Gün geçmiyor
ki, ülkemizde yoksullara, emekçilere karşı,
bir saldırı paketi Meclis koridorunda pişirilip
bir gecede onaylanmasın. Ülkeyi yöneten işbirlikçiler,
emperyalistlerden aldıkları emirleri kelime
bile sektirmeden yerine getiriyorlar. Şimdiye
kadar yaptıkları yasaları kendileri çıkarmamış
gibi, daha beterlerini çıkarmaya devam ediyorlar.
Son aylarda yoğunlaşan Terörle Mücadele Yasası'nı
değiştirme hazırlıkları da yukarıda bahsettiğimiz
atmosfer içinde sürdürülüyor. Yeni değişikliklerle
ilgili olarak okurlaımızı bilgilendirmek için
Çağdaş Hukukçular Derneği Mevzuat Komisyonu
Üyesi Av. Hakan Karadağ’la yaptığımız
söyleşiyi sunuyoruz. |
SB: Egemen sınıflar tarih boyunca kendilerini
korumak için yasalar çıkardılar, komünizme karşı,
ayaklanmaya karşı, vs... Ama “terör” kavramının
hukuk metinlerine girişi nispeten yakın bir olgu.
Bu aşamaya hangi ihtiyaçların sonucunda gelindi?
Ayrıca bu kavram hukukta bir yere oturuyor mu?
Av. Hakan Karadağ: Aslında bu kavram,
hukukçular açısından bir yere oturmuyor. Bugüne
kadar yerel ya da uluslararası hukukçuların veya
yerel hukuk belgelerinin üzerinde birleştiği bir
terör tanımı yok. Sorunlardan birisi de bu aslında.
Örneğin bir hırsızlık, adam öldürme suçu tanımı
vardır. Kast unsuru vardır. Öldürme fiilinde kişinin
kastına, yani iç dünyasında hangi amacı gerçekleştirmek
istediğine ve bunun dış dünyasına nasıl yansıdığına
ve sonucuna bakılır. Örneğin hırsızlık kavramı
da insanlık kültürüyle, yani ahlakla, dinle beslenmiştir
ama terör konusunda, hukukçuların, siyaset bilimcilerinin,
tarihçilerin üzerinde anlaştığı bir tanım yok.
Hani şöyle bir şey söylenir, “Türkiye’nin teröristi,
Hollanda’nın dostu” diye ama Türkiye’nin katili
Hollanda’nın da katili ya da Türkiye’nin hırsızı
Hollanda’nın da hırsızıdır, değişmez. Terör konusunda
temel sorun bu noktada çıkıyor. O yüzden hukukçular
terörün tanımını yaparken, yaptırıma bağlanmış
bir ceza kavramını yorumlama ihtiyacını duyduklarında
en dar yorumu yaparlar, yapmalıdırlar. O yorumları
ceza hukukunun genel prensibi açısından da genişletemezsiniz.
Eğer tereddüt var ise, en dar tanıma bakarsınız.
Bunu kişi aleyhine yorumla genişletemezsiniz.
Oysa terör noktasında sınırlar yorumlarla aleyhe
genişletiliyor.
SB: Peki 1991’de terör kavramı metinlere
nasıl girdi?
Av. H. Karadağ: 91’e gelinceye kadar bir
12 Eylül var. 1980 ile 90 arasını anlamak gerekiyor.
Bunlardan birincisi, yüzbinlerin hapishanelere
konulduğu, milyonlarca insanın gözaltında işkencelerden
geçirildiği bir devredir. Bu anlamda da o darbenin
etkisiyle 1980-1985 arası demokratik veya toplumsal
kurtuluş hareketlerinin belli oranda kendini bulma
sürecidir. 1985’lerden sonra muhalefet hareketi
gerek üniversitelerde, gerek 80’lerin sonunda
bahar eylemleriyle işçi sınıfının hareketliliği
bir toparlanma, derlenme dönemine girer. Uluslararası
konjonktürde ise, 80’lerin sonuna gelirken “yeni
dünya düzeni” kavramı ortaya çıkar, soğuk savaş
denilen dönemin bitişi, reel sosyalizmden geri
dönüşler… Yani dengelerde sarsılmalar var. 90’lar
ise yerel ayakta da, uluslararası alanda da aslında
özellikle devrimci toplumsal muhalefetin yükselişe
geçtiği bir dönem.
Bu dönemde bir defa hapishaneler ciddi bir sorundu.
