Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini


 

 

35. Sayı - Kasım 2005

Önce Telekom, sonra TÜPRAŞ en son da ERDEMİR gibi sanayi kuruluşları emperyalist ve yerli işbirlikçi tekellere teslim edildi. Telekom ve TÜPRAŞ’ın satışı gerçekleştikten sonra, ERDEMİR’in kime peşkeş çekileceği merakla beklenmeye başlandı. Medyanın sermaye yanlısı yayınlarıyla, özelleştirme iyi bir şeymiş gibi gösterildi. Bununla kalınmadı, bu kuruluşlar devletin sırtında kambur olarak tarif edildi. Bu yükün kaldırılması, devleti rahatlatacak, ülkeye sermaye akışını getirecekti. Bilinçleri dumura uğratılmış toplum, ancak böyle yalanlarla kandırılmaya çalışıldı. Sindirilmiş ve bastırılmış, özelleştirmelere karşı ciddi bir muhalefetin olmadığı ortamdan da yararlanan hükümet, kendi alanında dünyanın sayılı kuruluşlarından ERDEMİR’i de sermayeye peşkeş çekti. Böylece, devletin üzerindeki büyük yük kalkmış oluyordu! Kuruluşları alan tekeller, eşiği geçmenin rahatlığı ile derin bir nefes alırken, bir grup tarafından yürütülen yabancı-yerli sermaye tartışmasına da kıs kıs gülüyordu.
Özellikle ERDEMİR olayında doruğa çıkan bu tartışmalar, satışın özü itibariyle hiçbir şeyi değiştirmiyordu. OYAK’ın “yerli” daha doğrusu ordu sermayesi oluşu ile parsanın “ulusal” kimliği öne çıkarılmaya çalışıldı. Özellikle tekelci medyanın başını çektiği yönlendirme haberleri, diğer sermaye grupları ve onların yalakalarının açıklamaları, Türkiye’nin içinin rahat olması yönündeydi. Şovenist ve ulusal olmayan bütün değerleri barındıran toplum da kampanyaya edilmek istendi. Sermayedarların cebinin dolması için yalana dair en ufak bir kırıntı dahi kullanıldı. Toplumun karşısında konuşan neo-liberal ekonomi savunucuları, sermayedarların çıkarını halkın çıkarları gibi göstermek için elinden gelen her türlü çabayı sarfetti. Büyük ekonomist havalarında konuşan yalakalar, OYAK’ı cilalamaktan bir hal oldular. Sonuçta, OYAK kendi başına bir sermaye grubu değildi. OYAK’ın en büyük özelliklerinden birisi de tamamen orduya ait olmasıydı. Dünyada bu kategoriye girecek örneğin çok az olması (belki de olmaması) OYAK’ın konumunu ayrı çerçeveye yerleştirmeye yetiyor. Paşaların yönettiği OYAK, Milli Savunma Bakanlığı’na bağlıdır. Yönetimde Türk Silahlı Kuvvetleri söz sahibidir. OYAK’ın yönetim ve denetiminden Temsilciler Kurulu, genel kurul, yönetim kurulu, denetleme kurulu ve genel müdürlük görevli ve sorumludur. Genel kurul, temsilciler kurulu tarafından seçilen, Milli Savunma Bakanı, Maliye Bakanı, Genelkurmay Başkanı, Kara, Deniz ve Hava Kuvvetleri kumandanları veya kurmay başkanları, Jandarma Genel Kumandanları ve Kurmay Başkanı, Sayıştay Başkanı, Umumi Müdakabe Heyeti Başkanı, Türkiye Bankalar Birliği İdare Heyeti Başkanı, Türkiye Ticaret Odaları, Sanayi Odaları ve Ticaret Borsaları Birliği Başkanı, Milli Savunma Bakanlığı veya Genelkurmay Başkanlığında çalışan bölümlerden oluşur. OYAK’ın yapısını incelemeye devam ettiğimizde karşımıza derin bir askeri bürokrasisi çıkmaya devam edecektir. Bunlar belki yıllardır bilinen konulardır. Zaten tartışılan da bu değildir.
OYAK, toplum içinde kendi meşruluğunu sağla(t)mıştır. Kimsenin bu anormal durumu sorgulamak gibi niyeti daha doğrusu cüreti yoktur. Ordunun nasıl olup da salçadan, otomobile kadar uzanan bir alanda ticaret yaptığı, ordunun işinin bu olup olmadığı, yaparken nasıl olup da vergi ödemeden yapabildiği, yani daha baştan tüm rakiplerine fark atma imkanınına kavuştuğu, generallerden habersiz kuş dahi uçmayan devletin daha başka hangi imkanlarının OYAK’a sunulduğu, örneğin OYAK’ın haberi olmadan bir devülasyon yapılıp yapılamayacağı, ya da oyak’ın zarar görmesi ihtimali olan bir yasayı ya da ekonomik düzenlemeyi meclisin yapıp yapamayacağı, yaparlarsa generallerin ne yapacağı (arkasında neredeyse 700 bin asker olan tek holding oyak’tır) ve bütün bunların üstüne yapılanın normal bir ekonomik faaliyet mi, yoksa generallere verilmiş bir sus payı mı, olduğu soruları ise asla sorulmamıştır?
Tartışılan meseleye dönersek, OYAK veya ordu ne kadar ulusaldır? Emperyalizmin yıllardır cirit attığı Türkiye’de Amerika ile ilişkileri en üst seviyede yürüten kimdir? Ortadoğu halklarının katili İsrail Siyonizmiyle her türlü askeri ve lojistik ilişkileri sürdüren kimdir? Bu soruların cevaplarının tek adresi ordudur. Ordu, Amerikan emperyalizminin Ortadoğu projesinde Türkiye’ye biçtiği rolde doğrudan muhataptır. Emperyalistlerin tüm istemlerini yerine getiren, emperyalistlerin savaş gücü NATO’nun komutasında olan ordunun, ulusallıkla uzaktan yakından ilgisi yoktur. Böyle bir ortamda ulusal sermaye, yerli sermaye içi boş bir tartışmadır. OYAK’ın ERDEMİR’e göz koymasının tek sebebi, işin ekonomik ve ideolojik-siyasi boyutundan kaynaklanmaktadır. Silah ve otomotiv sanayi için önemli olan ERDEMİR, ordu için vazgeçilemez bir kaymaktır.

