Önce Telekom, sonra TÜPRAŞ en son da ERDEMİR
gibi sanayi kuruluşları emperyalist ve yerli işbirlikçi
tekellere teslim edildi. Telekom ve TÜPRAŞ’ın
satışı gerçekleştikten sonra, ERDEMİR’in kime
peşkeş çekileceği merakla beklenmeye başlandı.
Medyanın sermaye yanlısı yayınlarıyla, özelleştirme
iyi bir şeymiş gibi gösterildi. Bununla kalınmadı,
bu kuruluşlar devletin sırtında kambur olarak
tarif edildi. Bu yükün kaldırılması, devleti rahatlatacak,
ülkeye sermaye akışını getirecekti. Bilinçleri
dumura uğratılmış toplum, ancak böyle yalanlarla
kandırılmaya çalışıldı. Sindirilmiş ve bastırılmış,
özelleştirmelere karşı ciddi bir muhalefetin olmadığı
ortamdan da yararlanan hükümet, kendi alanında
dünyanın sayılı kuruluşlarından ERDEMİR’i de sermayeye
peşkeş çekti. Böylece, devletin üzerindeki büyük
yük kalkmış oluyordu! Kuruluşları alan tekeller,
eşiği geçmenin rahatlığı ile derin bir nefes alırken,
bir grup tarafından yürütülen yabancı-yerli sermaye
tartışmasına da kıs kıs gülüyordu.
Özellikle ERDEMİR olayında doruğa çıkan bu tartışmalar,
satışın özü itibariyle hiçbir şeyi değiştirmiyordu.
OYAK’ın “yerli” daha doğrusu ordu sermayesi oluşu
ile parsanın “ulusal” kimliği öne çıkarılmaya
çalışıldı. Özellikle tekelci medyanın başını çektiği
yönlendirme haberleri, diğer sermaye grupları
ve onların yalakalarının açıklamaları, Türkiye’nin
içinin rahat olması yönündeydi. Şovenist ve ulusal
olmayan bütün değerleri barındıran toplum da kampanyaya
edilmek istendi. Sermayedarların cebinin dolması
için yalana dair en ufak bir kırıntı dahi kullanıldı.
Toplumun karşısında konuşan neo-liberal ekonomi
savunucuları, sermayedarların çıkarını halkın
çıkarları gibi göstermek için elinden gelen her
türlü çabayı sarfetti. Büyük ekonomist havalarında
konuşan yalakalar, OYAK’ı cilalamaktan bir hal
oldular. Sonuçta, OYAK kendi başına bir sermaye
grubu değildi. OYAK’ın en büyük özelliklerinden
birisi de tamamen orduya ait olmasıydı. Dünyada
bu kategoriye girecek örneğin çok az olması (belki
de olmaması) OYAK’ın konumunu ayrı çerçeveye yerleştirmeye
yetiyor. Paşaların yönettiği OYAK, Milli Savunma
Bakanlığı’na bağlıdır. Yönetimde Türk Silahlı
Kuvvetleri söz sahibidir. OYAK’ın yönetim ve denetiminden
Temsilciler Kurulu, genel kurul, yönetim kurulu,
denetleme kurulu ve genel müdürlük görevli ve
sorumludur. Genel kurul, temsilciler kurulu tarafından
seçilen, Milli Savunma Bakanı, Maliye Bakanı,
Genelkurmay Başkanı, Kara, Deniz ve Hava Kuvvetleri
kumandanları veya kurmay başkanları, Jandarma
Genel Kumandanları ve Kurmay Başkanı, Sayıştay
Başkanı, Umumi Müdakabe Heyeti Başkanı, Türkiye
Bankalar Birliği İdare Heyeti Başkanı, Türkiye
Ticaret Odaları, Sanayi Odaları ve Ticaret Borsaları
Birliği Başkanı, Milli Savunma Bakanlığı veya
Genelkurmay Başkanlığında çalışan bölümlerden
oluşur. OYAK’ın yapısını incelemeye devam ettiğimizde
karşımıza derin bir askeri bürokrasisi çıkmaya
devam edecektir. Bunlar belki yıllardır bilinen
konulardır. Zaten tartışılan da bu değildir.
OYAK, toplum içinde kendi meşruluğunu sağla(t)mıştır.
