Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini


 

 

35. Sayı - Kasım 2005

Geçtiğimiz ay, Türkiye’nin dört bir yanından gelen çiftçilerin Manisa mitingi dikkatleri yeniden tarımdaki IMF-DB yıkımına çekti. Bu sayımızda konuya belli bir yoğunlaşma gösterdik ve konuya bir giriş olarak bu sayımızda tarım alanındaki sorunları yakından bilen Tarım Orkam-Sen (Tarım ve Ormancılık Hizmet Kolu Kamu Emekçileri Sendikası) Genel Başkanı Sezai Kaya’ya sorularımızı yönelttik. Aşağıda bu röportajı bulacaksınız. Gösterdiği duyarlık ve sıcak tavırları için Başkan Kaya’ya özel olarak teşekkürlerimizi iletiyoruz.

Sosyalist Barikat : Tarımın IMF ve Dünya Bankası direktifleriyle yeniden düzenlenmesi, bir yanıyla 1980’lere dek uzanan bir süreç. Bütün ayrıntılar bir yana, bu kurumların temel amacı ne? Daha doğrusu, geçmişteki “tütün-pamuk üretin satın bizden de makine alın” politikasını değiştirme ihtiyacı nereden doğdu?
Sezai Kaya: Türkiye’de tarım politikaları içsel etkilerle yönetilmiyor. 1950’li yıllardan beri, bizim ikiz kardeşler dediğimiz IMF ve Dünya Bankası ile Dünya Ticaret Örgütü’nün etkisi altında... 1980 sonrasında neoliberal politikalara geçişle beraber bu süreç kuşkusuz son derece hızlandı ve 54. Hükümet döneminde 1999’da IMF anlaşması ve Tarımsal Reform Uygulama Anlaşması (TURUP) yapıldı. Bunlar, Türkiye tarımının şu an içinde bulunduğu çöküşten sorumlu olan kuruluşlar ve anlaşmalardır. Bunların tümünün altında, bir genel sömürge düzeninin ipuçlarını aramak lazımdır. Bu kuruluşların temel amacı da zaten budur. Sağlıkta, eğitimde, ulaşımda, tarımda ve akla gelebilecek her alanda, tüm sosyal devlet özelliklerinin tasfiye edilmesi, kamunun küçültülerek alandan çıkarılması ve bunun yerine çokuluslu şirketler ve o da taşeron olan bir avuç ne kadar yerli denebilirse sermayenin konulması, ulusları giderek yoksullaştırmıştır.

SB: Aynı politikalar Türkiye’den önce ve Türkiye ile birlikte birçok başka ülkede uygulandı. Bu ülkelerdeki sonuçlar üzerinde bize bilgi verebilir misiniz?
Sezai Kaya: Örneğin, Arjantin, Endonezya, Hindistan ve benzeri bağımlı ülkelerin üreticileri, mülksüzleşerek plantasyonlarda Çok Uluslu Şirketlerin işçileri olmakta veya kendi mülklerinde Çok Uluslu Şirketlerin her türlü baskı ve denetimi altında, sözleşmeli üreticilik sarmalında yok olmaktadırlar. Özelleştirme uygulamaları, çevre ülkelerin piyasalarında Çok Uluslu Şirketlerin egemenliğini pekiştirirken, tohum - gübre - tarım ilacı başta olmak üzere kurgulanan dışa bağımlı yapılar, katma değerin yurt dışına çıkarılmasına neden olmuştur. Ayrıca tüketici yararı ve halk sağlığı ciddi tehditler ile karşı karşıya bırakılmıştır.

