Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini


 

 

35. Sayı - Kasım 2005

Farkında mısınız, egemen sınıflar uzun süredir emekçilerin mücadelesini bastırıp tepkileri törpülerken yalnızca şiddet araçlarını kullanmıyorlar. Elbette polis ordularını besleyip büyütüp üstümüze salıyorlar ama öte yandan belleğimize, kendimize olan güvenimize de saldırıyorlar ve sakatlıyorlar. Zaman zaman bu, karşı tarafın, en azından sendika yöneticilerinin de dolaylı olarak dahil edilmek istendiği bir oyuna dönüşebiliyor. Emekçilerin haklarına her gün darbe üzerine darbe indirilirken, sosyal haklar törpülenirken, sanki Türkiye’de işçi sınıfının bir mücadele tarihi yokmuş gibi davranılıyor, sanki bu tarihte emekçilerin direnip kazandıkları savaşlar hiç olmamış var sayılıyor. Daha doğrusu, sınıf mücadelesinin yakın tarihi, “iyi, hoş ama bir daha tekrarlanamaz” anılarmış gibi görülüyor ya da böyle görülsün isteniyor.
Oysa gerçek böyle değil. Türkiye işçi sınıfı tarihi yenilgilerle olduğu kadar başarılarla da doludur. Üstelik yalnızca ekonomik grevler boyutunda da değil, doğrudan politik sorunlarla ilgili olan direnişlerde de geçici de olsa başarı örnekleri yakalanmıştır.
Yalnızca birkaç örneği anmak bile bunu anlamak için yeterlidir:

Kavel Direnişi ve “Kavel Maddesi”
28 Ocak 1963’te 170 işçinin başlattığı Kavel grevi, Türkiye işçi sınıfının tarihinde özel bir önem taşır. Çünkü bu grev, aynı zamanda greve katılanların korunması açısından çok ciddi bir adımdır.
Kavel, İstanbul’un sahil semti olan İstinye’de kurulu Vehbi Koç’a ait olan bir kablo fabrikasıdır. 28 Ocak 1963’te Kavel’in patronu işçilerin ikramiyelerini ödemeyeceğini ve kimi işçilerin maaşlarında da indirime gideceğini söylediğinde direniş patlar ve tam 36 gün sürer. Patronun direnişe verdiği karşılık ise “misilleme” olarak tüm işçilerin işten atılmasıdır. Bunun üzerine 31 Ocak’ta işçiler fabrikayı terketmeden bahçede direnişe geçerler. Ancak grev ve toplu sözleşme hakları anayasada bulunmasına rağmen özel bir hükme tabidir.
Polis grevi yasadışı ilan eder ve işçilere saldırır. Saldırı karşısında direnen işçilerin arasında copla ve mermiyle yaralananlar olur. Bu da yetmez 7 işçi tutuklanır ve cezaevine gönderilir. Ama direniş daha da şiddetlenir ve tüm işçiler, eşleri ve çocuklarıyla birlikte polisin karşısına dikilir. İstinye halkı da işçilere destek verir ve grevin etkisi yayılır. Bir çok fabrikadan Kavel işçileri için yardım toplanırken kimi yerlerde protesto niteliğinde sakal bırakma eylemleri geliştirilir. Örneğin yine Koç’a ait olan General Electric fabrikasında işçiler destek amaçlı olarak kendi aralarında 335 lira para toplamışlardır. Direniş sanatçılar içinde yankı bulmuştur ve Hasan Hüseyin’in şiir kitabında Kavel Direnişi dörtlükleri yer almıştır. Direniş boyutlanmaktadır, kıvılcımın ne kadar büyük ateşlere sebep olabileceğini oligarşi de görmektedir. Sonunda bir arabulucu heyetin araya girmesiyle 36 gündür süren grev zaferle sonuçlanmıştır. İkramiyeler ödenecek, atılan işçiler geri alınacak, ücretlerde indirime gidilmeyecektir. Ama en önemlisi şudur: 24 Temmuz 1963’te yürürlüğe giren 275 sayılı Toplu İş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt Kanununda yer alan bir madde ile yasanın çıkışından önce grev nedeniyle haklarında takibat yapılan işçilerin davalarının düşürülmesi maddesini içerir. Doğrudan Kavel direnişinin etkisiyle gerçekleşen bu değişiklik çok önemlidir. Böylece yasadaki bu madde “Kavel maddesi” diye anılır.

