Emperyalist kapitalizmin içine girdiği krizin
faturasını emekçilere yıkma çabasından başka bir
anlam ifade etmeyen, emek düşmanı neoliberal saldırı
politikaları yeni yılda da bütün hızıyla devam
ediyor, edecek… 2005 sonbaharında IMF’nin kredi
dilimleri için ön şart olarak ortaya sürdüğü “Kamu
Reformu” tasarısı da bu saldırılardan en önemlisi
ve uzun vadede emek güçlerine en çok zarar verecek
olanıdır. Hatırlanacağı gibi AKP hükümeti yalvar
yakar edip bu ön şartı yumuşatmış ve efendilerine
2006’da ilk iş olarak bu tasarıyı ele alacağı
yönünde sözler vermişti. Şimdi, Ocak ayından itibaren
başlayacak olan süreç, bu sözün yerine getirilme
süreci olacaktır. Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık
Sigortası Kanunu (Kamu Reformu Yasası) Tasarısı
şu anda Meclis’in gündemindedir.
Emekçilere yönelik her saldırıyı bir “reform”
ya da “devrim” gibi sunan neoliberal medya şarlatanlarının
yarattığı kafa karışıklığı ise devam ediyor. Bir
yandan “devleti küçültme” demagojisiyle sosyal
hizmet alanları tasfiye ediliyor, diğer yandan
ise ordu ve diğer baskı güçleri, kontr-gerilla
organizasyonları büyütülüyor. Bu kargaşa arasında
kesin olan şey, “reform” cilasıyla öne sürülen
bütün bu saldırılardan emekçilerin ağır bir zararla
çıkacağıdır.
Aşağıdaki somut örneklerde de görüleceği gibi
gerçekten de “Kamu Reformu Yasa Tasarısı” emeklilik
ve sağlık sisteminde “köklü değişiklikler” getiriyor.
Fakat bu köklü değişiklikler gösterilmeye çalışıldığı
gibi çalışanların lehine, çalışma koşullarını
iyileştirmek, emekli olmalarını kolaylaştırmak,
sağlık hizmetlerinden daha iyi yararlanmalarını
sağlamak amacıyla yapılmıyor, özcesi emekçiler
için pek bir anlam ifade etmiyor. Tasarı gösterilmek
istenilenin tam tersine bugüne kadar elde edilmiş
bütün kazanımların gasp edilmesini hedefliyor.
Aslında verilen bir şey de yok; bir taraftan kaşıkla
veriliyor gibi gösterilen şey diğer taraftan çoktan
kepçeyle götürülmüş oluyor.
Asıl mesele de, 2006 bütçesi hazırlanırken çok
yaygarası yapılan şu ünlü “sosyal güvenlik harcamaları
açığı” ile ilgilidir. IMF, Türkiye bütçesinde
hatırı sayılır miktarda bir kaynağın sosyal güvenlik
kurumlarının açıklarını kapatmak için harcanmasını
kabul etmemekte ve bu tür yasalarla bu alanın
adım adım tasfiye edilmesini emretmektedir.
Kısacası bu tasarı, kapitalizmin içine girdiği
krizin faturasını emekçilere yıkmak isteyen, emek
düşmanı bir tasarıdır. Bu nedenle kapitalizmin
1970’lerin ortasında başlayan krizine bağlı olarak
1980’de başlattığı yeniden yapılanma süreciyle
birlikte uygulamaya koyduğu neoliberal saldırı
politikalarıyla kamunun, kamuya ait olan her şeyin
özelleştirilmesi gündemleştirilmiştir. Özelleştirmelere
bağlı olarak devletin kamu hizmetinden -eğitim,
sağlık, sosyal güvenlik, belediye hizmetleri,
ulaşım, iletişim kültürel ve sanatsal etkinliklerden
vb.- desteğini çekmesi ve bütün bunların metalaşması,
paralı hale gelmesi anlamına gelmektedir. Aynı
zamanda neoliberal saldırı politikalarına bağlı
olarak devletin temel görevi uluslararası mali
sermayenin önündeki tüm engelleri kaldırmak, rahat
dolaşımını sağlamak, kâr alanlarını genişletmek
için yeni düzenlemeler yapmaktır. Bu anlamda,
“Kamu Reformu ne getiriyor?” sorusunun doğru yanıtı,
“iyi şeyler getirmiyor ama çok şey götürüyor”
olmalıdır. Çünkü bu tasarıda “Kamu Reformu” adı
altında gerçekleştirilmek istenenler, kamu emekçileri
açısından bir yeniden düzenlemenin ötesinde tam
bir yıkımı, çalışma koşullarının kuralsızlaştırılmasını
ve emeğin aşırı sömürülmesini içermektedir.
