Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini


 

 

37. Sayı - Ocak 2006

Emperyalist kapitalizmin içine girdiği krizin faturasını emekçilere yıkma çabasından başka bir anlam ifade etmeyen, emek düşmanı neoliberal saldırı politikaları yeni yılda da bütün hızıyla devam ediyor, edecek… 2005 sonbaharında IMF’nin kredi dilimleri için ön şart olarak ortaya sürdüğü “Kamu Reformu” tasarısı da bu saldırılardan en önemlisi ve uzun vadede emek güçlerine en çok zarar verecek olanıdır. Hatırlanacağı gibi AKP hükümeti yalvar yakar edip bu ön şartı yumuşatmış ve efendilerine 2006’da ilk iş olarak bu tasarıyı ele alacağı yönünde sözler vermişti. Şimdi, Ocak ayından itibaren başlayacak olan süreç, bu sözün yerine getirilme süreci olacaktır. Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu (Kamu Reformu Yasası) Tasarısı şu anda Meclis’in gündemindedir.
Emekçilere yönelik her saldırıyı bir “reform” ya da “devrim” gibi sunan neoliberal medya şarlatanlarının yarattığı kafa karışıklığı ise devam ediyor. Bir yandan “devleti küçültme” demagojisiyle sosyal hizmet alanları tasfiye ediliyor, diğer yandan ise ordu ve diğer baskı güçleri, kontr-gerilla organizasyonları büyütülüyor. Bu kargaşa arasında kesin olan şey, “reform” cilasıyla öne sürülen bütün bu saldırılardan emekçilerin ağır bir zararla çıkacağıdır.
Aşağıdaki somut örneklerde de görüleceği gibi gerçekten de “Kamu Reformu Yasa Tasarısı” emeklilik ve sağlık sisteminde “köklü değişiklikler” getiriyor. Fakat bu köklü değişiklikler gösterilmeye çalışıldığı gibi çalışanların lehine, çalışma koşullarını iyileştirmek, emekli olmalarını kolaylaştırmak, sağlık hizmetlerinden daha iyi yararlanmalarını sağlamak amacıyla yapılmıyor, özcesi emekçiler için pek bir anlam ifade etmiyor. Tasarı gösterilmek istenilenin tam tersine bugüne kadar elde edilmiş bütün kazanımların gasp edilmesini hedefliyor. Aslında verilen bir şey de yok; bir taraftan kaşıkla veriliyor gibi gösterilen şey diğer taraftan çoktan kepçeyle götürülmüş oluyor.
Asıl mesele de, 2006 bütçesi hazırlanırken çok yaygarası yapılan şu ünlü “sosyal güvenlik harcamaları açığı” ile ilgilidir. IMF, Türkiye bütçesinde hatırı sayılır miktarda bir kaynağın sosyal güvenlik kurumlarının açıklarını kapatmak için harcanmasını kabul etmemekte ve bu tür yasalarla bu alanın adım adım tasfiye edilmesini emretmektedir.
Kısacası bu tasarı, kapitalizmin içine girdiği krizin faturasını emekçilere yıkmak isteyen, emek düşmanı bir tasarıdır. Bu nedenle kapitalizmin 1970’lerin ortasında başlayan krizine bağlı olarak 1980’de başlattığı yeniden yapılanma süreciyle birlikte uygulamaya koyduğu neoliberal saldırı politikalarıyla kamunun, kamuya ait olan her şeyin özelleştirilmesi gündemleştirilmiştir. Özelleştirmelere bağlı olarak devletin kamu hizmetinden -eğitim, sağlık, sosyal güvenlik, belediye hizmetleri, ulaşım, iletişim kültürel ve sanatsal etkinliklerden vb.- desteğini çekmesi ve bütün bunların metalaşması, paralı hale gelmesi anlamına gelmektedir. Aynı zamanda neoliberal saldırı politikalarına bağlı olarak devletin temel görevi uluslararası mali sermayenin önündeki tüm engelleri kaldırmak, rahat dolaşımını sağlamak, kâr alanlarını genişletmek için yeni düzenlemeler yapmaktır. Bu anlamda, “Kamu Reformu ne getiriyor?” sorusunun doğru yanıtı, “iyi şeyler getirmiyor ama çok şey götürüyor” olmalıdır. Çünkü bu tasarıda “Kamu Reformu” adı altında gerçekleştirilmek istenenler, kamu emekçileri açısından bir yeniden düzenlemenin ötesinde tam bir yıkımı, çalışma koşullarının kuralsızlaştırılmasını ve emeğin aşırı sömürülmesini içermektedir.

