Kolektif, ortak bir amaç etrafında birleşen,
belirli işlerin bireyin çıkarı ile toplumun çıkarını
uygunlaştırarak ortaklaşa gerçekleştiren, somut
bir toplumsal ödevi çözen insan topluluğudur.
Sosyalist toplumda, birey ile toplum, kişiyle
kolektif arasındaki karşılıklı ilişkileri düzenleyen
sosyalist ahlak ilkesi, üretim araçlarının toplumsal
mülkiyeti ve insanın insanı sömürmesinin ortadan
kaldırılmış olması, kolektivizmin sosyal temelini
oluşturur. Olaylara bakış açısı ve olayları çözme
yöntemi, yani dünya görüşünün, aynı olması ve
bu eksende çözümlere katılmak, bunları birlikte
çözme noktasında hareket etmek kolektivizmin en
güçlü yanıdır.
Bireycilik sınıflı toplumların ortaya çıkması
ile başlar. Özel mülkiyet, sınıflı toplumlarda,
bireyciliği güçlü kılan ve onu ayakta tutan tüm
kurum ve kuruluşlarıyla bu anlayışa hizmet eder.
Bireycilik, bireyi toplumdan kopararak özel ve
tek konuma getirir ki, bu da kolektif bir anlayışın
tam karşıtıdır.
Günümüz kapitalist toplumunda sermayenin sonsuz
birikimi temelindeki çabası, yeni insanın oluşmasının
temel engellerinden biridir. Sömürünün yoğun yaşandığı
bu toplumda, birey toplumdan kopartılarak yalnızlaştırılır.
Süreç içerisinde birey yaşadığı topluma ve kendisine
yabancılaşır. Toplumdan çok kendisini düşünen,
kendi çıkarlarını toplumun çıkarlarının üstünde
tutan kişi haline gelir.
Bu öyle birden bire ortaya çıkan ve gökten zembille
inen bir durum değildir. Egemen sınıfın ideolojisi
ve ahlakına uygun olan bireycilik ilkesi gereğince
tek kişi (birey) kolektif ve toplumdan öncedir,
bunlara bağlı değildir. Ve mutlak hakka sahiptir.
Sistem, kişi dünyaya geldiğinden itibaren her
yönüyle çevreler ve kendisine uygun birey haline
getirir. Bu ilk başta ailede başlar, zaten aile
bu eğitim sürecinden geçmiştir. Dolayısıyla çocuğuna
da aldığı şeyleri verecektir. Daha sonra okul
döneminde devam eder. Okul yıllarında başarılı
olmanın yolu sistemin kurallarına uymaya ve onlara
aykırı hareket etmemeye bağlıdır.
Özellikle üniversite yılları bunu pekiştirir;
ki, egemen ideolojiyi ayakta tutan bu okullarda
yetişmiş ideolojik güçlerdir. Aslında üniversitede
dört yıl boyunca verilen tek şey “sen okumuşsun,
diğer insanlardan üstünsün, onlara hükmetme hakkına
sahipsin, onları aşağılama hakkına sahipsin”dir.
Bireycilik, kişi özgürlüklerini “her şeyin üstünde”
tutar ve bu özgürlükleri başkalarının emeğini
sömürme özgürlüğü olarak ortaya koyar. Böylece
kişi kolektife (ortaklaşa yaşama) ve halka karşı
konumlanmakta, kişisel çıkarlar toplumun çıkar
ve gereksinimlerinin karşısına konulmaktadır.
Burjuva bireyciliği insan doğasında bencilliğin
değişmez olduğunu kanıtlamaya çalışan burjuva
felsefesi ve töre bilimine dayanmaktadır.
Sermaye, insanlar arasındaki ilişkilerde çıkarı
temel alır. Marks’ın deyimiyle, “kapitalist rejimde
benim ne olduğum ve ne yapabileceğim, hiçbir zaman
kişiliğimle belirlenmiş değildir. Çirkinim, fakat
en güzel kadını satın alabilirim, öğleyse çirkin
değilim. Çünkü, çirkinliğin itici etkisi parayla
sıfıra iner. Topal olduğumu kabul edelim: para
bana 24 tane bacak sağlar. O halde topal değilim.
Zalim, ahlaksız, çıkar düşkünü, akıl fukarası
bir adam olabilirim. Fakat para şereflidir, para
yüce değerdir, öyleyse sahibi de iyi insandır.”
Birey olmak mı, yoksa bireycilik mi?
Birey olmak, insanın kendisi olabilme çabasıdır.
İnsani temelde kendi ayakları üstünde duran kimseye
bağlı olmayan kişiliktir. Bununla birlikte çevresine
ve yaşadığı ortama kayıtsız kalmayan kişiliktir,
katılımcıdır. Bireycilik ise, bunun tam tersidir.
