Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini


 

 

34. Sayı - Ekim 2005

1980’lerden beri bütün dünyada özelleştirme çılgınlığı ve emekçilerin bu saldırıya karşı direnişleri her zaman önemli bir gündem maddesi oldu. Sık sık şu ya da bu ülkede patlayan ayaklanmaları, fabrikalarını işgal eden işçilerin gösterilerini, vb. televizyonlarda izledik, gazetelerde okuduk. Bütün bunların son yirmi yıla, daha da özel olarak son on yıla denk düşmesi kuşkusuz rastlantı değildi. Çünkü, yeni tarihsel sürecin en belirgin emperyalist politikalarından biri olarak neoliberalizm, esas olarak bütün kamu işletmelerinin ve kamu hizmetlerinin özelleştirilerek yağma edilmesine dayanıyordu ve bu, gerek işçi sınıfı, gerekse de halkların çoğunluğunun hayatında tam bir yıkım anlamına geliyordu.
Neoliberalizme göre oyunun kuralları belliydi: Devlet, ekonomik faaliyete müdahale etmekten vazgeçecek, (ki bu aslında devletin kamu kurumlarını değil sadece tekelleri koruması anlamına geliyordu) küçültülecek, (ki bu onun tam bir terör aygıtı haline gelmesi demekti) ve böylece sermaye akışının önündeki bütün engeller kaldırılacaktı. 1980’lerden sonra, özellikle de 90’larda, özelleştirme ve liberalizasyon uygulamaları ile sosyal devlet kurumlarının giderek tasfiye edilip sömürünün katmerleştiği bir militarist devleti türünün inşası hız kazandı. 1980’li yıllarda, neoliberal ideolojinin sunduğu “minimal (küçük) devlet”, “optimal (en uygun) devlet” söylemleri altında gerçekleştirilen bu tasfiye sürecinin perdelenmesi ve toplumsal alanda meşruluk kazanması için devlet dairelerinde ve kamu işletmelerinde yaşanan hantal geleneksel bürokratik yapılanmaya karşı cephe açıldı. İdeolojik önermelerinde hedefleri hantal, işlevsiz devlet örgütlenmesinin yerine şirket mantığında işleyecek bir yapılanma öngörülüyordu.
Aynı zamanda neoliberal söylem, özelleştirmenin sermayeyi tabana yaydığını ve refah ortamı yarattığını iddia ediyor, bugünkü devlet yapısının asalaklığını bu yönde kullanıyordu.
Özelleştirme furyasının yeni-sömürgelerdeki sonucu bir felaket oldu, olmaya da devam ediyor. Çünkü emperyalist boyunduruk altındaki ülkede böylece bağımlılık artıyor, emekçilerin elindeki son tutanak noktaları da tasfiye ediliyordu. Metropol ülkelerde ise sonuçlar daha az ağır olmadı; milyonlarca insan daha zor koşullara mahkum olurken, hatırı sayılır miktarda insanda işinden oldu, dip yoksulluğuna sürüklendi.
Ama aynı zamanda bu süreç, büyük mücadelelerin de sahnesi oldu. 1990’ın başındaki çöküşün ilk şaşkınlığını attıktan sonra bütün dünyada emekçiler bu büyük saldırı karşısında mücadeleye giriştiler. Kimi yerlerde çok sert, kimi yerlerde uzlaşmalarla birlikte yürüyen bu mücadele, yeni yüzyılın da ilk beş yılına damgasını vurdu. 1980’li yıllarda ilk olarak İngiltere, Şili, Arjantin ve Meksika’da başlatıldığından beri özelleştirme saldırısı, her zaman solun da gündemini belirledi.
Bugün, dünya halklarıyla birlikte yaşadığımız ortak sorun olan özelleştirmeye karşı neler yapılabileceğini anlamamız açısından Neo-liberalizmin dünya halkları üzerinde özelleştirme politikaları ile yarattığı yıkımı ve bu yıkımlara karşı verilen direnişleri, bir kez daha anımsamak yararlı olacaktır.