Kimsenin bu anormal durumu sorgulamak gibi niyeti
daha doğrusu cüreti yoktur. Ordunun nasıl olup
da salçadan, otomobile kadar uzanan bir alanda
ticaret yaptığı, ordunun işinin bu olup olmadığı,
yaparken nasıl olup da vergi ödemeden yapabildiği,
yani daha baştan tüm rakiplerine fark atma imkanınına
kavuştuğu, generallerden habersiz kuş dahi uçmayan
devletin daha başka hangi imkanlarının OYAK’a
sunulduğu, örneğin OYAK’ın haberi olmadan bir
devülasyon yapılıp yapılamayacağı, ya da oyak’ın
zarar görmesi ihtimali olan bir yasayı ya da ekonomik
düzenlemeyi meclisin yapıp yapamayacağı, yaparlarsa
generallerin ne yapacağı (arkasında neredeyse
700 bin asker olan tek holding oyak’tır) ve bütün
bunların üstüne yapılanın normal bir ekonomik
faaliyet mi, yoksa generallere verilmiş bir sus
payı mı, olduğu soruları ise asla sorulmamıştır?
Tartışılan meseleye dönersek, OYAK veya ordu ne
kadar ulusaldır? Emperyalizmin yıllardır cirit
attığı Türkiye’de Amerika ile ilişkileri en üst
seviyede yürüten kimdir? Ortadoğu halklarının
katili İsrail Siyonizmiyle her türlü askeri ve
lojistik ilişkileri sürdüren kimdir? Bu soruların
cevaplarının tek adresi ordudur. Ordu, Amerikan
emperyalizminin Ortadoğu projesinde Türkiye’ye
biçtiği rolde doğrudan muhataptır. Emperyalistlerin
tüm istemlerini yerine getiren, emperyalistlerin
savaş gücü NATO’nun komutasında olan ordunun,
ulusallıkla uzaktan yakından ilgisi yoktur. Böyle
bir ortamda ulusal sermaye, yerli sermaye içi
boş bir tartışmadır. OYAK’ın ERDEMİR’e göz koymasının
tek sebebi, işin ekonomik ve ideolojik-siyasi
boyutundan kaynaklanmaktadır. Silah ve otomotiv
sanayi için önemli olan ERDEMİR, ordu için vazgeçilemez
bir kaymaktır.
Nerede Kaldı Milli Sermaye?
Milli sermaye mi? değil mi? tartışmasının dumanları
tütmeden, OYAK tarafından açıklama geldi. Yabancı
ortak aranıyor! Herkesin hayalleri suya mı düşüyordu
yoksa? “Ulusal sermaye” OYAK, ERDEMİR’i yabancılarla
mı paylaşacaktı ? En basitinden ikiyüzlülük ve
riyakarlık. Ülkenin içinde bulunduğu durumu bilmeyen
de sanır ki, yabancı sermaye düşmanlığıyla yanıp
tutuşuyoruz. Sanki, TÜPRAŞ’ı sadece KOÇ aldı,
sanki TELEKOM Ogerlere gitmedi? Hepsi palavra,
hepsi palavracı... OYAK’ın “kızı istemeye gelene
kapı kapatılır mı” açıklamasına niye kimse ses
çıkarmıyor? ERDEMİR elden gitti diye ortalığı
ayağa kaldırmıyor? Diğer taraftan da kızı istemeye
gelenler sıraya diziliyorlar. Bu alanda dünya
devi MİTTAL’ın sözcüsü Nicola Davidson hemen OYAK’la
görüşme ayarlıyor. Pazarlıklar sürüyor. Kız elden
gidiyor !
Sonuçta ERDEMİR’i alan OYAK da çok iyi bilmektedir
ki, ERDEMİR, kâr eden bir kurumdur. Erdemir kendi
alanında piyasayı belirleyen tekel konumuna yakın
bir konumunda duran bir işletmedir. ERDEMİR’in
alınması geleceğe yönelik yatırımdır. Gelecek
de onlara göre uluslararası tekellerle girilecek
ilişkilerdir. Türkiye’nin yağmaya açılması, karış
karış satılmasıdır.
OYAK’ın “milli”ciliğinden söz açılmışken bir konuya
değinmekte yarar vardır. Bilindiği gibi OYAK,
sigorta alanında dünya devleriyle ortaklık içindedir.
