Her sınıfın, sınıflara yön veren politik öznelerin;
gündemi, gündemi yakalama ve müdahale biçimleri,
amaç ve araçları farklıdır. Emperyalizm ve oligarşinin
çıkarları iç içedir. Bu ortak paydada işçi ve
emekçi sınıflara karşı birleşik saldırı kampanyalarını
ortak örgütlemektedirler. Örneğin, aynı zamanda
bu süreçte kampanya konumuz olan özelleştirme
ve yıkım saldırıları böyledir. Bu temelde sahte
ve yalan propaganda dahil her araç kullanılarak
gündem oluşturulmakta, özelleştirme ve yıkım saldırıları
neo-liberal bütünsel saldırıların bir parçası
olarak güncelleştirilmektedir. Veya anti-emperyalist
mücadelenin bir ayağı olan AB sorunu, emperyalistlerin
ve oligarşinin en önemli gündemi olup, bu yönde
kamuoyu oluşturmak için en rezil oyunlara başvurulmaktadır.
Dahası bu sorun, sınıfsal ve politik ayrım noktası
olarak önemli bir yer tutmaktadır.
Doğal olarak, proletarya ve emekçi sınıflar, sınıfsal
temelde bu sorunlar karşısında emperyalizm ve
oligarşi ile tam karşıt cephededir. Proletarya
ve emekçi sınıfların gündemi de, bu sorunlar ve
bu sorunların sonuçlarına göre belirlenmektedir;
açlık, yoksulluk, işsizlik, savaş, eşitlik, adalet,
özgürlük vb... Bu saldırı politikalarına karşı
tek yol direniştir. Ve emekçiler SEKA, Tekel,
Seydişehir Alüminyum, Erdemir, Telekom, Güzeltepe,
Gülsuyu, emperyalist savaşa ve faşist yasalara
karşı mücadele gibi tek tek mücadeleler bağlamında
ve yetersiz biçimde de olsa direnişi etkin biçimlerde
örgütlemişlerdir.
Emperyalizm ile oligarşinin her sorunda ve bu
sorunlara karşı kendi politika arayışında aynı
çizgide olmaları beklenemez. Sömürüden pay alma
ve çıkar farklılığı, örneğin en yakıcı demokrasi
sorunlarından biri olan Kürt sorununda olduğu
gibi, sorunu farklı ele alıp, çelişkili birlik
içinde olabilirler. Benzer farklılık, örneğin
Kürt emekçileri ile Türk emekçileri arasında da
vardır; Kürt emekçisi için sınıfsal sömürünün
yanı sıra ulusal özgürlük sorunu ön plandadır,
Türk emekçisi için ise sınıfsal sömürü ve sonuçları
daha yakıcıdır. Bu farklılık, sık sık TDH ile
yurtsever hareketin gündem farklılığı olarak karşımıza
çıkmaktadır.
Kitlelerin gündemini yakalayamayan, bu gündeme
müdahale edip kitlelerle politik ve örgütsel ilişki
kuramayan hiçbir politik özne veya parti gerçek
rolünü oynayamaz. Tarih, kendiliğinden, hiçbir
müdahale olmadan biçim almaz, sınıflar mücadelesi
tarihe yön verir, bu temelde sayısız iradenin
çatışmasına göre biçimlenir. Proletarya ile proletarya
partisi, yani sınıf ile onun öncüsü parti aynı
şey ve özdeş değildir. Proletarya partisi, işçi
ve emekçi sınıfların en ileri ve politik kesimlerini
saflarında toplar, bu temelde mücadele eder, ama
proletarya partisi, sınıfın kendisi değil, sınıfın
tek örgütlenmesi de değil, en yüksek ve öncü örgütüdür.
Proletarya sınıfsal ve tarihsel rolünü, ancak
nesnel koşullara paralel, proletarya partisi ile
bütünleştiği ölçüde oynayabilir. Yani proletarya
partisi iradi olarak kurulur, önce bu ilişki ideolojiktir,
çok yönlü sınıf mücadelesi içinde, giderek maddi
ilişkiye dönüşür. M-L literatürde ‘partinin bolşevikleşmesi’
partinin kitlelerle devrimci ilkeler temelinde
bütünleşmesini ifade eder; ve ancak bu aşamada
kitleler devrimci rolünün bilincinde olur, parti
yenilmez bir güce ulaşır.
Birçok yazımızda sık sık ifade ettik, bugün TDH
ile emekçi kitleler arasındaki ‘mesafe’ oldukça
büyük bir açıyı ifade ediyor, bu önemlidir, birçok
sorunun da kaynağı buradadır. Bu ‘mesafe’nin kapanması,
devrimimizin en yakıcı sorunlarının başında gelir.
Ayrıca partimiz, TDH’in bir parçasıdır ve TDH’in
sorunlarından bağımsız bir yerde durmamaktadır.