Özelleştirme Felakettir: İngiltere’nin Besili Kedileri!
Özelleştirmede İngiliz deneyimi, her şeyden önce “özelleştirmenin serveti tabana yaydığı” yalanının en çok açığa çıktığı deneyim olmuştur. İngiliz halkının “besili kediler” adını taktığı özelleştirme zenginleri dışında kimse bu “zenginleşme”den yararlanamadığı gibi, ciddi bir yoksullaşma “üstünde güneş batmayan imparatorluğu”nun son yirmi yıldaki kaderi olmuştur. 1998’de İngiltere nüfusunun %25’i, yani yaklaşık 14 milyon kişi yoksulluk sınırının altında yaşıyordu.
Emeklilerin ise yaklaşık %30’u yoksulluk içindedir. 1979’da İngiltere’nin en yoksul gelir diliminin gelir payı %4 iken bu rakam 2000’lerde %2’ye düşmüştür. Özellikle yabancılar/göçmenler söz konusu ise yoksulluk oranları % 58’lere kadar yükselmektedir. Bugün İngiltere’de 9.5 milyon insan evlerini sağlıklı biçimde ısıtma olanağından, 7.5 milyon kişi sosyal faaliyetlere katılma olanağından, 4 milyon kişi taze sebze/meyve yiyebilme olanağından ve 8 milyon kişi beyaz eşya edinme olanağından yoksundur.
Elektrik idaresinin özelleştirilmesinden beri milyonlarca yoksul insan fatura ödeyemediği için elektrik kullanamamakta ve elektrik saati olmayan evlerin sayısı yüz binleri bulmaktadır.
Thatcher’la başlayıp İşçi Partisi-Blair’le devam eden özelleştirme furyasının en trajik sonuçları ise demiryolları alanında olmuştur. Devletin resmi işletmesi olan British Rail’in (Devlet Demir Yollan) talan edilmesinden sonra 25 ayrı demiryolu ortaya çıkmış, ama sonuçta ortaya bir yandan tarihin gördüğü en kötü hizmetler çıkarken diğer yandan da bilet fiyatları artmış, ardarda yaşanan kazalar İngiliz halkı için kabus haline gelmiştir. Öyle ki, 2000 yılı kapanırken yaşanan büyük bir tren kazasının ardından yapılan anketlerde, çeşitli politik görüşlerden insanların % 61’i kamu hizmetlerinin devlet tarafından yapılmasını belirtmişlerdir.

Özelleştirme Felakettir: Kanada’da Su İşletmeleri!
Kanada, özelleştirmenin en ağır sonuçlarından birini 2000 yılının Temmuz ayında Ontario kentinin Walkerton kasabasında yaşadı. İçinde koli basili bulunduğu anlaşılan içme suyu 7 kişinin ölümüne, yüzlerce kişinin ağır şekilde hastalanmasına neden oldu. Koli basilinin haftalarca süren yağmurlar sonucu, hayvan dışkısının toprak tarafından emilip içme su kuyularına sızmış olduğu anlaşılmıştı. Ama sorun şuydu ki, bütün bunlar olurken daha önce kamunun malı olan laboratuarlar özelleştirilmiş ve bunun sonucunda sık sık su numunelerinin analizini yapan laboratuar elemanlarının yüzde 42’si özel şirket tarafından işten çıkarılmış, eskiden 113 olan laboratuvar elemanı sayısı birkaç ayda 42’ye inmişti.
Basit bir örnek gibi görünüyor ama son derece çarpıcı. Çünkü bu tablo gelişkin kapitalist ülkelerdeki insanların pek alışık olmadıkları felaketlerin bile kâr hırsıyla yaratılabildiğini gösteriyor.