Kısaca maddelerine ayırırsak;
I) Tasarı Kamu Hizmetlerini Tasfiye Ediyor…
Taslak, her şeyden önce neoliberal saldırının
en temel amacı olan kamu hizmetlerinin tasfiyesini
son aşamaya vardırıyor. Merkezi yönetimin ve yerel
yönetimlerin hizmet görme yetkisini sınırlayan
tasarı, örneğin bir hizmeti özel sektöre ait bazı
firmalar üretiyor ve belli bir fiyattan da satıyor
ise, devlet ya da yerel yönetimlerin, bu hizmeti
daha ucuza üreterek halka veremeyeceğini hükme
bağlıyor. Özellikle eğitim ve sağlık gibi özel
sektör tarafından “satılan” hizmetlerin, devlet
tarafından daha ucuza, aynı fiyatla daha kaliteli,
çalışana daha fazla ücret verilerek sunulması,
fiilen yasaklanmakta, sağlığın finansmanı ile
hizmet sunumu ayrılarak özel sektörden hizmet
alımına ağırlık verilmektedir. Böylece tekelcilerin
onca yıldır gevelediği “devlet bakkallık, ayakkabıcılık,
vb. yapmasın” talebi bir adım daha ileri götürülerek
karşılanacak, kamu hizmetleri tümüyle tasfiye
edilecek, bu alanlar uluslararası mali sermayeye
ve yerli işbirlikçilerine peşkeş çekilecektir.
Bu özelleştirme politikalarını haklı çıkarmak,
kamu sektörünün devletin sırtında bir kambur gibi
durduğunu kanıtlamak ve böylece sağlığı paralı
hale getirmek için, yıllardır bilinçli olarak
hastanelerdeki personel açığı giderek artırılmış,
teknik donanım bakımından yeterli olanak sunulmayarak
verimsizleştirilmiş, hastaneler ve hekimler arası
rekabet özendirilmiş, SSK Hastaneleri başta olmak
üzere hastanelerin işletme haline getirilmesine
devam edilmiştir.
Tasarı daha yasalaşmadan bile kamuda istihdam
önemli ölçüde azaltılmış, kamu emekçilerine zorunlu
fazla mesai getirilerek çalışma koşulları ağırlaştırılmıştır.
Emek maliyetini en aza indirmek için performans
değerlendirme sistemi ile “bireysel iş ilişkileri”
ön plana çıkartılmakta, sözleşmeli çalışma, part-time
çalışma gibi esnek istihdam biçimleri yaygınlaştırılmaktadır.
Örneğin, memur statüsünde çalışanların, toplam
kamu emekçileri içindeki oranı %65’e kadar düşmüştür
ve bu oran gitgide daha fazla düşmektedir. Bu
politikaların sonucunda kamuda çalışanlar giderek
iş güvencesinden uzaklaştırılmakta, kamuda örgütlü
sendikalar büyük ölçüde zayıflamakta, etkisiz
hale gelmektedirler. Tasarının yasalaşması halinde,
bundan yüz binlerce kamu çalışanı ve onların milyonlarca
yakını olumsuz anlamda etkilenecek, işsiz işçiler
ordusuna yeni yüz binler katılacaktır...
