Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini


 

 

35. Sayı - Kasım 2005

AKP hükümeti, IMF tarafından emredilen “Sosyal Güvenlik Reformu” tasarısını büyük sancılardan sonra 2006 yılına ertelemeyi başardı. Daha doğrusu, kendisini kamuoyunda çok yıpratacağı şimdiden belli olan sıkıntılı bir işi biraz daha ertelemiş oldu. Kuşkusuz arada boş durulmayacaktır; önümüzdeki haftalar ve aylarda tekel medyasında “beleşçi SSK’lılar”, “sahte belgelerle emekli olanlar”, vb. üzerine bol bol haber izleyeceğimiz kesindir. “Araştırmacı gazeteci” denilen sahtekar sürüsü ne güne duruyor? Bütün bunları yapmak onların işidir ve kitleleri bu konuda ikna etmek ya da en azından tepkiyi azaltmak için mutlaka gereklidir. Çünkü bir sosyal güvenlik sistemini yıkmak için mutlaka onun “kötüye kullanıldığı” propagandasını yapmanız gerekir.
Peki sorun neden IMF ve hükümet için bu kadar önemli? Yazılarımızda neoliberal restorasyon sürecini anlatırken sık sık özelleştirmeler, taşeronlaştırmalarla birlikte sosyal hizmet kurumlarının da tasfiyesinden söz ediyoruz. Ama farkındayız ki, zaman zaman bu konunun emperyalist-kapitalist işleyiş içinde neden bu kadar önem taşıdığını, neden bu alana bu kadar çok yüklendiklerini tam anlatamıyoruz. Okuyucunun kafasında yine de muğlak noktalar kalıyor.
İşte 2006 Bütçesi rakamları bu bakımdan çok önemli. Bütçe açıklanır açıklanmaz bütün köşe yazarlarının düğmeye basılmış gibi yazmaya başladıkları yazılar durumu anlamamıza yardımcı oluyor.
Geçtiğimiz günlerde meclise sevkedilen 2006 Bütçesi’nde en önemli harcamalardan birini Emekli Sandığı, Bağ-Kur ve SSK’nın açıklarını kapatmak için ayrılan 18.6 milyar YTL oluşturuyor. Bu, faiz dışı bütçenin %26’sını oluşturuyor. Bütçede toplam maaşlara ayrılan para 24.2 milyar YTL, yatırımlara harcanan para 5 milyar YTL. Diğer tüm harcamalar ise 21.3 milyar YTL…
Bu rakamlara baktığımızda koparılan yaygaranın nedenini anlıyoruz! 18.6 milyar YTL gibi tekellerin ağzının suyunu akıtacak miktarda bir para, somut anlamıyla söylersek çalışanların ve emekli-dul-yetimlerin sağlık harcamalarına, maaşlarına gidiyor. Daha doğrusu, bu sosyal güvenlik kurumlarının topladıkları (ya da toplayamadıkları!) para yetmiyor, devlet vergilerden sağladığı paranın bir bölümünü bu açığı kapatmak için kullanıyor. İşte IMF’yi ve dalkavuk ekonomi yazarlarını çileden çıkaran “büyük haksızlık”(!) bu… “Derhal bu durum düzeltilmeli!” diyorlar; ne yapılacağını tam söylemiyorlar, “kurumlar birleştirilsin”, vb. gibi lafları ağızlarında geveleyiyorlar ama asıl düşündükleri şeyi söylemiyorlar, yani “bitirin şu işi, ölen ölsün!” diyemiyorlar. Bu arada tabi ki son dokuz ayda 35 milyar YTL faiz ödediklerini, asıl yırtığın buradan oluştuğunu da karışık lafların arasında geçiştiriyorlar. Dönüp dolaşıp sözü 18.6 milyar YTL’lik rakama getiriyorlar ve haykırıyorlar: Bu böyle devam edemez, mutlaka reform yapılmalı! Çünkü, diyorlar, bu açıkların önümüzdeki yıllarda azalması da mümkün değil. Tersine devamlı artacak. Ve dolayısıyla biz, bütçeden bu kuruluşların açıklarını kapatmak için her yıl daha çok para ayıracağız!

