1980’lerden beri bütün dünyada özelleştirme çılgınlığı
ve emekçilerin bu saldırıya karşı direnişleri
her zaman önemli bir gündem maddesi oldu. Sık
sık şu ya da bu ülkede patlayan ayaklanmaları,
fabrikalarını işgal eden işçilerin gösterilerini,
vb. televizyonlarda izledik, gazetelerde okuduk.
Bütün bunların son yirmi yıla, daha da özel olarak
son on yıla denk düşmesi kuşkusuz rastlantı değildi.
Çünkü, yeni tarihsel sürecin en belirgin emperyalist
politikalarından biri olarak neoliberalizm, esas
olarak bütün kamu işletmelerinin ve kamu hizmetlerinin
özelleştirilerek yağma edilmesine dayanıyordu
ve bu, gerek işçi sınıfı, gerekse de halkların
çoğunluğunun hayatında tam bir yıkım anlamına
geliyordu.
Neoliberalizme göre oyunun kuralları belliydi:
Devlet, ekonomik faaliyete müdahale etmekten vazgeçecek,
(ki bu aslında devletin kamu kurumlarını değil
sadece tekelleri koruması anlamına geliyordu)
küçültülecek, (ki bu onun tam bir terör aygıtı
haline gelmesi demekti) ve böylece sermaye akışının
önündeki bütün engeller kaldırılacaktı. 1980’lerden
sonra, özellikle de 90’larda, özelleştirme ve
liberalizasyon uygulamaları ile sosyal devlet
kurumlarının giderek tasfiye edilip sömürünün
katmerleştiği bir militarist devleti türünün inşası
hız kazandı. 1980’li yıllarda, neoliberal ideolojinin
sunduğu “minimal (küçük) devlet”, “optimal (en
uygun) devlet” söylemleri altında gerçekleştirilen
bu tasfiye sürecinin perdelenmesi ve toplumsal
alanda meşruluk kazanması için devlet dairelerinde
ve kamu işletmelerinde yaşanan hantal geleneksel
bürokratik yapılanmaya karşı cephe açıldı. İdeolojik
önermelerinde hedefleri hantal, işlevsiz devlet
örgütlenmesinin yerine şirket mantığında işleyecek
bir yapılanma öngörülüyordu.
Aynı zamanda neoliberal söylem, özelleştirmenin
sermayeyi tabana yaydığını ve refah ortamı yarattığını
iddia ediyor, bugünkü devlet yapısının asalaklığını
bu yönde kullanıyordu.
Özelleştirme furyasının yeni-sömürgelerdeki sonucu
bir felaket oldu, olmaya da devam ediyor. Çünkü
emperyalist boyunduruk altındaki ülkede böylece
bağımlılık artıyor, emekçilerin elindeki son tutanak
noktaları da tasfiye ediliyordu. Metropol ülkelerde
ise sonuçlar daha az ağır olmadı; milyonlarca
insan daha zor koşullara mahkum olurken, hatırı
sayılır miktarda insanda işinden oldu, dip yoksulluğuna
sürüklendi.
Ama aynı zamanda bu süreç, büyük mücadelelerin
de sahnesi oldu. 1990’ın başındaki çöküşün ilk
şaşkınlığını attıktan sonra bütün dünyada emekçiler
bu büyük saldırı karşısında mücadeleye giriştiler.
Kimi yerlerde çok sert, kimi yerlerde uzlaşmalarla
birlikte yürüyen bu mücadele, yeni yüzyılın da
ilk beş yılına damgasını vurdu. 1980’li yıllarda
ilk olarak İngiltere, Şili, Arjantin ve Meksika’da
başlatıldığından beri özelleştirme saldırısı,
her zaman solun da gündemini belirledi.