Partimiz kendisi ile geleneksel devrimci akımlar
ve reformist sol arasına mesafe koyuyor, kendini
bu akım ve örgütlenmelerden ayrıştırıyor ama nesnel
ve öznel sorunlardan bağımsız yerde durmuyor,
bu sorunların doğrudan muhatabıdır. Geleneksel
ve reformist solun emekçi kitlelerle arasındaki
mesafeyi aşma gücü, iç dinamikleri ve en önemlisi
de bakış açısı yoktur veya oldukça zayıftır. Partimiz
devrimci yenilenme ekseninde bu göreve taliptir,
tarihsel ve toplumsal zemini olan bu kronikleşmiş
sorunları aşma iddiasındadır, ancak henüz bunu
başarabilmiş değildir. Dahası partimizin kendine
özgü sorunları ve gündemleri vardır, ancak bunları
aştıkça bu devasa görevi başarabilir. Bu anlamda
henüz yolun başındayız ve oldukça karmaşık ve
zorlu bir süreç önümüzde durmaktadır. Kendimizle,
geleneksel ve reformist solla, alışkanlıklar ve
geleneksel davranışlarla boğuşa boğuşa bu süreç
ilerleyecek, politik mücadelenin ateşi ile kısalacaktır.
Anlaşılacağı üzere, işçi ve emekçi kitlelerin
gündemi, TDH’in gündemi ve tek tek devrimci ve
sol yapıların, bu arada partimizin gündemi birbirinden
farklılık göstermektedir. Bunlar arasındaki ilişki
güçlendiği ölçüde , kitlelerle devrimci ve sosyalist
hareket arasındaki ‘mesafe’ kısalır, proletarya
ve emekçi sınıflar devrimci rolünü daha güçlü
oynar.
Partimiz, sol ve devrimci hareket, uzun yılları
kapsayan yenilgi ortamı içinde bir türlü devrimci
bir çıkış gerçekleştirememiştir. Bir tarihsel
süreci işaretleme açısından bu uzun yenilgi ve
duraklama yıllarını 12 Eylül süreci ile başlatabiliriz.
Sınırlı ve daha çok örgütsel toparlanmaları içeren
kendine gelme dönemleri olsa da bu süreç asıl
olarak aşılamamış, tersine ‘96 ve 19 Aralık ve
ÖO süreçlerinde (ortaya konulan büyük direniş
potansiyeline rağmen) yenilgi atmosferi daha da
ağırlaşmıştır. Bu yenilgi sürecinin sadece bize
özgü olmadığı da açıktır. Yani bu olgu, birden
ortaya çıkmamış, uluslararası sosyalist hareketin
iç zayıflıkları ile sosyalist hareketin geriye
düşüşü, bunun sol ve devrimci hareket üzerindeki
yoğun etkisi, bu süreçte temel rol oynamıştır.
Bu yenilgi atmosferi ancak her açıdan yenilenme
eylemi ile, bir sürecin kapandığı yeni bir sürecin
başladığı bir tarihsel süreçte, tıpkı Lenin’in
yaptığı gibi yaparak, yani bugün Leninizmi içselleştirerek
devrimci yenilenme eylemiyle aşılabilir. Bunun
dışında her çaba en fazla iyiniyetli bir çaba
olur ama sonuç alınamaz. Dünyada ve TDH’de kendini
tekrar eden çabalar var ama bununla birlikte devrimci
yenilenme daha yakıcı ve güçlenen eğilim olarak
ortaya çıkmaktadır. Devrimci ve sol hareket, devrimci
yenilenmeden uzak olduğundan, oliğarşinin basıncını
aşamamış ve sürecin gerisine düşmüş, en iyimser
değerlendirme ile akıp giden sürece tutunmuştur.
Bu kader değildir. Partimiz devrimci yenilenme
ile bu süreci devrim lehine değiştirme kararlılığındadır.
Son bir yılda yürütülen, örneğin, ‘işsizlik ve
yoksulluğa karşı mücadele’ kampanyası, bu süreçte
güncelleşen ‘özelleştirme ve yıkım saldırısına
karşı mücadele’ kampanyası partimiz açısından
emekçi kitlelerin yakıcı sorunları üzerinden onlarla
buluşma isteğimiz ve irademiz yönünde küçük ama
önemli adımlardır. İşçi ve emekçi sınıfların gündemine,
politik mücadelenin en üst biçimi olan temel mücadele
biçimimiz henüz eksik de olsa müdahale etme çabasıdır.
Bu kampanyalar, kendi dar sorunlarımız ve gündemimizden
çıkıp, kitlelerle bağ kurma iradesidir. Bu aynı
zamanda, devrimci ve sol hareketlerin emekçilerin
değil, kendilerinin sorunlarından ve ihtiyaçlarından
hareket eden politik çalışma tarzından kopuş yönünde
sağlam bir iradeyi ve duruşu ifade etmektedir.
Bu çalışmaları dersler alarak güçlendirmek, önümüzdeki
sürecin görevidir. Partimiz, kendi gündemi ile
kitlelerin gündemi arasında doğrudan ilişki kurma,
bu ilişkiyi güçlendirme kararlılığındadır.