SB: 1998’de Dünya Bankası açıkça “Türkiye’de uygulanan tarımsal destekleme politikaları mali açıdan pahalı ve ekonomik olarak verimsizdir” diye ilan ederek işe girişmişti. Aradan geçen yıllar boyunca, tarım ürünleri fiyatlarının uluslar arası piyasaya bağlanması, fiyat-gübre-kredi desteklerinin kaldırılması, tarımsal KİT’lerin özelleştirilmesi konularında bir dizi adım atıldı. Bugün bakıldığında bütün bunlar tarımda bir verimlilik mi yarattı?
Sezai Kaya: Sorunuza Dünya Bankası’nın tarım reformu uygulama projesinin sonuçlarına ilişkin olarak kendi web sayfasında yayınlandığı bir rapor ile yanıt verebilirim. Söz konusu rapor bırakın verimliliği, Dünya Bankası politikalarının tarımdaki tek etkisinin tahribat olduğunu açıkça ortaya koyuyor. Rapora göre, 3 yılda Türkiye, tarımsal gayri safi milli hasılada 5 milyar dolar kaybetti. 1980-99 arasında tarım sektörü Gayri Safi Milli Hasıla’ya ortalama yüzde 18 katkı sağlarken, 2000-2004 döneminde bu rakam yüzde 13’e düştü. Bu gerçekten çok büyük bir kayıp.
Tarımın en önemli lokomotifleri olan KİT’lere el atıldı. Ziraat Bankası tarımdan kopartıldı. Tarişbank’a el konulup başka bir bankaya devredildi. Tarımsal kredi faiz oranlarında uygulanan sübvansiyon Mart 2000, kimyasal gübre desteği Ekim 2001, tohum ve tarımsal ilaç destekleri ise Aralık 2001 sonundan itibaren kaldırıldı. 1998-2004 döneminde buğday fiyatları 7 kat artarken girdi fiyatları 8.4 kat arttı. Türkiye, tarımsal girdilerde daha da dışa bağımlı hale geldi.
Tarımdaki tüm girdi, kredi fiyat ve desteklerin kaldırılarak dünyanın hiçbir ülkesinde tek başına uygulanmayan doğrudan gelir desteğine (DGD) geçilmesi; gerek üreticiler gerekse bölgeler arasındaki gelir eşitsizliklerinin daha da artmasına yol açtı. 1977-2002 döneminde tarım sektörü yüzde 31 oranında büyürken, çiftçinin cebine giren para yüzde 40 geriledi. 2000 yılında 18.8 milyon ton olan şekerpancarı üretimi, IMF’ye verilen ekim alanlarının daraltılması taahhüdü ve Şeker Yasası’nın ardından 2004 yılında 13.5 milyon tona düştü.
1980-2003 arasında nüfus yılda ortalama yüzde 2 dolayında artarken, tarımdaki üretim artışı yüzde 1’de kaldı. 1990 yılında yaklaşık 27.3 milyon hektar olan tarım alanı, günümüzde 26 milyon hektara düştü. 1994’te 9.8 milyon hektar olan buğday ekim alanı 2003 yılında 9.3 milyon hektara geriledi. Bu ülkede işlenebilir 450 bin hektar alan işlenmekten vazgeçildi. Artık insanlarımız tarımdan kopuyorlar, kopmak mecburiyetinde bırakılıyorlar.
Hayvan varlığındaki erime de devam etti. 1999-2003 yılları arasında koyun sayısı 30.3 milyon baştan 25.4 milyon başa, sığır sayısı 11 milyon baştan 9.8 milyon başa geriledi. Kırmızı et üretimi ise yüzde 28’lik bir gerilemeyle 511 bin tondan 367 bin tona düştü. Üretim azalması Türkiye’nin ihtiyacını karşılayamaz duruma gelmesi, ithalat ve ihracatı da etkiledi. 1990-1999 döneminde tarım ürünleri ihracatının toplam ihracat içerisindeki payı yüzde 12.8 iken, 2000-2004 döneminde yüzde 6’ya geriledi.

SB: Aynı politikaların devamı olarak gündeme gelen Doğrudan Gelir Desteği (DGD) sonuçta bir üretimden koparma rüşveti olarak görüldü. Doğrudan tarımsal sürecin içindeki bir sendikacı olarak sizin bu konudaki somut gözlemleriniz nedir?
Sezai Kaya: DGD köylüyü üretime yabancılaştırmaktadır. Çıktı fiyatlarını baskılamak, köylünün ürettiği ürüne maliyet bedelleri altında fiyat vermek, hükümetlere siyaseten fatura edilir. Oysa ürettiği ile ilgilenmeyip cebe konulan bir para (harçlık) niteliğine dönüşen yardım, azaltıldığında ya da tümüyle kaldırıldığında önemli bir karşı çıkışa konu olmamaktadır. Bunun nedeni, köylünün üretime yabancılaştırılmasıdır.
Tarımsal üretimin en önemli gereklerinden olan finans, DGD sistemi ile tarımdan daha da uzaklaşmaktadır. Özellikle girdi desteği, kaynağın tarımda kalmasını sağlar. Oysa DGD ödemelerinin tarıma geri dönüş oranı, yoksulluk içinde temel giderlerini karşılayamayan köylü yapısı veri iken, her geçen gün biraz daha düşmektedir.
Üretimden bağımsız DGD sistemi ile Türkiye’nin çok gereksinim duyduğu üretim planlamasını gerçekleştirmek olanaksızdır. Tüm bu etkiler, tarımsal üretim yapısını kırmaktadır.
Mevcut DGD sistemi, işleyiş itibariyle, toprağı işleyeni değil mülk sahibini desteklemektedir. Anadolu’da kira ilişkilerinde mülk sahipleri, DGD ödemelerini kendilerinin almalarını koşul olarak dayatmaktadırlar. Bu bağlamda kentlerde yaşayan ve toprakla hiç ilgileri olmayan mülk sahiplerinin tarımsal desteklerden yararlandırılmaları söz konusu olmaktadır.
Mevcut sistem varsıl köylüyü desteklemektedir. Halen 500 dekara kadar toprağı olanlara dekar başına ödeme yapılmaktadır. Bu çerçevede çok daha geniş toprağa sahip olanlar arazilerini noter sözleşmeleri ile 500’er dekarlık bölümlere ayırıp akrabaları üzerine göstererek ödemelerden geniş oranda yararlanmaktadırlar. Buna karşılık küçük toprak sahipleri, ödemeleri almak için yerine getirmek zorunda oldukları çeşitli işlemler (TZOB’a belge ücreti, Tarım İl - İlçe Müdürlüklerine başvuru masrafları - yol giderleri vb..) karşılığında yapacakları masrafların alacakları ödemeleri geçmesi nedeniyle, başvuru dahi yapmamaktadırlar.
Nihayet DGD sistemi, Dünya Bankası Anlaşması gereğince 5 yıllık bir süre için uygulanmaktadır, bu nedenle de geçici bir yardımdır. Süre sonunda DGD ödemeleri de kaldırılacak, tarlasını ekemez - hayvanını besleyemez konuma sürüklenmiş olan köylü bir kez daha “kaderi” ile başbaşa kalacaktır.