Birkaç Basit Soru…
Sorunu irdelemeye başlarken her şeyden önce, zihnimizdeki neoliberal kirlenmeyi ortadan kaldırmamız ve olgulara “bütçe dengeleri”, “ekonominin gerekleri” gibi ahmakça, hiç bir somut anlam içermeyen ve düpedüz halk düşmanlığını gizleyen kavramları bir yana bırakarak ilerlememiz gerekiyor. Doğrudan emekçilerin gözünden, onların durduğu yerden bakmak! İşte tam da gerekli olan budur! Bunu özellikle söylüyoruz; çünkü bazen solcu iktisatçıların bile mesleki sınırlara hapsolarak sorunun özünden nasıl uzaklaştığını hayretle izliyoruz.
Çok basit bir soru sorabiliriz ve sormalıyız: Bu anlattığınız şey, neden bir “felaket” olsun? Yani bu topraklar üzerinde yaşayan ve hayatını kazanmak için çalışan insanlar, emekçiler, sağlıklarını korumak için hastanelere gidiyorlarsa, ilaçlar alıp ameliyetlar oluyorlarsa, ayrıca onca yıl çalıştıktan sonra emekli olmak, üç kuruşla da olsa hayatlarını sürdürmek istiyorlarsa ve yine onlar bunun için primler, vs. ödüyorlarsa, niye bu kadar yaygara koparıyorsunuz? Bir devlet, şu ya da bu açığı kapatmak için olmasa da, kendi sınırları içinde yaşayıp çalışan insanlara bütçesinin yüzde bilmem şu kadarını ayırmışsa, bu kim açısından ne gibi bir sakınca taşıyor? Hatta, (bütün iktisatçı ağızlarını bir tarafa bırakıp safça soralım) devletin bu orandan daha fazlasını ayırması, daha çok parayı insanların sağlığına, yaşlılığına, çocukluğuna ayırması daha iyi değil midir?
Kuşkusuz bütün dalkavuk neoliberaller bu soruları safça, hatta cahilce ve ahmakça bulacaklardır; ama gerçek sorular bunlar değil midir? İnsanlar iyi yaşamayacaklarsa, hasta olduklarında insan gibi tedavi edilmeyecekler ve yaşlandıklarında saygı ve destek görmeyeceklerse, sizin “ekonomi dengeleriniz”, “hesaplarınız”, vb. ne işe yarar?
Yoksa sizin başka bir derdiniz mi var? Şimdi ikinci soruya geliyoruz işte… Siz bu parayı bu harcamalara değil de nereye yöneltmek istiyorsunuz? Siz, onca yıldır kul köle olduğunuz IMF ve Dünya Bankası borçlarını-faizlerini mi ödeyeceksiniz? Yoksa şimdiye kadar hortumculara yaptığınız “iyilik”leri yeterli bulmadınız da onlara kaç milyar doları hibe edeceğinizi mi düşünüyorsiniz? Bu parayı “yatırımlara destek” olarak tekelci patronların kasasına mı aktaracaksınız? Yani çok net olarak sorarsak eğer, siz bu “ziyan olan”(!) 18.6 milyar YTL’yi daha hayırlı bir işe mi harcayacaksınız? Bir emekçinin diliyle sorarsak eğer, cami mi yaptıracaksınız, çeşme mi yaptıracaksınız? Gençlere okul, yaşlılara sosyal tesis, çocuklara park mı yapacaksınız? Çok somut olarak, bu 18.6 milyar YTL’yi nerelere harcamak istediğinizin açık bir listesini verebilir misiniz?
Ve nihayet üçüncü soruya geliyor sıra… Bu açık neden var? Milyonlarca emekçi, zaten maaş aldıkları anda otomatik olarak primlerini, vs. ödediğine göre, ödemeyen kim? Kimin borcu birikiyor? Bu ülkede haciz diye bir hukuksal müessese yok mu? Sıradan bir emekçi kredi kartını ödeyemediğinde, bakkalın vergi borcu biriktiğinde haciz göndermekten geri durmayan devlet, bu borçları neden tahsil edemiyor? Edemiyor, çünkü böyle bir girişim, tarihin en büyük “kamulaştırma” operasyonlarından biri anlamına gelecektir…