II) Sözleşmeli Personel Statüsü Bir Tasfiye
Operasyonudur
Tasarı, çok net bir biçimde güvenceli çalışmanın
düşmanıdır ve yasalaşması halinde başta eğitim
ve sağlık alanında olmak üzere binlerce kamu emekçisi
iş güvencesinden yoksun çalışmak zorunda kalacaktır.
Aynı iş ve hizmeti üreten, aynı mesleğe sahip
çalışanlar arasında çifte standart uygulaması
ortaya çıkacak, ucuz emek gücü istihdamı yaygınlaşacak
ve kamu çalışanları baskı altına alınacak, kamu
işyerlerindeki sendikal örgütlenmenin önündeki
engeller arttırılacak, çalışanlar mevcut sosyal
haklarından mahrum kalacaktır. Ayrıca böylece
özel sektöre ve taşeron firmalara kaynak aktarımı
kolaylaştırılacak, kamu sağlık kuruluşlarına yeni
yatırımlar yapılmayacak, bundan da sağlık kuruluşlarına
yapılacak istihdam olumsuz anlamda etkilenecektir.
Tasarı bu amaçla “memur” kavramını yeniden tanımlamakta,
üst düzey bürokratlar, mülki amirler, polis, müftüler
ve yardımcıları, kadastro üyeleri, mal müdürü,
müfettiş, savunma sekreteri, denetim elemanları,
öğretmenler, Dışişleri Bakanlığı’nın yurt dışı
teşkilatı gibi görevliler memur statüsünde sayılmaktadır.
Buna karşın, sağlık emekçileri, din görevlisi,
zabıta, avukat, hava trafik kontrolörleri, itfaiyeci,
kimyager, mühendis, mübaşir, pilot, şoför ve teknisyenleri
gibi çok sayıda kamu emekçisi sözleşmeli statüde
görevlendirilecektir. Taslağa göre kadrolular
ve sözleşmeli personel yazılı yemin metnini imzalayarak
göreve başlayacak, ilk defa kadrolu veya sözleşmeli
personel olarak göreve alınacakların ülke genelinde
merkezi olarak yapılacak yazılı sınava girerek
başarılı olmaları şartı aranacaktır, İlk defa
memur olacaklar, 1 yıl aday memur olarak çalışacak,
kadroların ve sözleşmeli personelin haftalık çalışma
süresi 40 saat olacaktır. Yani sonuçta, artık
kimse herhangi bir iş güvencesine sahip olamayacaktır.
III) Bu Kez Gerçekten “Mezarda Emeklilik”
Geliyor...
Mevcut yasaya göre çalışanlar borçlanma yolu ile
prim ödeme gün sayısını doldurduklarında emekli
olabilmek için belirli yaşı doldurmaları gerekmiyor,
belirli yaşı doldurmadan da emekli olabiliyorlardı.
Tasarı yasalaştıktan sonra ise çalışanlar, borçlanma
yolu ile primlerini ödeyerek emeklilik için gerekli
prim gün sayısını doldurmuş olsalar da, emeklilik
için gerekli yaşı doldurana kadar beklemek zorunda
kalacaklar.
Tasarı yürürlüğe girdiğinde mezarda emekliliğin
dışında sırasıyla şu uygulamalar gündemleşecek:
Ücretsiz annelik izni alanlar, er- erbaş olanlar,
yedek subay okulundakiler, doktora öğrenimi yapanlar,
tıpta uzmanlık için yurtiçi ve yurtdışında uzmanlık
eğitimi alanlar, tutuklandıktan veya gözaltına
alındıktan sonra “beraat” edenler, grev ve lokavt
nedeniyle işe ara verenler, avukatlık stajı yapanlar,
Seçim Kanunu’na göre görevinden istifa edenler,
köy bütçesinden ücret alarak imamlık yapanlar,
camilerde kadrolu imamların yerine vekâlet edenler,
çalışmaya başladıktan sonra yatırılmamış olan
süreyi kendileri ödemek koşuluyla borçlanarak
kapatabilecekler. Daha önce sigortalı çalıştığı
işten herhangi bir nedenle ayrılan kişi ise, daha
sonra tekrar sigortalı bir işe başladığında primlerinin
yatmadığı dönemi borçlanarak kapatamayacak. İşten
ayrılanlar, “isteğe bağlı sigortalı” olabilecekler.