1991’deki 3713 Sayılı TMY’nın anlamlarından biri
de aslında daha sonra 19 Aralık’la uygulanacak
olan projenin genel çerçevesiyle hayata geçirilmesiydi.
Ancak, özellikle 1985-90 /1990-95 arası süreci
iki dönem olarak ele aldığımızda bir tarafta Kürt
Ulusal Kurtuluş Mücadelesi’nin, siyasal şiddet
eylemlerinin yükselişe geçtiği bir dönem vardır.
İkincisi, içerdeki direniş de buna bir engeldir.
Üçüncüsü, dışarıda sadece Kürt ulusal hareketi
ile sınırlı olmayan devrimci örgütlerin de siyasi
şiddetinin belki de doruğu yaşanmaktadır. Bu üç
temel süreç ve bunların etrafında şekillenen demokratik
muhalefet yüzünden merkezi ve kapsamlı bir programla
çıkamıyorlardı ortaya. Aslında bir projeleri hep
vardı. Eskişehir tabutlukları, TMY’deki tecride,
izolasyona, ilişkin düzenleme... Ama merkezi ve
kapsamlı bir plan değildi bu. Bu anlamda, biz
hapishaneleri boşaltalım ve programımızı gerçekleştirelim
düşüncesi vardı ama tam uygulanamadı.
İkincisi, bu dönem çok sayıda derginin, gazetenin
çıktığı bir dönemdi ve oraya da bir çeki düzen
vermek istediler. 141, 142 kaldırıldı ama her
zaman olduğu gibi hak ve özgürlükler alanında
lehine bir düzenleme yapar iken, bir taraftan
daha ağır hükümler getirildi.
Nihayetinde 91’den sonra Eskişehir’e sevkler gündeme
geldi ama bunda da başarılı olamadılar. Oltan
Sungurlu, Cemil Çiçek, Mehmet Ağar... Bunların
hepsi aslında kendilerine dikte edilmiş bir hapishane
programını hayata geçirmek için bir güvenle geldiler
ama başarılı olamadılar. Ancak, devrimci şiddet
eylemlerinin gerilemesi, Kürt Ulusal Hareketi’nin
gerilla savaşı pratiğinin seyrelmesi ve basının
toplumun büyük bir kesimini Avrupa Birliği konusunda
ajite etme süreci geliştiğinde, durum değişti
ve 2000’lere gelindiğinde, bir operasyonla hapishaneler
siyasetinde merkezi kararlar hayata geçirilmeye
başlandı.
SB: Bugüne geldiğimizde, TMY ve TCK,
onlar açısından oldukça “sağlam” görünüyor. Buna
rağmen yeni değişikliklere neden ihtiyaç duyuyorlar?
Av. H. Karadağ: Öncelikle yeni taslağa
bütünlüklü bir yerden bakmalı ve muhalefet vurgularını
ona göre yapmalıyız. Örneğin Ceza İnfaz Kanunu’nda
tek tip elbise vurgusu çok ağırlıktaydı ve bu
bana göre doğru değildi. Asıl vurgunun disiplin
cezaları yönünde yapılması gerekiyordu. Çünkü
TTE konusunda 84 sürecinden kaynaklanan toplumsal
bir duyarlılık var, onu öne çıkarıp sonra geri
çekiyorlar. SSK yasasında, İş Kanunu’nda, Ceza
İnfaz Kanunu’nda, Yeni Türk Ceza Kanunu’nda, Ceza
Muhakemesi Kanunu’nda, taslaklara benim şartlı
refleks normları dediğim normları koyuyorlar.
SSK yasasında, mezarda emeklilik idi. Güçlü bir
muhalefet olunca “kademeli geçiş”le yumuşatıldı.
Biz emekli yaşı bu kadar geç mi olur derken, esas
olarak insanlar sağlık güvencesinden yoksun hale
getirildiler. İş Yasası değişikliklerinde kaç
kişinin çalıştığı yerlerde yasanın uygulanacağı
konusu tartışılırken, insanlar işsiz bırakıldı.
Yani, toplumsal duyarlılığın en yüksek olduğu
normları taslaklara koyuyorlar, muhalefet vurgusunu
ve eylemini oraya yönlendiriyorlar ve bir anda
onu geri çektiklerinde muhalefet dibe vuruyor,
yasa bir gecede çıkıyor.
Şimdi TMY değişiklikleri konusunda da komisyonumuzda
muhalefet ve karşı propagandayı bütünlüklü yapmak
konusunda uyarıcı olmaya çalıştım.