15-16 Haziran Direnişi ve Sendikalar Yasası
Daha çok bilinen bir örnek de 15-16 Haziran direnişidir. Daha çok bilinir ama yarattığı somut sonuç üzerinde az durulur. Oysa direniş, bilindiği gibi, zamanın Adalet Partisi hükümetinin 274-275 sayılı sendikalar yasasında değişiklik yapan bir tasarıyı meclise sevk etmesiyle ilgilidir. Bu değişiklik, özellikle sendikacılık yapmayı neredeyse olanaksızlaştıran maddeler açıkça DİSK’i yok etmeyi ve gelişebilecek diğer yeni sendikal konfederasyon girişimlerini de boğmayı amaçlamaktadır. Bu noktada DİSK’in önce başlatıp sonra da telaşa kapılarak sonlandırmak istediği 15-16 Haziran 1970 direnişi, son derece somut bir talebe dayanmaktadır. 100 bine yakın işçinin iki gün boyunca barikatları parçalayarak, DİSK/Türk-İş ayrımı olmaksızın bütün fabrikaları boşaltarak ortaya koyduğu zorlu yürüyüş, işçi sınıfı tarihinin dönüm noktalarından biridir. Ama şehitler pahasına yürütülen bu direnişin somut bir sonucu da vardır. Evet, hükümet sıkıyönetim ilan edip yüzlerce işçiyi gözaltına almıştır ama öte yandan meclisteki tasarıyı da geri çekmiştir. Yani 15-16 Haziran, bu bakımdan, görkemli politik anlamının yanında somut pratik bir kazanım anlamına da sahiptir ve işçi sınıfı sokağa indiğinde nelerin değişebileceğinin açık örneklerinden biridir.

1976 DGM Direnişi: İleri Bir Adım
1976’daki DGM direnişi de işçi sınıfının tarihindeki geçici ama önemli kazanımlarından birine yol açmıştır.
Anayasa Mahkemesi’nin 11 Ekim 1975’de iptal ettiği Devlet Güvenlik Mahkemeleri Yasası’nın 1976’da sağcı partiler koalisyonu Milliyetçi Cephe hükümeti tarafından yeniden öne sürülmesi üzerine DİSK, önce “DGM’lerin özellikle işçi sınıfına yönelik olduğunu açıklayarak bütün kamuoyunu bu konuda duyarlı olmaya çağırır.
Daha sonra, DGM’leri “sınıf mahkemeleri” ve “sıkı yönetim” olarak niteleyen DİSK’in Yönetim Kurulu ve Başkanlar Kurulu 16 Eylül 1976’da bir bildiri yayınlayarak “Genel Yas” ilan eder. DİSK’in kararında her gün öğleden sonra sessiz matem yürüyüşleri veya mitingleri yapılacağı ve işçilerin eylemler için serbest bırakılacağı açıklanmıştır. 16 Eylül 1976’da DİSK Yönetimi Taksim Meydanı’na siyah çelenk bırakırken, yüz binlerce işçi Türkiye genelinde üretimi, yani hayatı durdurur. 16-17 Eylül günlerinde İstanbul, İzmir, Ankara, Bursa, Antalya, Adana, Mersin, Diyarbakır, Kayseri, Sakarya, Balıkesir’de işçiler iş bırakır. 18 Eylülde Demir-Çelik işçileri de direnişe katılır. İstanbul ve Ankara’da otobüs ve temizlik işçileri çalışmaz ve çöpler yollarda birikirken, Aliağa ve İpraş Rafinerileri, Erdemir, Türk Demir Döküm, Sungurlar, Pirelli, Goodyear, Tofaş, Renault... fabrikalarında üretim durmuş, “DGM’ye Hayır”, “MC’ye Hayır”, sloganları kaplamıştır.
Bunun üzerine elbette oligarşi büyük bir saldır dalgası geliştirmiş, binlerce işçi, temsilci, baştemsilci işten çıkarılmıştır. 21 Eylül’de DİSK Genel Merkezi’ne baskın yapılarak Yürütme Kurulu üyeleri tutuklanmış; ancak delil yetersizliğinden dolayı 2 gün sonra serbest bırakılmıştır. Pratik sonuçları itibarıyla DİSK’in bir dizi yanlışından ötürü işten atılan işçilere yeterince sahip çıkılmamış ve bir anlamda sınıf önderleri açısından bir kıyım da yaşanmıştır ama bütün bunlara karşın işçi sınıfının doğrudan politik bir soruna bu kadar net duruş sergilemesi son derece önemlidir. Binlerce işçi, ekonomik olmayan bir sorun karşısında bütünlük halinde direniş ortaya koymuş, iktidarı doğrudan hedef alan bir eylem gerçekleştirmiştir. Direnişin somut politik sonucu ise çok açıktır: İktidar, karşılaştığı direnç yüzünden 11 Ekim 1976’da DGM’leri kapatma kararı almış ve en azından bir süreliğine bu gerici yargılama düzeni gündemden çıkmıştır. Bu anlamda bütün zaaflarına karşın 1976 DGM direnişi, işçi sınıfının kazanımla biten direnişleri arasında yer alır.