Emeklilik hakkı için yeniden iş bulana kadar sigorta
primlerini kendileri yatırabilecekler. Bugün emeklilik
için kadınlarda 58, erkeklerde 60 olan yaş sınırı,
kademeli olarak 68’e yükselecek. Emeklilik için
9 bin gün prim yatırılacak. Yani daha önce emekli
olabilmek için yaklaşık 19.5 yıl çalışmak zorunda
olan SSK’lılar 25 yıl prim ödedikten sonra emekli
olabilecekler.
2036’dan sonra ise, 60 yaşında 9000 günlük prim
ödeme koşulunu yerine getiren bir işçi, emeklilik
hakkını kazanmasına karşın 68 yaşına kadar aylık
alamayacak. Yani 18 yaşında çalışmaya başlayan
bir işçi, emekli aylığı alabilmek için 50 yıl
bekleyecek. Tasarıda arttırılan prim ödeme gün
sayısı, özellikle dönemsel (part-time) ya da mevsimlik
çalışanların emekli olmalarını neredeyse imkânsız
hale getirmektedir. Şu anda 4500 gün olan prim
ödeme, 5400 güne çıkarılıyor. Böylece sürekli
bir işi olmayanlar, emekli maaşı almak için 9000
gün prim ödeyen, düzenli işi olanlardan 3 yıl
fazla bekleyecek, yani kadın 61, erkekse 63 yaşını
doldurmak zorunda kalacak. Yasa yürürlüğe girdikten
sonra işe girenler için emeklilik yaşı 2036’ya
kadar değişmeyecek. 2036’dan sonra kademeli olarak
yükselecek emeklilik yaşı kadın ve erkekte 2075’de
eşitlenecek ve her iki cinste 68 yaşında emekli
olacak. Böylece kadın erkek eşitliği de (mezarda!)
sağlanmış olacak!
IV) Emekli Aylıkları Düşüyor...
Emekli aylıklarının hesaplanması yasalarda karışık
bir yöntemle yapılıyor. Mevcut yasaya göre, emekli
aylıkları halen Emekli Sandığı’nda yüzde 3, SSK
ve Bağ- Kur’da yüzde 2.6 olan ‘yıllık emekli aylığı
bağlama oranı’ temel alınarak belirleniyor. Buna
göre, Bağ-Kur ve SSK’lılar çalıştıkları her yıl
için emekli aylığının yüzde 2.6’sını, Emekli Sandığı’na
bağlı olanlar ise yüzde 3’ünü kazanıyor. Tasarıyla,
bu oranların 2016’ya kadar her yıl için yüzde
2.5, 2016’dan sonra ise yüzde 2 olarak uygulanması
öngörülüyor. Böylece yasa yürürlüğe girdikten
sonra emekli olan Bağ-Kur ve SSK’lının daha önce
primi ödenen 9000 gün için %65, Emekli Sandığı
iştirakçisinin %75’i bulan aylık bağlama oranı,
kademeli olarak azalacak. Oran, 3 kurum mensupları
için de 2016’ya kadar %62.5’e, 2041’den sonrada
yüzde 50’ye düşecek... Böylece devlet zaten ıkına
sıkına verdiği emekli maaşlarında ciddi bir kesinti
yapmaktadır; oran olarak çok fazla göze gözükmeyen
bu kısıntının parasal karşılığı ise -yağma ve
talan çarkına aktarılacak olan- trilyonlardır.
Ayrıca tasarıya göre geç emekli olanlar da kaybediyor.
Tasarı yasalaştığında, prim ödeme gün sayısını
doldurduktan sonra emekliliği hak ettiği halde
emekli olmayıp çalışmaya devam edenlerin aylık
bağlama oranları her yıl için 2016’ya kadar yüzde
2.5, 2016’dan sonra yüzde 2 oranı baz alınarak
hesaplanacak. Ancak emekliliği hak edebilmek için
gereken 9000 gün prim ödeme süresi içinde, emekli
olduktan sonra uygulanacak maaş bağlama oranları
düşürülüyor. Yeni düzenlemeyle emeklilik hakkı
kazanıldıktan sonra çalışma hayatına eklenen her
yıl, emekli aylıklarının aşağı çekilmesini sağlıyor.