En belirgin noktalardan birisi, silah kullanma
yetkisi! Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanunu’nda,
Jandarma Teşkilatı Kanunu’nda, Emniyet Teşkilatı
Kanunu’nda ve nihayet Polis Vezife Selayet Kanunu’nda,
silahın kullanılabilme koşullarının çerçevesi
çizilmiş. Aynı zamanda uluslararası hukuk açısından
da, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin verdiği
kararlarda da, silahın hangi noktalara, hangi
koşullarda kullanılacağı konusu belirlenmiş. Prensip
şudur: 1- Kendisine fiili bir saldırı olacak.
2- Bu saldırı ateşli silahla olacak. 3- Bu ateşli
silahla yapılan saldırı polisin ya da görevlinin
kendisine veya bir diğer kişiye yönelmiş olacak,
bunun kendisinin silah kullanmaktan başka, bu
saldırıyı önlemesi mümkün olmayacak ve silah kullanmaya
başladığında da saldırıyı önleyebilecek en alt
basamaktan başlayıp, kademeli oranda artan şiddette
kullanacak. Yani görevli, saldırıyı önce beden
gücüyle önleyecek, sonra copuna başvuracak, sonra
silahına başvuracak… Silahı da artan şiddetle
ve saldırıyla oranlı olarak kullanacak; uyarıda
bulunacak, sonra uyarı ateşi yapacak ve sonra
hayati tehlike arzetmeyecek bölgeye ateş edecek.
Oysa tasarı ne diyor: “teslim ol emrine itaat
etmeyerek silah kullanmaya teşebbüs edilmesi halinde
…” Peki teşebbüs nedir? Adli öldürme olaylarında
çok karşılaşırız. Bana çok ağır küfür etti, der
ağır tahrik indirimini elde edebilmek için. “Ben
ona yönelince elini beline doğru attı. Ben de
her zaman üzerimde taşıdığım (taammüdden, tasarımlamadan
kurtulmak için) silahımla rasgele ateş ettim (kasttan
kurtulmak için). Tam bir klişedir bu. Oysa ölenin
ne silahı vardır, ne küfür etmiştir. Öldüren de
onu öldürmek için silah satın almıştır, adamın
evinin yolunu öğrenmiş, karanlığı beklemiştir,
vs. vs…
Neyi çağrıştırıyor bu? Hemen İngiltere’ye gidelim,
sırt çantalı bir Brezilya’lı gencin metroda İngiliz
polisi tarafından öldürülmesi. Eyüp Beyaz olayı,
Bağcılar’da Atilla Geçmiş’in öldürülmesi… Van,
Mardin, Batman da birer birer öldürüyorlar insanları…
Gülsuyu'nda
TMY Karşıtı Panel!...
TMY tasarısında yapılacak değişiklikler
hakkında Gülsuyu'nda bir panel yapıldı.
21 Kasım 2005 Pazartesi günü saat 19:00'da
Gülsuyu Pir Sultan Abdal Kültür Derneği'nde
yapılan panele İHD ve TUYAP'tan birer konuşmacı
katıldı.
Panelde İHD adına yapılan konuşmada, yeni
TMY tasarısında bulunanlar ayrıntılı bir
şekilde anlatıldı. TUYAP adına katılan konuşmacı
ise yeni TMY tasarısı ve CİK'in hapishanelerdeki
etkilerini paylaştı.
Sonuç olarak konuşmacılar bu tasarının bir
bölümünü öne çıkararak mücadele yürütmektense,
toptan bir karşı çıkışın gerekli olduğuna
dikkat çektiler.
İkinci bölümde panele soru cevap şeklinde
devam edildi ve yapılan tartışmaların ardından
sonlandırıldı.
|
SB: Bizde polisin adam öldürmeden dolayı
hüküm giydiği bir olaya pek fazla rastlanmaz.
Buna rağmen garanti yaratmak istiyorlar.
Av. H. Karadağ: Ben başka bir garanti
söyleyeyim. Emekli polisler de aynı imkânlarla
silah kullanabilecek. Garantinin garantisi. Adam
komşusunu, alacaklısını öldürecek, diyecek ki,
ben daha önce terörle mücadelede görev almış bir
polis olarak beni öldüreceğinden şüphelendim...
SB: Tasarı başka neler getiriyor?
