın enerji projesi
PETROAMERICA'yı öne çıkaran bölgesel devlet işletmeleriyle
işbirliğini destekleyeceğini de söyledi.
Sağlık için koka yapraklarının yararlı olduğunu
savunan Morales, Birleşmiş Milletler yasak maddeler
listesinden kokayı çıkararak bunun uluslararası
alanda yasallaşmasına çalışacağını söyleyerek,
"salt Coca Cola'nın yasallığı olmaz ki"
dedi. Ve yine MAS lideri, narkotiklerle mücadelenin
artık ABD'nin Bolivya gibi ülkelerin üzerinde
tahakküm ve askeri üsler kurmak için jeopolitik
çıkarlarına bir bahane olarak kullanmasının kabul
edilemeyeceğini de söyledi. Morales, Bolivya'da
ABD'nin Narkotik Acentasının bulunması ve bu ABD
acentasının Bolivya ordusunun mensuplarının ve
polisinin üzerinde bulunması konusunda da, bunun
kabul edilemeyeceğini, ancak, yabancı askeri müdahale
olmadan narkotik ticaretiyle mücadele edeceğini
de söyledi.
MAS'ın "10 Emir" diye bilinen programı
da aşağı yukarı bu vaatleri içeriyor. MAS'ın zaferine
karşı ABD'nin ilk tepkisi ise beklendiği gibi
büyük bir hoşnutsuzluktu. Seçimler üzerine değerlendirme
yapan ABD Dışişleri Bakanı C. Rice, daha ilk günden
Morales yönetiminin demokratik olmayacağı belirlemesini
yaptı bile. Siyasi tarihi boyunca tam 188 kez
askeri darbe yaşamış olan Bolivya'da (ki bu darbelerin
çoğunun arkasında ABD vardır) halkın kendi oylarıyla
içlerinden birini başkan seçmesi Rice'a göre "demokratik
olmayan bir durum"dur!
Venezuela: Chavez'e Tam Destek
Aralık ayının başında Venezuela'da yapılan seçimler
ise Chavez'in ABD karşıtı politikaları için bir
referandum anlamına geldi. Amerikancı muhalefetin
protesto ettiği seçimlerde Chavez, oylarını artırdı
ve halkın desteğini yeniden arkasında buldu. Amerikancı
muhalefetin boykotunun asıl amacı ise seçimlere
katılma oranını düşürerek hükümetin meşruluğunu
tartışmalı hale getirmek ve gelecekteki bir müdahalenin
zeminlerini döşemekti.
Öte yandan, seçimlerin en göze çarpıcı yanı seçmen
katılımının arasındaki kutuplaşmaydı: Seçkin sınıf
ve yüksek-orta sınıf mahallelerinde katılım oranı
%10'un altındayken, yoksul ve sıradan halkın yaşadığı
bölgelerde, BBC haberine göre, sandıkların önünde
oy kullanmak için bekleyen uzun kuyruklar vardı.
Oy kullananların çoğunun yoksul olduğu ve bunların
%90'ının Chavez'in partisine oy verip Chavez yanlısı
bir yasama meclisi seçtiği seçimlerden sonra,
artık mecliste ciddi bir muhalefet de kalmamış
durumda. Bu ise Chavez'in daha atak davranmasının
yolunu açıyor.
Bilindiği gibi, Nisan 2002'de ABD destekli askeri
darbe, Chavez'e bağlı askerlerin desteklediği
halk ayaklanması sonucu yenilmişti. Daha sonra,
Aralık 2002'den Şubat 2003'e kadar Devlet Petrol
Şirketi- PDVS'de ABD destekli görevliler ve yardımcıları
ülkeyi geçici olarak felç eden lokavt ilan etmişler
ve bu lokavt da Chavez'e bağlı işçiler ve mühendisler
tarafından sona erdirilmişti.
Bütün bu süreçler sırasında ABD yönetiminin milyonlarca
doları "muhalefet"e akıtması da bir
işe yaramamış, her şeye karşın petrol üretiminin
verdiği gücü de arkasına alan Chavez, geri adım
atmaksızın ABD karşıtı politikalarına devam etmişti.