Bu arada, mevcut yasada yer alan ve emekli aylığının
yüzde 35’in altına inmesini engelleyen hüküm de
tasarıda bulunmuyor. Yani tam bir keyfiyet hakim
kılınıyor.
V) Tasarı İkinci İşte Çalışanı Vuruyor...
Tasarıyla, emekli aylığı almaya başladıktan sonra
ikinci bir işte sigortalı olarak çalışmaya başlayanlardan
kesilecek ‘sosyal güvenlik destek primleri’nde
de artış olacak. Buna göre, SSK’dan emekli olduktan
sonra yeniden sigortalı olarak çalışanlardan kesilen
yüzde 30’luk destek primi yüzde 32’ye, emekli
olduktan sonra bir şirkete ortak olanlardan kesilen
yüzde 10’luk pay yüzde 30’a çıkacak.
VI) Malulen Emeklilik Zorlaşıyor...
Yasa yürürlüğe girdikten sonra engelliler daha
çok çalışacak. 2036’dan itibaren, yüzde 60-65
oranında engeli olanın 3600 olan prim günü 4360
güne çıkacak. Emeklilikten yararlanmak için en
az yüzde 40 olan engellilik oranı yüzde 45 olacak.
Mevcut yasada çalışma gücünün üçte ikisini (%66)
kaybedenler, malullük sigortasından yararlanabiliyor.
Tasarıyla bu oran yüzde 60’a indiriliyor.
Mevcut düzenlemeye göre, malulen emekli olabilmek
için Emekli Sandığı’ndan tam 10 yıl, Bağ-Kur’dan
tam 5 yıl, SSK’da ise en az 5 yıl sigortalı olmak
ve her yıl için en az 180 gün, toplam olarak da
en az 1800 gün prim ödemek gerekiyor. Malullük
aylığı alabilmek için çalışanlara en az 10 yıl
sigortalı olması ve 1800 gün prim ödemiş olması
koşulu getirilecek. Böylece malullük aylığı almak,
sigortalılık süresi ve prim ödeme gün sayısı bakımından
SSK ve Bağ - Kur için zorlaşıyor. Örneğin kanun
yürürlüğe girdikten sonra 8 yıldır çalışan bir
sigortalı, sağlık durumu malullük aylığı alabilme
şartlarına uysa dahi 10 yıllık süreyi doldurmadığı
için aylık alamayacak.
VII) Zorunlu Genel Sağlık Sigortası Getiriliyor…
Tasarıya göre kesintisiz bir yıl Türkiye’de yaşayan
herkes zorunlu olarak Genel Sağlık Sigortalı (GSS)
olacak. GSS kapsamına giren herkes prim ödeyecek.
Prim öde(ye)meyen sağlık hizmetinden yararlanamayacak.
Sigortalının çalışmayan, gelir ve aylık almayan
eşi, 18 yaşından küçük çocukları, anne, babası
da GSS’den yararlanabilecek. Anne ya da babası
sigortalı olmayan ya da prim ödemeyen çocukların
primleri devlet tarafından ödenerek 18 yaşına,
eğitimleri devam ediyorsa 24 yaşına kadar Genel
Sağlık Sigortalı (GSS) olmaları sağlanacak.
Ancak bu genel sigorta gerçekten de çok fazla
“genel”dir ve sağlık alanındaki sınırları önceden
bellidir. Tasarıda yer alan Temel Teminat Paketi
ile Sağlık hizmetleri sınırlanmakta, daha fazlası
için ise ek sigorta yaptırılması istenmektedir.
Yani teorik olarak GSS sisteminde herkes gelirine
göre prim ödeyerek “aynı hizmetten” yararlanacakmış
gibi görünse de gerçekte yararlanılacak olan “aynı
hizmet” değildir.