Bugün, dünya halklarıyla birlikte yaşadığımız
ortak sorun olan özelleştirmeye karşı neler yapılabileceğini
anlamamız açısından Neo-liberalizmin dünya halkları
üzerinde özelleştirme politikaları ile yarattığı
yıkımı ve bu yıkımlara karşı verilen direnişleri,
bir kez daha anımsamak yararlı olacaktır.
Özelleştirme Felakettir: İngiltere’nin Besili
Kedileri!
Özelleştirmede İngiliz deneyimi, her şeyden önce
“özelleştirmenin serveti tabana yaydığı” yalanının
en çok açığa çıktığı deneyim olmuştur. İngiliz
halkının “besili kediler” adını taktığı özelleştirme
zenginleri dışında kimse bu “zenginleşme”den yararlanamadığı
gibi, ciddi bir yoksullaşma “üstünde güneş batmayan
imparatorluğu”nun son yirmi yıldaki kaderi olmuştur.
1998’de İngiltere nüfusunun %25’i, yani yaklaşık
14 milyon kişi yoksulluk sınırının altında yaşıyordu.
Emeklilerin ise yaklaşık %30’u yoksulluk içindedir.
1979’da İngiltere’nin en yoksul gelir diliminin
gelir payı %4 iken bu rakam 2000’lerde %2’ye düşmüştür.
Özellikle yabancılar/göçmenler söz konusu ise
yoksulluk oranları % 58’lere kadar yükselmektedir.
Bugün İngiltere’de 9.5 milyon insan evlerini sağlıklı
biçimde ısıtma olanağından, 7.5 milyon kişi sosyal
faaliyetlere katılma olanağından, 4 milyon kişi
taze sebze/meyve yiyebilme olanağından ve 8 milyon
kişi beyaz eşya edinme olanağından yoksundur.
Elektrik idaresinin özelleştirilmesinden beri
milyonlarca yoksul insan fatura ödeyemediği için
elektrik kullanamamakta ve elektrik saati olmayan
evlerin sayısı yüz binleri bulmaktadır.
Thatcher’la başlayıp İşçi Partisi-Blair’le devam
eden özelleştirme furyasının en trajik sonuçları
ise demiryolları alanında olmuştur. Devletin resmi
işletmesi olan British Rail’in (Devlet Demir Yollan)
talan edilmesinden sonra 25 ayrı demiryolu ortaya
çıkmış, ama sonuçta ortaya bir yandan tarihin
gördüğü en kötü hizmetler çıkarken diğer yandan
da bilet fiyatları artmış, ardarda yaşanan kazalar
İngiliz halkı için kabus haline gelmiştir. Öyle
ki, 2000 yılı kapanırken yaşanan büyük bir tren
kazasının ardından yapılan anketlerde, çeşitli
politik görüşlerden insanların % 61’i kamu hizmetlerinin
devlet tarafından yapılmasını belirtmişlerdir.
Özelleştirme Felakettir: Kanada’da Su İşletmeleri!
Kanada, özelleştirmenin en ağır sonuçlarından
birini 2000 yılının Temmuz ayında Ontario kentinin
Walkerton kasabasında yaşadı. İçinde koli basili
bulunduğu anlaşılan içme suyu 7 kişinin ölümüne,
yüzlerce kişinin ağır şekilde hastalanmasına neden
oldu. Koli basilinin haftalarca süren yağmurlar
sonucu, hayvan dışkısının toprak tarafından emilip
içme su kuyularına sızmış olduğu anlaşılmıştı.
Ama sorun şuydu ki, bütün bunlar olurken daha
önce kamunun malı olan laboratuarlar özelleştirilmiş
ve bunun sonucunda sık sık su numunelerinin analizini
yapan laboratuar elemanlarının yüzde 42’si özel
şirket tarafından işten çıkarılmış, eskiden 113
olan laboratuvar elemanı sayısı birkaç ayda 42’ye
inmişti.
