Bir adım ileri beş adım geri… Neredeyse yirmi
yıldır bu böyle sürüyor; bir gün biri çıkıyor
“Kürt realitesini tanıyoruz” diyor, bir gürültü,
bir kavga… Ya da bir başkası, “acaba federasyon
olur mu?” diye ortalığa bir şey atıyor, yine tencereler
tavalar havada uçuşuyor, kavga bittiğinde de aslında
cümlenin kendisi unutulmuş oluyor.
Ve nihayet şu “kimlik” meselesi. Bu kez Tayyip
şansını deniyor ve “üst kimlik-alt kimlik”, “Türkiye
vatandaşlığı” gibi lafları şöyle bir ortalığa
atıp geri çekiliyor. Hepsi o kadar! Laf ortaya
atılıp da bundan somut bir siyasi sonuç çıkmıyor
aslında; başbakan yalnızca Kürtlerin kendi kimliklerinin
de var olduğunu kabul ederek lütuf yapmış oluyor!
O bunu yaparken de özel timciler bölgeye taşınıyor,
operasyonlar büyüyor, “Mutkili Ali Başçavuş” da
bombalarını sıraya diziyor, defterindeki isimlere
bakıp kırmızı kalemle işaretler koyuyor.
Öte yandan “Ne mozayiği ulan” diye haykırıyor
Baykal: “Mermeriz biz mermer!” İsimleri karıştırıyor
olabiliriz belki, bu lafı Türkeş söylemişti evet
ama gericilik zaten birbirine karışan, birbiriyle
akrabalık ilişkileri olan bir şey. Ve tabii eski
operasyoncu Ağar da boş geçmiyor tartışmayı; o
da “mermercilik” mesleğine el atıyor; bu yüzden
olsa gerek Şemdinli’de başı sıkışan bombacının
aklına ilk onun telefon numarası geliyor.
“Üst kimlik” olur mu, “alt kimlik” nedir? İnsan
bir yandan TC vatandaşı olsa, öte yandan da evinde
barkında arada bir üç kelime Kürtçe konuşsa fena
mı olur, vs. vs… Bunları hep kendileri tartışıyorlar.
Kürt halkının fikrini soran yok. Bölgedeki bütün
baskı güçlerini, JİTEM’ini, MİT’ini geriye çeksen
de ortaya bir sandık koysan, insanlara “siz nasıl
yaşamak istiyorsunuz” diye sorsan, belki bu anlaşılabilir
bir şey olur; ama böyle bir fikir bile tüyleri
diken diken etmeye yetiyor. Bu yazının yazıldığı
gün dünyanın küçücük bir köşesinde, tsunami olmasa
kimsenin adını duymayacağı bir yer olan Aceh’te
törenler düzenleniyor, Endonezya askeri birlikleri
bando-mızıka eşliğinde bölgeden çekiliyorlar ve
göründüğü kadarıyla kıyamet de kopmuyor! Türkiye’de
ise Kürdün Kürt olup olmadığı, onun dilinin bir
lehçe olup olmadığı, vs. tartışılıyor, daha doğrusu
tartışılamıyor…
Sizin Kimliğiniz Ne?
Peki ama “kimlik” nedir? Bütün bu tartışmaları
yapanların kendi kimlikleri nedir? Doğum yerini,
hane no, cilt no’yu geçip daha siyasal bir zeminden
bakarsak, bütün bu partilerin, bütün bu anlı şanlı
liderlerin kimliği nedir? Örneğin “işbirlikçilik”
bütün bu partiler için ortak bir “üst kimlik”
oluşturmuyor mu? Evet, partilerin adları farklı,
program dedikleri kağıt tomarları var, ayrı ayrı
geleneklerden geliyorlar. Kimisi kendisine fena
halde solcuyum diyor, kimisi “bin operasyon yaptım
bin tane daha yaparım” diyor, bir başkası da takunyadan
İtalyan ayakkabılarına terfi etmiş, ama sonuçta
içlerinden bir tanesi olsun şu İncirlik üssünün
arazisini on santim küçültelim diyebilir mi? İçlerinden
bir tanesi, canı sıkılınca Ankara’ya gelen FBI-CIA
patronlarının önüne dikilip “senin burada ne işin
var?” diye sorabilir mi? İçlerinden bir tanesi,
Düyunu Umumiye’den, kapitülasyonlardan beter hale
gelmiş olan şu IMF-Dünya Bankası ilişkisini şu
kadarcık olsun sorgulayabilir mi? Bolivya’da Evo
Morales seçim kazanıyor, Türkiye’nin tekel medyasının
tetkikçi gazeteleri “kokocu başkan oldu” diye
manşet atıp aklınca alay ediyor; peki senin ülkendeki
herhangi bir başkan, başbakan, “ben şu sektörü
millileştireceğim” lafını bırak söylemeyi, evinde
otururken bile aklının ucundan geçirebilir mi?
Ya da bir başka öneri: Bütün bu zümre için “hortumculuk-hırsızlık”
bir “üst kimlik” değil midir? Örneğin bu her gün
birbirleriyle kavga eden, birbirlerine pek düşman
olan zatlar, özelleştirme konusunda ne düşünürler?
Aynı kişiler, bırakın daha ötesini, “biz bütün
dolaylı vergileri kaldıralım ve kim ne kazanıyorsa
onun şu kadarını vergi olarak alalım” diye bir
yasa çıkarabilirler mi? 200 milyar dolara yakın
bir parayı son yirmi yılda batakçılara armağan
edenler kimlerdir? Bolivya’nın başkanı “kokocu”dur
da, Türkiye ekonomisinde uyuşturucu gelirlerinin
payı ne kadardır? Sokakta yaşayan çocukların sayısı
bu kişilerin hükümet olduğu dönemlerde yüzde kaç
artmıştır, fuhuş yapan kadın sayısı örneğin 1960’larda
da bugün olduğu kadar mıdır? İşsizlik oranı ile
suç oranları arasında bir ilişki yok mudur?