Nerede Kaldı Milli Sermaye?
Milli sermaye mi? değil mi? tartışmasının dumanları tütmeden, OYAK tarafından açıklama geldi. Yabancı ortak aranıyor! Herkesin hayalleri suya mı düşüyordu yoksa? “Ulusal sermaye” OYAK, ERDEMİR’i yabancılarla mı paylaşacaktı ? En basitinden ikiyüzlülük ve riyakarlık. Ülkenin içinde bulunduğu durumu bilmeyen de sanır ki, yabancı sermaye düşmanlığıyla yanıp tutuşuyoruz. Sanki, TÜPRAŞ’ı sadece KOÇ aldı, sanki TELEKOM Ogerlere gitmedi? Hepsi palavra, hepsi palavracı... OYAK’ın “kızı istemeye gelene kapı kapatılır mı” açıklamasına niye kimse ses çıkarmıyor? ERDEMİR elden gitti diye ortalığı ayağa kaldırmıyor? Diğer taraftan da kızı istemeye gelenler sıraya diziliyorlar. Bu alanda dünya devi MİTTAL’ın sözcüsü Nicola Davidson hemen OYAK’la görüşme ayarlıyor. Pazarlıklar sürüyor. Kız elden gidiyor !
Sonuçta ERDEMİR’i alan OYAK da çok iyi bilmektedir ki, ERDEMİR, kâr eden bir kurumdur. Erdemir kendi alanında piyasayı belirleyen tekel konumuna yakın bir konumunda duran bir işletmedir. ERDEMİR’in alınması geleceğe yönelik yatırımdır. Gelecek de onlara göre uluslararası tekellerle girilecek ilişkilerdir. Türkiye’nin yağmaya açılması, karış karış satılmasıdır.
OYAK’ın “milli”ciliğinden söz açılmışken bir konuya değinmekte yarar vardır. Bilindiği gibi OYAK, sigorta alanında dünya devleriyle ortaklık içindedir. Uluslararası sermaye ile bütünleşmeye iyi örnek olacak olan AXA ile sürdürülen ortaklık da bunlardan biridir. Sigorta ve fon yönetimi alanında dünyanın önde gelen şirketlerinden olan Fransız sigorta şirketi AXA, dünyanın en büyük şirketleri listesinde 30. sıradadır. 1994 yılında % 11 hisse ile OYAK sermayeye katılmıştır.
1915 yılında yapılan Ermeni katliamında yakınlarını kaybeden bir grup, AXA’ya dava açmıştır. Davanın gerekçesi ise, katliamda yaşamını yitirenler, 1915’ten önce AXA şirketinden aldıkları poliçelerde mirasçı hakkı iddiasıyladır. Katliam yapıldıktan sonra, AXA’nın gerekli ödemeyi yapmadığıdır. Bir süre devam eden dava, AXA’nın, 17 milyon dolar vermeye razı olmasıyla birlikte kapanmıştır.
Ancak ilginçtir, Ermeni Soykırımı tartışmalarının alevinin söndüğü şu günlerde, bu konu hakkında çıt çıkmamaktadır. Bu bir yana, vatan “aşkı”yla yanması gereken ordu da hiçbir açıklamama yapmamıştır. Yani ordu açıkça durumu onaylamıştır. Böylece de yalakalarının hayallerini suya düşürmüştür.
OYAK, bir tekelci kapitalist şirkettir ve dini, imanı, milliliciliği, ulusçuluğu, hepsi paradır, kârdır, sermayedir. Ordu da yeri geldiğinde eser gürler, yeri geldiğinde eli kolu bağlı tanrısına biat eder. Türk Metal Sendikası’nın Ereğli Şube Başkanı İlhan Erdoğ da işçilere karşı içinde bulunduğu hıyanete aldırış etmeden, ERDEMİR için şöyle der; “direksiyon OYAK’ta olduktan sonra muavin kim olursa olsun, bizim için sıkıntı olmaz. ERDEMİR işçisi önce sendikasına sonra da işverenine güveniyor”
Gerçekler açıktır. İşçi düşmanlarının, halk düşmanlarının safları açıktır, nettir. Durdukları yerlerden zerre kadar geri adım atmak niyetinde değillerdir. Tam tersi, ilerleyen günlerde bu saldırı, işsizlik, yoksulluk daha da artacaktır.
Bu tablonun karşısında elimiz kolumuz bağlı değildir. Yolun sonundaki ışığa ulaşmak tamamen bizim elimizde, bu köhnemiş düzenin yıkılmasındadır.