Basit bir örnek gibi görünüyor ama son derece
çarpıcı. Çünkü bu tablo gelişkin kapitalist ülkelerdeki
insanların pek alışık olmadıkları felaketlerin
bile kâr hırsıyla yaratılabildiğini gösteriyor.
Özelleştirme Felakettir: Rusya Ananın Açlığı
Sovyetlerin çöküşünden sonra tam bir “özgürlük”
ortamında her şeyin güllük gülistanlık olacağına
yemin billah edenlerin mumu çok kısa sürede söndü!
Özelleştirmenin Rusya’daki sonucu yalnızca mafyanın
yükselişi ve korkunç bir yoksulluk oldu.
Özelleştirmenin uygulandığı 1990-1995 yılları
arasındaki süreçte, Rusya’nın yıllık ulusal geliri
yüzde 62 gibi korkunç bir oranda düşüş gösterdi.
Özelleştirmeden sonra Rusya’nın sanayi üretimi
de sürekli düşüş göstermiştir. Aralık 1996 rakamlarına
göre düşüş, bir yıl öncesine göre yüzde 6,8 oranında
olmuştur. 1990-1996 yılları arasında, yani özelleştirme
sürecinde, et üretimi, süt üretimi, yumurta üretimi,
şekerkamışı üretimi ve ay çiçeği üretimi sürekli
düşüş göstermiştir.
1991-1995 yıllan arasında (Sovyet döneminde hiç
tanışmadığı bu kavramla tanışan) Rusya’da yıllık
enflasyon yüzde 221,1 olmuştur.
Özelleştirme sonrası Rusya’da 24 milyon insan,
yoksulluk sınırının altına düştü. Yani özelleştirme,
toplam nüfusun yaklaşık yüzde 17’sini açlığa mahkum
etmiştir!
1995 yılında Rusya’da 2,2 milyon kişi ölmüş, 1,4
milyon bebek doğmuştur. Ölenlerin doğanlardan
fazla olduğu bu durum,1996 ve 1997 yıllannda da
devam etmiştir. 1990 öncesi, yani özelleştirme
öncesi 150 milyon nüfusluk Rusya’da yaşam süresi
ortalama 72-75 yaş iken, bugün Afrika ortalaması
olan 58’e düşmüştür.
Rusya’nın yalnız bir kentinde, St.Petersburg’da,
10-16 yaşlan arasında 60 bin evsiz barksız çocuk
sokaklarda, metro istasyonlarının merdivenlerinde,
kapı önlerinde yatıp kalkmakta ve uyuşturucu ve
seks tacirlerine yem olmaktadır. 1997’de yalnızca
bu kentte, yüzden fazla çocuk sokaklarda soğuktan
donarak ölmüştür.
Öte yandan, Dünya Bankasına göre Rusya’dan 1992-1996
yılları arasında, yani özelleştirme sürecinde
dışarıya 88.7 milyar dolar kaçırılmıştır. Aynı
süreçte, yani 1992-1996 arasında Rusya, IMF’den
57 milyar dolar, uluslararası finans kurumlarından
ise 15 milyar dolar borç almıştır. Yani, Rusya’dan
dışarıya kaçırılan paranın toplamı, Rusya’nın
IMF’den aldığı borçtan fazladır!
Özelleştirme zenginleri ise Rusya’ya özgü yeni
bir mafya türü olarak gündemdedir. Örneğin 1990’da
planlama kurumunun bir memuru iken 1995’lerde
bir yandan Ulusal Güvenlik Danışmanı olan diğer
yandan da 3 milyarlık servet yapan Berezovski
bunlardan biridir. Berezovski, bugün Rusya’nın
en büyük TV kanalına, bir petrol şirketine ve
araba satan mağazalar zincirine sahip dev bir
şirketin imparatorudur.
Rus Ortodoks Kilisesi ise yılda 2 milyar dolarlık
cirosu ile dev bir sanayiyi denetlemektedir. Kilise
bugün, Rusya’nın en büyük tütün ve sigara ithalatçısıdır.
