Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini


 

 

35. Sayı - Kasım 2005

Bugünlerde oligarşi cephesinde bir bayramdır gidiyor. Büyük çığlıklar atılıyor, büyük yalanlar savruluyor, herkes birbirini kutluyor. AB görüşmeleri rüzgarını arkasına alan medya ve “piyasa” her gün kendi çalıp kendi oynuyor, moral tazeliyor. Hisse senetleri yapay yükselişler gösteriyor, yorumcular “işler iyiye gidiyor” havasını pompalıyor, zor sanılan satışların “tatlıya bağlanması” büyük başarı olarak sunuluyor. Bu arada kimse -Galataport olayında olduğu gibi- büyük tekellerden birinden açık bir işaret gelmemişse eğer, bu işlere limon sıkmak istemiyor. Hem limon sıkmak istemiyor; hem de limon sıkmak isteyenleri psikolojik baskı altına alıyor, böyle bir girişimde bulunan olursa da “vatan haini” ilan etmeye hazır halde bekliyor. Kaldı ki, Galataport olayında bile hükümet biraz sert bir çıkış yapınca havayı bozmaya kimse kalkışmıyor.
Özelleştirme konusunda böyle, AB konusunda böyle… Sözgelimi yabancı sermaye girişi konusunda da burjuva medyası çığlık çığlığa! Arada bazı yorumcular “bu girişler fabrika açan bir giriş değil daha çok satışa çıkarılmış kurumlara yatırılan bir giriştir o yüzden de halkı ilgilendirmiyor” dese de sonra hemen susuyor ve koroya katılıyor.
Tarihin en büyük özelleştirme ihaleleri arkası arkasına yapılıyor. Büyük lokmalar yutuluyor, yağlı kapılar açılıyor. Ve doğrusu aslında bütün sevinç çığlıklarının arkasında biraz da sürecin bu kadar tepkisiz atlatılmasından duyulan şaşkınlık var. Gerçekten de -en azından şimdilik- “yaptık işte ve kimse de isyan etmedi!” gibi bir hava var. Açıkçası, “İş Yasası” olayında olduğu gibi süreç karşı tarafa henüz ciddi bir gerilim yüklemeden gelişiyor.
Burjuva politikası çerçevesini bir kalemde geçebiliriz. Oradaki ahmakça kördöğüşleri bir anlam ifade etmiyor. Kimileri “bize niye haber vermediniz” ucuzluğu içinde dolaşırken, kimileri de özellikle AB sürecinde doğabilecek milliyetçi cereyanı nasıl kendi haneme yazarım diye uğraşıyor. Özelleştirmede ise şimdiki tablo düne göre daha değişiktir ve bir süre öncesine dek bazı yerelliklerde (Kırıkkale, Seydişehir gibi) emekçilere sözde destek veren sağcı partilerin şimdi Koç Holding-OYAK gibi olgular karşısında ne yapacaklarını tahmin etmek hiç zor değil!