Tayyip Erdoğan IMF Seninle Gurur Duyuyor !

Türkiye’nin geçmiş politika sahnesi renkli isimleri barındırır. Renkli olması bir yana, aynı zamanda kapitalist mantığın aynasıdır bu kişiler. Ülkeyi soydukları, çalıp çırptıkları yetmezmiş gibi, milyonlarca insanın karşısında yaptıklarını savunurlar. Yakın dönemde Süleyman Demirel, bu yelpazede önemli bir yer işgal eder. Yolsuzluklarını savunmakla, ettiği “güzide” laflarla her zaman gündemdeki yerini korumuştur. Böyle bir kişilik Türkiye Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanlığı’na kadar yükselmiştir. “Verdimse ben verdim”, “benzin vardı da biz mi içtik” gibi laflar hâlâ günlük alay konusu olmaktadır.
Bugün ise, bu işin bayraktarlığını Tayyip Erdoğan ve ekibi yapmaktadır. Üstelik, işbirlikçilik ve ülkeyi satmada bunlardan daha beteri de görülmemiştir. Dünya Pişkinlik Şampiyonası düzenlense, Tayyip Erdoğan ve ekibi, ilk sıraları zorlar. Dünya Ülkeyi Satma Şampiyonası düzenlense, yine bu ekip alnının akıyla çıkar. Bu laflarımız kesinlikle abartı değildir. Geçenlerde Tayyip Erdoğan’ın ettiği laflar bunu doğrulamaktadır; “Ben ülkemi adeta pazarlamakla mükellefim, bu konuda herkesle her yerde görüşürüm.”
Doğru, gerçekten de doğru. Tayyip Erdoğan ülkeyi karış karış pazarlıyor. Ve gerçekten de IMF, Amerika, AB onunla gurur duyuyor. Ta ki, emekçi halkın öfkesi yakasına yapışıncaya dek!

 







 


 

 

 

 

 

sbarikat07@gmail.com
Devrimci Sosyalist Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
Yönetim Yeri: Nurtepe Mah. Cemre Sk. No: 2 Kağıthane-İstanbul