Kilisenin başı Rus Patriği Aleksey, Rusya’nın
en büyük petrol ihracatçısı MES’in ortağı olup,
Rusya’nın en zenginlerinden biri olarak sayılmaktadır.
Aynı süreçte İngiliz Chelsea futbol takımını satın
alabilecek kadar zenginleşen diğer asalakları
ise saymıyoruz bile.
Sonuçta özelleştirme, Rusya için gerçek bir felaket
olmuş ve korkunç açlık tabloları ile muazzam zenginliklerin
bir arada görüldüğü bir tabloya ulaşmıştır.
Özelleştirme Felakettir: Güney Afrika’da Kolera
ve İşsizlik
Güney Afrika’nın trajedisi, kırsal alanlardaki
su kaynaklarının özelleştirilmesiyle başladı.
Beyazların ırkçı yönetimleri sırasında sağlıklı
suları kullanabilme açısından daha rahat olan
yoksullar bundan sonra tarihin en büyük salgınını
yaşadılar. Yoksullar hayatlarında ilk kez kullandıkları
su için para ödemek zorunda bırakıldılar. Su kaynaklarının
yeni sahibi şirketler, su faturasını ödeyemeyenlerin
sularını kestiler. Sonuç, kolera salgınıydı. Salgın
başladıktan sonraki ilk on sekiz ayda Güney Afrika’da
150 bin insan koleraya yakalandı, 250 kişi öldü.
Özelleştirme, yoksulluğa çözüm mü, ölüm mü sorusunun
yanıtını Güney Afrikalılar böylece çok kötü bir
şekilde öğrendiler.
Öte yandan Güney Afrika İşçi Sendikaları Kongresi’nin
raporuna göre, özelleştirme yüzünden 200 bin kişi
işini kaybetti, 20 bin konutun faturaları ödenemediği
için de elektrikleri kesildi. Böylece Güney Afrika,
Mandela yönetiminin IMF ve Dünya Bankası’na teslim
oluşunun bedelini ödüyordu. Bu yüzden ülke son
5 yıldır en büyük işçi eylemleriyle sarsılıyor.
Özelleştirme Felakettir: Bolivya’da “Sudan”
Bir Ayaklanma!
IMF ve Dünya Bankası, 1990’ların sonunda Bolivya
oligarşisine “ekonomini biraz düzeltmek için borç
verilmesini istiyorsan devlet malı olan su kaynaklarını
ve dağıtım şebekeni özelleştir” emrini vermişti.
Bolivya Hükümeti, ülkenin üçüncü en büyük kenti
Cochabamba’daki su kaynaklarının ve dağıtım şebekesinin
özelleştirilmesini 1999 yılında kabul etti. Özelleştirme
ihalesine bir tek firma katıldı: Amerikan Bechtel
Şirketi! Bechtel Şirketi, salt bu ihaleyi kazanabilmek
için, kurallar gereği, Bolivya’da, “Aquas del
Tunari” adlı paravan bir şube açtı. Cochabamba’nın
su kaynakları ve dağıtım şebekesi, 40 yıllığına
Aquas del Tunari firmasına devredildi.
Suyu eline geçiren Amerikan şirketi, henüz birkaç
hafta geçmeden suya yüzde 150 zam yaptı. Böylece,
asgari ücretle, yani ayda 60 dolarla geçinen bir
aile, aylık gelirlerinin yüzde 25’ini su faturalarını
ödemeye ayırmak zorunda kaldı!
Ancak suyun özelleştirilmesine ve su fiyatlarının
fırlamasına tepki gösteren halk yollara döküldü.