Av. H. Karadağ: Basına yeni suçlar getiriyor
öncelikle. Bazıları şaka gibi geliyor. TMY’nın
6. maddesine yaptıkları ekte diyor ki; “terör
örgütlerinin bildiri ve açıklamalarını basanlara
veya yayınlayanlara veyahut örgütü veya örgüt
yöneticisini veya üyelerini kamuoyuna hoş göstermeye
yönelik yayın yapanlara bir yıldan üç yıla kadar
hapis cezası verilir.” Son bölüm çok önemli; çünkü
burada “övme” değil yeni bir şey, “hoş gösterme”
getiriliyor. Ve tabii şu da önemli: artık para
değil hapis cezası getiriliyor.
Şimdi “hoş göstermek” kavramını açmak gerekiyor.
Öncelikle “hoş gösterme”nin etki uyandırıp uyandırmadığını,
suçun oluşup oluşmadığını nasıl tespit edeceğiz?
Örneğin dolandırıcılıkta, birisi hile ile sizi
kandırmaya çalışır ve siz hileyi yemezseniz suç
oluşmaz. Suçun oluşması için sizi aldatmasından
doğacak sonucu da elde etmesi gerekiyor. Peki
“hoş göstermek” derken bunu nasıl tayin edeceksiniz?
Mesela burjuva basında örgüt önderlerinin en kötü,
en çirkin fotoğrafları basılır. Ama siz güzel,
tıraşlı bir fotoğrafını bastınız. Ne olacak? İş
buraya kadar gider. İfrada kaçmak konusunda bizim
soruşturma makamlarımızın şöhreti hayli yüksektir!
Bir başka yeni suç, yasanın 7. maddesi, sekizinci
fıkrasının devamında ekleniyor: “Terör örgütünün
meşru amaçlar için çalıştığı, amaçları doğrultusunda
gerçekleştirilen fiillerin haklı olduğu veya en
azından mazur karşılanması gerektiği yönünde kanaat
oluşturmaya yönelik faaliyette bulunan kişi, örgüt
üyesi olup olmadığına bakılmaksızın altı aydan
üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.”
İlk bölümler hep vardı, tamam, F Tipleri sürecinde
tutuklananlara, yardım-yataklıktan, TCK’nın 169.
maddesinden dava açıyorlardı. Diyorlardı ki, “ölüm
orucu örgütün amacı yönünde yaptığı eylemdir,
sen de “ölümleri durdurun” eylemlerine katılmakla
örgütün amacını, haklı, meşru, en azından mazur
göstermeye yönelik faaliyette bulundun.”
Şimdi “kanaat oluşturmaya yönelik faaliyet” getiriliyor.
Yani kanaat, iknadan geliyor, ikna etmeye çalışmak
bir suç oluyor. Böylece kanaat oluşturmak ve hoşgöstermek
suçları yeni getirilmiş oluyor. Bir üçüncü yeni
suç, “örgütün üyesi veya destekçisi olduğunu belli
edecek şekilde örgüte ait amblem ve işaretlerin
taşınması veya bu işaret ve amblemlerin üzerinde
bulunduğu üniformayı andırır giysiler giyilmesi
veya toplantı ve gösteri yürüyüşlerinde kimliklerin
gizlenmesi amacıyla yüzün tamamen ya da kısmen
kapatılması…” şeklinde.
Bizde biliyorsunuz, iddianame yazıldıysa siz suçlusunuz,
mahkumsunuzdur artık. Siz yargılama süresince
suçsuz olduğunuzu ispat etmek için uğraşırsınız.
Aslında genel hukuk ilkesi tersi yönündedir, kişi
suçsuzluğunu ispatla yükümlendirilemez. Temel
hukuk prensibine göre iddia eden ispat eder. Ama
düşünün, gelecek yılın Mart ayında, Irak’ın işgalinin
3. yıldönümünde bir miting düzenlenecek. Hava
soğuk, boğazlı kazağınızı giydiniz, atkınızı boğazınıza
sardınız, gittiniz ve gözaltına alındınız. Nasıl
ispat edeceksiniz? Şaka gibi diyoruz ya, işte
böyle…
İster basın yoluyla olsun, ister sesli-görüntülü-eylemli
olsun, aslında bütün hedef demokratik muhalefeti
sessizleştirmek. Ceza tehdidiyle, silah kullanma
yetkisi açısından öldürme tehdidi ile gazetenizi
kapatma tehdidiyle, sizi hapishaneye, hücreye
kapatma tehdidiyle…
SB: Peki bütün bunlarla bir şeye mi
hazırlanıyorlar? Yani metinlerin ötesinde, hedefleri
ne?