Kısaca maddelerine ayırırsak;
I) Tasarı Kamu Hizmetlerini Tasfiye Ediyor…
Taslak, her şeyden önce neoliberal saldırının en temel amacı olan kamu hizmetlerinin tasfiyesini son aşamaya vardırıyor. Merkezi yönetimin ve yerel yönetimlerin hizmet görme yetkisini sınırlayan tasarı, örneğin bir hizmeti özel sektöre ait bazı firmalar üretiyor ve belli bir fiyattan da satıyor ise, devlet ya da yerel yönetimlerin, bu hizmeti daha ucuza üreterek halka veremeyeceğini hükme bağlıyor. Özellikle eğitim ve sağlık gibi özel sektör tarafından “satılan” hizmetlerin, devlet tarafından daha ucuza, aynı fiyatla daha kaliteli, çalışana daha fazla ücret verilerek sunulması, fiilen yasaklanmakta, sağlığın finansmanı ile hizmet sunumu ayrılarak özel sektörden hizmet alımına ağırlık verilmektedir. Böylece tekelcilerin onca yıldır gevelediği “devlet bakkallık, ayakkabıcılık, vb. yapmasın” talebi bir adım daha ileri götürülerek karşılanacak, kamu hizmetleri tümüyle tasfiye edilecek, bu alanlar uluslararası mali sermayeye ve yerli işbirlikçilerine peşkeş çekilecektir. Bu özelleştirme politikalarını haklı çıkarmak, kamu sektörünün devletin sırtında bir kambur gibi durduğunu kanıtlamak ve böylece sağlığı paralı hale getirmek için, yıllardır bilinçli olarak hastanelerdeki personel açığı giderek artırılmış, teknik donanım bakımından yeterli olanak sunulmayarak verimsizleştirilmiş, hastaneler ve hekimler arası rekabet özendirilmiş, SSK Hastaneleri başta olmak üzere hastanelerin işletme haline getirilmesine devam edilmiştir.
Tasarı daha yasalaşmadan bile kamuda istihdam önemli ölçüde azaltılmış, kamu emekçilerine zorunlu fazla mesai getirilerek çalışma koşulları ağırlaştırılmıştır. Emek maliyetini en aza indirmek için performans değerlendirme sistemi ile “bireysel iş ilişkileri” ön plana çıkartılmakta, sözleşmeli çalışma, part-time çalışma gibi esnek istihdam biçimleri yaygınlaştırılmaktadır. Örneğin, memur statüsünde çalışanların, toplam kamu emekçileri içindeki oranı %65’e kadar düşmüştür ve bu oran gitgide daha fazla düşmektedir. Bu politikaların sonucunda kamuda çalışanlar giderek iş güvencesinden uzaklaştırılmakta, kamuda örgütlü sendikalar büyük ölçüde zayıflamakta, etkisiz hale gelmektedirler. Tasarının yasalaşması halinde, bundan yüz binlerce kamu çalışanı ve onların milyonlarca yakını olumsuz anlamda etkilenecek, işsiz işçiler ordusuna yeni yüz binler katılacaktır...