Sendikalar Cephesi: Tereddüt ve Boşluk
İşin merkezinde duran sendikalar cephesinde ise işler şimdilik ağır bir tempoyla yürüyor. Hükümet, “sattık ama milli kurumlara sattık” demagojisinin (Özellikle Erdemir örneğinde, ordu faktörünün de devreye girmesiyle) etkili olacağını hesaplıyor. Doğrusu bu hesabın çok da boş olmadığı son günlerde görüldü. Erdemir’de hakim olan Türk-Metal, OYAK’ın malı götürmüş olmasından şikayetçi değil. OYAK’ın bu iş için yabancı ortaklar arıyor olması da Türk-Metal yönetimini çok rahatsız etmiyor; böylece özelleştirme saldırısının özüne ilişkin yanılgı bir kez daha kendisini ortaya koymuş oluyor.
Hükümet, işin bir bölümünü böyle kapatabileceğini, geri kalanını da şimdiye dek kazandığı bastırma-çözme deneyimleriyle halledeceğini düşünüyor. Telekom’un parçalı yapısından faydalanmak, TÜPRAŞ’ta da bir yandan sertlik, bir yandan da rüşvet yöntemlerini kullanmak, vb. bu hesapların içinde yer alıyor. Bütün bu hesapların tutup tutmayacağını belirleyecek olan, kuşkusuz işçi sınıfının ve emek güçlerinin tutumu olacaktır. Seydişehir’de işçilerin tümüyle kendi inisiyatifleriyle sürecin başında geliştirdikleri güçlü direniş yerini şimidilik sessizliğe bırakmış görünüyor. ERDEMİR işçilerinin büyük mitinglerle ankara yolunu kapatmayla gelişen direnişlerinde de sendikanın da çabalarıyla sessizlik hakim hale gelmiş durumda. Telekom’da dipten gelen direniş eğilimi hala zayıf. Şu an görünen tabloda Petrol-İş, nispeten ciddi sayılabilecek bir aktivite gösterirken diğer sendikalarda ve genel olarak sendikalar cephesinde bir hareket görülmüyor. Diğer emek güçleri ile sol cenahta ise, biraz alanlara hakim sendikaların umut vermemesine de bağlı olarak bu iş şimdiden kaybedilmiş olarak kabul ediliyor. Bu yüzden olsa gerek, başka sorunlar için hızla platformlar kuran sol, bu sorunda ağır davranıyor.
Bütün bunların hiçbiri sürpriz değil aslında. 2005 sonbaharının böyle geleceği ve böyle geçeceği aylar öncesinden biliniyordu. Özelleştirme serüveninde geriye en büyük parçalar kalmıştı ve bu parçaların da satılması neoliberal restorasyon açısından ciddi bir eşik atlaması olacaktı.
Şimdi, olgulara yeniden baktığımızda, göstere göstere gelen bir saldırı sürecine karşı emek güçlerinin yeterince hazırlık yaptığını ve kendi cephesini pekiştirdiğini söylemek zor. İşin başından beri saldırı tehdidi altındaki bütün emekçi kitlelerinin bir araya getirilmesi, büyük platformlar yoluyla bu birliğin desteklenmesi gibi görevler yerine getirilmiş değildir.

