Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini


 

 

37. Sayı - Ocak 2006

Kolektif, ortak bir amaç etrafında birleşen, belirli işlerin bireyin çıkarı ile toplumun çıkarını uygunlaştırarak ortaklaşa gerçekleştiren, somut bir toplumsal ödevi çözen insan topluluğudur.
Sosyalist toplumda, birey ile toplum, kişiyle kolektif arasındaki karşılıklı ilişkileri düzenleyen sosyalist ahlak ilkesi, üretim araçlarının toplumsal mülkiyeti ve insanın insanı sömürmesinin ortadan kaldırılmış olması, kolektivizmin sosyal temelini oluşturur. Olaylara bakış açısı ve olayları çözme yöntemi, yani dünya görüşünün, aynı olması ve bu eksende çözümlere katılmak, bunları birlikte çözme noktasında hareket etmek kolektivizmin en güçlü yanıdır.
Bireycilik sınıflı toplumların ortaya çıkması ile başlar. Özel mülkiyet, sınıflı toplumlarda, bireyciliği güçlü kılan ve onu ayakta tutan tüm kurum ve kuruluşlarıyla bu anlayışa hizmet eder. Bireycilik, bireyi toplumdan kopararak özel ve tek konuma getirir ki, bu da kolektif bir anlayışın tam karşıtıdır.
Günümüz kapitalist toplumunda sermayenin sonsuz birikimi temelindeki çabası, yeni insanın oluşmasının temel engellerinden biridir. Sömürünün yoğun yaşandığı bu toplumda, birey toplumdan kopartılarak yalnızlaştırılır. Süreç içerisinde birey yaşadığı topluma ve kendisine yabancılaşır. Toplumdan çok kendisini düşünen, kendi çıkarlarını toplumun çıkarlarının üstünde tutan kişi haline gelir.
Bu öyle birden bire ortaya çıkan ve gökten zembille inen bir durum değildir. Egemen sınıfın ideolojisi ve ahlakına uygun olan bireycilik ilkesi gereğince tek kişi (birey) kolektif ve toplumdan öncedir, bunlara bağlı değildir. Ve mutlak hakka sahiptir. Sistem, kişi dünyaya geldiğinden itibaren her yönüyle çevreler ve kendisine uygun birey haline getirir. Bu ilk başta ailede başlar, zaten aile bu eğitim sürecinden geçmiştir. Dolayısıyla çocuğuna da aldığı şeyleri verecektir. Daha sonra okul döneminde devam eder. Okul yıllarında başarılı olmanın yolu sistemin kurallarına uymaya ve onlara aykırı hareket etmemeye bağlıdır.
Özellikle üniversite yılları bunu pekiştirir; ki, egemen ideolojiyi ayakta tutan bu okullarda yetişmiş ideolojik güçlerdir. Aslında üniversitede dört yıl boyunca verilen tek şey “sen okumuşsun, diğer insanlardan üstünsün, onlara hükmetme hakkına sahipsin, onları aşağılama hakkına sahipsin”dir. Bireycilik, kişi özgürlüklerini “her şeyin üstünde” tutar ve bu özgürlükleri başkalarının emeğini sömürme özgürlüğü olarak ortaya koyar. Böylece kişi kolektife (ortaklaşa yaşama) ve halka karşı konumlanmakta, kişisel çıkarlar toplumun çıkar ve gereksinimlerinin karşısına konulmaktadır.
Burjuva bireyciliği insan doğasında bencilliğin değişmez olduğunu kanıtlamaya çalışan burjuva felsefesi ve töre bilimine dayanmaktadır.
Sermaye, insanlar arasındaki ilişkilerde çıkarı temel alır. Marks’ın deyimiyle, “kapitalist rejimde benim ne olduğum ve ne yapabileceğim, hiçbir zaman kişiliğimle belirlenmiş değildir. Çirkinim, fakat en güzel kadını satın alabilirim, öğleyse çirkin değilim. Çünkü, çirkinliğin itici etkisi parayla sıfıra iner. Topal olduğumu kabul edelim: para bana 24 tane bacak sağlar. O halde topal değilim. Zalim, ahlaksız, çıkar düşkünü, akıl fukarası bir adam olabilirim. Fakat para şereflidir, para yüce değerdir, öyleyse sahibi de iyi insandır.”
Birey olmak mı, yoksa bireycilik mi?
Birey olmak, insanın kendisi olabilme çabasıdır. İnsani temelde kendi ayakları üstünde duran kimseye bağlı olmayan kişiliktir. Bununla birlikte çevresine ve yaşadığı ortama kayıtsız kalmayan kişiliktir, katılımcıdır. Bireycilik ise, bunun tam tersidir. Kendisinden başkasını düşünmeyen, kendi çıkarlarını toplumun çıkarlarından üstün tutan kişiliktir. Bu, egemen ideolojinin savunduğu ve yerleştirdiği kişiliktir.