II) Sözleşmeli Personel Statüsü Bir Tasfiye Operasyonudur
Tasarı, çok net bir biçimde güvenceli çalışmanın düşmanıdır ve yasalaşması halinde başta eğitim ve sağlık alanında olmak üzere binlerce kamu emekçisi iş güvencesinden yoksun çalışmak zorunda kalacaktır. Aynı iş ve hizmeti üreten, aynı mesleğe sahip çalışanlar arasında çifte standart uygulaması ortaya çıkacak, ucuz emek gücü istihdamı yaygınlaşacak ve kamu çalışanları baskı altına alınacak, kamu işyerlerindeki sendikal örgütlenmenin önündeki engeller arttırılacak, çalışanlar mevcut sosyal haklarından mahrum kalacaktır. Ayrıca böylece özel sektöre ve taşeron firmalara kaynak aktarımı kolaylaştırılacak, kamu sağlık kuruluşlarına yeni yatırımlar yapılmayacak, bundan da sağlık kuruluşlarına yapılacak istihdam olumsuz anlamda etkilenecektir.
Tasarı bu amaçla “memur” kavramını yeniden tanımlamakta, üst düzey bürokratlar, mülki amirler, polis, müftüler ve yardımcıları, kadastro üyeleri, mal müdürü, müfettiş, savunma sekreteri, denetim elemanları, öğretmenler, Dışişleri Bakanlığı’nın yurt dışı teşkilatı gibi görevliler memur statüsünde sayılmaktadır. Buna karşın, sağlık emekçileri, din görevlisi, zabıta, avukat, hava trafik kontrolörleri, itfaiyeci, kimyager, mühendis, mübaşir, pilot, şoför ve teknisyenleri gibi çok sayıda kamu emekçisi sözleşmeli statüde görevlendirilecektir. Taslağa göre kadrolular ve sözleşmeli personel yazılı yemin metnini imzalayarak göreve başlayacak, ilk defa kadrolu veya sözleşmeli personel olarak göreve alınacakların ülke genelinde merkezi olarak yapılacak yazılı sınava girerek başarılı olmaları şartı aranacaktır, İlk defa memur olacaklar, 1 yıl aday memur olarak çalışacak, kadroların ve sözleşmeli personelin haftalık çalışma süresi 40 saat olacaktır. Yani sonuçta, artık kimse herhangi bir iş güvencesine sahip olamayacaktır.

III) Bu Kez Gerçekten “Mezarda Emeklilik” Geliyor...
Mevcut yasaya göre çalışanlar borçlanma yolu ile prim ödeme gün sayısını doldurduklarında emekli olabilmek için belirli yaşı doldurmaları gerekmiyor, belirli yaşı doldurmadan da emekli olabiliyorlardı. Tasarı yasalaştıktan sonra ise çalışanlar, borçlanma yolu ile primlerini ödeyerek emeklilik için gerekli prim gün sayısını doldurmuş olsalar da, emeklilik için gerekli yaşı doldurana kadar beklemek zorunda kalacaklar.
Tasarı yürürlüğe girdiğinde mezarda emekliliğin dışında sırasıyla şu uygulamalar gündemleşecek: Ücretsiz annelik izni alanlar, er- erbaş olanlar, yedek subay okulundakiler, doktora öğrenimi yapanlar, tıpta uzmanlık için yurtiçi ve yurtdışında uzmanlık eğitimi alanlar, tutuklandıktan veya gözaltına alındıktan sonra “beraat” edenler, grev ve lokavt nedeniyle işe ara verenler, avukatlık stajı yapanlar, Seçim Kanunu’na göre görevinden istifa edenler, köy bütçesinden ücret alarak imamlık yapanlar, camilerde kadrolu imamların yerine vekâlet edenler, çalışmaya başladıktan sonra yatırılmamış olan süreyi kendileri ödemek koşuluyla borçlanarak kapatabilecekler. Daha önce sigortalı çalıştığı işten herhangi bir nedenle ayrılan kişi ise, daha sonra tekrar sigortalı bir işe başladığında primlerinin yatmadığı dönemi borçlanarak kapatamayacak. İşten ayrılanlar, “isteğe bağlı sigortalı” olabilecekler. Emeklilik hakkı için yeniden iş bulana kadar sigorta primlerini kendileri yatırabilecekler. Bugün emeklilik için kadınlarda 58, erkeklerde 60 olan yaş sınırı, kademeli olarak 68’e yükselecek. Emeklilik için 9 bin gün prim yatırılacak. Yani daha önce emekli olabilmek için yaklaşık 19.5 yıl çalışmak zorunda olan SSK’lılar 25 yıl prim ödedikten sonra emekli olabilecekler.
2036’dan sonra ise, 60 yaşında 9000 günlük prim ödeme koşulunu yerine getiren bir işçi, emeklilik hakkını kazanmasına karşın 68 yaşına kadar aylık alamayacak. Yani 18 yaşında çalışmaya başlayan bir işçi, emekli aylığı alabilmek için 50 yıl bekleyecek. Tasarıda arttırılan prim ödeme gün sayısı, özellikle dönemsel (part-time) ya da mevsimlik çalışanların emekli olmalarını neredeyse imkânsız hale getirmektedir. Şu anda 4500 gün olan prim ödeme, 5400 güne çıkarılıyor. Böylece sürekli bir işi olmayanlar, emekli maaşı almak için 9000 gün prim ödeyen, düzenli işi olanlardan 3 yıl fazla bekleyecek, yani kadın 61, erkekse 63 yaşını doldurmak zorunda kalacak. Yasa yürürlüğe girdikten sonra işe girenler için emeklilik yaşı 2036’ya kadar değişmeyecek. 2036’dan sonra kademeli olarak yükselecek emeklilik yaşı kadın ve erkekte 2075’de eşitlenecek ve her iki cinste 68 yaşında emekli olacak. Böylece kadın erkek eşitliği de (mezarda!) sağlanmış olacak!