Somut Görevler: Birliği Yaratmak ve Yalanlara Karşı Mücadele
Şüphesiz şu ana kadar SEKA örneğindeki türden bir platformun emek güçleri arasında oluşmamış olması, sendikaların da kendi aralarında ve demokratik güçlerle ortaklıklar yaratmakta isteksiz davranmaları ciddi eksikliklerdir. Ancak yine de bütün bunlar hemen işe başlanmasının önünde engel değildir.
Elbette, son tahlilde işçi sınıfının gücü üretimden gelmektedir ve esas olarak saldırı altındaki işletmelerin işçileri sonucu belirleyecektir. Bu gücün kullanılması halinde, özellikle işgal eylemlerinde etkili bir tablonun ortaya çıktığı biliniyor.
Ama hepsi bu kadar değil. Geçen yılın SEKA direnişinde olduğu gibi hem genel sol-demokratik alanda, hem de daha özel olarak sendikaların, üniversiteliler in alanlarda yapılabilecekler vardır. Devrimci sosyalistler, bugün bütün güçlerin bu alanlarda bir araya getirilmesi için çaba sarf etme göreviyle karşı karşıyadırlar. Daha da önemlisi bu konudaki mevcut umutsuzluk tablosunu dağıtmaktır ki, en zoru da budur. Bir yandan bu görev için gerektiğinde inisiyatif almak, çaba harcamak, diğer yandan da süreklileştirilmiş kampanya tarzıyla hiç durmaksızın bu konuda yoğun bir ajitasyon gerçekleştirmek, özelleştirme ve yıkım saldırılarına karşı bir duyarlılık yaratmak, önümüzdeki aylardaki somut programımız içindedir. Bu, aynı zamanda halkı kandırmak için uydurulan yalanlara karşı ciddi bir ideolojik mücadele anlamına da gelecektir. Devrimci sosyalistler, güçleri oranında bulundukları her yerde, “yerli-yabancı sermaye” gibi demagojilerin üstüne gitmek, AB ve özelleştirme konusundaki hayalleri ve yalanları dağıtmak göreviyle karşı karşıyadırlar.
Bu amaçla devrimci sosyalistler söz konusu birliği yaratmak için inisiyatif almayı bir görev olarak benimsemişlerdir ve bu konudaki girişimlerini yürüteceklerdir. Öncelikle bilinçli olarak yaratılan “Türkiye’de hiç kimse bu kurumların özelleştirilmesine itiraz etmiyor” havasının yaratılması için çeşitli araçlarla bir genel kampanya örerek bütün demokratik güçleri bir araya getirerek aykırı bir ses yaratmak ve sonra bu birlikten genel eylem planı çıkarabilmek bu girişimlerin başlıca amacıdır.
En geniş emekçi kesimlerinin ve onların kurumlarının, örgütlerinin (sendikaların, meslek odalarının, politik kurumlarının, derneklerinin, kültür kurumlarının, basın güçlerinin, vd...) Özelleştirme saldırısına karşı durduğunu, birleşik bir mücadele hattı örme kararlılığında olduğunu göstermeliyiz. Devrimci sosyalistlerin ve devrimci güçlerin bu nokta da gerekli çabayı göstereceğinden kuşku duyulamaz. Ancak öte yandan özelleştirme saldırısına uğrayan emekçilerin örgütlü oldukları sendikalara bu noktada önemli görevler düşmektedir. Sendikalarda açık ve net bir tutumla, saldırıları püskürtecek pratiği geliştirme kararlılığı ile ön saftaki yerlerini almalıdır. Bu tarihsel bir görevdir. Önemli bir eşik noktasıdır.
Özelleştirme saldırısı, gecekondu yıkımlarından, üniversitelerin ticarethaneye çevrilmesinden, eğitimin ve sağlığın metalaştırılmasından, tarımın çökertilmesinden bağımsız değildir.
Özelleştirme saldırısına karşı direnişi, özellikle işçi sınıfının üretimden gelen gücünü kullanarak, hayatın her alanındaki saldırılara karşı büyük direnişlerin başlangıç noktası haline getirebiliriz. Tüm emekçiler, ülkesine, emeğine, kaderine sahip çıkmak isteyen her onurlu insan üzerimize adeta yağdırılan yoksulluğa, yoksunluğa, işsizliğe, yozlaşmaya, işgale, uyuşturucuya, kısacası bu yağma düzenine ve onun tüm sonuçlarına karşı özelleştirme saldırısına karşı direniş saflarında yer alarak dur demeye başlamalıdır.
Tüm devrimci ve sol güçler olarak emekçilere yöneltilmiş en ciddi saldırılardan biri olan, geniş emekçi halk kesimlerinin yağma olarak gördükleri yada bu yönde güçlü şüpheler duydukları özelleştirme saldırısına karşı güçlerimizi mutlaka birleştirmeliyiz. Özelleştirme karşıtı direnişin önemli bir mücadele ve gelişme zemini olduğunun bilinciyle birleşik bir direniş örmeye hemen girişmeliyiz.
Devrimci sosyalizmin çabası da bütün bu alanları özelleştirme saldırısına karşı birleştirmeye, bir araya getirmeye, son tahlilde birleşik bir emekçi direnişini yaratmaya yönelik olacaktır. Unutmamalıyız ki, -hep söylediğimiz gibi- devrimci bir halk hareketi, uzay boşluğunda değil, çelişkilerin derinleştiği noktalarda yaratılabilecektir. Bugün solun yaşamakta olduğu zayıflığın aşılması da başka herhangi bir yerde değil, tam bu çelişki alanları üzerinde gerçekleşebilecektir. Bu alanlar üzerinden gücümüz yettiğince yürüyeceğiz ve gücümüzü de bu alanlar üzerinde büyüteceğiz.

 





 


 

 

 

 

 

sbarikat07@gmail.com
Devrimci Sosyalist Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
Yönetim Yeri: Nurtepe Mah. Cemre Sk. No: 2 Kağıthane-İstanbul