Öte yandan çalışanlar ve emekliler hastalıklarının
belli bir düzeyi aşması durumunda sağlık hizmetlerinden
yararlanamayacaklar, daha ileri düzeyde teknoloji
ve bakım gerektiren imkânlardan yararlanabilmeleri
için kendi ceplerinden ek prim ödemek zorunda
kalacaklar. Dolayısıyla bugüne kadar cepten para
ödenmeyen sağlık hizmetleri için de cepten para
ödenecektir. Böylece bugün neoliberal teorisyenlerin
ve IMF’nin en çok yakındığı sorun olan “ağır hastalıklar-pahalı
ilaçlar” konusu çözümlenmiş(!) olmaktadır. Bugünkü
uygulamada “sürekli rapor” yöntemiyle çok pahalı
ilaçları alabilen ağır hastalar yeni yasayla kaderine
terk edilmektedir. Böylece kapitalist sistemde
her alanda olduğu gibi sağlık alanında da varolan
mevcut eşitsizlik ve ayrımcılık, sigortalıların
kendi arasında da gerçekleşecektir. Aynı hizmetten
yararlanma ancak aynı seviyede prim ödeyenlerle,
aynı kademeden emekli olanlar arasında sağlanabilecektir.
Yoksa tüm SSK’lar ve SSK’dan emekli olanlar arasında
değil. Herkese parası kadar sağlık hizmeti verilecek!
Böylece GSS ile sağlık hizmetleri eskisine göre
daha da pahalılaşacak, giderek işsizler ve yoksullar
için bu haklardan yararlanmak imkânsız hale gelecektir.
Yani bütün sosyal güvenlik kurumlarının birleştirilmesi,
primlerin eşitlenmesi gibi “büyük yenilikler”
aslında eninde sonunda iş hastane kapısına geldiğinde
tuzla buz olmakta ve “paran kadar sağlık” sloganı
yeniden geçerlilik kazanmaktadır.
Sonuç Olarak
Bu yazı kapsamında yalnızca en önemli bölümlerini
ele alıp irdelediğimiz tasarı, son derece açıktır
ki bir “reform” anlamına gelmemekte, “büyük projeler”
edebiyatı altında aslında IMF programları hayata
geçirilmektedir. Onların bütün sorunları Emekli
Sandıklarında, SSK kasalarında biriken büyük miktarlardaki
paranın sınırsızca kullanımı, ama buna karşılık
sosyal güvenlik şemsiyesinin aslında iyice küçültülmesidir.
Esasen kapitalistler tarih boyunca her zaman çalışanların
ya da emeklilerin sağlık harcamalarından rahatsız
olmuşlar, özellikle fiilen çalışmayan emeklileri,
sakatları sistemin sırtında bir yük saymışlardır.
Ama özellikle emperyalist kapitalizmin içine düştüğü
krizden sonra başlatılan restorasyon sürecinde
sosyal güvenlik harcamaları çok daha fazla sorun
olmuş, bu alanı adım adım tasfiye etmek ve yerine
yükü azaltan yeni sistemler koymak saldırının
başlıca hedeflerinden biri olmuştur.
Bugün gündemde olan yasa tasarısı tam anlamıyla
bu yükün hafifletilmesi ve bu anlamda emekçilerin
haklarının gasp edilmesi anlamına gelmektedir.
Sorunu böyle kavramak ve IMF politikalarının bütününe
karşı bir direniş hattı örmek bu bakımdan çok
önemlidir. Kapitalizmin karşısında durabilmenin,
bu yoz, çürümüş, yalan ve talan üzerine kurulu
ücretli kölelik düzeninin alternatifinin olmadığı
yalanına son verebilmenin yolu devrimcilerin kendilerini
her anlamda yenilemelerinden ve buna uygun müdahale
ve mücadele araçlarını yaratmalarından geçmektedir.
Önümüzdeki en büyük görev ve sorumluluk bunları
yalnızca kuru bir söylem olmaktan çıkararak yaşama
uygulama, harekete geçirme görevidir.
|