IV) Emekli Aylıkları Düşüyor...
Emekli aylıklarının hesaplanması yasalarda karışık bir yöntemle yapılıyor. Mevcut yasaya göre, emekli aylıkları halen Emekli Sandığı’nda yüzde 3, SSK ve Bağ- Kur’da yüzde 2.6 olan ‘yıllık emekli aylığı bağlama oranı’ temel alınarak belirleniyor. Buna göre, Bağ-Kur ve SSK’lılar çalıştıkları her yıl için emekli aylığının yüzde 2.6’sını, Emekli Sandığı’na bağlı olanlar ise yüzde 3’ünü kazanıyor. Tasarıyla, bu oranların 2016’ya kadar her yıl için yüzde 2.5, 2016’dan sonra ise yüzde 2 olarak uygulanması öngörülüyor. Böylece yasa yürürlüğe girdikten sonra emekli olan Bağ-Kur ve SSK’lının daha önce primi ödenen 9000 gün için %65, Emekli Sandığı iştirakçisinin %75’i bulan aylık bağlama oranı, kademeli olarak azalacak. Oran, 3 kurum mensupları için de 2016’ya kadar %62.5’e, 2041’den sonrada yüzde 50’ye düşecek... Böylece devlet zaten ıkına sıkına verdiği emekli maaşlarında ciddi bir kesinti yapmaktadır; oran olarak çok fazla göze gözükmeyen bu kısıntının parasal karşılığı ise -yağma ve talan çarkına aktarılacak olan- trilyonlardır.
Ayrıca tasarıya göre geç emekli olanlar da kaybediyor. Tasarı yasalaştığında, prim ödeme gün sayısını doldurduktan sonra emekliliği hak ettiği halde emekli olmayıp çalışmaya devam edenlerin aylık bağlama oranları her yıl için 2016’ya kadar yüzde 2.5, 2016’dan sonra yüzde 2 oranı baz alınarak hesaplanacak. Ancak emekliliği hak edebilmek için gereken 9000 gün prim ödeme süresi içinde, emekli olduktan sonra uygulanacak maaş bağlama oranları düşürülüyor. Yeni düzenlemeyle emeklilik hakkı kazanıldıktan sonra çalışma hayatına eklenen her yıl, emekli aylıklarının aşağı çekilmesini sağlıyor.
Bu arada, mevcut yasada yer alan ve emekli aylığının yüzde 35’in altına inmesini engelleyen hüküm de tasarıda bulunmuyor. Yani tam bir keyfiyet hakim kılınıyor.