Ancak, Partimizin gündemi ile kitlelerin gündemi
arasında ‘mesafe’ ve ‘sürtünme noktaları’ olduğunu
da bilmeliyiz. Çoğu kez, sınıf mücadelesi bizim
için ‘bütün koşulların olgunlaşmasını’ beklemez,
kendi gündem ve sorunlarımız, irademiz dışında
ortaya çıkan nesnel sürecin gerisinde kalmamıza
yol açar. Bu durumda, nesnel süreç, öznel koşullarımızla
çelişir, bize baskı yapar. Veya birçok gündem
üst üste düşer, dağ gibi önümüzde durur ve biz
bunun gerisine düşeriz. Tam bu noktada taktik
önderlik ve politika önemlidir. Nesnel ve öznel
koşulların sağlam bir değerlendirilmesine dayanan
taktik politika, ileriyi görme, bağımsız politika
ve politik iradeye güven vb önem kazanır. Partimiz
taktik önderlik konusunda, geçmiş süreçlerde birçok
hata yapmıştır ve devrimci yenilenme ekseninde
ortaya konulan yeniden inşa sürecimizde bu hataları
aşma veya en aza indirgeme iradesine sahiptir.
Devrimci yenilenme ekseninde bu süreç adımlanırken,
ideolojimize, yoldaşlarımıza, kitlelerin devrimci
enerjisine daha çok güveniyoruz. Partimizin içe
dönük gündem ve sorunları bugün eskiye nazaran
daha azdır; dışa açılmada, devrimci ve sol harekete,
kitlelere, kitlelerin gündemi ile daha sıkı ilişkiler
kurma pratiklerine yönelme iradesine ve bu temelde
özgüvenine sahiptir.
Doğal olarak, bu noktada şu soru güncelleşiyor:
politik mücadele nedir, partimiz devrimci politikanın
neresindedir, bu konuda kendimizi nasıl güçlendireceğiz?
Önce birkaç temel belirleme yapmak gereklidir.
Birinci olarak, politik mücadele iktidar mücadelesidir
ve çeşitli biçimler alır. Her devrimin temel sorunu
iktidar sorunudur, her dönem iktidar mücadelesi
temeldir. Oligarşiye, sola ve parti içinde gelişme
dinamizmi için içe yönelik ideolojik mücadele
ve kitlelerin daha iyi yaşama ve örgütlenmesi
için verilen ekonomik-akademik mücadele, politik
mücadeleye bağlıdır, politik mücadelenin ihtiyaçlarını,
hedeflerini gözeten tarzda biçimlenmek zorundadır.
Politik mücadelenin en üst biçimi silahlı mücadeledir.
Politik mücadelenin silahlı olmayan biçimleri
de vardır, siyasi grevler, kitle gösterileri,
politik yayın ve propaganda/ ajitasyon vb. Eğer
bir ülkede evrim ve devrim dönemleri birbirinden
kesin çizgilerle ayrılıyorsa, Çarlık Rusya’sında
olduğu gibi, evrim döneminde politik mücadelenin
silahsız biçimleri, devrim döneminde ise politik
mücadelenin silahlı biçimleri temel rol oynar.
Bizim gibi yeni-sömürge veya sömürge ülkelerde
ise, emperyalizmin varlığı, emperyalizme bağımlılıktan
kaynaklanan sürekli bunalım, siyasi demokrasinin
olmaması ve faşizmin süreklilik göstermesi, inişli
çıkışlı ancak sürekli devrimci durumu ve silahlı
mücadelenin nesnel koşullarını yaratmaktadır.
Sürekli faşizm koşullarında demokratik hiçbir
sorun çözülmemekte, sorunların çözümünde silahlı
mücadele ve bu mücadelenin gerilla savaşında cisimleşmesi
anahtar rol oynamaktadır. Bu koşullarda evrim
ve devrim dönemlerini kesin çizgilerle ayırmak
mümkün değildir, politik mücadelenin silahlı ve
silahsız biçimlerini birlikte, birbirini tamamlayacak
tarzda ele almak zorunludur.
İkinci olarak: devrimci politika, günlük ve genel
olmak üzere iki biçimde, birbiriyle ilişki içinde
ele alınmak zorundadır. İster yasal, ister illegal
biçimde yürütülsün, devrimci mücadele meşrudur,
haktır; devrimci politika kendi meşruluğunu kendi
yaratır.
Üçüncü olarak: devrimci politika, her şeyden önce,
sağlam M-L teorik zeminden yükselen stratejik
çizgi ve programa dayanmak zorundadır. Devrimci
politika, devrim için, bu stratejik amaca ulaşmak
için, strateji ve programla güçlü bağlar kurarak,
kitleleri örgütlemek için yapılır. Amaç ile araç,
strateji ile taktik arasında doğrudan, diyalektik
ilişki vardır. Reformizm, günlük, kapitalizmin
yarattığı sonuçları eleştirip, onarma, en ilerisinden
kendisini demokrasi mücadelesi ile sınırlarken,
devrimci politika, devrimci stratejiye bağlı,
düzeni yıkmayı hedefleyen, demokrasi ve bağımsızlık
sorununu sosyalizme, tüm parçaları bütüne bağlayan
içeriğe sahiptir.
