Bugünlerde oligarşi cephesinde bir bayramdır
gidiyor. Büyük çığlıklar atılıyor, büyük yalanlar
savruluyor, herkes birbirini kutluyor. AB görüşmeleri
rüzgarını arkasına alan medya ve “piyasa” her
gün kendi çalıp kendi oynuyor, moral tazeliyor.
Hisse senetleri yapay yükselişler gösteriyor,
yorumcular “işler iyiye gidiyor” havasını pompalıyor,
zor sanılan satışların “tatlıya bağlanması” büyük
başarı olarak sunuluyor. Bu arada kimse -Galataport
olayında olduğu gibi- büyük tekellerden birinden
açık bir işaret gelmemişse eğer, bu işlere limon
sıkmak istemiyor. Hem limon sıkmak istemiyor;
hem de limon sıkmak isteyenleri psikolojik baskı
altına alıyor, böyle bir girişimde bulunan olursa
da “vatan haini” ilan etmeye hazır halde bekliyor.
Kaldı ki, Galataport olayında bile hükümet biraz
sert bir çıkış yapınca havayı bozmaya kimse kalkışmıyor.
Özelleştirme konusunda böyle, AB konusunda böyle…
Sözgelimi yabancı sermaye girişi konusunda da
burjuva medyası çığlık çığlığa! Arada bazı yorumcular
“bu girişler fabrika açan bir giriş değil daha
çok satışa çıkarılmış kurumlara yatırılan bir
giriştir o yüzden de halkı ilgilendirmiyor” dese
de sonra hemen susuyor ve koroya katılıyor.
Tarihin en büyük özelleştirme ihaleleri arkası
arkasına yapılıyor. Büyük lokmalar yutuluyor,
yağlı kapılar açılıyor. Ve doğrusu aslında bütün
sevinç çığlıklarının arkasında biraz da sürecin
bu kadar tepkisiz atlatılmasından duyulan şaşkınlık
var. Gerçekten de -en azından şimdilik- “yaptık
işte ve kimse de isyan etmedi!” gibi bir hava
var. Açıkçası, “İş Yasası” olayında olduğu gibi
süreç karşı tarafa henüz ciddi bir gerilim yüklemeden
gelişiyor.
Burjuva politikası çerçevesini bir kalemde geçebiliriz.
Oradaki ahmakça kördöğüşleri bir anlam ifade etmiyor.
Kimileri “bize niye haber vermediniz” ucuzluğu
içinde dolaşırken, kimileri de özellikle AB sürecinde
doğabilecek milliyetçi cereyanı nasıl kendi haneme
yazarım diye uğraşıyor. Özelleştirmede ise şimdiki
tablo düne göre daha değişiktir ve bir süre öncesine
dek bazı yerelliklerde (Kırıkkale, Seydişehir
gibi) emekçilere sözde destek veren sağcı partilerin
şimdi Koç Holding-OYAK gibi olgular karşısında
ne yapacaklarını tahmin etmek hiç zor değil!
Sendikalar Cephesi: Tereddüt ve Boşluk
İşin merkezinde duran sendikalar cephesinde ise
işler şimdilik ağır bir tempoyla yürüyor. Hükümet,
“sattık ama milli kurumlara sattık” demagojisinin
(Özellikle Erdemir örneğinde, ordu faktörünün
de devreye girmesiyle) etkili olacağını hesaplıyor.
Doğrusu bu hesabın çok da boş olmadığı son günlerde
görüldü. Erdemir’de hakim olan Türk-Metal, OYAK’ın
malı götürmüş olmasından şikayetçi değil. OYAK’ın
bu iş için yabancı ortaklar arıyor olması da Türk-Metal
yönetimini çok rahatsız etmiyor; böylece özelleştirme
saldırısının özüne ilişkin yanılgı bir kez daha
kendisini ortaya koymuş oluyor.
Hükümet, işin bir bölümünü böyle kapatabileceğini,
geri kalanını da şimdiye dek kazandığı bastırma-çözme
deneyimleriyle halledeceğini düşünüyor. Telekom’un
parçalı yapısından faydalanmak, TÜPRAŞ’ta da bir
yandan sertlik, bir yandan da rüşvet yöntemlerini
kullanmak, vb. bu hesapların içinde yer alıyor.
