Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini


 

 

36. Sayı - Aralık 2005

Hatırlanacağı gibi bir önceki sayımızda Türkiye ve diğer yeni-sömürge ve bağımlı ülkelerde IMF’nin tarım politikalarını ele almış ve özellikle son yirmi yılda ortaya çıkan küresel soygunun boyutlarını incelemiştik.
Ama bu arada bir şeyi atlamamak gerekiyor: Bu saldırı, neoliberal politikaların başka cephelerinde de olduğu gibi aynı zamanda ideolojik bir yanı da içinde barındırıyor. Uygulanan emperyalist politikalar aynı zamanda bir “alternatifsizlik” zırhı ile kuşatılıyor ve böylece sanki başka türlü bir ekonomi, başka türlü bir tarım, vb. mümkün değilmiş havası yaratılıyor.
Oysa böyle bir örnek var dünyada ve daha bugünden bir dizi başka ülke de tarım alanında bu yolu izlemek istiyor.
Küba’dan söz ediyoruz. Bu, önemli bir örnek; çünkü Küba, Türkiye gibi tarımsal çeşitlilik gösterebilen bir yapıya sahip değil. Küçük bir ülke ve uzun yıllar boyunca birkaç ürüne mahkum edilmiş bir yapısı var.
Küba Demokratik Halk Devrimi’nin ilk hedeflerinden birinin toprak reformu olması bu açıdan rastlantı değil. Aslında 1940 Anayasası’nda yazılı olan ama Batista diktatörlüğünün rafa kaldırdığı “Toprak Reformu” devrimin ilk icraatı olmuştur. Devrimin hemen ardından, 3 Haziran 1959’da Küba Ulusal Meclisi’nin yayınladığı deklarasyon öncelikle toprak sahibi olmayan yoksul köylüye toprak verilmesini içermektedir. Aynı gün, Toprak Reformu yasalaşır.
Devrim öncesinde Küba’da tarım arazilerinin önemli bölümünün mülkiyeti yerli ve yabancı tekellere aitti. Bu yüzden olsa gerek ABD emperyalizmi yasanın çıkışından birkaç hafta sonra, 24 Haziran 1959’da Küba’ya yaptırımlar uygulamaya başlar. ABD Dışişleri Bakanlığı’nın kararı şöyledir: “Kanuna (Toprak Reformu yasası kastediliyor) ve onun yerine getirilmesine karşı derhal ve kesin bir karar alınmalıdır, gerekli sonuca ulaşmak için en uygun yol ekonomik baskıyı artırmaktır!” ABD bu süreçte, böylesi bir ablukanın sonucu olarak Küba halkının aç ve işsiz kalacağını, ayaklanarak devrimci hükümeti devireceğini hesaplamaktadır.
Ama hesaplar tutmadı! Küba halkı ilk kez kendisine insanca bir yaşam sunan devrimi sahiplendi ve bugüne dek gelindi. Çünkü bu reform, her şeyden önce Batista döneminde her yıl açlığa mahkum edilen 200 binden fazla insanı ölümden kurtarıyordu. 1958’de, Küba’nın nüfusunun 9.4’ü toprakların yüzde 73.3’üne sahipken, devrim yasalarıyla toprak iki yüz binden çok köylü aileye dağıtıldı, büyük çiftliklerin yüzde yetmişi de devlet yönetimine geçirildi.
Batista döneminde Küba tarımında her şey ABD emperyalizminin çıkarlarına göre şekillenmiş, Küba tarımı tek ürünün (şeker kamışı) yetiştirildiği bir ülke haline getirilmişti. Şekerkamışı plantasyonları, işlenebilir toprakların % 53’ünü oluşturuyordu. Üstelik bütün ticari kanallar da ABD tekellerinin elindeydi. Devrim, ABD emperyalizmiyle yapılan ikili anlaşmaları feshederek bu engeli ortadan kaldırıyor, böylece çok yönlü tarım üretimine geçişin önünü açıyordu. Küba Komünist Partisi 1. Kongresi’nde tarımdaki gelişmeleri; “1958 yılında 195 bin ton olan kimyasal gübre üretimi 1975’de 1 milyon 2 bin tona, buğday unu toplamı 190 bin tondan 510 bin tona, makarna üretimi 10 bin tondan, 50 bin tona, çocuk maması üretimi 2. 