Buradan iki sonuç çıkar; a) devrimci politika
için devrimci politik özne/parti veya örgüt zorunludur;
b) teori-program-strateji sorunları ile bağlantılı
olarak, gündem yaratan sorunlara (demokrasi, ulusal
sorun, din, işçi, kadın, gençlik sorunları, anti
emperyalizm, vb. gibi sorunlar) yönelik politik
açılım gereklidir. Örneğin; demokratik bir sorun
olan Kürt sorununda politika yapmak için, teori-program-strateji
düzleminde soruna yönelik politik bakış ve açılım,
bunu taktik politikalar ve günlük yaşamda somutlaştıran
örgütsel güç zorunludur.
Dördüncü olarak: yukarıdaki söylediklerimizden
anlaşılacağı üzere, ‘politik tavır veya tutum’
ile ‘devrimci politika yapma’ birbirinden farklıdır.
Devrimci politika için politik tavır veya tutum
zorunludur; bu ilk adımdır. Ancak bu tavır, süreklilik
içinde, kitlelere ulaştırılır, kitleler içinde
kendine kanal bulursa, politik tavır, sınıf savaşımında
maddi güce dönüşüp, az çok rolünü oynarsa devrimci
politika niteliğine ulaşır.
Hemen belirtelim, TDH’nin konumu bu noktada, devrim
için, devrimin sorunlarına yönelik, politik tavır
veya tutumdan öte değildir. TDH kitlelerden uzaktır,
sorunun bir yanı emekçilerin gerçek gündemiyle
buluşamamadır, diğer yanı ise politik tutumunu
doğru veya yanlış olmasından görece bağımsız,
maddi güce dönüştürememesi, politik özne olmaktan
uzak durumda olmasıdır..
Partimiz için özel bir parantez açmak gerek. Partimiz,
sınıf mücadelesinde, uzun yılları kapsayan bir
süreçte, ki bunu 12 Eylül yenilgisine kadar uzatabiliriz,
politik özne olmaktan uzak kalmıştır. Elbette
kimi süreçlerde toparlanma ve sınıf mücadelesine
sınırlı müdahaleler vardır, ama yine de, sürecin
gerisine düştüğümüz açık. En iyimser ifade ile
partimiz hiç de hak etmediği ölçüde, sürecin üzerine
çıkamamış, kimi süreçlerde kısmen sürece tutunmuştur.
Bunun bir dizi siyasal, örgütsel nedenleri vardır;
konumuz burada bunları uzunca değerlendirmek değildir.
Ancak konumuzla ilişkili olarak şu söylenebilir:
partimiz kimi süreçlerde sistemli politik tutumlardan
uzak olsa da (örneğin 1985-91 süreci), kimi süreçlerde
politik tutumunu sınırlı kampanyalarla ele alsa
da (örneğin, 1995-96) politik tavır veya tutumunu
devrimci politika yapma noktasına, kendi gündemini
kitlelerin gündemine müdahale noktasına taşımada
başarısız olmuştur. Partimiz kendi dar sorunlarından
uzaklaşamamış veya aşamamış, böylece politik etkisi
zayıflamış, genç kuşaklar tarafından pek bilinmeyen,
devrimci ve sol harekette zayıf bir alana sıkışmıştır.
Partimiz devrimci yenilenme temelindeki yeniden
inşa sürecimizde, bu durumumuzu dikkate alarak
devrimci bir halk hareketi yaratılması sorununu
özel ve temel gündem maddelerinden biri olarak
sürekli biçimde işlemekte ve tüm pratik politik
ve örgütsel çalışmasının merkezi bir sorunu olarak
ele almaktadır. Bu bağlamda, 2004 ve 2005’de hız
kazanmaya başlayan temel mücadele biçimimizden
yoksun pratik politik çalışmalarımız ve emekçi
kitle çalışmamız küçük adımlarla geçmiş pratiğimizin
derslerinden de yola çıkarak önemli deneyimler
yaratmaktadır. Henüz oldukça eksikli ve sınırlı
düzeylerde de olsa bu çalışmalarımız yönelimimizi
netleştirmesi ve tüm çalışmalarımızı devrimci
bir halk hareketi yaratan devrimci bir parti ve
cephe olmaya odaklaştırması açısından belirleyici
önemdedir. Ayrıca bu çalışmalar küçük de olsa
emekçilerle aramızda kanallar açması, sistematik
kitle çalışmasını ve buna bağlı pratik politika
yapmayı öğrenmemiz vb… açılardan da partimiz için
keskin bir dönüşüm anlamını taşımaktadır. Bu noktada
yaptıklarımızı abartmadan, esas olarak yapmamız
gerekenleri öne çıkararak yürümemiz gerekiyor.