Tariş Direnişi: Kırılan Ama Ezilemeyen Güç...
1980’li yılların en önemli işçi direnişlerinden biri de Tariş Direnişidir. İlk bakışta bu direniş, yenilgiyle bitmiş gibi algılanabilir ama verdiği dersler ve emekçi mahalleleriyle bütünleşmesi açısından sınıfın tarihindeki kazanımlardan biridir.
Tariş Direnişi, MC (Milliyetçi Cephe) iktidarının devlet kurumlarını, kamu işletmelerini faşist güruhlarla doldurma politikasından dolayı Tariş’te çalışan işçileri çıkartıp yerine MHP’lileri yerleştirmek istemesiyle başlamıştır.
22 Ocak 1980 yılında arama adı altında Tariş’e yönelik büyük bir saldırı gerçekleştirilir. Polis ve jandarmanın panzerler eşliğinde ateş açarak giriştikleri saldırıya işçiler direnişle karşılık verirler ve olaylarda 50 işçi yaralanırken 600 kişi gözaltına alınır.
Buna karşın, İzmir Çimentepe ve Gültepe gibi gecekondu mahallelerinde halk sokağa dökülür, üniversiteli öğrenciler eylemlere girişir. 25 Ocak’ta İzmir’li işçiler 2 saatlik iş bırakma eylemi gerçekleştirerek, Tariş işçisine destek verir. 26 Ocak’ta DİSK’in daha önceden planlanan “Demokrasi Mitingi” yapılır. Bir süre ortalık durulur ama fabrikaları boşaltmadan üretime devam etmek isteyen işçiler kısa bir süre sonra yeniden direnişe geçerler. 7 Şubat’ta polis saldırısı yeniden başlar ve 3 saat süren çatışmanın ardından 700 işçi Alsancak Stadyumu’nda sorgulanır, iki işçi tutuklanır. Polis iplik ünitesini boşaltmak isteyince Çiğli-Çimentepe halkı karşılarına dikilir. Gültepe ve Altındağ’da halk sokaklara dökülür, mahallelerde süren barikat çatışmalarında üç polis ölür yüzlerce kişi yaralanır. DİSK’e bağlı diğer işçiler destek amaçlı 1 günlük iş bırakır. Bu arada Gültepe Belediye Başkanı dahil 400 kişi gözaltına alınmıştır. Yağ kombinası polis ile işçiler arasında el değiştirmekte ama asl zorlu direniş iplik fabrikasında sürmektedir. Sonuçta, 14 Şubat günü fabrika kuşatılır ve boşaltılır. Yüzlerce işçi vahşice dayaktan geçirilir stadyumlarda sorgulanır. Sonuçta, direniş bitmiştir ama öte yandan bütün bir kentin işçileri, mahalleleri, öğrencileri ayağa kalktığında nelerin zorlanabildiği bir kez daha kanıtlanmıştır.

Sonuç: Direnen Kazanır
Birkaç örneğin gösterdiği gerçek, çok açıktır: İşçi sınıfı, üretimden gelen gücünü kullanarak sokağa çıktığında egemen sınıfların planlarını bozabilmekte ve başarı sağlayabilmektedir. Dolayısıyla bugünkü neoliberal saldırı karşısında da elimiz kolumuz bağlı değildir; her şeyi daha baştan kabullenerek yola çıkmak zorunda değiliz. Düzen sahiplerini bozguna uğratmak, en azından onları ciddi biçimde zorlamak mümkündür, geçmişte de bu yapılabilmiştir.
Bugün, zorlu bir saldırı altındayken akılda tutulması ve asla unutulmaması gereken gerçek budur. Ne emekçilerin ne de devrimcilerin belleklerini zayıflatmaya hakları yoktur.





 


 

 

 

 

 

sbarikat07@gmail.com
Devrimci Sosyalist Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
Yönetim Yeri: Nurtepe Mah. Cemre Sk. No: 2 Kağıthane-İstanbul