SB: 1980’den bu yana tarımsal üretim artışının nüfus artışının gerisinde kaldığı, tarımın payının da gitgide azaldığı biliniyor. Fakat öte yandan bir ülkedeki sanayi ücretlerinin düşüklüğü biraz da işçilerin tükettiği temel gıda fiyatlarının düşüklüğüne bağlı değil midir? Yani böylece tekeller kendi açılarından da bir patlamanın fitilini ateşlemiş olmuyorlar mı? Bir yandan kırdan kente yeni göçler, bir yandan düşük ücretler ve işsizlik sizce yakın gelecekte ortaya nasıl bir tablo çıkaracaktır?
Sezai Kaya: Görüldüğü gibi, 1980 yılında kurgulanan ve 1999 yılında IMF ve Dünya Bankası’nca bizzat Türkiye içinden yönetilen düzen, Türkiye tarım sektörünü çökertti, üretim yapılarını kırdı, ülkeyi dışa bağımlı hale getirdi. Krizler ile sarmalanan ekonomide, ülkenin değerleri ucuzlatıldı, özelleştirmelerle KİT’ler pazarlandı. Gıda sektörü çokuluslu şirketlerin kontrolüne geçti. Türkiye köyleri satılığa çıkarıldı. Kırsal nüfus, yoksulluk, işsizlik, kente göç ve sigortasız çalışmaya zorlandı. Halen Türkiye köylülerinin % 25’i yoksulluk sınırı altında yaşamaktadır ve kırsal kesimde sürekli artan yoksulluk ülke genelinde ciddi sorunlara neden olmaktadır.
Tüm bu sorunların aşılması, ülkenin yararına olan günü kurtarmaya yönelik palyetif çözümler ile değil, sorunu doğru tespit eden, kalıcı çözümler getiren, Türkiye’nin tarımsal yapı sorunlarını çözen, sulanabilir alan miktarını artıran, maliyetleri aşağıya çeken, verimliliği yükselten bir politika seti ile mümkündür. Türkiye’de karar vericiler bu yönde hareket etmelidir. Tersi durumda kırsal kesimdeki bu tablo, gelecekte Türkiye için vahim sonuçlar doğuracaktır.

SB: Eski zamanlarda köylülüğün mücadelesi daha çok tarımdaki toprağın adaletsiz dağıtımı zeminine yaslanırdı.Şimdi bütün bu gelişmelerden sonra (artık sıradan bir tütün üreticisinin bile IMF temsilcisinin adını bildiğini düşünürsek!) ortaya aynı zamanda anti-emperyalist bir zemin çıkmış olmuyor mu?
Sezai Kaya: Anti-emperyalist bir zeminin bu anlamıyla yeni oluştuğuna ilişkin bir değerlendirmenin eksik ya da yanlış olacağını sanıyorum. Ancak, emperyalizmin sömürü araçlarından IMF, DTÖ, DB vb. gibi kurumların halkın gözünde iyice açığa çıkması, söz konusu zeminin anti-emperyalist mücadelenin büyütülmesi anlamında önemini daha da ortaya çıkarmıştır.
Bu gerçeğin kavranılmasının da tek başına yeterli olmadığı açıktır. Bu konuda örgütlülüğün geliştirilmesi hepsinden önemlidir. Üretici köylünün bu kavrayışının mutlaka örgütlü bir zemine oturtulması gerekmektedir. Bu nedenle halen sürdürülmekte olan üreticinin sendikal zemindeki örgütlenme çalışmalarının önemli yanları vardır ve bu deneyimleri geliştirmek gerekir diye düşünüyorum.





 


 

 

 

 

 

sbarikat07@gmail.com
Devrimci Sosyalist Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
Yönetim Yeri: Nurtepe Mah. Cemre Sk. No: 2 Kağıthane-İstanbul