Özelleştirme Felakettir: Rusya Ananın Açlığı
Sovyetlerin çöküşünden sonra tam bir “özgürlük” ortamında her şeyin güllük gülistanlık olacağına yemin billah edenlerin mumu çok kısa sürede söndü! Özelleştirmenin Rusya’daki sonucu yalnızca mafyanın yükselişi ve korkunç bir yoksulluk oldu.
Özelleştirmenin uygulandığı 1990-1995 yılları arasındaki süreçte, Rusya’nın yıllık ulusal geliri yüzde 62 gibi korkunç bir oranda düşüş gösterdi.
Özelleştirmeden sonra Rusya’nın sanayi üretimi de sürekli düşüş göstermiştir. Aralık 1996 rakamlarına göre düşüş, bir yıl öncesine göre yüzde 6,8 oranında olmuştur. 1990-1996 yılları arasında, yani özelleştirme sürecinde, et üretimi, süt üretimi, yumurta üretimi, şekerkamışı üretimi ve ay çiçeği üretimi sürekli düşüş göstermiştir.
1991-1995 yıllan arasında (Sovyet döneminde hiç tanışmadığı bu kavramla tanışan) Rusya’da yıllık enflasyon yüzde 221,1 olmuştur.
Özelleştirme sonrası Rusya’da 24 milyon insan, yoksulluk sınırının altına düştü. Yani özelleştirme, toplam nüfusun yaklaşık yüzde 17’sini açlığa mahkum etmiştir!
1995 yılında Rusya’da 2,2 milyon kişi ölmüş, 1,4 milyon bebek doğmuştur. Ölenlerin doğanlardan fazla olduğu bu durum,1996 ve 1997 yıllannda da devam etmiştir. 1990 öncesi, yani özelleştirme öncesi 150 milyon nüfusluk Rusya’da yaşam süresi ortalama 72-75 yaş iken, bugün Afrika ortalaması olan 58’e düşmüştür.
Rusya’nın yalnız bir kentinde, St.Petersburg’da, 10-16 yaşlan arasında 60 bin evsiz barksız çocuk sokaklarda, metro istasyonlarının merdivenlerinde, kapı önlerinde yatıp kalkmakta ve uyuşturucu ve seks tacirlerine yem olmaktadır. 1997’de yalnızca bu kentte, yüzden fazla çocuk sokaklarda soğuktan donarak ölmüştür.
Öte yandan, Dünya Bankasına göre Rusya’dan 1992-1996 yılları arasında, yani özelleştirme sürecinde dışarıya 88.7 milyar dolar kaçırılmıştır. Aynı süreçte, yani 1992-1996 arasında Rusya, IMF’den 57 milyar dolar, uluslararası finans kurumlarından ise 15 milyar dolar borç almıştır. Yani, Rusya’dan dışarıya kaçırılan paranın toplamı, Rusya’nın IMF’den aldığı borçtan fazladır!
Özelleştirme zenginleri ise Rusya’ya özgü yeni bir mafya türü olarak gündemdedir. Örneğin 1990’da planlama kurumunun bir memuru iken 1995’lerde bir yandan Ulusal Güvenlik Danışmanı olan diğer yandan da 3 milyarlık servet yapan Berezovski bunlardan biridir. Berezovski, bugün Rusya’nın en büyük TV kanalına, bir petrol şirketine ve araba satan mağazalar zincirine sahip dev bir şirketin imparatorudur.
Rus Ortodoks Kilisesi ise yılda 2 milyar dolarlık cirosu ile dev bir sanayiyi denetlemektedir. Kilise bugün, Rusya’nın en büyük tütün ve sigara ithalatçısıdır. Kilisenin başı Rus Patriği Aleksey, Rusya’nın en büyük petrol ihracatçısı MES’in ortağı olup, Rusya’nın en zenginlerinden biri olarak sayılmaktadır. Aynı süreçte İngiliz Chelsea futbol takımını satın alabilecek kadar zenginleşen diğer asalakları ise saymıyoruz bile.
Sonuçta özelleştirme, Rusya için gerçek bir felaket olmuş ve korkunç açlık tabloları ile muazzam zenginliklerin bir arada görüldüğü bir tabloya ulaşmıştır.

Özelleştirme Felakettir: Güney Afrika’da Kolera ve İşsizlik
Güney Afrika’nın trajedisi, kırsal alanlardaki su kaynaklarının özelleştirilmesiyle başladı. Beyazların ırkçı yönetimleri sırasında sağlıklı suları kullanabilme açısından daha rahat olan yoksullar bundan sonra tarihin en büyük salgınını yaşadılar. Yoksullar hayatlarında ilk kez kullandıkları su için para ödemek zorunda bırakıldılar. Su kaynaklarının yeni sahibi şirketler, su faturasını ödeyemeyenlerin sularını kestiler. Sonuç, kolera salgınıydı. Salgın başladıktan sonraki ilk on sekiz ayda Güney Afrika’da 150 bin insan koleraya yakalandı, 250 kişi öldü.
Özelleştirme, yoksulluğa çözüm mü, ölüm mü sorusunun yanıtını Güney Afrikalılar böylece çok kötü bir şekilde öğrendiler.
Öte yandan Güney Afrika İşçi Sendikaları Kongresi’nin raporuna göre, özelleştirme yüzünden 200 bin kişi işini kaybetti, 20 bin konutun faturaları ödenemediği için de elektrikleri kesildi. Böylece Güney Afrika, Mandela yönetiminin IMF ve Dünya Bankası’na teslim oluşunun bedelini ödüyordu. Bu yüzden ülke son 5 yıldır en büyük işçi eylemleriyle sarsılıyor.