Bütün bu hesapların tutup tutmayacağını belirleyecek
olan, kuşkusuz işçi sınıfının ve emek güçlerinin
tutumu olacaktır. Seydişehir’de işçilerin tümüyle
kendi inisiyatifleriyle sürecin başında geliştirdikleri
güçlü direniş yerini şimidilik sessizliğe bırakmış
görünüyor. ERDEMİR işçilerinin büyük mitinglerle
ankara yolunu kapatmayla gelişen direnişlerinde
de sendikanın da çabalarıyla sessizlik hakim hale
gelmiş durumda. Telekom’da dipten gelen direniş
eğilimi hala zayıf. Şu an görünen tabloda Petrol-İş,
nispeten ciddi sayılabilecek bir aktivite gösterirken
diğer sendikalarda ve genel olarak sendikalar
cephesinde bir hareket görülmüyor. Diğer emek
güçleri ile sol cenahta ise, biraz alanlara hakim
sendikaların umut vermemesine de bağlı olarak
bu iş şimdiden kaybedilmiş olarak kabul ediliyor.
Bu yüzden olsa gerek, başka sorunlar için hızla
platformlar kuran sol, bu sorunda ağır davranıyor.
Bütün bunların hiçbiri sürpriz değil aslında.
2005 sonbaharının böyle geleceği ve böyle geçeceği
aylar öncesinden biliniyordu. Özelleştirme serüveninde
geriye en büyük parçalar kalmıştı ve bu parçaların
da satılması neoliberal restorasyon açısından
ciddi bir eşik atlaması olacaktı.
Şimdi, olgulara yeniden baktığımızda, göstere
göstere gelen bir saldırı sürecine karşı emek
güçlerinin yeterince hazırlık yaptığını ve kendi
cephesini pekiştirdiğini söylemek zor. İşin başından
beri saldırı tehdidi altındaki bütün emekçi kitlelerinin
bir araya getirilmesi, büyük platformlar yoluyla
bu birliğin desteklenmesi gibi görevler yerine
getirilmiş değildir.
Somut Görevler: Birliği Yaratmak ve Yalanlara
Karşı Mücadele
Şüphesiz şu ana kadar SEKA örneğindeki türden
bir platformun emek güçleri arasında oluşmamış
olması, sendikaların da kendi aralarında ve demokratik
güçlerle ortaklıklar yaratmakta isteksiz davranmaları
ciddi eksikliklerdir. Ancak yine de bütün bunlar
hemen işe başlanmasının önünde engel değildir.
Elbette, son tahlilde işçi sınıfının gücü üretimden
gelmektedir ve esas olarak saldırı altındaki işletmelerin
işçileri sonucu belirleyecektir. Bu gücün kullanılması
halinde, özellikle işgal eylemlerinde etkili bir
tablonun ortaya çıktığı biliniyor.
Ama hepsi bu kadar değil. Geçen yılın SEKA direnişinde
olduğu gibi hem genel sol-demokratik alanda, hem
de daha özel olarak sendikaların, üniversiteliler
in alanlarda yapılabilecekler vardır. Devrimci
sosyalistler, bugün bütün güçlerin bu alanlarda
bir araya getirilmesi için çaba sarf etme göreviyle
karşı karşıyadırlar. Daha da önemlisi bu konudaki
mevcut umutsuzluk tablosunu dağıtmaktır ki, en
zoru da budur. Bir yandan bu görev için gerektiğinde
inisiyatif almak, çaba harcamak, diğer yandan
da süreklileştirilmiş kampanya tarzıyla hiç durmaksızın
bu konuda yoğun bir ajitasyon gerçekleştirmek,
özelleştirme ve yıkım saldırılarına karşı bir
duyarlılık yaratmak, önümüzdeki aylardaki somut
programımız içindedir. Bu, aynı zamanda halkı
kandırmak için uydurulan yalanlara karşı ciddi
bir ideolojik mücadele anlamına da gelecektir.