En son seçimlerde ise ABD, kendi yandaşı partilere
"seçimi boykot etme" taktiğini dayattı.
Bu taktik, esas olarak Chavez'i "azınlığın
diktatörü" konumuna düşürmeyi hedefliyordu;
uzun vadede bu politikanın hedefi, bir askeri
müdahalenin koşullarını oluşturmaktı. Ancak böylece
seçim-dışı kalan sağ partiler, ciddi bir moral
bozukluğuna uğradılar ve güçlerini yitirmeye başladılar.
Bütün bunlar, ABD yönetiminin "bir an önce
Chavez'i devirme" hevesinin sonuçlarıydı.
ABD, uzun süreli bir muhalefet hareketi ile Chavez'in
yıpratılmasını bekleyecek sabra sahip değildi;
çünkü hem Küba-Venezuela ilişkisi, hem Chavez'in
gitgide radikalleşen çizgisi geri dönülemez bir
biçimde Latin Amerika'nın tablosunu değiştiriyordu.
En kötüsü de Chavez-Fidel ikilisinin bölgenin
bütünü için bir örnek teşkil etmesiydi. Gerçekten
de bir uçtan bir uca Latin Amerika toprakları
uzun süredir bu örnekleri izliyor ve ABD politikaları
Arjantin zirvesinde olduğu gibi uygulanamaz hale
geliyor.
Ancak, Washington'un "hemen devirme"
taktiğinin bir hezimete yol açması şimdi daha
büyük bir olasılık. Seçimleri "boykot"
eden muhalefetin sokağa inip ülkede karışıklık
çıkarması mümkün belki, ama karşı tarafın da "elleri
armut toplamıyor." Chavez'i destekeyen partilerin
yerel örgütleri, yoksul mahallelerdeki örgütlenmeler
bu sokak hareketlerine karşılık verebilme gücüne
sahipler. Allende benzeri bir duruma düşmemek
için kitleler arasında da silahlı güçler oluşturulduğu
bilinmeyen şey değil. Ayrıca Latin Amerika ortamında
Soros tipi çalışmalar da çok verimli olmuyor.
Çünkü bu kez sokaklara yoksullar hakim görünüyor.
Üstelik muhalefetin ABD'den para aldığının açıkça
kanıtlanmış olması da orta sınıflar arasındaki
meşruiyetini zedelemiş durumda. ABD ve işbirlikçilerinin
kontra tipi cinayetler yolunu denemeleri halinde
ise halkın tepkisinin ne olacağını şimdiden kestirmek
mümkün.
Sonuçta ABD, "boykot taktiği" ile birlikte
Venezuela'daki müttefiklerini eritmiş durumda
ve artık geriye tek bir yol kalıyor. Chavez'i
Saddam'a benzeterek bir askeri savaş planı hazırlamak.
Bunu yapmak ise yüzlerce faktörden ötürü pek kolay
bir iş değil.
Buna karşın Chavez cephesi, çok sayıda farklı
eğilimden oluşuyor. Sosyal demokratlardan marksistlere
kadar bir dizi eğilim örgütsel yapılarıyla bu
cephede yer alıyor ve kendi aralarında da tartışıp
sürtüşüyorlar. Pragmatik ve yapıştırıcı tavrıyla
Chavez bütün bunların ortasında duruyor ve devamlılığı
sağlıyor. Sendikalar, mahalle kooperatifleri,
köylü hareketleri, ve sol gruplar, kamulaştırma
ve tolumsallaştırmaların hızlanmasını talep ediyorlar
ve bunun için çaba gösteriyorlar. Temelde bu kitleselliğe
dayanan Chavez ise daha temkinli yollardan ilerliyor.