“Reform”dan Kastedilen Nedir?
Böylece toplam üç soruda zihin kirliliğini biraz temizledikten sonra, şimdi asıl soruya gelebiliriz: “Reform” derken ne anlatılmak isteniyor? Örneğin siz, ordunun-polisin harcamalarını, örtülü ödenekleri, vb. en alt seviyeye indirip, dış ve iç borçları da ödemiyoruz derseniz, böylece sağladığınız parayla sosyal güvenlik kurumlarını ayağa kaldırırsınız ve bu koşullarda iyi bir “reform” yapmış olursunuz!
Ama onların yapmak istedikleri şey pek böyle değil. Onlar, her şeyden önce sosyal güvenlik sistemini çökertmek, emekçilerin kazanılmış haklarını kısıtlamak ve böylece “açık” dedikleri durumu gidermek istiyorlar. Örneğin, hastane masrafları gözlerine batıyor, emeklilerden kalan dul ve yetim maaşları, bu insanların sağlık giderleri onları rahatsız ediyor, zamanında her nasılsa kurulmuş olan ve emekçinin bakmakla yükümlü olduğu insanları da kapsayan sosyal güvenlik düzeni bir felaketmiş gibi görünüyor. “Boş yere harcanan” bu parayı “kurtarmak” istiyorlar ve tabii ki “kurtarır kurtarmaz” da bu parayı iç ve dış borçlara, hortumculara, vs. aktaracaklardır. Oysa emekçiler bu haklara güvenerek ödeme yapıyor. Emekliler, dullar ve yetimler bu haklara güvenerek yaşıyor.
Peki nasıl yapılacak bu? Yeni uygulamaların “bundan sonra işe gireceklere” yansıtılması, emeklilik olayında olduğu gibi mümkün ama bu çok uzun vadeli hırsızlık biçimi ne IMF’yi tatmin ediyor ne de yerli işbirlikçileri… Zaman zaman sözü edilen “kurumları (SSK,Bağ-Kur)birleştirme” teorileri de eğer sadece bir birleştirme işlemini ifade ediyorsa sosyal güvenlikten yararlanan toplam insan sayısı yine değişmeyecek ve istenen amaç gerçekleşmeyecektir. Kısacası durum çok net. Emperyalist-kapitalist sistem ve yerli işbirlikçileri, şimdilik birazcık erteleseler de, emekçi halka, bize karşı savaş ilan etmişlerdir. Gözlerini diktikleri şey, onca yıldır kazanılmış haklarımızdır ve eğer direnmezsek bunları elimizden almakta tereddüt etmeyeceklerdir. Direnmenin ilk koşulu ise, her şeyden önce medya tekellerinin zihnimizde yarattığı korkunç kirlenmenin sökülüp atılmasıdır. Bu alanda asıl yapmamız gereken şey, bütün bu dalkavuk takımını “açık konuşmaya” zorlamaktır. Karşımıza çıkıp, “ekonominin ihtiyaçları”, “makro dengeler”, vs. gibi karışık laflara başvurmadan açıkça “evet, biz sizin hayatınızı mahvetmek istiyoruz” demek zorunda kalmalıdırlar. Önümüzdeki süreçte bu, emekçilerin ve devrimci sosyalistlerin temel görevlerinden biridir.

 


 

 

 

 

 

sbarikat07@gmail.com
Devrimci Sosyalist Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
Yönetim Yeri: Nurtepe Mah. Cemre Sk. No: 2 Kağıthane-İstanbul