Grevler ve kitlesel protestolar birbirini takip
etti. Hükümet protestocuları şiddet kullanarak
dağıtmaya çalışınca, Nisan 2000’de 5 kişi vurularak
öldürüldü, bir jandarma linç edildi. Bolivyalı
işçileri ve köylüleri örgütleyen sendika lideri
Oscar Olivera; öğretmenlerin, öğrencilerin ve
aydınların da desteğini alarak, ayaklanmayı tüm
Bolivya’ya yaymaya başladı. Sonunda, grevlerin
ve ayaklanmanın daha da yayılmasından endişe eden
Bolivya Hükümeti geri adım attı, özelleştirmeyi
iptal etti, suyun fiyatını eski düzeyine indirdi.
Amerikan şirketi Bechtel’in Bolivya’daki paravan
şubesi Aquas del Tunari apar topar kapatılıp Amerika’ya
dönmek zorunda kaldı. Böylece bir öykü sona erdi.
Ama çok geçmeden Bolivya, yeni özelleştirme maceraları
ve ayaklanmalar yaşayacaktı.
Özelleştirme Felakettir: Kolombiya’da Sendikacı
Olmak!
“Benim ülkemde özelleştirme, suikastlarla yürütülür!”
Yukarıdaki sözler, Kolombiya’da “Kamu Çalışanları
Sendikası” liderinin sözleridir.
IMFin buyruğundaki hükümetin ve patronların, özelleştirme
karşıtlarına karşı tavrı hep vahşice olmuştur.
Yalnız bir yıl içinde, 2001 yılında, Kolombiya’da
160 sendikacı öldürülmüştür.
Uluslararası Özgür Sendikalar Konfederasyonu’nun
Mart 2003 tarihli raporuna göre, sendikacılar
için dünyada en tehlikeli ülke, Kolombiya’dır.
Kolombiya’daki Ulusal İşçi Okulu’nun verdiği bilgiye
göre, 2002 yılı içinde, Kolombiya’da 172 sendikacı
öldürülmüştür.
Tüm bu cinayetler, ya askerler ya da hükümetin
ve patronların denetimindeki paramiliter örgütler
tarafından gerçekleştirilmiştir. ABD Hükümeti
her yıl Kolombiya Ordusu’na bir milyar dolar yardım
vermektedir. Bu yardımın, uyuşturucu trafiğinin
önlenmesi için verilmekte olduğu söylense de,
aslında bu paraların, emperyalizmin neo-liberal
politikalarından olan özelleştirmeye karşı direnen
devrimci demokrat sendikacıları öldürmekle görevli
paramiliterlerin, yani silahlı örgütlerin cebine
girdiğinin kanıtları bulunmaktadır.
Örneğin IMF’nin emriyle Kolombiya Hükümeti 2002
yılının başlarında, ülkenin ikinci en büyük kenti
Cali’de; elektrik, su, kanalizasyon ve telekomünikasyon
hizmetlerini özelleştireceğini duyurdu. Bunun
üzerine, Cali Belediyesi Çalışanları Sendikası
(SINTRAEMCALI) işçileri, özelleştirmeye karşı
ayaklandı. 25 Aralık 2001 günü, Cali Belediye
Merkez Binası’nı basarak işgal ettiler. Bu işgal
31 Ocak 2002 tarihine kadar sürdü, yani Cali Belediye
Merkez Binası tam 36 gün özelleştirme karşıtı
işçilerin işgalinde kaldı.
16 Haziran 2002 günü ise SINTRAEMCALI sendikasının
başkanı Louis Enrique’e karşı suikast girişiminde
bulunuldu. Yani Kolombiya usülü özelleştirme böyle
yürüyor: Direnenleri öldürerek!
Özelleştirme Felakettir: Arjantin Ayaklanması
1997 yılına kadar Arjantin, IMF’in verdiği tüm
emirleri yerine getirerek kamu mallarını sürekli
satıp özelleştirdi. 1997 yılına gelindiğinde ise
Arjantin’in özelleştirmeler sonucu elde ettiği
14 milyar doların tamamının IMF’ye dış borç ödemesi
olarak verilmiş olduğu ortaya çıktı. IMF, önce
Arjantin’i yüksek faizli kredilerle borçlandırmış,
sonra da alacaklarını alabilmek için özelleştirme
politikalarını Arjantin’e dayatmıştı. Aslında
bu oyun, IMF’nin tüm Üçüncü Dünya Ülkeleri denilen
yeni-sömürge ülkelerde oynadığı klasik bir oyundu.
