Geçtiğimiz günlerde bütün Türkiye Malatya Çocuk
Yuvası’ndaki taciz ve dayak rezaletiyle sarsıldı.
Olayın televizyonlara yansımasından sonraki günlerde
ortaya çıkan ayrıntılar ise çocuk yurtlarındaki
işleyişin ne kadar tiksinti verici ve insanlık
dışı olduğunu bir kez daha ortaya koydu. Bu konularda
yüzlerce kez ihbarda bulunulduğu, raporlar düzenlendiği,
hatta bu ihbarlardan bazılarının rezaletin patlamasından
birkaç gün önce yapıldığı ama kimsenin çocukların
kaderiyle ilgilenmek istemediği ya da “ülkeyi
pazarlamak” gibi işlerden bu işe “zaman ayıramadığı”(!)
ortaya çıktı.
Şimdi yine o çok iyi tanıdığımız timsah gözyaşları,
yine o gelip geçici feryatlar ve tepkilerle karşı
karşıyayız. Yine o bildiğimiz “sizin döneminiz-bizim
dönemimiz” saçmalıkları, “partizanlık”, vs. suçlamaları
ortalığı kaplamış durumda. Öyle görünüyor ki,
epeydir can sıkıntısı içindeki muhalefet partileri
ve tekel medyası bir süre daha bu sorunla oyalanacaklardır.
Oysa, hayatı plazaların pencerelerinden seyredenlerin
tersine, sokağı ve gerçek hayatı tanıyan emekçiler,
bu insanlık dışı durumun onlarca yıldır devam
eden kronik bir uygulama olduğunu gayet iyi biliyorlar.
Bu ülkenin hapishanelerinin, akıl hastanelerinin
ve çocuk yuvalarının dayak ve şiddet üzerine kurulu
olduğu hiç bilinmeyen bir şey değildir. Türkiye
Cumhuriyeti Devleti, şimdiye dek “kendisine emanet
edilmiş” bulunan tek bir kişiyi bile zarar vermeksizin
bırakmış değildir; bu anlamda “emanete hıyanet”
bu topraklarda bir devlet geleneğidir. Bu bakımdan
28 devrimciyi öldürerek yapılan “hayata dönüş”
operasyonları nasıl bir uygulama ise bir yaşını
doldurmamış bebeklere uygulanan işkence de öyle
bir uygulamadır. Her zaman olduğu gibi üç-beş
kişiyi tutuklayıp işin üstünü örtmek de, “köklü
değişimler yapacağız” deyip üç gün sonra her şeyi
unutmak da aynı şekilde bir devlet geleneğidir.
Bütün bunların tümü ahlaksızlıktır, iki yüzlülüktür,
sahtekârlıktır!
Malatya’da ve bütün diğer çocuk yurtlarındaki
iğrençliklerden, taciz ve tecavüzlerden tutuklanan
üç-beş kişiyi sorumlu tutmak rezaletin bir başka
biçimidir. Oysa, hepimiz biliyoruz ki, sorun tamamen
sistemle ilgilidir. Bugün içinde yaşadığımız kapitalist
sistemin esası, “kâr sağlamayan hiç bir alana
tek kuruş yatırmama” üzerine kuruludur ve bu esas
kural devlet yönetimi için de geçerlidir. 1980’lerden
sonra devlet yapısı içindeki en son “sosyal” fonksiyonları
da ayıklayan neoliberal soygun düzeni, böylece
yaşlıları, kadınları, çocukları tamamen dibe,
uçuruma doğru itmiş ve bütün kaynakları yalnızca
ve yalnızca tekellere doğru yönlendirmiştir. Onlarca
yıldır zaten komik bütçelere ve eğitimsiz yöneticilere
teslim edilen bu kurumlar son yıllarda tamamen
kaderine terk edilmiştir.
2006 bütçesinde sosyal güvenlik kurumlarına ayrılan
para için feryad-ı figan eden hırsızlar ve onların
IMF ajanı medya borazanları da bu gerçeği bilirler,
bile bile “sosyal güvenlik reformu” denilen vahşi
saldırıyı göklere çıkarırlar!
Ama arada hiçkimse, çocuk bakıcılığı elemanlarının
nasıl olup da taşeron firmaya verildiğini, temizlikçi
diye işe alınanların hangi “tasarruf” önlemleriyle(!)
bakıcı yapıldığını açıklamamaktadır.
Bu ülkenin üniversitelerinden, meslek liselerinden
her yıl mezun olan binlerce psikolog, çocuk eğitimcisi
işsiz güçsüz dolanırken, çocuklara neden bu insanların
değil de temizlikçilerin baktığını kimse sormamaktadır.
TV’lerde “piyasa” düzenini göklere çıkaran neoliberal
soytarıların, sabah programlarının borsa yorumcularının
hiçbiri bu sorulara yanıt vermemektedir; çünkü
o zaman özelleştirme-taşeronlaştırma üzerine kurdukları
bütün teorileri yerle bir olmaktadır. Öyle ki,
bu ülkenin başbakanı “oralara kaliteli elemanlar
almamız lazım ama olmuyor” gibi iki yüzlü laflar
ederken, bunların hiçbiri son yirmi yılda hortumlara
kaptırılan 200 milyar doların hesabını sormuyor.
Biz onların ne yapacaklarını biliyoruz! Üç gün
daha bu konu üzerine konuşacaklar, zaten berbat
travmalara uğramış çocukları iyice hırpalayacaklar
ve sonra aynı düzen, aynı biçimde devam edecektir.
Çünkü onlar, yaptıkları her işin temeline insanı
değil efendilerinin kârlarını koymaktadırlar.
Halk Kültür Merkezleri, acısını çocuklardan çıkaran
bu iğrenç soygun düzeninin tam karşısında durmaktadır.
Halk Kültür Merkezleri, bugünkü yağma düzeni sona
ermedikçe bütün bu skandalların bitmeyeceğini
söylüyor.
Halk Kültür Merkezleri, ancak bu rezil düzen yıkıldığında
ve demokratik bir halk iktidarı kurulduğunda,
çocuklara, yaşlılara, kadınlara gerçekten saygı
ve sevgi duyan, elindeki kaynakları ve bilimin
olanaklarını insanlarımızın refahı ve mutluluğuna
yönelten bir sisteme geçilebileceğini söylüyor.
Halk Kültür Merkezleri bu amaçla bütün emekçileri
neoliberal saldırıya, yıkımlara, özelleştirmelere
karşı insanca bir yaşam için mücadeleye çağırıyor.
İnsanca Bir Yaşam İçin Halk Kültür
Merkezleri’nde Örgütlen!
Yaşasın Devrim ve Sosyalizm
Halk Kültür Merkezleri
|