Latin Amerika'ya Doğru
Yerden Bakmak…
Kıtadaki gelişmeler henüz tam olarak yerine oturmuş
değil ve bu nedenle de kestirip atmalar için erken
bir zamandayız. Örneğin Morales'in Lula'nın ılımlı-uzlaşmacı
yolundan mı yoksa Chavezci bir kanaldan mı ilerleyeceği
şu aşamada henüz netleşmiş değil. Morales, seçimden
birkaç ay önce yaptığı röportajlarda ABD emperyalizminden
korkmadığını ve neoliberalizme karşı tutumunun
net olduğunu söylese de, örneğin Cochabamba (Bolivya)
Fabrika İşçileri Federasyonu'nun başkanı Oscar
Olivera gibi sendika liderleri, "Bu hükümetin
tutumu emperyalizme karşı olacak ama sonuçta sömürgeci,
kapitalist ekonomik bağımlılık ilişkilerini değiştiremeyecek"
diyor ve Morales'in son süreçte eski radikal çizgisinden
uzaklaştığını iddia ediyorlar. Ama öte yandan
aynı sendikacı, bir ABD müdahalesi konusunda da
görüşünü net olarak ifade ediyor: "MAS'ın
seçilmesinin ötesinde, seçimlerin de ötesinde,
seçimlerden sonra olabilecek büyük olaylara, ülkenin
parçalanmasına veya Haiti benzeri istilaya hazırlandığımızı
içtenlikle söylemek istiyorum. Bolivya halkı kendini
koruyacak toplumsal güce sahip olduğunu defalarca
kanıtladı. Emperyalistler saldırıya geçmeden önce
bunu dikkate alacaklardır diye düşünüyorum."
Aynı şey, aslında Venezuela için de geçerlidir.
Belli bir noktadan sonra, Chavez'in tutarlılığı-tutarsızlığı
gibi tartışmaların da ötesinde artık Venezuela
halkı, ülkenin sahibidir ve elinde tuttuğu gücü
kullanacaktır.
Dolayısıyla, yazımızın başında da belirttiğimiz
gibi, Latin Amerika'daki gelişmelere bakarken
esas dikkate almamız gereken eğilim, kıtadaki
emekçi halkların anti-emperyalist hareketinin
gücü ve kararlılığı olmalıdır. Emekçi halklara,
yıkım, sömürü ve onursuzluğu dayatan ABD emperyalizmi,
kıtanın her köşesinden tepki almakta, kitleler
bu tepkilerini şu ya da bu yolla ortaya koymaktadır.
Bu dalganın bir köşede kendisini gerilla ile ifade
etmesi, bir diğer köşede küçük çaplı ayaklanmalar
ve sokak gösterileri yolundan yürümesi, bir başka
ülkede ise halkçı bir hükümeti savunması, politik
açıdan tartışılabilir, değerlendirilebilir durumlardır.
Devrimci sosyalizm, bu aşamada, katı kalıplarla
soruna yönelerek kestirip atan, oturduğu yerden
ahkam kesen tutumları doğru bulmamakta, gelişmelere
ve siyasal oluşumlara belli bir mesafeyle ama
mutlaka anlamak için yaklaşmaktadır. Devrimci
sosyalizmin devrim ve iktidar anlayışı bellidir;
parlamentarizm ve barışçıl geçiş hayalleri ile
kitlelerin uyutulmasını hiçbir biçimde doğru bulmadığımız
da ortadadır. Ancak 2000'li yıllarda dünyanın
özellikle sıcak bölgelerinde ortaya çıkan gelişmeleri
dikkatle izlemek, bu gelişmelerin ulaşması muhtemel
sonuçlarını kestirmeye çalışmak ve her şeyden
önemlisi de ABD emperyalizmine karşı her kafa
tutma girişimini desteklemek de bugünkü görevlerimiz
arasındadır. İdeolojik mesafe ve eleştirel tutum
bunun engeli değildir. Kuşkusuz burada sol gösterip
sağ vuran, neoliberalizmle, emperyalizmle iç içe
geçen partilerden ve hareketlerden değil, az çok
dik durabilen örneklerden söz ediyoruz. Ve bunları
ayırt edebilmek de sanıldığı kadar zor değildir;
çünkü 2000'lerin vahşi kapitalizm koşullarında
birincilerin ömrü -yalancının mumuna benzer biçimde-
çok kısa sürmektedir.
Asıl önemli olan ise, başta da belirttiğimiz gibi
Latin Amerika emekçi halklarının direniş gücü
ve iradesidir. Bu irade, gerektiğinde, yalancı
mumlarını da söndürmesini bilecektir.
|