Kendisinden başkasını düşünmeyen, kendi çıkarlarını
toplumun çıkarlarından üstün tutan kişiliktir.
Bu, egemen ideolojinin savunduğu ve yerleştirdiği
kişiliktir.
Sistemin dayattığı bütün bu olumsuzluklardan kurtulmanın
yolu ise, kolektif bir yaşam oluşturmakla mümkündür.
Bunun tek yolu, sosyalizm eksenli devrimdir. İnsanın
karakterini koşullar yarattığı için bu koşulların
değişimi ve insanileşmesi ise, ancak katılımcı
geniş bir kolektifle mümkündür.
Çünkü, sosyalist toplum, hem tüm toplumun, hem
de bireyin çıkarı olan genel çıkarları ele alır.
Her bir bireyi ayrı ayrı düşünerek bireyin kendisini
geliştirebileceği ve yeteneklerini açığa çıkarabileceği
ortam yaratır ki, bu da sosyalist ahlak ilkelerinden
birini oluşturur. Kişinin gelişimi ile toplumun
çıkarları arasında organik bir bağ oluşturur.
Çünkü, kişi kendisini geliştirdiği oranda topluma
yararlı ve toplumu taşıyıcı bir birey haline gelir.
Bu da katılımcılığı beraberinde getiren ve kişiselliği,
yani bencilliği ortadan kaldıran bir unsurdur.
Sistemin oluşturduğu hazırcı ve üretime dahil
olmayan birey tipini ortadan kaldırır. Çünkü,
herkesin çalışmak zorunda olduğu bir toplum modelidir
kolektif üretim. Üretim araçlarının ortaklığı
aynı zamanda bireyin birey üzerindeki egemenliğini
de ortadan kaldırır.
Egemen ideoloji, bir çok insanda ve çevrelerde
alışkanlıklar yaratmıştır. Devrimci kişilik ve
hareketler de çoğu zaman bu alışkanlıklarını kırmadıkları
için kendi içinde oluşturdukları kolektiflerin
samimiyetsiz bir ortama dönüşmesini sağlamaktadır.
Bu anlamıyla kendisini devrim kutbunda gören herkes
bu hastalıkları tedavi etmek zorundadır. Oluşturulan
kolektifte hem birey olma, hem de bireyi kolektife
geniş katılım olanakları sağlamak, bireyin gelişimini
engelleyen olguları tespit edip onun önünü açmakla
mümkündür. Birey, kendi kararlarını alırken sosyalist
ahlak ilkesine uygun ve bu ilkelerden ödün vermeden,
tamamen ait olduğu kolektifin çıkarlarını düşünerek
hareket etmelidir.
Burada eğer bireye kolektif yaşam sıkıcı geliyor
ise, orada bencillik ve liberal bir anlayış ortaya
çıkar, ki bu noktada bu anlayışa karşı savaşım
daha çetin olmak durumundadır. Liberal anlayışın
hortlaması politik duruşun zayıfladığı anda devreye
girer. Bu da yalancılığı, palavracılığı ve çürümeyi
beraberinde getirir. Tamamen ilkesiz davranışlar
açığa çıkar. Birey tamamen kolektiften kopar ve
kolektife zarar veren her şeyi daha çok hoşgörülü
karşılar.
Çalışanlar arasında, insanın kendi faaliyetlerine
ve kendi ürettiklerine yabancılaşması, yani, ürettiklerine
hakim anlayışı çalışmanın olumsuz olduğu sonucunu
doğurur. İşçinin ancak çalışmadığı zamanlarda
kendisini insan gibi gördüğü bir durum ortaya
çıkar. Kapitalizmde çalışmak, insanın kendisiyle
ilgili (insana özgü, insana ait) ihtiyaçlarını
karşılamaktan çok “çalışmanın dışındaki bazı gereksinimlerini
doyurmak için bir araç” halini alır.
İnsanın yaratıcılığı ve üretkenliği insanı hayvandan
ayıran temel özelliktir. Oysa kapitalizm insanın
bu faaliyetlerini dayattığı zorunlulukla tersine
çevirmiştir. Daha çok hayvansı özellikler açığa
çıkmıştır. İnsanın kendi faaliyetlerinden, kendisinden
uzaklaşmasına ve düşünme darlığına yol açmıştır.
“Bütün bunların sonucunda insan (işçi), yalnızca
hayvansal işlevlerinde yani yerken, içerken, çocuk
yaparken ve olsa olsa evinde vb. serbestçe etkin
olabilir; insani ilişkilerde ise iyice hayvansallaşmıştır.