Sonuçta, ülkede işsizlik oranı yüzde 24’ün üzerine
çıktı. 35 milyonluk nüfusun yarısı yoksullardan
oluşuyor, fiyatlar sürekli artıyordu. Bu ortamda,
hükümetin işsizlik ödeneklerini düşürmesi yoksullar
arasında çok ciddi yeni sorunlar ortaya çıkarıyordu.
Bu süre içinde halkın öfkesi patlamaya başladı.
2001’de ise tarihin en büyük ayaklanmalarından
biri gerçekleşti. Öyle ki, birkaç haftada başkanlar
değişti, hükümetler birbirini izledi. 10 Aralık
2001’deki ayaklanma, yağmalama ve protestolar
Başkan Fernando de la Rúa hükümetinin düşmesi
ve 26 kişinin ölümüyle son bulmuştu.
Sonuçta bugün Arjantin, kıtanın en yoksul ülkelerinden
biri haline gelmiştir ve sık sık ayaklanmalarla
sarsılmaktadır.
Özelleştirme Felakettir: Malezya’nın Çöküşü
Özelleştirme politikalarının Asya’daki en hevesli
uygulayıcılarından biri 80’li yıllarda Malezya
hükümetiydi. 1983’te başlayan özelleştirmelerde
Malezya, “açık ihale” yöntemi de uygulamamış,
böylece hükümet, özelleştirilecek devlet mallarını
kendisine politik yönden yakın olanlara veya bakanların
özel yakınlarına havale etmiştir! Aralık 1986’da
Malezya Hükümeti, devlet sırlarıyla ilgili yasaya
bir ekleme yaptı. Bu eklemeyle, özelleştirme ile
ilgili bilgiler de “devlet sırrı” sayılacak, hiçbir
kimseye hiçbir şekilde açıklama yapılmayacaktı.
Yani hükümetin, hangi devlet malını kime, kaça
ve hangi şartlarda pazarladığı, bir devlet sırrı
olarak gizli kalacaktı.
1983 yılından 2000 yılına kadar Malezya’da 434
özelleştirme projesi gerçekleştirildi. Enerji,
telekomünikasyon, otoyolları, limanlar, su, TV
kanallarından tutun da otoparkların yönetimi ve
çöp toplama hizmetlerine varıncaya kadar, çok
yaygın bir özelleştirme yaşandı.
Buna karşın özelleştirme sonrasında Malezya’da
ekonomik durgunluk da başladı. 1990 yılına varıldığında,
Malezya’da fakirlik çizgisi altında yaşayan ailelerin
sayısı, toplam aile sayısının yüzde 17’sine çıkmıştı.
Bu arada Malezya’da 1983-1996 yılları arasında
109 devlet kuruluşu özelleştirildi, 56 altyapı
projesi (yol, su elektrik) özel sektöre verildi.
Malezya Hükümeti, özelleştirmelerde yabancı yatırımcılara
hiçbir güçlük çıkarmadı. Bu nedenle, Malezya’nın
Telefon İşletmesi’nin özelleştirilmesinde en büyük
payı yabancılar aldı.
Malezya özelleştirme sonrası, özel sektörün eline
geçen şirketlerde beklenilen verimlilik artışı
sağlanamadı. Üstelik özelleştirmeden sonra telefon
ücretleri yüzde 30 oranında arttı. Sağlık hizmetleri
ve eğitim büyük oranda paralı oldu. Elektrik ve
su ücretleri arttı. Bazı tüketim maddelerinin
fiyatı yükseldi.