Uluslararası sermaye ile bütünleşmeye iyi örnek
olacak olan AXA ile sürdürülen ortaklık da bunlardan
biridir. Sigorta ve fon yönetimi alanında dünyanın
önde gelen şirketlerinden olan Fransız sigorta
şirketi AXA, dünyanın en büyük şirketleri listesinde
30. sıradadır. 1994 yılında % 11 hisse ile OYAK
sermayeye katılmıştır.
1915 yılında yapılan Ermeni katliamında yakınlarını
kaybeden bir grup, AXA’ya dava açmıştır. Davanın
gerekçesi ise, katliamda yaşamını yitirenler,
1915’ten önce AXA şirketinden aldıkları poliçelerde
mirasçı hakkı iddiasıyladır. Katliam yapıldıktan
sonra, AXA’nın gerekli ödemeyi yapmadığıdır. Bir
süre devam eden dava, AXA’nın, 17 milyon dolar
vermeye razı olmasıyla birlikte kapanmıştır.
Ancak ilginçtir, Ermeni Soykırımı tartışmalarının
alevinin söndüğü şu günlerde, bu konu hakkında
çıt çıkmamaktadır. Bu bir yana, vatan “aşkı”yla
yanması gereken ordu da hiçbir açıklamama yapmamıştır.
Yani ordu açıkça durumu onaylamıştır. Böylece
de yalakalarının hayallerini suya düşürmüştür.
OYAK, bir tekelci kapitalist şirkettir ve dini,
imanı, milliliciliği, ulusçuluğu, hepsi paradır,
kârdır, sermayedir. Ordu da yeri geldiğinde eser
gürler, yeri geldiğinde eli kolu bağlı tanrısına
biat eder. Türk Metal Sendikası’nın Ereğli Şube
Başkanı İlhan Erdoğ da işçilere karşı içinde bulunduğu
hıyanete aldırış etmeden, ERDEMİR için şöyle der;
“direksiyon OYAK’ta olduktan sonra muavin kim
olursa olsun, bizim için sıkıntı olmaz. ERDEMİR
işçisi önce sendikasına sonra da işverenine güveniyor”
Gerçekler açıktır. İşçi düşmanlarının, halk düşmanlarının
safları açıktır, nettir. Durdukları yerlerden
zerre kadar geri adım atmak niyetinde değillerdir.
Tam tersi, ilerleyen günlerde bu saldırı, işsizlik,
yoksulluk daha da artacaktır.
Bu tablonun karşısında elimiz kolumuz bağlı değildir.
Yolun sonundaki ışığa ulaşmak tamamen bizim elimizde,
bu köhnemiş düzenin yıkılmasındadır.
Tayyip Erdoğan IMF
Seninle Gurur Duyuyor !
Türkiye’nin geçmiş politika
sahnesi renkli isimleri barındırır. Renkli
olması bir yana, aynı zamanda kapitalist
mantığın aynasıdır bu kişiler. Ülkeyi soydukları,
çalıp çırptıkları yetmezmiş gibi, milyonlarca
insanın karşısında yaptıklarını savunurlar.
Yakın dönemde Süleyman Demirel, bu yelpazede
önemli bir yer işgal eder. Yolsuzluklarını
savunmakla, ettiği “güzide” laflarla her
zaman gündemdeki yerini korumuştur. Böyle
bir kişilik Türkiye Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanlığı’na
kadar yükselmiştir. “Verdimse ben verdim”,
“benzin vardı da biz mi içtik” gibi laflar
hâlâ günlük alay konusu olmaktadır.
Bugün ise, bu işin bayraktarlığını Tayyip
Erdoğan ve ekibi yapmaktadır. Üstelik, işbirlikçilik
ve ülkeyi satmada bunlardan daha beteri
de görülmemiştir. Dünya Pişkinlik Şampiyonası
düzenlense, Tayyip Erdoğan ve ekibi, ilk
sıraları zorlar. Dünya Ülkeyi Satma Şampiyonası
düzenlense, yine bu ekip alnının akıyla
çıkar. Bu laflarımız kesinlikle abartı değildir.
Geçenlerde Tayyip Erdoğan’ın ettiği laflar
bunu doğrulamaktadır; “Ben ülkemi adeta
pazarlamakla mükellefim, bu konuda herkesle
her yerde görüşürüm.”
Doğru, gerçekten de doğru. Tayyip Erdoğan
ülkeyi karış karış pazarlıyor. Ve gerçekten
de IMF, Amerika, AB onunla gurur duyuyor.
Ta ki, emekçi halkın öfkesi yakasına yapışıncaya
dek!
|
|