V) Tasarı İkinci İşte Çalışanı Vuruyor...
Tasarıyla, emekli aylığı almaya başladıktan sonra ikinci bir işte sigortalı olarak çalışmaya başlayanlardan kesilecek ‘sosyal güvenlik destek primleri’nde de artış olacak. Buna göre, SSK’dan emekli olduktan sonra yeniden sigortalı olarak çalışanlardan kesilen yüzde 30’luk destek primi yüzde 32’ye, emekli olduktan sonra bir şirkete ortak olanlardan kesilen yüzde 10’luk pay yüzde 30’a çıkacak.

VI) Malulen Emeklilik Zorlaşıyor...
Yasa yürürlüğe girdikten sonra engelliler daha çok çalışacak. 2036’dan itibaren, yüzde 60-65 oranında engeli olanın 3600 olan prim günü 4360 güne çıkacak. Emeklilikten yararlanmak için en az yüzde 40 olan engellilik oranı yüzde 45 olacak. Mevcut yasada çalışma gücünün üçte ikisini (%66) kaybedenler, malullük sigortasından yararlanabiliyor. Tasarıyla bu oran yüzde 60’a indiriliyor.
Mevcut düzenlemeye göre, malulen emekli olabilmek için Emekli Sandığı’ndan tam 10 yıl, Bağ-Kur’dan tam 5 yıl, SSK’da ise en az 5 yıl sigortalı olmak ve her yıl için en az 180 gün, toplam olarak da en az 1800 gün prim ödemek gerekiyor. Malullük aylığı alabilmek için çalışanlara en az 10 yıl sigortalı olması ve 1800 gün prim ödemiş olması koşulu getirilecek. Böylece malullük aylığı almak, sigortalılık süresi ve prim ödeme gün sayısı bakımından SSK ve Bağ - Kur için zorlaşıyor. Örneğin kanun yürürlüğe girdikten sonra 8 yıldır çalışan bir sigortalı, sağlık durumu malullük aylığı alabilme şartlarına uysa dahi 10 yıllık süreyi doldurmadığı için aylık alamayacak.