Hayvansı özellikleri insani, insani özellikleri
hayvansı olmuştur... Şüphesiz, yemek, içmek, çocuk
yapmak vb. aynı zamanda insani ilişkilerdir. Ama
onları başka bütün insani etkinliklerden ayıran
ve son biricik amaç yapan soyutlamada hayvansaldırlar”
(K.Marks)
Bütün bu kuşatmalar bireyin çalışma saatleri dışında
da kendisi olmayı ortadan kaldırmıştır. Çalışırken
kendisi olmayan yani, iş işçiye, işçi de kendisine
ait değildir. Bu alışkanlığa dönüşüp çalışma dışında
“başkasına ait” olma durumundan kurtulamaz. Her
faaliyet sonuçta bireyin fiziksel olarak ayakta
kalma çabasına dönüşür.
Kapitalizm tarafından parçalanan ve toplumdan
koparılan kişi özgür birey olarak tanımlanamaz.
Böyle bir bireyselleşme, boş vermişlik, sosyal
olmayan, aylak ve “kafana göre takıl” içeriği
ile doldurulmaktadır.
Toplumdan bağımsız olmayan birey ancak, bu bölünmeleri
ortadan kaldırarak var olabilir. Birey, bulunduğu
toplumda toplumun etkin bir öğesi olmadıkça kendisine
ait bireyselliği de gerçekleştiremez. Bu da toplumsal
bir devrimle mümkün olabilir.
Bu anlamıyla sosyalist bilinç her alanda geliştirilmelidir;
sosyalist bilinç geliştikçe ahlaki etkenler insanın
çalışmasında daha büyük bir etki yaratır. Bu ahlak
çerçevesinde eğitilen insan kendisini toplumdan
sorumlu hisseder. Kendisini doğrudan doğruya ilgilendirmese
de yanlışlara ve toplumun çıkarlarına ters düşen
hiçbir şeye kayıtsız kalmaz.
Çünkü, sosyalist ortak yaşam (kolektivizm) kişisel
ve ortak çıkarları birbirine yakınlaştırır. Eski
alışkanlıkları ortadan kaldırıp yeni insan tipini
yaratır. Yeni insan, sorgulayan, eleştiren, güçlü,
iyimser, zorluklardan korkmayan cesur insan anlamına
gelir ki, bu da güçlü bir duvar örgüsüdür. Sosyalist
ortak yaşam aynı zamanda kişinin yalnızlaşmasını
ortadan kaldırır. Kişiyi ben merkezli düşünme
biçimlerinden arındırıp onun herkesin eşit olduğunu
ve herkesin bir şeyler yapabileceğini görmesini
sağlar.
Toplum içinde var olmak ve topluma tabi olmak,
bireysel çıkarları toplumun çıkarlarına denk düşmesi
kolektifin belirleyici özelliklerindendir. İnsanın
yalnız kendi tutum ve davranışlarının değil, aynı
zamanda toplumun kaderinin sorumluluğunu da taşıması
kolektivizmin temel özelliklerindendir.
Bireyin çıkarının toplumun çıkarlarına tabi olması
aynı zamanda hem birey hem de toplumun çıkarlarına
karşı saygılı olmayı beraberinde getirir. Kendi
yaşamımızda oluşturacağımız paylaşım alanı, kolektifin
ilkeleri doğrultusunda ilkeli davranış ve sorumluluk
duygusuyla beslenmelidir. Emekçiler arasında arkadaşça
işbirliği ve yardımlaşma anlayışı toplumun sorunlarını
çözmedeki ortaklığı da kapsar.
Sosyalist bilinci almadan ve ilkeli bir yaşam
tarzını oturtmadan bireyselciliği ortadan kaldıramayız.
İçinde bulunduğumuz nesnel koşulların insan kişiliği
üzerindeki etkisinin belirleyici olduğunu biliyoruz.
Bu anlamda oluşturacağımız ortaklaşa çalışma alanlarında
da şekillenmeyi kolektif ruha uygun hale getirme
doğrultusunda çaba sarf etmeliyiz.
Ortak amaç devrim ve sosyalizm ise bu amaç etrafında
birleşen grup ve kişiler kendi kişisel çıkarlarından
arınmalı ve kendisini bu kolektif içerisinde görmelidir.
Çünkü, birey ancak bu ortaklığa uygun hareket
ettiği oranda hem kendi çıkarlarını, hem de kolektifin
çıkarlarını koruyacaktır. Burada, ön planda olan
kolektifin çıkarları olmalıdır. Toplumu geliştirici
uygun davranışlar yerleştikçe birey gelişir ve
dolayısıyla bireyin katılımcılığı da artar. Engels
bu konuda “her bir bireyi kurtarmadan toplumun
kurtulamayacağını” belirtiyor. (F.Engels, Anti
Dühring)
Dolayısıyla, kolektivizmde şu klasik “birimiz
hepimiz için, hepimiz birimiz için” sloganına
sıkı sıkıya bağlanmalıyız.
|