Ve bu kişiler için bir “üst kimlik” önerisi olarak
“Muğlalı Kimliği”nden söz edebilir miyiz? Bunlardan
herhangi biri, ezberden söyledikleri “30 bin ölü”
lafının dışında çukurlara gömülen, köşe başlarında
kurşunlanan, özgürlük istedikleri için üzerine
ateş açılan insanları tanırlar mı? AİHM olmasa
bu topraklarda kaç kişinin katledildiği sorusu
akıllarına gelir mi? Ya da Sevda Aydın’ı tanırlar
mı, otobüs durağından bir insan nasıl kaçırılır
diye akıllarından hiç geçirirler mi? Ve bütün
bu kişiler, bir kez olsun, şu JİTEM nedir, MİT
ne yapar sorusunu sorabilirler mi? Bir gün akıllarına
esse, olmaz böyle bir şey ama, olsa, bir TMŞ hücresinin
kapısından içeri şöyle bir bakmalarına izin verilir
mi?
Kim bunlar? Kendi kimlikleri nedir? Ve kendi kimliklerine
bakmadan nasıl, hangi hakla bir halkın kimliği
üzerine gevezelik edebiliyorlar? Binlerce şehit
vererek kendi varlığını savunan bir halkın “alt
kimliğini-üst kimliğini” belirlemek onlara mı
kalmış?
Türkiye’de herkes, kökeni ne olursa olsun başbakan
bile olur diyorlar… Doğrudur! Örneğin Hindistan’ın
sömürge olduğu yıllarda bir Hintli, yüzünü bin
kez boyasa da İngiltere başbakanı olamazdı. Bizim
karmaşık coğrafyamızda ise bu, eğer gerçekten
yüzünüzü (ve ruhunuzu) beyaza boyarsanız mümkündür.
Ama bu o zaman sizin kimliğiniz değildir, o yüz
ve o beyin size ait değildir. Siz, başka bir şey,
başka biri olmayı kabul ederek, başka bir kimlikle
orada varsınızdır. Vazgeçtik Kürt’ten, siz bir
sosyalist milletvekili olarak seçildiniz diyelim,
daha ilk gün, “milletin bölünmezliği”ne yemin
edip bir sosyalistin en temel belirlemesi olan
sınıflar gerçeğini reddetmekle karşı karşıyasınız.
Açık ve Yalın Bir Söz: Ben Kürdüm
Peki nedir bu kimlik gevezeliği o zaman? Siz kimin
hangi ulustan olduğunu hangi ölçüyle belirliyorsunuz?
Türkiye’de öteden beri anti-komünist lafebeleri
saçma bir iddia öne sürerler: “komünistler halkı
sınıflara bölmek istiyorlar!” Oysa komünist düşünceye
göre sınıflar zaten vardır; komünizmin yapmak
istediği ise -iddia edilenin tam aksine- bu sınıfları
ortadan kaldırmaktır.
Kürt meselesinde de sanki mevcut olmayan bir sorunu
birileri icat etmiş gibi yaygara koparılıyor ve
“eh mademki Kürtler var diyorsunuz, öyleyse onlara
şöyle bir konum verelim” deniliyor. Oysa, kimsenin
senden bir şey istediği yok. Kürtler var ve yüzyıllardır
doğru dürüst bir devlet deneyimi, doğru dürüst
bir birlik imkânına sahip olamadıkları halde,
bir ulus olarak var olmayı sürdürüyorlar, neredeyse
mucize denebilecek olan bu durum için de kimseden
izin aldıkları yok. Var olduklarını bilmek için
sabahları birbirlerine “rojbaş” demeleri yetiyor,
var olduklarını bilmek için icazete ihtiyaçları
yok. Dilleriyle, kültürleriyle, iyi ya da kötü
bütün diğer özellikleriyle varlıklarını zaten
-sana rağmen, ölümlere kıyımlara rağmen-sürdürüyorlar.
Mesele varlık meselesi değil, Kürdün nasıl yaşamak
istediği, politik olarak nasıl yönetmek ya da
yönetilmek istediğidir. Devrimcilerin yanıtı bu
konuda çok açık ve bir su damlası kadar berrak:
Onlar nasıl istiyorlarsa öyle! Yani kendi kaderini
tayin hakkı... Hatta devrimciler, sosyalistler
bu yaşam biçimini beğenmeseler de öyle! Kürtlerin
iradesi bu konuda yeterlidir. Bu topraklarda kendisini
şöyle ya da böyle solda tanımlayan ama Kürdün
iradesini tanımayan, onlara yapılanları görmezlikten
gelen binlerce insan yaşıyor. Ve devrimci sosyalistler,
işte bu topraklarda diyorlar ki, Kürt kendine
neyi istiyorsa sorunun çözümü odur! Kürde alt
kimliksin demekse sadece hakarettir! Tüm uluslar
eşittir, aralarında altlık üstlük sıralaması yapmak
ise iğrenç bir aşağılamadır.
Ve son olarak, hatırlatılabilir: Mermercilik hayırlı
bir meslek değildir. Mermerden birçok şey yapılır
ama bütün bu yararlı şeylerin yanında, pek sevimli
olmayan bir işe de yarar: Mezar taşı!
|