VII) Zorunlu Genel Sağlık Sigortası Getiriliyor…
Tasarıya göre kesintisiz bir yıl Türkiye’de yaşayan herkes zorunlu olarak Genel Sağlık Sigortalı (GSS) olacak. GSS kapsamına giren herkes prim ödeyecek. Prim öde(ye)meyen sağlık hizmetinden yararlanamayacak. Sigortalının çalışmayan, gelir ve aylık almayan eşi, 18 yaşından küçük çocukları, anne, babası da GSS’den yararlanabilecek. Anne ya da babası sigortalı olmayan ya da prim ödemeyen çocukların primleri devlet tarafından ödenerek 18 yaşına, eğitimleri devam ediyorsa 24 yaşına kadar Genel Sağlık Sigortalı (GSS) olmaları sağlanacak.
Ancak bu genel sigorta gerçekten de çok fazla “genel”dir ve sağlık alanındaki sınırları önceden bellidir. Tasarıda yer alan Temel Teminat Paketi ile Sağlık hizmetleri sınırlanmakta, daha fazlası için ise ek sigorta yaptırılması istenmektedir. Yani teorik olarak GSS sisteminde herkes gelirine göre prim ödeyerek “aynı hizmetten” yararlanacakmış gibi görünse de gerçekte yararlanılacak olan “aynı hizmet” değildir.
Öte yandan çalışanlar ve emekliler hastalıklarının belli bir düzeyi aşması durumunda sağlık hizmetlerinden yararlanamayacaklar, daha ileri düzeyde teknoloji ve bakım gerektiren imkânlardan yararlanabilmeleri için kendi ceplerinden ek prim ödemek zorunda kalacaklar. Dolayısıyla bugüne kadar cepten para ödenmeyen sağlık hizmetleri için de cepten para ödenecektir. Böylece bugün neoliberal teorisyenlerin ve IMF’nin en çok yakındığı sorun olan “ağır hastalıklar-pahalı ilaçlar” konusu çözümlenmiş(!) olmaktadır. Bugünkü uygulamada “sürekli rapor” yöntemiyle çok pahalı ilaçları alabilen ağır hastalar yeni yasayla kaderine terk edilmektedir. Böylece kapitalist sistemde her alanda olduğu gibi sağlık alanında da varolan mevcut eşitsizlik ve ayrımcılık, sigortalıların kendi arasında da gerçekleşecektir. Aynı hizmetten yararlanma ancak aynı seviyede prim ödeyenlerle, aynı kademeden emekli olanlar arasında sağlanabilecektir. Yoksa tüm SSK’lar ve SSK’dan emekli olanlar arasında değil. Herkese parası kadar sağlık hizmeti verilecek! Böylece GSS ile sağlık hizmetleri eskisine göre daha da pahalılaşacak, giderek işsizler ve yoksullar için bu haklardan yararlanmak imkânsız hale gelecektir. Yani bütün sosyal güvenlik kurumlarının birleştirilmesi, primlerin eşitlenmesi gibi “büyük yenilikler” aslında eninde sonunda iş hastane kapısına geldiğinde tuzla buz olmakta ve “paran kadar sağlık” sloganı yeniden geçerlilik kazanmaktadır.

Sonuç Olarak
Bu yazı kapsamında yalnızca en önemli bölümlerini ele alıp irdelediğimiz tasarı, son derece açıktır ki bir “reform” anlamına gelmemekte, “büyük projeler” edebiyatı altında aslında IMF programları hayata geçirilmektedir. Onların bütün sorunları Emekli Sandıklarında, SSK kasalarında biriken büyük miktarlardaki paranın sınırsızca kullanımı, ama buna karşılık sosyal güvenlik şemsiyesinin aslında iyice küçültülmesidir.
Esasen kapitalistler tarih boyunca her zaman çalışanların ya da emeklilerin sağlık harcamalarından rahatsız olmuşlar, özellikle fiilen çalışmayan emeklileri, sakatları sistemin sırtında bir yük saymışlardır. Ama özellikle emperyalist kapitalizmin içine düştüğü krizden sonra başlatılan restorasyon sürecinde sosyal güvenlik harcamaları çok daha fazla sorun olmuş, bu alanı adım adım tasfiye etmek ve yerine yükü azaltan yeni sistemler koymak saldırının başlıca hedeflerinden biri olmuştur.
Bugün gündemde olan yasa tasarısı tam anlamıyla bu yükün hafifletilmesi ve bu anlamda emekçilerin haklarının gasp edilmesi anlamına gelmektedir.
Sorunu böyle kavramak ve IMF politikalarının bütününe karşı bir direniş hattı örmek bu bakımdan çok önemlidir. Kapitalizmin karşısında durabilmenin, bu yoz, çürümüş, yalan ve talan üzerine kurulu ücretli kölelik düzeninin alternatifinin olmadığı yalanına son verebilmenin yolu devrimcilerin kendilerini her anlamda yenilemelerinden ve buna uygun müdahale ve mücadele araçlarını yaratmalarından geçmektedir. Önümüzdeki en büyük görev ve sorumluluk bunları yalnızca kuru bir söylem olmaktan çıkararak yaşama uygulama, harekete geçirme görevidir.







 


 

 

 

 

 

sbarikat07@gmail.com
Sosyalist Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
Yönetim Yeri: Çakırağa Mah. Abdüllatif Paşa Sk. 4/5 Aksaray-İstanbul
0212 632 23 19