832 tondan, 20 bin tona, turunçgiller dikili topraklar 9 kat artarak 100 bin hektara, yumurta üretimi ve balık çıkarımı devrim öncesinden 6 kat fazlaya, işlenen topraklar 1958’dekinin iki katına, traktörlerin sayısı 9 binden 54 bine, sulanan alanlar 160 bin hektardan 580 bin hektara çıktı” diye kamuoyuna deklare ediyordu.
Ancak IMF ve Dünya Bankası direktiflerinin tamamen dışında bir rota izleyen Küba tarımında asıl gerçekleştirilen şey, ürün miktarlarının artırılması ve çeşitlendirilmesi olmamıştır. Asıl çarpıcı gelişme, tarımın uluslararası tekellerin kâr hırsına göre değil, Küba halkının ihtiyaçlarına göre düzenlenmesi ve bu doğrultuda “ekolojik tarım”a önem verilmesidir.
Ekolojik tarım, bilindiği gibi, üretimde kimyasal girdi kullanmada, üretimden tüketime kadar her aşaması kontrollü ve sertifikalı tarımsal üretim biçimidir. Ekolojik tarımın amacı; toprak ve su kaynakları ile havayı kirletmeden, çevre, bitki, hayvan ve insan sağlığını korumaktır.
Küba, bugün dünyada “ekolojik tarım” politikasını uygulayan ve bunu anayasasında temel yasa biçimine getiren tek ülkedir. Doğal ve ekolojik yöntemlerle, kimyasal ilaçlama yapmadan yıllık sebze ve meyve üretimi % 250 arttırılmıştır. Tüketilen sebzenin % 60’ı kentlerdeki ekolojik bahçelerde üretiliyor. 1 milyondan fazla küçük bahçelerin 62 bini Havana’da bulunmaktadır ve bu bahçelerde sebze ve meyve üretilmektedir. Bu bahçelerin büyük çoğunluğu 800 metre karenin altındadır. Ekolojik şehir bahçeleri “organoponicus”de, yükseltilmiş toprak bölümlerde yetiştirilen sebzeler yine aynı yerde satışa sunuluyor. Tohumları karıncalardan koruyan toksin oranı düşük bir böcek ilacı dışında kalan kimyasal tarım ilaçlarının kullanılması yasaklanmıştır. Tipik bir Küba uygulaması olan “kent tarımı”, böylece olağanüstü gelişmeler yaratmıştır. Örneğin 1998’de sadece Havana çevresinde 8000’den fazla bahçe ve çiftlikte 30 binden fazla kişi çalışmakta, 376 okul ve işyeri kendi çalışanlarının ve öğrencilerinin yiyeceğini yetiştirmektedir. 1999’da organik şehir tarımı pirincin yüzde 65’ini, sebzelerin yüzde 46’sını, narenciye dışındaki meyvelerin yüzde 38’ini sağlamaktadır.
Küba’daki kent tarımı, sosyalist toplumda kent ile kır ilişkisinin de yeni bir tarzda kurulması anlamına da geliyor. Kent ve kır sosyalist perspektifle birleştiriliyor. Kır’dan kopmuş kapitalist kent düzeni, aynı zamanda bu kent düzeni içinde yaşayan insanların doğadan da önemli ölçüde kopması anlamına geliyor. Reel sosyalist ülkelerin en önemli problemlerinden biri de kapitalist kent uygarlığının ölçülerini, yerleşim ve yaşam düzenini aşamaması, sınıfsız topluma giden yeni bir uygarlık düzeyi yaratamamasıdır. Kapitalist kent uygarlığının tarzı sosyalist formlar içinde yeniden üretilmiştir. Küba’daki kent tarımı bu noktada belki öncelikle yiyecek sorununun çözümüne dönük bir adım olarak gelişse de, kent ile kır yaşamını özgün biçimde birleştiren, kent insanını doğaya yaklaştıran bir yapıya sahiptir. Bu bağlamda en azından bu boyutuyla sosyalist uygarlığın tohum halindeki ifadesi olarak da ele alınması ve daha derinlikli biçimde incelenmesi gereken bir deneyim olarak gelişmektedir.