Sistemin dayattığı bütün bu olumsuzluklardan kurtulmanın yolu ise, kolektif bir yaşam oluşturmakla mümkündür. Bunun tek yolu, sosyalizm eksenli devrimdir. İnsanın karakterini koşullar yarattığı için bu koşulların değişimi ve insanileşmesi ise, ancak katılımcı geniş bir kolektifle mümkündür.
Çünkü, sosyalist toplum, hem tüm toplumun, hem de bireyin çıkarı olan genel çıkarları ele alır. Her bir bireyi ayrı ayrı düşünerek bireyin kendisini geliştirebileceği ve yeteneklerini açığa çıkarabileceği ortam yaratır ki, bu da sosyalist ahlak ilkelerinden birini oluşturur. Kişinin gelişimi ile toplumun çıkarları arasında organik bir bağ oluşturur. Çünkü, kişi kendisini geliştirdiği oranda topluma yararlı ve toplumu taşıyıcı bir birey haline gelir. Bu da katılımcılığı beraberinde getiren ve kişiselliği, yani bencilliği ortadan kaldıran bir unsurdur.
Sistemin oluşturduğu hazırcı ve üretime dahil olmayan birey tipini ortadan kaldırır. Çünkü, herkesin çalışmak zorunda olduğu bir toplum modelidir kolektif üretim. Üretim araçlarının ortaklığı aynı zamanda bireyin birey üzerindeki egemenliğini de ortadan kaldırır.
Egemen ideoloji, bir çok insanda ve çevrelerde alışkanlıklar yaratmıştır. Devrimci kişilik ve hareketler de çoğu zaman bu alışkanlıklarını kırmadıkları için kendi içinde oluşturdukları kolektiflerin samimiyetsiz bir ortama dönüşmesini sağlamaktadır. Bu anlamıyla kendisini devrim kutbunda gören herkes bu hastalıkları tedavi etmek zorundadır. Oluşturulan kolektifte hem birey olma, hem de bireyi kolektife geniş katılım olanakları sağlamak, bireyin gelişimini engelleyen olguları tespit edip onun önünü açmakla mümkündür. Birey, kendi kararlarını alırken sosyalist ahlak ilkesine uygun ve bu ilkelerden ödün vermeden, tamamen ait olduğu kolektifin çıkarlarını düşünerek hareket etmelidir.
Burada eğer bireye kolektif yaşam sıkıcı geliyor ise, orada bencillik ve liberal bir anlayış ortaya çıkar, ki bu noktada bu anlayışa karşı savaşım daha çetin olmak durumundadır. Liberal anlayışın hortlaması politik duruşun zayıfladığı anda devreye girer. Bu da yalancılığı, palavracılığı ve çürümeyi beraberinde getirir. Tamamen ilkesiz davranışlar açığa çıkar. Birey tamamen kolektiften kopar ve kolektife zarar veren her şeyi daha çok hoşgörülü karşılar.
Çalışanlar arasında, insanın kendi faaliyetlerine ve kendi ürettiklerine yabancılaşması, yani, ürettiklerine hakim anlayışı çalışmanın olumsuz olduğu sonucunu doğurur. İşçinin ancak çalışmadığı zamanlarda kendisini insan gibi gördüğü bir durum ortaya çıkar. Kapitalizmde çalışmak, insanın kendisiyle ilgili (insana özgü, insana ait) ihtiyaçlarını karşılamaktan çok “çalışmanın dışındaki bazı gereksinimlerini doyurmak için bir araç” halini alır.
İnsanın yaratıcılığı ve üretkenliği insanı hayvandan ayıran temel özelliktir. Oysa kapitalizm insanın bu faaliyetlerini dayattığı zorunlulukla tersine çevirmiştir. Daha çok hayvansı özellikler açığa çıkmıştır. İnsanın kendi faaliyetlerinden, kendisinden uzaklaşmasına ve düşünme darlığına yol açmıştır.
“Bütün bunların sonucunda insan (işçi), yalnızca hayvansal işlevlerinde yani yerken, içerken, çocuk yaparken ve olsa olsa evinde vb. serbestçe etkin olabilir; insani ilişkilerde ise iyice hayvansallaşmıştır. Hayvansı özellikleri insani, insani özellikleri hayvansı olmuştur... Şüphesiz, yemek, içmek, çocuk yapmak vb. aynı zamanda insani ilişkilerdir. Ama onları başka bütün insani etkinliklerden ayıran ve son biricik amaç yapan soyutlamada hayvansaldırlar” (K.Marks)