TMY
karşıtı Eylemler...
Hazırlıkları süren TMY tasarısına karşı
eylemler sürüyor!...
Kasım ayı ortalarında TMY Tasarısı Karşıtı
Birlik tarafından düzenlenen AKP Fatih ilçe
binası önündeki basın açıklaması ve Taksim’de
gerçekleştirilen gösteri ve bildiri dağıtımından
sonra yerellerde de çeşitli etkinlikler
gerçekleştirildi.
23 Kasım 2005 Çarşamba günü saat 19:00'da
İstanbul/Gülsuyu'nda bir araya gelen Maltepe
TMY Karşıtı Birlik üyeleri "Tüm Anti
Demokratik Yasalar Geri Çekilsin/Maltepe
TMY Karşıtı Birlik" pankartı açtılar.
Halk Kültür Merkezleri'nin de katıldığı
eylemde Gülsuyu As Kıraathanesi önünden
Heykel'e kadar yüründü. Yürüyüş esnasında
sık sık "Terörle Mücadele Yasası Geri
Çekilsin", "Baskılar Bizi Yıldıramaz",
"Yaşasın Devrimci Dayanışma" sloganları
atıldı.
|
Av. H. Karadağ: Burada bir vurgu yapmak
istiyorum. Yürürlükteki yasanın 1. maddesine bir
ikinci fıkra eklemişler. Şöyle: “Bir yabancı devleti
yahut uluslararası bir kuruluşu, herhangi bir
işlemi yapmaya yahut yapmamaya zorlamak yahut
ülkenin veya uluslararası kuruluşun temel, anayasal,
siyasi, hukuki, ekonomik ve sosyal yapısını bozmak,
yahut bu yapıyı ciddi şekilde istikrarsız kılmak
amacıyla girişilen her türlü suç teşkil eden eylemler
de terör sayılır.” Örneğin siz şu an Irak’taki
gayri-meşru olan hükümete ilişkin ve ABD ile ilgili
Türkiye’de bir eylem yaptınız. Tasarı sadece yabancı
devletlere karşı değil, uluslararası kuruluşlara
karşı da diyor. Örneğin, NATO’ya karşı bir eylem
yaptınız. Bu da terörizm sayılır, diyor. Yani,
Türkiye’de Filistin İntifadası’nın, Irak direnişinin
yanında olduğunu söylediğiniz, Nepal Devrimi’ni
selamlıyoruz dediğinizde de yapacağınız bir eylem
terörizm sayılacak.
“Yapıp yapmamaya zorlamak” derken, ilk akla gelen
uçak kaçırma, gemi kaçırmadır (gerçi kimin kaçırdığı
da önemli, Çeçenseniz durum değişir, cezaevinden
de çıkıp gidersiniz!) ya da siz buradan bağırıyorsunuz,
“ey Irak halkı yanınızdayız, direnişe devam” diye.
Irak’taki direnişçiler de biliyorsunuz şu andaki
gayri-meşru, kukla hükümetin siyasi, hukuki, anayasal,
ekonomik ve sosyal yapısını bozmak için uğraşıyorlar,
vs… Bunlar kapsam içine giriyor.
Yani bugün Terörle Mücadele Kanun Tasarısı, tam
anlamıyla emperyalist kavram, süreç ve pratiklere
uyumlu hale getiriliyor. Bu yasa İngilizlerinkini
aşan bir yasa olacak. Çünkü her zaman taklit aslından
kötüdür. Ama önemli olan şu: emperyalist kavram
ve pratikler, yani “önleyici vuruş”, “önleyici
arama”, vb. yasa metni haline geliyor. Örneğin
Irak’a silah aramak için giriyorsunuz; bunu bir
ev gibi düşünün, eve girip arıyorsunuz bu arada
çocukları öldürüyor, adamın kardeşlerini hapsediyorsunuz
ve sonra da çıkıp gitmiyor, eve yerleşiyorsunuz.
Tablo böyle. Bu tam olarak bir özel savaşa hazırlıktır,
tam olarak krizin derinleşme noktalarına hazırlıktır,
bunun için şimdiden hazırlık yapıyorlar. Ve tabii
atlanmamalı, tasarı mülteci haklarını da vuruyor;
normal iltica işlemlerini rafa kaldırıp “terör”
bahanesiyle insanları yargılamayı getiriyor.
Tasarı ayrıca örgüt tanımının sınırlarını da değiştiriyor.
