Hatırlanacağı gibi bir önceki sayımızda Türkiye
ve diğer yeni-sömürge ve bağımlı ülkelerde IMF’nin
tarım politikalarını ele almış ve özellikle son
yirmi yılda ortaya çıkan küresel soygunun boyutlarını
incelemiştik.
Ama bu arada bir şeyi atlamamak gerekiyor: Bu
saldırı, neoliberal politikaların başka cephelerinde
de olduğu gibi aynı zamanda ideolojik bir yanı
da içinde barındırıyor. Uygulanan emperyalist
politikalar aynı zamanda bir “alternatifsizlik”
zırhı ile kuşatılıyor ve böylece sanki başka türlü
bir ekonomi, başka türlü bir tarım, vb. mümkün
değilmiş havası yaratılıyor.
Oysa böyle bir örnek var dünyada ve daha bugünden
bir dizi başka ülke de tarım alanında bu yolu
izlemek istiyor.
Küba’dan söz ediyoruz. Bu, önemli bir örnek; çünkü
Küba, Türkiye gibi tarımsal çeşitlilik gösterebilen
bir yapıya sahip değil. Küçük bir ülke ve uzun
yıllar boyunca birkaç ürüne mahkum edilmiş bir
yapısı var.
Küba Demokratik Halk Devrimi’nin ilk hedeflerinden
birinin toprak reformu olması bu açıdan rastlantı
değil. Aslında 1940 Anayasası’nda yazılı olan
ama Batista diktatörlüğünün rafa kaldırdığı “Toprak
Reformu” devrimin ilk icraatı olmuştur. Devrimin
hemen ardından, 3 Haziran 1959’da Küba Ulusal
Meclisi’nin yayınladığı deklarasyon öncelikle
toprak sahibi olmayan yoksul köylüye toprak verilmesini
içermektedir. Aynı gün, Toprak Reformu yasalaşır.
Devrim öncesinde Küba’da tarım arazilerinin önemli
bölümünün mülkiyeti yerli ve yabancı tekellere
aitti. Bu yüzden olsa gerek ABD emperyalizmi yasanın
çıkışından birkaç hafta sonra, 24 Haziran 1959’da
Küba’ya yaptırımlar uygulamaya başlar. ABD Dışişleri
Bakanlığı’nın kararı şöyledir: “Kanuna (Toprak
Reformu yasası kastediliyor) ve onun yerine getirilmesine
karşı derhal ve kesin bir karar alınmalıdır, gerekli
sonuca ulaşmak için en uygun yol ekonomik baskıyı
artırmaktır!” ABD bu süreçte, böylesi bir ablukanın
sonucu olarak Küba halkının aç ve işsiz kalacağını,
ayaklanarak devrimci hükümeti devireceğini hesaplamaktadır.
Ama hesaplar tutmadı! Küba halkı ilk kez kendisine
insanca bir yaşam sunan devrimi sahiplendi ve
bugüne dek gelindi. Çünkü bu reform, her şeyden
önce Batista döneminde her yıl açlığa mahkum edilen
200 binden fazla insanı ölümden kurtarıyordu.
1958’de, Küba’nın nüfusunun 9.4’ü toprakların
yüzde 73.3’üne sahipken, devrim yasalarıyla toprak
iki yüz binden çok köylü aileye dağıtıldı, büyük
çiftliklerin yüzde yetmişi de devlet yönetimine
geçirildi.
Batista döneminde Küba tarımında her şey ABD emperyalizminin
çıkarlarına göre şekillenmiş, Küba tarımı tek
ürünün (şeker kamışı) yetiştirildiği bir ülke
haline getirilmişti. Şekerkamışı plantasyonları,
işlenebilir toprakların % 53’ünü oluşturuyordu.