Bütün bu kuşatmalar bireyin çalışma saatleri dışında da kendisi olmayı ortadan kaldırmıştır. Çalışırken kendisi olmayan yani, iş işçiye, işçi de kendisine ait değildir. Bu alışkanlığa dönüşüp çalışma dışında “başkasına ait” olma durumundan kurtulamaz. Her faaliyet sonuçta bireyin fiziksel olarak ayakta kalma çabasına dönüşür.
Kapitalizm tarafından parçalanan ve toplumdan koparılan kişi özgür birey olarak tanımlanamaz. Böyle bir bireyselleşme, boş vermişlik, sosyal olmayan, aylak ve “kafana göre takıl” içeriği ile doldurulmaktadır.
Toplumdan bağımsız olmayan birey ancak, bu bölünmeleri ortadan kaldırarak var olabilir. Birey, bulunduğu toplumda toplumun etkin bir öğesi olmadıkça kendisine ait bireyselliği de gerçekleştiremez. Bu da toplumsal bir devrimle mümkün olabilir.
Bu anlamıyla sosyalist bilinç her alanda geliştirilmelidir; sosyalist bilinç geliştikçe ahlaki etkenler insanın çalışmasında daha büyük bir etki yaratır. Bu ahlak çerçevesinde eğitilen insan kendisini toplumdan sorumlu hisseder. Kendisini doğrudan doğruya ilgilendirmese de yanlışlara ve toplumun çıkarlarına ters düşen hiçbir şeye kayıtsız kalmaz.
Çünkü, sosyalist ortak yaşam (kolektivizm) kişisel ve ortak çıkarları birbirine yakınlaştırır. Eski alışkanlıkları ortadan kaldırıp yeni insan tipini yaratır. Yeni insan, sorgulayan, eleştiren, güçlü, iyimser, zorluklardan korkmayan cesur insan anlamına gelir ki, bu da güçlü bir duvar örgüsüdür. Sosyalist ortak yaşam aynı zamanda kişinin yalnızlaşmasını ortadan kaldırır. Kişiyi ben merkezli düşünme biçimlerinden arındırıp onun herkesin eşit olduğunu ve herkesin bir şeyler yapabileceğini görmesini sağlar.
Toplum içinde var olmak ve topluma tabi olmak, bireysel çıkarları toplumun çıkarlarına denk düşmesi kolektifin belirleyici özelliklerindendir. İnsanın yalnız kendi tutum ve davranışlarının değil, aynı zamanda toplumun kaderinin sorumluluğunu da taşıması kolektivizmin temel özelliklerindendir.
Bireyin çıkarının toplumun çıkarlarına tabi olması aynı zamanda hem birey hem de toplumun çıkarlarına karşı saygılı olmayı beraberinde getirir. Kendi yaşamımızda oluşturacağımız paylaşım alanı, kolektifin ilkeleri doğrultusunda ilkeli davranış ve sorumluluk duygusuyla beslenmelidir. Emekçiler arasında arkadaşça işbirliği ve yardımlaşma anlayışı toplumun sorunlarını çözmedeki ortaklığı da kapsar.
Sosyalist bilinci almadan ve ilkeli bir yaşam tarzını oturtmadan bireyselciliği ortadan kaldıramayız. İçinde bulunduğumuz nesnel koşulların insan kişiliği üzerindeki etkisinin belirleyici olduğunu biliyoruz. Bu anlamda oluşturacağımız ortaklaşa çalışma alanlarında da şekillenmeyi kolektif ruha uygun hale getirme doğrultusunda çaba sarf etmeliyiz.
Ortak amaç devrim ve sosyalizm ise bu amaç etrafında birleşen grup ve kişiler kendi kişisel çıkarlarından arınmalı ve kendisini bu kolektif içerisinde görmelidir. Çünkü, birey ancak bu ortaklığa uygun hareket ettiği oranda hem kendi çıkarlarını, hem de kolektifin çıkarlarını koruyacaktır. Burada, ön planda olan kolektifin çıkarları olmalıdır. Toplumu geliştirici uygun davranışlar yerleştikçe birey gelişir ve dolayısıyla bireyin katılımcılığı da artar. Engels bu konuda “her bir bireyi kurtarmadan toplumun kurtulamayacağını” belirtiyor. (F.Engels, Anti Dühring)
Dolayısıyla, kolektivizmde şu klasik “birimiz hepimiz için, hepimiz birimiz için” sloganına sıkı sıkıya bağlanmalıyız.

 

 


 

 

 

 

 

sbarikat07@gmail.com
Sosyalist Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
Yönetim Yeri: Çakırağa Mah. Abdüllatif Paşa Sk. 4/5 Aksaray-İstanbul
0212 632 23 19