Devrimci sosyalistler, güçleri oranında bulundukları
her yerde, “yerli-yabancı sermaye” gibi demagojilerin
üstüne gitmek, AB ve özelleştirme konusundaki
hayalleri ve yalanları dağıtmak göreviyle karşı
karşıyadırlar.
Bu amaçla devrimci sosyalistler söz konusu birliği
yaratmak için inisiyatif almayı bir görev olarak
benimsemişlerdir ve bu konudaki girişimlerini
yürüteceklerdir. Öncelikle bilinçli olarak yaratılan
“Türkiye’de hiç kimse bu kurumların özelleştirilmesine
itiraz etmiyor” havasının yaratılması için çeşitli
araçlarla bir genel kampanya örerek bütün demokratik
güçleri bir araya getirerek aykırı bir ses yaratmak
ve sonra bu birlikten genel eylem planı çıkarabilmek
bu girişimlerin başlıca amacıdır.
En geniş emekçi kesimlerinin ve onların kurumlarının,
örgütlerinin (sendikaların, meslek odalarının,
politik kurumlarının, derneklerinin, kültür kurumlarının,
basın güçlerinin, vd...) Özelleştirme saldırısına
karşı durduğunu, birleşik bir mücadele hattı örme
kararlılığında olduğunu göstermeliyiz. Devrimci
sosyalistlerin ve devrimci güçlerin bu nokta da
gerekli çabayı göstereceğinden kuşku duyulamaz.
Ancak öte yandan özelleştirme saldırısına uğrayan
emekçilerin örgütlü oldukları sendikalara bu noktada
önemli görevler düşmektedir. Sendikalarda açık
ve net bir tutumla, saldırıları püskürtecek pratiği
geliştirme kararlılığı ile ön saftaki yerlerini
almalıdır. Bu tarihsel bir görevdir. Önemli bir
eşik noktasıdır.
Özelleştirme saldırısı, gecekondu yıkımlarından,
üniversitelerin ticarethaneye çevrilmesinden,
eğitimin ve sağlığın metalaştırılmasından, tarımın
çökertilmesinden bağımsız değildir.
Özelleştirme saldırısına karşı direnişi, özellikle
işçi sınıfının üretimden gelen gücünü kullanarak,
hayatın her alanındaki saldırılara karşı büyük
direnişlerin başlangıç noktası haline getirebiliriz.
Tüm emekçiler, ülkesine, emeğine, kaderine sahip
çıkmak isteyen her onurlu insan üzerimize adeta
yağdırılan yoksulluğa, yoksunluğa, işsizliğe,
yozlaşmaya, işgale, uyuşturucuya, kısacası bu
yağma düzenine ve onun tüm sonuçlarına karşı özelleştirme
saldırısına karşı direniş saflarında yer alarak
dur demeye başlamalıdır.
Tüm devrimci ve sol güçler olarak emekçilere yöneltilmiş
en ciddi saldırılardan biri olan, geniş emekçi
halk kesimlerinin yağma olarak gördükleri yada
bu yönde güçlü şüpheler duydukları özelleştirme
saldırısına karşı güçlerimizi mutlaka birleştirmeliyiz.
Özelleştirme karşıtı direnişin önemli bir mücadele
ve gelişme zemini olduğunun bilinciyle birleşik
bir direniş örmeye hemen girişmeliyiz.
Devrimci sosyalizmin çabası da bütün bu alanları
özelleştirme saldırısına karşı birleştirmeye,
bir araya getirmeye, son tahlilde birleşik bir
emekçi direnişini yaratmaya yönelik olacaktır.
Unutmamalıyız ki, -hep söylediğimiz gibi- devrimci
bir halk hareketi, uzay boşluğunda değil, çelişkilerin
derinleştiği noktalarda yaratılabilecektir. Bugün
solun yaşamakta olduğu zayıflığın aşılması da
başka herhangi bir yerde değil, tam bu çelişki
alanları üzerinde gerçekleşebilecektir. Bu alanlar
üzerinden gücümüz yettiğince yürüyeceğiz ve gücümüzü
de bu alanlar üzerinde büyüteceğiz.
|