Özelleştirme Felakettir: Bolivya’da “Sudan” Bir Ayaklanma!
IMF ve Dünya Bankası, 1990’ların sonunda Bolivya oligarşisine “ekonomini biraz düzeltmek için borç verilmesini istiyorsan devlet malı olan su kaynaklarını ve dağıtım şebekeni özelleştir” emrini vermişti.
Bolivya Hükümeti, ülkenin üçüncü en büyük kenti Cochabamba’daki su kaynaklarının ve dağıtım şebekesinin özelleştirilmesini 1999 yılında kabul etti. Özelleştirme ihalesine bir tek firma katıldı: Amerikan Bechtel Şirketi! Bechtel Şirketi, salt bu ihaleyi kazanabilmek için, kurallar gereği, Bolivya’da, “Aquas del Tunari” adlı paravan bir şube açtı. Cochabamba’nın su kaynakları ve dağıtım şebekesi, 40 yıllığına Aquas del Tunari firmasına devredildi.
Suyu eline geçiren Amerikan şirketi, henüz birkaç hafta geçmeden suya yüzde 150 zam yaptı. Böylece, asgari ücretle, yani ayda 60 dolarla geçinen bir aile, aylık gelirlerinin yüzde 25’ini su faturalarını ödemeye ayırmak zorunda kaldı!
Ancak suyun özelleştirilmesine ve su fiyatlarının fırlamasına tepki gösteren halk yollara döküldü. Grevler ve kitlesel protestolar birbirini takip etti. Hükümet protestocuları şiddet kullanarak dağıtmaya çalışınca, Nisan 2000’de 5 kişi vurularak öldürüldü, bir jandarma linç edildi. Bolivyalı işçileri ve köylüleri örgütleyen sendika lideri Oscar Olivera; öğretmenlerin, öğrencilerin ve aydınların da desteğini alarak, ayaklanmayı tüm Bolivya’ya yaymaya başladı. Sonunda, grevlerin ve ayaklanmanın daha da yayılmasından endişe eden Bolivya Hükümeti geri adım attı, özelleştirmeyi iptal etti, suyun fiyatını eski düzeyine indirdi. Amerikan şirketi Bechtel’in Bolivya’daki paravan şubesi Aquas del Tunari apar topar kapatılıp Amerika’ya dönmek zorunda kaldı. Böylece bir öykü sona erdi. Ama çok geçmeden Bolivya, yeni özelleştirme maceraları ve ayaklanmalar yaşayacaktı.

Özelleştirme Felakettir: Kolombiya’da Sendikacı Olmak!
“Benim ülkemde özelleştirme, suikastlarla yürütülür!”
Yukarıdaki sözler, Kolombiya’da “Kamu Çalışanları Sendikası” liderinin sözleridir.
IMFin buyruğundaki hükümetin ve patronların, özelleştirme karşıtlarına karşı tavrı hep vahşice olmuştur. Yalnız bir yıl içinde, 2001 yılında, Kolombiya’da 160 sendikacı öldürülmüştür.
Uluslararası Özgür Sendikalar Konfederasyonu’nun Mart 2003 tarihli raporuna göre, sendikacılar için dünyada en tehlikeli ülke, Kolombiya’dır. Kolombiya’daki Ulusal İşçi Okulu’nun verdiği bilgiye göre, 2002 yılı içinde, Kolombiya’da 172 sendikacı öldürülmüştür.
Tüm bu cinayetler, ya askerler ya da hükümetin ve patronların denetimindeki paramiliter örgütler tarafından gerçekleştirilmiştir. ABD Hükümeti her yıl Kolombiya Ordusu’na bir milyar dolar yardım vermektedir. Bu yardımın, uyuşturucu trafiğinin önlenmesi için verilmekte olduğu söylense de, aslında bu paraların, emperyalizmin neo-liberal politikalarından olan özelleştirmeye karşı direnen devrimci demokrat sendikacıları öldürmekle görevli paramiliterlerin, yani silahlı örgütlerin cebine girdiğinin kanıtları bulunmaktadır.
Örneğin IMF’nin emriyle Kolombiya Hükümeti 2002 yılının başlarında, ülkenin ikinci en büyük kenti Cali’de; elektrik, su, kanalizasyon ve telekomünikasyon hizmetlerini özelleştireceğini duyurdu. Bunun üzerine, Cali Belediyesi Çalışanları Sendikası (SINTRAEMCALI) işçileri, özelleştirmeye karşı ayaklandı. 25 Aralık 2001 günü, Cali Belediye Merkez Binası’nı basarak işgal ettiler. Bu işgal 31 Ocak 2002 tarihine kadar sürdü, yani Cali Belediye Merkez Binası tam 36 gün özelleştirme karşıtı işçilerin işgalinde kaldı.
16 Haziran 2002 günü ise SINTRAEMCALI sendikasının başkanı Louis Enrique’e karşı suikast girişiminde bulunuldu. Yani Kolombiya usülü özelleştirme böyle yürüyor: Direnenleri öldürerek!