Dikkat edilirse, parti literatürümüzde sağlam
teorik zeminden beslenen, politik açılım (Devrim,
demokrasi, Kürt ulusal sorunu, sınıf, yeni dönem
vb.) ve kimi süreçlerde politik tavır veya tutumlar
var (seçimler, 1 Mayıs, işsizlik ve yoksulluğa
karşı mücadele vb.). Devrimci ve sol hareketin
en ileri ve doğru teorik birikimine sahibiz. Politik
perspektif ve hatta güncel değerlendirmelerimiz
oldukça güçlüdür. Basit bir karşılaştırma bile
bize fikir verir; devrimci ve sol hareketin politik
yayınları ile partimizin yayınlarını yan yana
koyduğumuzda, bu olumlu ama ayrıca bize geliştirme
sorumluluğunu yükleyen farkı net olarak görürüz.
Ama bu devrimci politikada her şey değildir. Partimizin
bu alanı güçlüdür; ama taktik politika üretme,
bu politikaları günlük mücadele içinde kitlelere
taşıma, bunları sistemli reflekslere dönüştürme,
bunun için örgütsel güç oluşturma yanlarımız zayıftır.
Burada karşımıza iki sorun; ‘güç’ ve ‘politikanın
özgünleştirilmesi’ sorunları çıkıyor.
Evet politika güçle yapılır, bu doğrudur. Ama
güç olmak için politika yapmak, bu yönde sistemli
bir faaliyet örgütlemek de zorunludur, bu da bir
başka doğrudur. Politika yapmak ve güç olmak birbiriyle
ilişkilidir; biri olmadan diğeri olmaz, birbirini
etkiler, birbirini besler. Burada güç, örgüttür,
kadro ve partili, cepheli, örgütlü sempatizanlardır,
bunların bileşik etki alanıdır, kitlelerle ilişkisi
ve onları devrimci faaliyetlere seferber etme
becerisidir. Bu güç ne kadar gelişirse, devrimci
politikada o kadar başarılı oluruz. Bu güç bilinmeyen
bir yerden gelmez, ne kadar ileri ve doğru siyasetiniz
olursa olsun bu siyaset kendiliğinden güce dönüşmez.
Hatta geçmişteki onurlu mücadele tarihi bir gelenek
yaratsa da, moral gücü oluştursa da, bu kendiliğinden
bugün için size güç, ekstra başarı yaratmaz. Doğru
siyaset ve direniş, onurlu tarih, sizin elinizi
güçlendirir, önünüzü açar, ama buna yeni halkalar
eklendiği ölçüde, mücadele içinde yeni mevziler
elde edildiği ölçüde, politik tavır kitlelere
taşındığı ölçüde, güç somutlaşır. Bu, düz bir
ilişki, mekanik etki-tepki, veya ne kadar konursa
o kadar alınacağı bir ilişki değildir. Karmaşık,
kimi zaman sınırsız emeğin boşa gittiği, bir insan
kazanmak için ayların, hatta yılların harcandığı,
binbir emekle kazanılan birçok şeyin küçük bir
yanlışla kaybedildiği, eşitsiz, sıçramalı, zorluklarla
dolu, ama onurlu, bireyi özgürleştiren, verdikçe
alınan, fedakarlığı yaşam biçimine dönüştüren
vb. bir ilişkiler bütünüdür. Bu ilişkiler bütününde,
yani devrimci yaşam ve çalışmada, güç önce beyin
ve yürektedir, oradan çalışma alanına, partinin
her alan ve ilişkisine, kitlelere taşınır. Mücadele,
bir kıvılcımı yangına dönüştürür. Ve devrimci
politikada, parti bu mücadele içinde, kitlelerle
bütünleştikçe, sınıf mücadelesinde özne ve güç
olur.
Bunun için, ikinci sorun olan ‘politikanın özgünleşmesi’
önem kazanıyor. Devrimci politikada, yukarıda
ifade ettiğimiz teori-program-strateji ekseninde
genel politik tavır veya tutum sorunun önemli
bir yanıdır. Ama devrimci parti bununla yetinemez,
bunu dönemsel taktik politikalarla somutlaştırmak
zorundadır. Ve ancak taktik politikalar, kitleler
içinde, farklı toplumsal/sınıfsal kesimler içinde,
o sınıf/veya kesimlerin sorunları ile özgünleştiği
ölçüde anlam kazanır. Yani, taktik politika her
alana ve sınıfa/veya toplumsal kesime aynı biçimde
yansımaz, aynı biçimde de ele alınamaz. Örneğin,
yeni-sömürge toplumsal yapı, ekonomik ve siyasal
krizi sürekli üretmektedir. Ve kriz, devrimci
politikanın temel unsurlarından biridir. Bu kriz,
işçiye, işsize, kamu emekçisine, küçük üreticiye,
öğrenciye, yoksul kadına, Kürt yoksuluna ve Kürt
ulusuna doğal olarak farklı yansımaktadır ve bu
toplumsal kesimlerin özgün sorunları ile harmanlanmaktadır.