Üç kişi iken, bu yasayla ikiye düşürülüyor, yani
iki kişi bir araya gelince örgüt olabiliyor. Bir
diğer husus ise şu; sözü edilen yeni suçlar, dernek,
vakıf, siyasi parti, işçi ve meslek kuruluşlarına
veya yan kuruluşlarına ait bina, lokal ve büro
eklentileri veya öğretim kurumlarında, öğrenci
yurtlarına ve bunların eklentilerinde işlenirse,
“cezaların iki katı hükmü olunur” deniliyor. Yani
yarı oranında artırılır da değil, iki katına çıkarılıyor.
Ayrıca, yürürlükte olmayan eski TCK’ye gönderme
yapan tasarı, örgüt tanımı açısından “teşekkül,
cemiyet” gibi kurumları da kapsıyor. Yani, silah
unsuru neredeyse terör tanımının içerisinden çıkarılmış
durumda. Teşekkül dendiğinde ise benim aklıma
platformlar geliyor, “cemiyet”in karşılığı ise
dernektir. Yani örneğin Çağdaş Hukukçular Derneği…
Kısacası, örgüt teriminin sınırları, eski ve yürürlülükte
olmayan bir yasaya gönderme yaparak, herkesi kapsayacak
biçimde oluşturulmaya çalışılıyor.
Kısa kısa özet yaparsak, başka neler var… Örneğin,
“örgütsüz terör” var. Örgüt üyesi olmasan dahi,
örgüt üyesi gibi terör suçundan cezalandırılabiliyorsun.
Ayrıca yeni TCK’de belirlenmiş alt ve üst ceza
sınırları bu tasarı ile rahatlıkla aşabilecek
duruma geliyor. İki kat ceza düzenlemesi getiriliyor.
Savunma, sanık hakları bakımından, birincisi,
gözaltından itibaren 12 saat aileye haber vermeyebiliyorlar.
İkincisi, yirmi dört saat avukat görüşünü engelleyebiliyorlar.
Devlet gerekli gördüğü takdirde, soruşturmaya
yasak koyabiliyor. Belgelerden ve soruşturma içeriğinden
bilgi alınamayabiliyor. Cezaevleri de düzenlenmiş.
Özel Ceza İnfaz Kurumları kurulmasından bahsediliyor.
Ayrıca muhbirlere ödül meselesi var.
Hepsinden önemlisi de, “önleyici tedbirler” başlığı
altında düzenleme var. Sesli, elektronik ve telefon
iletişimini bölgesel olarak gerekli gördüklerinde
kesebilecekler. Aynı zamanda bir bölgeye giriş-çıkışlar
yasaklanabilecek. Bu bir mahalle ya da kent olabilir.
Yani örneğin beni arıyorlarsa bütün bir semti
cezalandıracaklar! Bu yönüyle de tasarı, esas
olarak tüm ülkeyi “olağanüstü hal” rejimine sokarken,
diğer yandan da önceki olağanüstü hal uygulamalarını
da aşan tedbirlerini ve yeni suç tiplerini getiriyor.
SB: Bu yasa tasarısına karşı ne yapılabilir?
Av. H. Karadağ: Çağdaş Hukukçular Derneği
olarak biz, bir çalışma yürütüyoruz. Temel sorunumuz
insanları bilgilendirebilmek.
İkincisi bu yasa, sözü ve eylemi aslında yok etmeye
çalışıyor. O yüzden de öncelik bugüne kadar ki,
söz ve eylemimizi bir kat daha artırmamız gerektiğini
düşünüyoruz. Bir kat daha yüksek sesle bağırmamız
gerekiyor. Yetmediğinde daha yüksek sesle bağıracağız.
Daha yüksek sesle sözümüzü söyleyeceğiz, daha
yüksek sesle eylemimizi yapacağız. Eylemsiz olmuyor,
olmaz. Bu yasa her nasılsa bu haliyle çıkarsa,
bu yasanın uygulanmaması için, yine sözü ve eylemi
yükseltebildiğimiz kadar yükseltmemiz gerekiyor.
Derneğimiz de böyle bir çalışma içerisinde. Terörle
Mücadele Kanunu’na karşı oluşturulmuş bir platform
var. ÇHD de bu platformun bir bileşeni. Bundan
sonra da hem o platform içerisindeki birlik çalışmasında
hem de kendi özel çalışmasında yasanın geçmemesi,
uygulanmaması için elinden geleni yapacaktır.
SB : Teşekkür ediyoruz…
|