AKP hükümeti, IMF tarafından emredilen “Sosyal
Güvenlik Reformu” tasarısını büyük sancılardan
sonra 2006 yılına ertelemeyi başardı. Daha doğrusu,
kendisini kamuoyunda çok yıpratacağı şimdiden
belli olan sıkıntılı bir işi biraz daha ertelemiş
oldu. Kuşkusuz arada boş durulmayacaktır; önümüzdeki
haftalar ve aylarda tekel medyasında “beleşçi
SSK’lılar”, “sahte belgelerle emekli olanlar”,
vb. üzerine bol bol haber izleyeceğimiz kesindir.
“Araştırmacı gazeteci” denilen sahtekar sürüsü
ne güne duruyor? Bütün bunları yapmak onların
işidir ve kitleleri bu konuda ikna etmek ya da
en azından tepkiyi azaltmak için mutlaka gereklidir.
Çünkü bir sosyal güvenlik sistemini yıkmak için
mutlaka onun “kötüye kullanıldığı” propagandasını
yapmanız gerekir.
Peki sorun neden IMF ve hükümet için bu kadar
önemli? Yazılarımızda neoliberal restorasyon sürecini
anlatırken sık sık özelleştirmeler, taşeronlaştırmalarla
birlikte sosyal hizmet kurumlarının da tasfiyesinden
söz ediyoruz. Ama farkındayız ki, zaman zaman
bu konunun emperyalist-kapitalist işleyiş içinde
neden bu kadar önem taşıdığını, neden bu alana
bu kadar çok yüklendiklerini tam anlatamıyoruz.
Okuyucunun kafasında yine de muğlak noktalar kalıyor.
İşte 2006 Bütçesi rakamları bu bakımdan çok önemli.
Bütçe açıklanır açıklanmaz bütün köşe yazarlarının
düğmeye basılmış gibi yazmaya başladıkları yazılar
durumu anlamamıza yardımcı oluyor.
Geçtiğimiz günlerde meclise sevkedilen 2006 Bütçesi’nde
en önemli harcamalardan birini Emekli Sandığı,
Bağ-Kur ve SSK’nın açıklarını kapatmak için ayrılan
18.6 milyar YTL oluşturuyor. Bu, faiz dışı bütçenin
%26’sını oluşturuyor. Bütçede toplam maaşlara
ayrılan para 24.2 milyar YTL, yatırımlara harcanan
para 5 milyar YTL. Diğer tüm harcamalar ise 21.3
milyar YTL…
Bu rakamlara baktığımızda koparılan yaygaranın
nedenini anlıyoruz! 18.6 milyar YTL gibi tekellerin
ağzının suyunu akıtacak miktarda bir para, somut
anlamıyla söylersek çalışanların ve emekli-dul-yetimlerin
sağlık harcamalarına, maaşlarına gidiyor. Daha
doğrusu, bu sosyal güvenlik kurumlarının topladıkları
(ya da toplayamadıkları!) para yetmiyor, devlet
vergilerden sağladığı paranın bir bölümünü bu
açığı kapatmak için kullanıyor. İşte IMF’yi ve
dalkavuk ekonomi yazarlarını çileden çıkaran “büyük
haksızlık”(!) bu… “Derhal bu durum düzeltilmeli!”
diyorlar; ne yapılacağını tam söylemiyorlar, “kurumlar
birleştirilsin”, vb. gibi lafları ağızlarında
geveleyiyorlar ama asıl düşündükleri şeyi söylemiyorlar,
yani “bitirin şu işi, ölen ölsün!” diyemiyorlar.
Bu arada tabi ki son dokuz ayda 35 milyar YTL
faiz ödediklerini, asıl yırtığın buradan oluştuğunu
da karışık lafların arasında geçiştiriyorlar.