Üstelik bu tarım biçimin en önemli yanı, hiçbir biçimde uluslararası tekellere, onların katil tohum biçimlerine bağlı olmaması ve ülkenin bağımsızlığının korunmasıdır.
Oysa “organik tarım”ın tersine özellikle 1950’lerden sonra yeni-sömürgelere dayatılan “entansif tarım”, kimyasal maddeler ve mekanizasyonla toprağa çok fazla yüklenen, üretimi artırmak uğruna doğal dengeleri bozan bir yapıya sahiptir. Kapitalizm, çiftçileri kimyasal ilaç ve kimyasal gübreleri kullanmak zorunda bırakarak, onları borçlandırarak, sömürüsünü arttırmakta, böylece doğayı sakatlaması bir yana üretim maliyetini de yükselterek küçük üreticiyi bitirmekte ve tekellerin önünü açmaktadır.
Bu tür bir tarımın geçmişte Reel Sosyalist ülkelerde de yaygın olarak kullanılması esasen sosyalizm adına bir çelişki olmuştur. Küba’da başlangıçta Sovyet etkisiyle tarım makineleri, petrol, gübre ve kimyasal ilaçların yoğun kullanıldığı bir dönem yaşanmış, ancak daha sonra organik tarıma geçiş aynı zamanda Küba tarımının ayağa kaldırılması anlamına gelmiştir. Küba halkı bugün toprağın yapısına uygun bitki türlerinin seçimi, ürünlerin toplumun ihtiyacına göre ve toprağın verimini düşürmemeye özen göstererek dönüşümlü olarak üretilmesi, nadas, uygun sulama teknikleri vb. gibi uygulamalar sayesinde zehir ve hormona gerek kalmadan üretim gerçekleştirebilmektedir. Üstelik ekolojik tarıma geçişle birlikte Küba, eski üretimlerinden çok daha fazla ürün elde etmişlerdir. Bundan çok daha önemlisi ise elde edilen ürünlerin eskisinden çok daha sağlıklı ve hormonsuz olmasıdır. Böylece halkın sağlığıyla oynanmamış ve sosyalizmde insana verilen değerin sözden ibaret olmadığı bir kültür, yaşam biçimi olduğu, “insan da dahil her şey metadır ve satılabilir” diyebilen aşağılık yaratıkların dünyasından milyon kez ayrı, üstün ve farklı bir dünya olduğu dosta da, düşmana da gösterilmiştir.
Bu yüzdendir ki bugün sosyalist Küba, ABD ablukasının yol açtığı milyonlarca dolarlık zarara ve bütün sıkıntılara karşın ayakta kalmakta ve bütün uluslararası örgütlerin resmen kabul ettiği gibi başarılı bir tarım politikası ortaya koymaktadır. Öyle ki, Dünya Sağlık Örgütü’nün (WHO) 1989’daki Fiziksel Yaşam Kalitesi İndeksi sıralamasında Küba on birinci sıradadır, yani on beşinci sıradaki dünya devi ABD’nin önünde!
Sonuç olarak, bu küçük ada, emekçi halkların IMF ve Dünya Bankası akıllarına ihtiyacı olmadığını, IMF’siz bir tarımın mümkün olduğunu son derece açık bir şekilde kanıtlamıştır.




 


 

 

 

 

 

sbarikat07@gmail.com
Sosyalist Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
Yönetim Yeri: Çakırağa Mah. Abdüllatif Paşa Sk. 4/5 Aksaray-İstanbul
0212 632 23 19