Özelleştirme Felakettir: Arjantin Ayaklanması
1997 yılına kadar Arjantin, IMF’in verdiği tüm emirleri yerine getirerek kamu mallarını sürekli satıp özelleştirdi. 1997 yılına gelindiğinde ise Arjantin’in özelleştirmeler sonucu elde ettiği 14 milyar doların tamamının IMF’ye dış borç ödemesi olarak verilmiş olduğu ortaya çıktı. IMF, önce Arjantin’i yüksek faizli kredilerle borçlandırmış, sonra da alacaklarını alabilmek için özelleştirme politikalarını Arjantin’e dayatmıştı. Aslında bu oyun, IMF’nin tüm Üçüncü Dünya Ülkeleri denilen yeni-sömürge ülkelerde oynadığı klasik bir oyundu.
Sonuçta, ülkede işsizlik oranı yüzde 24’ün üzerine çıktı. 35 milyonluk nüfusun yarısı yoksullardan oluşuyor, fiyatlar sürekli artıyordu. Bu ortamda, hükümetin işsizlik ödeneklerini düşürmesi yoksullar arasında çok ciddi yeni sorunlar ortaya çıkarıyordu.
Bu süre içinde halkın öfkesi patlamaya başladı. 2001’de ise tarihin en büyük ayaklanmalarından biri gerçekleşti. Öyle ki, birkaç haftada başkanlar değişti, hükümetler birbirini izledi. 10 Aralık 2001’deki ayaklanma, yağmalama ve protestolar Başkan Fernando de la Rúa hükümetinin düşmesi ve 26 kişinin ölümüyle son bulmuştu.
Sonuçta bugün Arjantin, kıtanın en yoksul ülkelerinden biri haline gelmiştir ve sık sık ayaklanmalarla sarsılmaktadır.

Özelleştirme Felakettir: Malezya’nın Çöküşü
Özelleştirme politikalarının Asya’daki en hevesli uygulayıcılarından biri 80’li yıllarda Malezya hükümetiydi. 1983’te başlayan özelleştirmelerde Malezya, “açık ihale” yöntemi de uygulamamış, böylece hükümet, özelleştirilecek devlet mallarını kendisine politik yönden yakın olanlara veya bakanların özel yakınlarına havale etmiştir! Aralık 1986’da Malezya Hükümeti, devlet sırlarıyla ilgili yasaya bir ekleme yaptı. Bu eklemeyle, özelleştirme ile ilgili bilgiler de “devlet sırrı” sayılacak, hiçbir kimseye hiçbir şekilde açıklama yapılmayacaktı. Yani hükümetin, hangi devlet malını kime, kaça ve hangi şartlarda pazarladığı, bir devlet sırrı olarak gizli kalacaktı.
1983 yılından 2000 yılına kadar Malezya’da 434 özelleştirme projesi gerçekleştirildi. Enerji, telekomünikasyon, otoyolları, limanlar, su, TV kanallarından tutun da otoparkların yönetimi ve çöp toplama hizmetlerine varıncaya kadar, çok yaygın bir özelleştirme yaşandı.
Buna karşın özelleştirme sonrasında Malezya’da ekonomik durgunluk da başladı. 1990 yılına varıldığında, Malezya’da fakirlik çizgisi altında yaşayan ailelerin sayısı, toplam aile sayısının yüzde 17’sine çıkmıştı. Bu arada Malezya’da 1983-1996 yılları arasında 109 devlet kuruluşu özelleştirildi, 56 altyapı projesi (yol, su elektrik) özel sektöre verildi. Malezya Hükümeti, özelleştirmelerde yabancı yatırımcılara hiçbir güçlük çıkarmadı. Bu nedenle, Malezya’nın Telefon İşletmesi’nin özelleştirilmesinde en büyük payı yabancılar aldı.
Malezya özelleştirme sonrası, özel sektörün eline geçen şirketlerde beklenilen verimlilik artışı sağlanamadı. Üstelik özelleştirmeden sonra telefon ücretleri yüzde 30 oranında arttı. Sağlık hizmetleri ve eğitim büyük oranda paralı oldu. Elektrik ve su ücretleri arttı. Bazı tüketim maddelerinin fiyatı yükseldi.
Örneğin dünyada, karayollarını özelleştiren ülkelerin başında Malezya gelmektedir. Malezya’yı, Tayland’a ve Singapur’a bağlayan Kuzey-Güney Otoyolu, “yap-işlet-devret” kontratı olarak United Engineers adlı bir şirkete verildi. Bu projenin değeri 610 milyon dolardı. United Engineers adlı şirket, kontrat süresi olan 25 yıl boyunca toplam 13 milyar dolar kâr edecekti. Bu özelleştirme, devlet malının nasıl peşkeş çekildiğinin çok güzel örneklerinden biridir:
Yoğun özelleştirmeler sonucu Malezya hükümeti ve Malezya halkı tam bir şok yaşıyordu. Özelleştirme sonucu özel sektörün eline geçen işletmelerde verimlilik artmadığı gibi, tüm kamu hizmetlerin fiyatları da yüksek oranda artmıştı.
1997 yılına gelindiğinde banka faizleri yükselmeye başlamış, vurgun amacıyla ülkeye girmekte olan yabancı para akımı hızlanmıştı.
“Başlangıçta, IMF önerilerinin çok iyi olduğunu sandık. Ama bizim ekonomimize zarar verdiler. Şimdi biz, darbeyi yedikten sonra, ekonomimizi düzeltme yolları arıyoruz.” Başbakan Mahathir Muhammed sonuçta bu sözleri söylüyordu. Nitekim 15 Mayıs 2000 tarihinde Malezya Hükümeti, daha önce özelleştirilmiş olan Ulusal Kanalizasyon Şebekesi’ni 52 milyon 600 bin dolar ödeyerek geri alıyordu.