Üstelik bütün ticari kanallar da ABD tekellerinin
elindeydi. Devrim, ABD emperyalizmiyle yapılan
ikili anlaşmaları feshederek bu engeli ortadan
kaldırıyor, böylece çok yönlü tarım üretimine
geçişin önünü açıyordu. Küba Komünist Partisi
1. Kongresi’nde tarımdaki gelişmeleri; “1958 yılında
195 bin ton olan kimyasal gübre üretimi 1975’de
1 milyon 2 bin tona, buğday unu toplamı 190 bin
tondan 510 bin tona, makarna üretimi 10 bin tondan,
50 bin tona, çocuk maması üretimi 2. 832 tondan,
20 bin tona, turunçgiller dikili topraklar 9 kat
artarak 100 bin hektara, yumurta üretimi ve balık
çıkarımı devrim öncesinden 6 kat fazlaya, işlenen
topraklar 1958’dekinin iki katına, traktörlerin
sayısı 9 binden 54 bine, sulanan alanlar 160 bin
hektardan 580 bin hektara çıktı” diye kamuoyuna
deklare ediyordu.
Ancak IMF ve Dünya Bankası direktiflerinin tamamen
dışında bir rota izleyen Küba tarımında asıl gerçekleştirilen
şey, ürün miktarlarının artırılması ve çeşitlendirilmesi
olmamıştır. Asıl çarpıcı gelişme, tarımın uluslararası
tekellerin kâr hırsına göre değil, Küba halkının
ihtiyaçlarına göre düzenlenmesi ve bu doğrultuda
“ekolojik tarım”a önem verilmesidir.
Ekolojik tarım, bilindiği gibi, üretimde kimyasal
girdi kullanmada, üretimden tüketime kadar her
aşaması kontrollü ve sertifikalı tarımsal üretim
biçimidir. Ekolojik tarımın amacı; toprak ve su
kaynakları ile havayı kirletmeden, çevre, bitki,
hayvan ve insan sağlığını korumaktır.
Küba, bugün dünyada “ekolojik tarım” politikasını
uygulayan ve bunu anayasasında temel yasa biçimine
getiren tek ülkedir. Doğal ve ekolojik yöntemlerle,
kimyasal ilaçlama yapmadan yıllık sebze ve meyve
üretimi % 250 arttırılmıştır. Tüketilen sebzenin
% 60’ı kentlerdeki ekolojik bahçelerde üretiliyor.
1 milyondan fazla küçük bahçelerin 62 bini Havana’da
bulunmaktadır ve bu bahçelerde sebze ve meyve
üretilmektedir. Bu bahçelerin büyük çoğunluğu
800 metre karenin altındadır. Ekolojik şehir bahçeleri
“organoponicus”de, yükseltilmiş toprak bölümlerde
yetiştirilen sebzeler yine aynı yerde satışa sunuluyor.
Tohumları karıncalardan koruyan toksin oranı düşük
bir böcek ilacı dışında kalan kimyasal tarım ilaçlarının
kullanılması yasaklanmıştır. Tipik bir Küba uygulaması
olan “kent tarımı”, böylece olağanüstü gelişmeler
yaratmıştır. Örneğin 1998’de sadece Havana çevresinde
8000’den fazla bahçe ve çiftlikte 30 binden fazla
kişi çalışmakta, 376 okul ve işyeri kendi çalışanlarının
ve öğrencilerinin yiyeceğini yetiştirmektedir.
1999’da organik şehir tarımı pirincin yüzde 65’ini,
sebzelerin yüzde 46’sını, narenciye dışındaki
meyvelerin yüzde 38’ini sağlamaktadır.
Küba’daki kent tarımı, sosyalist toplumda kent
ile kır ilişkisinin de yeni bir tarzda kurulması
anlamına da geliyor. Kent ve kır sosyalist perspektifle
birleştiriliyor. Kır’dan kopmuş kapitalist kent
düzeni, aynı zamanda bu kent düzeni içinde yaşayan
insanların doğadan da önemli ölçüde kopması anlamına
geliyor. Reel sosyalist ülkelerin en önemli problemlerinden
biri de kapitalist kent uygarlığının ölçülerini,
yerleşim ve yaşam düzenini aşamaması, sınıfsız
topluma giden yeni bir uygarlık düzeyi yaratamamasıdır.
