12
Eylül cuntasının emekçi halklara gözdağı vermek
için gündeme getirdiği idamlar sürecinde devrimci
onuru sehpada dimdik tutan Erdal Eren’i 13 Aralık
1980 günü yitirdik. Henüz 17 yaşındayken devrim
ve sosyalizm davasını hayatı pahasına savunan
bu genç fidan, Türkiye devrimci hareketinin yüz
akı olarak geleceğe ışık tutmaktadır.
Erdal, 25 Eylül 1961’de Giresun’a bağlı Şebinkarahisar’da
doğdu. Erdal’ın babası o tarihlerde Giresun’un
bir dağ köyünde öğretmendir. Doğduğunda okulların
açılması ve ulaşım güçlüğü nedeniyle nüfusa yazdırılmayan
Erdal, daha sonradan kimlik çıkartıldığında ise
okula erken başlaması için bir yıl büyük yazdırılır.
Daha sonra, 1970’li yıllarda ailesiyle birlikte
Ankara’ya yerleşen Erdal, Ankara Yapı Meslek Lisesi’nde
okumaya başlar ve burada devrimci mücadeleyle
tanışır. ANOD (Ankara Ortaöğretimliler Derneği)
içerisinde ve GBK (Geleceği Birlikte Kurtaralım)
içinde yer alır. Bu süreçte Erdal, ODTÜ’lü devrimci
öğrenci Sinan Suner’in öldürülmesini protesto
için 2 Şubat 1980 günü yapılan bir korsan gösteride
yer alır. Eylem bitirilip kitle dağılmak üzereyken
silah sesleri duyulmaya başlar. Herkes gibi Erdal
da geri çekilir ve bir apartman bahçesine girer.
O sırada gösteriyi bastırmak için gelen askeri
birlikten bir er vurularak ölmüş ve yakalanan
Erdal olayın faili olarak ilan edilmiştir. Ankara
Merkez Komutanlığı’na götürülen Erdal işkencelerden
geçirilir. Oradan Mamak Askeri Hapishanesi’ne
götürülerek bir hücreye konur.13 Şubat günü duruşmaları
başlar ve tüm hukuk usulleri hiçe sayılarak 45
gün içerisinde yapılan üç celsede hakkında idam
kararı verilir. Ortada hiçbir kanıt olmaması bir
yana Erdal’ın yaşının henüz 17 olması da bir başka
engeldir. Yaş tespiti istekleri reddedilir. Ve
Yargıtay’ın iki kez bozduğu karar sonunda onaylanır.
Çünkü Cunta şefleri açıkça Erdal’ın kanını istemektedir.
Erdal duruşmada, “Benim hakkımda peşin bir yargılama
yapıldığı son derece açıktır. Nitekim benimle
ilgili olayın ertesinde Genelkurmay Başkanı’nın
‘Çoktandır idam olmuyor, bazı kişilerin idam edilmesi
gerek’ şeklinde demeç vermesi benimle ilgili idam
kararıdır. Ve size de bu konuda ulaştırılan emirlerin
açıkça dışa vurulmasıdır” der. Yine savunmasında
Erdal, “Bugün devrimcileri ve onların bir parçası
olan beni, aldığınız emirlere uygun olarak yargılayabilir
ve ölüm cezası verebilirsiniz. Fakat bu ilelebet
sürmeyecektir. Bir gün mutlaka sizin yerinizde
halkımız olacak, sizi ve koruduğunuz düzeni yargılayacak
ve doğru kararı verecektir” demektedir.
13 Aralık 1980 günü hücresine gelip Erdal’ı alırlar.
İdam sehpasına giderken kimseden yardım istemez.
Mamak’taki korkunç işkenceleri anlatır son mektubunda:
“Cezaevinde yapılan (neler olduğunu ayrıntılı
bir biçimde öğrenirsiniz sanırım) insanlık dışı
zulüm altında inletildik. O kadar aşağılık, o
kadar canice şeyler gördüm ki, bugünlerde yaşamak
bir işkence haline geldi. İşte bu durumda ölüm
korkulacak bir şey değil, şiddetle arzulanan bir
olay, bir kurtuluş haline geldi. Böyle bir durumda
insanın intihar ederek yaşamına son vermesi işten
bile değildir. Ancak ben bu durumda irademi kullanarak
ne pahasına olursa olsun yaşamımı sürdürdüm. Hem
de ileride bir gün öldürüleceğimi bile bile.”
Son anlarında bile Erdal neşeli ve soğukkanlıdır.
Gülümseyerek avukatına bakar ve göz kırpar. Sonra,
tıpkı duruşmalarda olduğu gibi yine dimdik olarak
sehpaya yürür. Saat sabaha karşı üçe on kala cellat
Erdal’ın boynuna ipi geçirir. Ortamın sessizliğini
Erdal’ın gür sesi bozmaktadır: “Yaşasın TDKP,
Faşizme Ölüm, Halka Hürriyet” diyerek ayağının
altındaki sehpayı tekmeleyen Erdal, böylece Deniz’lerin
onurlu kervanına katılır. Arkasında kısa ama tertemiz
bir yaşamın anılarını bırakarak...
|