Dönüp dolaşıp sözü 18.6 milyar YTL’lik rakama
getiriyorlar ve haykırıyorlar: Bu böyle devam
edemez, mutlaka reform yapılmalı! Çünkü, diyorlar,
bu açıkların önümüzdeki yıllarda azalması da mümkün
değil. Tersine devamlı artacak. Ve dolayısıyla
biz, bütçeden bu kuruluşların açıklarını kapatmak
için her yıl daha çok para ayıracağız!
Birkaç Basit Soru…
Sorunu irdelemeye başlarken her şeyden önce, zihnimizdeki
neoliberal kirlenmeyi ortadan kaldırmamız ve olgulara
“bütçe dengeleri”, “ekonominin gerekleri” gibi
ahmakça, hiç bir somut anlam içermeyen ve düpedüz
halk düşmanlığını gizleyen kavramları bir yana
bırakarak ilerlememiz gerekiyor. Doğrudan emekçilerin
gözünden, onların durduğu yerden bakmak! İşte
tam da gerekli olan budur! Bunu özellikle söylüyoruz;
çünkü bazen solcu iktisatçıların bile mesleki
sınırlara hapsolarak sorunun özünden nasıl uzaklaştığını
hayretle izliyoruz.
Çok basit bir soru sorabiliriz ve sormalıyız:
Bu anlattığınız şey, neden bir “felaket” olsun?
Yani bu topraklar üzerinde yaşayan ve hayatını
kazanmak için çalışan insanlar, emekçiler, sağlıklarını
korumak için hastanelere gidiyorlarsa, ilaçlar
alıp ameliyetlar oluyorlarsa, ayrıca onca yıl
çalıştıktan sonra emekli olmak, üç kuruşla da
olsa hayatlarını sürdürmek istiyorlarsa ve yine
onlar bunun için primler, vs. ödüyorlarsa, niye
bu kadar yaygara koparıyorsunuz? Bir devlet, şu
ya da bu açığı kapatmak için olmasa da, kendi
sınırları içinde yaşayıp çalışan insanlara bütçesinin
yüzde bilmem şu kadarını ayırmışsa, bu kim açısından
ne gibi bir sakınca taşıyor? Hatta, (bütün iktisatçı
ağızlarını bir tarafa bırakıp safça soralım) devletin
bu orandan daha fazlasını ayırması, daha çok parayı
insanların sağlığına, yaşlılığına, çocukluğuna
ayırması daha iyi değil midir?
Kuşkusuz bütün dalkavuk neoliberaller bu soruları
safça, hatta cahilce ve ahmakça bulacaklardır;
ama gerçek sorular bunlar değil midir? İnsanlar
iyi yaşamayacaklarsa, hasta olduklarında insan
gibi tedavi edilmeyecekler ve yaşlandıklarında
saygı ve destek görmeyeceklerse, sizin “ekonomi
dengeleriniz”, “hesaplarınız”, vb. ne işe yarar?
Yoksa sizin başka bir derdiniz mi var? Şimdi ikinci
soruya geliyoruz işte… Siz bu parayı bu harcamalara
değil de nereye yöneltmek istiyorsunuz? Siz, onca
yıldır kul köle olduğunuz IMF ve Dünya Bankası
borçlarını-faizlerini mi ödeyeceksiniz? Yoksa
şimdiye kadar hortumculara yaptığınız “iyilik”leri
yeterli bulmadınız da onlara kaç milyar doları
hibe edeceğinizi mi düşünüyorsiniz? Bu parayı
“yatırımlara destek” olarak tekelci patronların
kasasına mı aktaracaksınız? Yani çok net olarak
sorarsak eğer, siz bu “ziyan olan”(!) 18.6 milyar
YTL’yi daha hayırlı bir işe mi harcayacaksınız?
Bir emekçinin diliyle sorarsak eğer, cami mi yaptıracaksınız,
çeşme mi yaptıracaksınız? Gençlere okul, yaşlılara
sosyal tesis, çocuklara park mı yapacaksınız?
Çok somut olarak, bu 18.6 milyar YTL’yi nerelere
harcamak istediğinizin açık bir listesini verebilir
misiniz?