Örneğin, ‘Tek Yol Devrim’ stratejik bir şiardır,
devrim, partinin en temel sorunudur. Ama, bu sorun
veya şiar, proletaryanın ve emekçi sınıfların
bir dizi ekonomik ve demokratik sorunları ile,
küçük üreticinin taban fiyat, kredi, tarımsal
girdi, vb. sorunları ile, öğrencinin sınav, harç,
YÖK vb. sorunları ile, Kürt ulusunun ulusal özgürlüğü,
zorla köyünden sürgün edilmesi, dil vb. sorunları
ile ilişki kuramazsa, devrimci işlevinden uzak
olur. Politika bu sorunlar ve taleplerle özgünleşmek
zorundadır.
Bu noktada çubuk, partili mücadelede merkezi politikanın
o sınıfsal veya alansal ilişkide özgünleşmesine,
yani yerele, yerel alandaki inisiyatife bükülür.
Devrimci politika yaratıcı bir inisiyatifle, o
alanın sorunları ile bütünleşmek, kitlelere taşınmak
zorundadır. Merkezi politika ile yerel inisiyatif
bu özgünlük içinde bütünleşmeli. Tam bu noktada
partimiz saflarında bilinç zayıflığı, soruna dogmatik
yaklaşım, merkez ile yerel örgütlenme arasında
dengeli bir yaklaşım vb. alanlarında sıkıntılar
vardır. Her şeyi partiden, parti merkezinden beklemek,
yerel inisiyatif ve çözüm üretiminin zayıflığı,
genel politika ve stratejik yaklaşımlar ile yetinmek
ve bu kalıplarla yereli ele almak, yerelin sınıfsal-ulusal-kültürel
yapısını çözümlememek, partinin politika üretmesinde
yaşamsal olan yereli tanımaya hizmet edecek yerele
ilişkin bu sorun ve tahlilleri raporlarda ele
almamak vb. zayıf yanlarımızdan sadece birkaçıdır.
Partimiz bugün politik mücadeleyi bütünlüklü biçimde
değil, en üst biçiminden yoksun yürütüyor. Hiçbir
adım atmadan ‘gerilla-silahlı mücadele’ demek,
‘büyük işler’ yapma havasıyla insanları bekleterek
örgütsel ilişkileri çürütmek, vb. bir gram değer
ifade etmiyor. Kaldı ki, politik mücadelenin en
üst biçimi olarak gerilla savaşı, sağlam ve süreklilik
gösteren bir örgütsel yapıya dayanmak zorundadır.
Bu mekanizmalar olmadan bu yönde güç biriktirip
sağlıklı işleyen mekanizmalar kurmadan, asgari
ölçüde, yani sürecin ihtiyaçlarına paralel bir
kurumsallaşma yaratılmadan, değil gerilla mücadelesini
süreklileştirmek, sınırlı demokratik çalışma bile
yapılamaz. Dünya, Ortadoğu, Kürt coğrafyası ve
ülke devrimci pratiği bu konuda yeterli derecede
öğreticidir. Bütünlüklü taktik politikamız vardır,
sabırla bu süreci aşacağız, somut bir hedef olarak
yeniden inşa sürecini başaracağız. Bir dizi eksiğimize
rağmen, sürecin nesnel niteliğinden kaynaklanan
ağırlıklarımıza rağmen yönümüz ileriye dönüktür.
Almış olduğumuz mesafeler üzerinden bu süreci
aşacağız. Gerçek partili politik mücadeleyi örgütleyeceğiz.
Uzun yıllar sonra bir dizi eksikliklerimize rağmen,
sınırlı ve politik mücadelenin en üst biçiminden
yoksun da olsa, devrimci politika yapıyoruz. Tarihimizin
devrimci gelenekleri ve yeniden inşa sürecimizin
yaratmış olduğu olumlu adımlar, eski ve dar alanda
sıkışma pratiklerini kırmaktadır. Teori, politika,
ideolojik duruş, dost ve düşmana karşı almış olduğumuz
tutum vb. ile sol ve devrimci çevrede haklı ve
olumlu bir yer açılmış, kitlelere yönelik devrimci
politikada sınırlı adımlar atılmıştır. Bu süreçte
politik kampanyalarımız yaşamsal bir rol oynuyor.
Bu politik kampanyaları büyütmek, daha da güçlendirmek
gündemimizdir. Hiç bir eksiklik ve zaafın bu süreci
geriye çevirmesine izin vermeyeceğiz. Tam tersine,
bu adımları büyütmek, kodrosal ve kitlesel ilişkileri
çoğaltmak, hazırlık sürecimizi kazanmak, yarının
değil bugünün görevidir.
Partimiz, yukarıda ifade ettiğimiz ‘politikanın
özgünleşmesi’ doğrultusunda yeni açılımlar yapmak,
bu yönde ilk adımları geliştirmek istiyor. İşçi
ve emekçilerden bağımsız emek cephesi, gençlikten
bağımsız gençlik örgütü, mahalli alandan yoksun
illegal P ve C birimleri, çeşitli kurumlardan
yoksun demokratik alan örgütlülüğü, örgütlü kitleden
yoksun, silahsız ve kadrosuz gerilla vb. olmaz.