Özelleştirme Felakettir: El Salvador’da Özelleştirme
Dünyanın her tarafında yaşanan özelleştirme saldırıları nüfusu 5 milyon olan El Salvador halkına da dayatılmak isteniyor ve hâlen bunun mücadelesi veriliyor.
El Salvador Sosyal Güvenlik Kurumu Çalışanları Sendikası (STISSS), 16 Eylül 2002 günü, hükümetin özelleştirme tehditlerine karşı genel greve gitti. Grevci doktor, hastabakıcı ve sağlık işçileri ülkede 12 hastaneyi kapattılar. Çok sayıda kamu kuruluşu da hükümetin özelleştirme planlarını lanetleyerek grevcilere destek gösterisinde bulundular.
Grevin tüm ülkeye yayılması olasılığıyla karşı karşıya kalan Başbakan Flores’in Hükümeti, eğer grevciler 9 Ekim 2002 günü saat 11.00’e kadar iş başı yapmazlarsa, 341 doktor ve 10 sendika üyesinin görevlerine son vereceği tehdidinde bulunarak krizi tırmandırdı. Buna karşılık 23 Ekim 2002 günü, El Salvador’un başkenti San Salvador’da, ülke tarihinin en büyük protesto yürüyüşü gerçekleştirildi.
En az 200 bin kişi, özelleştirmeye karşı başlattıkları grevin 34. gününde olan sağlık sektörü elemanlarına destek amacıyla yürüdü.
Protestocular, Başbakan Francisco Flores’in, sağlık hizmetlerinin özelleştirilmesini yasaklayacak bir kararnameyi imzalamasını talep ettiler. Ve isterlerse neler yapabileceklerini gördüler.
Grevcilerin kararlılığı, halkın coşkulu desteği ve sendika liderlerinin güçlü örgütçülüğü sonunda, 15 Kasım 2002 günü meclis, sağlık hizmetlerinin özelleştirilmesini yasaklayan yasayı kabul etti. Daha sonra efendilerinin baskısına dayanamayan hükümet, karşı saldırılarını arttırarak 19 Aralık 2002’de özelleştirmeyi yasaklayan yasayı iptal etmeyi başardı. El Salvador’da mücadele hâlâ sürüyor!..




 

 


 

 

 

 

 

sbarikat07@gmail.com
Devrimci Sosyalist Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
Yönetim Yeri: Nurtepe Mah. Cemre Sk. No: 2 Kağıthane-İstanbul