Ve nihayet üçüncü soruya geliyor sıra… Bu açık
neden var? Milyonlarca emekçi, zaten maaş aldıkları
anda otomatik olarak primlerini, vs. ödediğine
göre, ödemeyen kim? Kimin borcu birikiyor? Bu
ülkede haciz diye bir hukuksal müessese yok mu?
Sıradan bir emekçi kredi kartını ödeyemediğinde,
bakkalın vergi borcu biriktiğinde haciz göndermekten
geri durmayan devlet, bu borçları neden tahsil
edemiyor? Edemiyor, çünkü böyle bir girişim, tarihin
en büyük “kamulaştırma” operasyonlarından biri
anlamına gelecektir…
“Reform”dan Kastedilen Nedir?
Böylece toplam üç soruda zihin kirliliğini biraz
temizledikten sonra, şimdi asıl soruya gelebiliriz:
“Reform” derken ne anlatılmak isteniyor? Örneğin
siz, ordunun-polisin harcamalarını, örtülü ödenekleri,
vb. en alt seviyeye indirip, dış ve iç borçları
da ödemiyoruz derseniz, böylece sağladığınız parayla
sosyal güvenlik kurumlarını ayağa kaldırırsınız
ve bu koşullarda iyi bir “reform” yapmış olursunuz!
Ama onların yapmak istedikleri şey pek böyle değil.
Onlar, her şeyden önce sosyal güvenlik sistemini
çökertmek, emekçilerin kazanılmış haklarını kısıtlamak
ve böylece “açık” dedikleri durumu gidermek istiyorlar.
Örneğin, hastane masrafları gözlerine batıyor,
emeklilerden kalan dul ve yetim maaşları, bu insanların
sağlık giderleri onları rahatsız ediyor, zamanında
her nasılsa kurulmuş olan ve emekçinin bakmakla
yükümlü olduğu insanları da kapsayan sosyal güvenlik
düzeni bir felaketmiş gibi görünüyor. “Boş yere
harcanan” bu parayı “kurtarmak” istiyorlar ve
tabii ki “kurtarır kurtarmaz” da bu parayı iç
ve dış borçlara, hortumculara, vs. aktaracaklardır.
Oysa emekçiler bu haklara güvenerek ödeme yapıyor.
Emekliler, dullar ve yetimler bu haklara güvenerek
yaşıyor.
Peki nasıl yapılacak bu? Yeni uygulamaların “bundan
sonra işe gireceklere” yansıtılması, emeklilik
olayında olduğu gibi mümkün ama bu çok uzun vadeli
hırsızlık biçimi ne IMF’yi tatmin ediyor ne de
yerli işbirlikçileri… Zaman zaman sözü edilen
“kurumları (SSK,Bağ-Kur)birleştirme” teorileri
de eğer sadece bir birleştirme işlemini ifade
ediyorsa sosyal güvenlikten yararlanan toplam
insan sayısı yine değişmeyecek ve istenen amaç
gerçekleşmeyecektir. Kısacası durum çok net. Emperyalist-kapitalist
sistem ve yerli işbirlikçileri, şimdilik birazcık
erteleseler de, emekçi halka, bize karşı savaş
ilan etmişlerdir. Gözlerini diktikleri şey, onca
yıldır kazanılmış haklarımızdır ve eğer direnmezsek
bunları elimizden almakta tereddüt etmeyeceklerdir.
Direnmenin ilk koşulu ise, her şeyden önce medya
tekellerinin zihnimizde yarattığı korkunç kirlenmenin
sökülüp atılmasıdır. Bu alanda asıl yapmamız gereken
şey, bütün bu dalkavuk takımını “açık konuşmaya”
zorlamaktır. Karşımıza çıkıp, “ekonominin ihtiyaçları”,
“makro dengeler”, vs. gibi karışık laflara başvurmadan
açıkça “evet, biz sizin hayatınızı mahvetmek istiyoruz”
demek zorunda kalmalıdırlar. Önümüzdeki süreçte
bu, emekçilerin ve devrimci sosyalistlerin temel
görevlerinden biridir.
|