Partimiz bunların tümünü, bütün alan ve cephelerde
elde olan birikimle bütünlüklü ele almak; var
olanları geliştirmek ve sağlamlaştırmak, ilk adımları
çoğaltmak, hatta yeni açılım ve örgüt biçimleri
için hazırlıklar yapmak iradesine, kararlılığına
sahiptir.
Bu süreçte politik kampanyalar oldukça önemlidir
ve merkezi bir role sahiptir. Yeniden inşa sürecimizde
partimiz, özellikle 2005 yılında toparlanma sürecinin
kimi başarılarının ürünlerini toplamış, partinin
sağlamlaşması mücadelesinde adımlar atmıştır.
Birlik çalışmamız, partimizin geçici tüzüğe kavuşması,
merkezi eğitim programının tüm parti ve cephe
birimlerinde yaşama geçirilmesi, örgütsel yapının
daha düzenli ve işleve kavuşması, yeni alanlara
açılma, konumuzla ilişkili olarak da politik kampanyalar
için daha iyi bir noktada bulunmamız; tüm bunlar,
partimizin sağlamlaşmasında birer adımdır.
Kampanyaları birkaç başlıkta toplamak mümkündür:
a) Merkezi politik kampanyalar. Taktik politikamızla
uyumlu, merkezi düzeyde planlanan, tüm birimlerimiz
ve örgütlü sempatizanlar tarafından, her alanın
özgünlüğü ile ele alınan kampanyalardır. Bunlardan
uzun bir zaman dilimine yayılanlar olduğu gibi
(işsizlik ve yoksulluğa karşı mücadele vb.), kısa
bir zamanda ele alınanlar da (1 Mayıs, seçim vb.)
olabilir. Veya dönemsel, güncel ve önemli bir
konuyu da içeren merkezi kampanyalar mümkündür.
b) Yerel kampanyalar. Parti örgütleri tarafından,
o alanda görevli birimlerimiz tarafından, o alanın
sorunlarına veya yeni ve özgün gelişen bir sürece
yönelik örgütlenebilir. Bu kampanyanın örgütlenmesi
ve sonuçlandırılmasından o alandaki birimlerimiz
sorumludur. Bu tür kampanyada partinin verdiği
tüm hakları o birim kullanabilir. Parti adına,
taktik politikamızla uyumlu her açılımı yapıp,
yazılı ve sözlü ajitasyon-propaganda yapabilir,
materyal üretip dağıtabilir, taktik eylem çizgimize
uygun eylemler örgütleyebilir. Partili çalışmada
hak varsa sorumluluk da vardır. Yerel birim bu
hakkı kullanır/kullanmalıdır ve bunun sorumluluğunu
taşır/taşımalıdır.
c) Tanıtım kampanyaları. Bir kurumu, veya yeni
bir açılımı tanıtmak için merkezi veya yerel düzeyde
ele alınıp örgütlenen kampanyalardır.
Niteliği ne olursa olsun bütün kampanyalar sadece
politik düzeyde değil, örgütlenme düzeyinde de
ele alınmak zorundadır. Her bir kampanya sadece
politik gerçekleri açıklamak ve kitleleri aydınlatmakla
sınırlı kalamaz, mutlaka bunun kitleleri ve partiyi
örgütleme mantığı ile somutlanması gereklidir.
Hiç şüphesiz parti yaşamı ve partili mücadelede
tüm alanlar, politik, askeri ve örgütsel alanlar
birbirinden kopuk değildir, birbirinden bağımsız
ele alınamaz. Bu süreçte, yeniden inşa sürecimizde,
bir ayağı zayıf da olsa, taktik politikalarımıza
paralel politik kampanyalar, bu kampanyaları örgütsel
kampanyalarla birlikte, iç içe ele almak zorunludur,
doğru olan da budur. Çünkü, biz siyasal gündeme
müdahale etmek, mücadele içinde güç biriktirmek,
politik ve örgütsel açıdan daha ileri olanı yakalamak,
bunu süreklileştirmek istiyoruz. Dahası, bu süreçte
politik kampanyaları mutlaka örgütlenme kampanyasıyla
birlikte ele alırken, bunu sadece merkezi düzeyde
değil, yerel inisiyatifleri ve ademi merkeziyetçiliği
güçlendirmek için, yerel düzeyde de ele almayı,
bu yönde açılım ve pratikleri çoğaltmayı benimsiyoruz.
Merkezi veya yerel, tüm politik kampanyalar, güçlü
bir teorik zeminden hareketle, sürecin nesnel
ve öznel açıdan doğru değerlendirilmesine dayandırılmalıdır.
Mutlaka sağlam bir planı olmalı, tam bir disiplinle
görevler ele alınmalı, başta yoldaşlar olmak üzere,
tüm örgütlü ilişkiler, hatta mutlaka çevre ve
sıradan ilişkiler seferber edilmelidir. Ki çevre-ceper
ilişkilerini mücadeleye kanalize etmede oldukça
zayıf olduğumuz bir gerçektir ve bu sorun kitlelerle
daha güçlü ilişki kurma ve parti ilişkilerini
çoğaltma pratiğinde her vesile ile önümüze çıkmaktadır.