Kapitalist kent uygarlığının tarzı sosyalist formlar
içinde yeniden üretilmiştir. Küba’daki kent tarımı
bu noktada belki öncelikle yiyecek sorununun çözümüne
dönük bir adım olarak gelişse de, kent ile kır
yaşamını özgün biçimde birleştiren, kent insanını
doğaya yaklaştıran bir yapıya sahiptir. Bu bağlamda
en azından bu boyutuyla sosyalist uygarlığın tohum
halindeki ifadesi olarak da ele alınması ve daha
derinlikli biçimde incelenmesi gereken bir deneyim
olarak gelişmektedir.
Üstelik bu tarım biçimin en önemli yanı, hiçbir
biçimde uluslararası tekellere, onların katil
tohum biçimlerine bağlı olmaması ve ülkenin bağımsızlığının
korunmasıdır.
Oysa “organik tarım”ın tersine özellikle 1950’lerden
sonra yeni-sömürgelere dayatılan “entansif tarım”,
kimyasal maddeler ve mekanizasyonla toprağa çok
fazla yüklenen, üretimi artırmak uğruna doğal
dengeleri bozan bir yapıya sahiptir. Kapitalizm,
çiftçileri kimyasal ilaç ve kimyasal gübreleri
kullanmak zorunda bırakarak, onları borçlandırarak,
sömürüsünü arttırmakta, böylece doğayı sakatlaması
bir yana üretim maliyetini de yükselterek küçük
üreticiyi bitirmekte ve tekellerin önünü açmaktadır.
Bu tür bir tarımın geçmişte Reel Sosyalist ülkelerde
de yaygın olarak kullanılması esasen sosyalizm
adına bir çelişki olmuştur. Küba’da başlangıçta
Sovyet etkisiyle tarım makineleri, petrol, gübre
ve kimyasal ilaçların yoğun kullanıldığı bir dönem
yaşanmış, ancak daha sonra organik tarıma geçiş
aynı zamanda Küba tarımının ayağa kaldırılması
anlamına gelmiştir. Küba halkı bugün toprağın
yapısına uygun bitki türlerinin seçimi, ürünlerin
toplumun ihtiyacına göre ve toprağın verimini
düşürmemeye özen göstererek dönüşümlü olarak üretilmesi,
nadas, uygun sulama teknikleri vb. gibi uygulamalar
sayesinde zehir ve hormona gerek kalmadan üretim
gerçekleştirebilmektedir. Üstelik ekolojik tarıma
geçişle birlikte Küba, eski üretimlerinden çok
daha fazla ürün elde etmişlerdir. Bundan çok daha
önemlisi ise elde edilen ürünlerin eskisinden
çok daha sağlıklı ve hormonsuz olmasıdır. Böylece
halkın sağlığıyla oynanmamış ve sosyalizmde insana
verilen değerin sözden ibaret olmadığı bir kültür,
yaşam biçimi olduğu, “insan da dahil her şey metadır
ve satılabilir” diyebilen aşağılık yaratıkların
dünyasından milyon kez ayrı, üstün ve farklı bir
dünya olduğu dosta da, düşmana da gösterilmiştir.
Bu yüzdendir ki bugün sosyalist Küba, ABD ablukasının
yol açtığı milyonlarca dolarlık zarara ve bütün
sıkıntılara karşın ayakta kalmakta ve bütün uluslararası
örgütlerin resmen kabul ettiği gibi başarılı bir
tarım politikası ortaya koymaktadır. Öyle ki,
Dünya Sağlık Örgütü’nün (WHO) 1989’daki Fiziksel
Yaşam Kalitesi İndeksi sıralamasında Küba on birinci
sıradadır, yani on beşinci sıradaki dünya devi
ABD’nin önünde!
Sonuç olarak, bu küçük ada, emekçi halkların IMF
ve Dünya Bankası akıllarına ihtiyacı olmadığını,
IMF’siz bir tarımın mümkün olduğunu son derece
açık bir şekilde kanıtlamıştır.
|