Her bir kampanya, kampanya sonunda, birimlerimiz
ve/ veya ihtiyaç halinde çevre ilişkilerininde
katıldığı geniş bileşkelerde değerlendirilmeli,
bu değerlendirme sonuçları mutlaka geleceğe dönük
deneyimler olarak yazılı hale getirilmelidir.
Mevcut emperyalizme tam bağımlı yeni-sömürge yapı,
sürekli kriz ve faşizm, sınıfsal-ulusal- cinsler
arasında derin çelişkiler yaratıyor, günlük yaşamı
adeta sorunlar yumağına dönüştürüyor, toplumun
bünyesinde ‘patlayıcı maddeler’ biriktiriyor.
Bundan dolayı, her şey kampanyaların konusu olabilir.
Açlık, yoksulluk, işsizlik, özelleştirmeler, yozlaşma
(fuhuş, uyuşturucu, kumar, şans oyunları vb.),
kadının ezilmesi ve bu temelde sorunlar; öğrenci
gençliğin sınav, harç, yaz okulu, barınma, eğitimdeki
eşitsizlik ve kalite farkı, YÖK vb sorunları;
yoksul semtlerin yol, su, elektrik, gecekonduların
yıkımı vb. sorunları; Kürtler ve ezilen ulusal
toplulukların, ulusal özgürlüğü, kültür ve dili,
örgütlenme ve eğitim, köyden göç vb. sorunları;
aleviler ve ezilen inanç sahiplerinin kültür,
din ve vicdan sorunları, anti emperyalizm üst
başlığında savaş, borç, ikili anlaşmalar, ABD
emperyalizmin saldırganlığı, AB, vb. sorunlar
ilk akla gelenlerdir.
Tüm bunları tek bir kampanyada ele almak mümkün
değildir, doğru da değildir. Kampanyalar doğal
olarak bir veya birbirine birçok açıdan bağlı
birkaç konuyu ele alır, bunları ön plana çıkarır,
ama genel ve dönemsel süreçle sıkı bağlar kurar.
Kampanyaları ele alıp yürütürken çarpıcı, kolay
ve basitçe anlaşılan, kısa ve özlü şiarları öne
çıkarmalı, kitlelere bu şiar üzerinden propaganda
ve ajitasyon yapılmalıdır.
Kampanyalar, örgütlenmede bire bir ilişkileri
güçlendirdiği gibi, siyasal ve örgütsel düzeyi
darlıktan kurtarır, kitlelere devrimci ve sosyalist
siyaset ve bu temelde bilinç taşır. Dar, içe kapalı,
gelişmeyen her ilişki ve alan çürür; çürüyen her
şey kendini ve partili ilişkileri de çürütür,
adeta sorun üreten, etrafı zehirleyen bir ura
dönüşür. Eğer partili mücadele o alanda zayıfsa,
parti şu veya bu nedenle müdahalesinde zayıflık
gösterirse, nesnel toplumsal zemin ve ilişkilerden
beslenerek o alan ve ilişkiler güvenlik sorunu
dahil bir dizi soruna kaynaklık eder. Oligarşi
için bu zemin bulunmaz fırsattır. Hatta bizzat
bunu örgütlediği biliniyor. İşte kampanyalar,
merkezi ve özellikle de yerel kampanyalar, bu
darlaşma ve gerilemelere karşı devrimci bir barikat
oluşturur. Bireyden ve bireysel sorunlardan, genel
siyasal düzeye partiyi ve alan örgütlülüğünü çeker;
bu siyasal faaliyetler, sağlıklı ve kurallı bir
örgütsel işleyişle partili, partimize ve değerlerimize
layık bir düzeye sıçrar. Tüm parti ve cephe güçleri
bunu gözetip, bunu başarmak zorundadır.
Demek ki, özetle ifade etmek gerekirse, yeniden
inşa sürecimizde, partinin sağlamlaşması mücadelesinde
parti çalışmalarımız birbirini tamamlamalı, birbirine
destek olmalıdır. Politik mücadeleyi bütünsel
ele almak için bir adım daha atmak, bu eşiği aşmak
zorundayız. Her bir birimimiz kendini siyasal,
örgütsel ve pratik alanlarında sağlamlaştırırken,
devrimci politikanın önemli bir unsuru olmalı,
bulunduğu alanda partiyi en doğru ve üst düzeyde
temsil etmeli, merkezi politik kampanyalarımızın
doğrudan parçası olmakla yetinmemeli, bizzat partimizin
vermiş olduğu yetki ve sorumlulukla yerel kampanyalar
örgütlemelidir.
Bizi geliştirecek olan budur. Bunu bilip, bu sorumlulukla
önce kendimize yönelmeli, zayıf yanlarımızı eleştirerek
güçlendirmeliyiz. Biz kendi yolumuzu kendimiz
açacağız, bu yolu açarak devrimi ilerleteceğiz.
Bu güç bizde var, yeter ki bunun farkına varıp,
zayıflıklarımızla uzlaşmadan ileri atılalım.
Hep beraber...
|