Örneğin dünyada, karayollarını özelleştiren ülkelerin
başında Malezya gelmektedir. Malezya’yı, Tayland’a
ve Singapur’a bağlayan Kuzey-Güney Otoyolu, “yap-işlet-devret”
kontratı olarak United Engineers adlı bir şirkete
verildi. Bu projenin değeri 610 milyon dolardı.
United Engineers adlı şirket, kontrat süresi olan
25 yıl boyunca toplam 13 milyar dolar kâr edecekti.
Bu özelleştirme, devlet malının nasıl peşkeş çekildiğinin
çok güzel örneklerinden biridir:
Yoğun özelleştirmeler sonucu Malezya hükümeti
ve Malezya halkı tam bir şok yaşıyordu. Özelleştirme
sonucu özel sektörün eline geçen işletmelerde
verimlilik artmadığı gibi, tüm kamu hizmetlerin
fiyatları da yüksek oranda artmıştı.
1997 yılına gelindiğinde banka faizleri yükselmeye
başlamış, vurgun amacıyla ülkeye girmekte olan
yabancı para akımı hızlanmıştı.
“Başlangıçta, IMF önerilerinin çok iyi olduğunu
sandık. Ama bizim ekonomimize zarar verdiler.
Şimdi biz, darbeyi yedikten sonra, ekonomimizi
düzeltme yolları arıyoruz.” Başbakan Mahathir
Muhammed sonuçta bu sözleri söylüyordu. Nitekim
15 Mayıs 2000 tarihinde Malezya Hükümeti, daha
önce özelleştirilmiş olan Ulusal Kanalizasyon
Şebekesi’ni 52 milyon 600 bin dolar ödeyerek geri
alıyordu.
Özelleştirme Felakettir: El Salvador’da Özelleştirme
Dünyanın her tarafında yaşanan özelleştirme saldırıları
nüfusu 5 milyon olan El Salvador halkına da dayatılmak
isteniyor ve hâlen bunun mücadelesi veriliyor.
El Salvador Sosyal Güvenlik Kurumu Çalışanları
Sendikası (STISSS), 16 Eylül 2002 günü, hükümetin
özelleştirme tehditlerine karşı genel greve gitti.
Grevci doktor, hastabakıcı ve sağlık işçileri
ülkede 12 hastaneyi kapattılar. Çok sayıda kamu
kuruluşu da hükümetin özelleştirme planlarını
lanetleyerek grevcilere destek gösterisinde bulundular.
Grevin tüm ülkeye yayılması olasılığıyla karşı
karşıya kalan Başbakan Flores’in Hükümeti, eğer
grevciler 9 Ekim 2002 günü saat 11.00’e kadar
iş başı yapmazlarsa, 341 doktor ve 10 sendika
üyesinin görevlerine son vereceği tehdidinde bulunarak
krizi tırmandırdı. Buna karşılık 23 Ekim 2002
günü, El Salvador’un başkenti San Salvador’da,
ülke tarihinin en büyük protesto yürüyüşü gerçekleştirildi.
En az 200 bin kişi, özelleştirmeye karşı başlattıkları
grevin 34. gününde olan sağlık sektörü elemanlarına
destek amacıyla yürüdü.
Protestocular, Başbakan Francisco Flores’in, sağlık
hizmetlerinin özelleştirilmesini yasaklayacak
bir kararnameyi imzalamasını talep ettiler. Ve
isterlerse neler yapabileceklerini gördüler.
Grevcilerin kararlılığı, halkın coşkulu desteği
ve sendika liderlerinin güçlü örgütçülüğü sonunda,
15 Kasım 2002 günü meclis, sağlık hizmetlerinin
özelleştirilmesini yasaklayan yasayı kabul etti.
Daha sonra efendilerinin baskısına dayanamayan
hükümet, karşı saldırılarını arttırarak 19 Aralık
2002’de özelleştirmeyi yasaklayan yasayı iptal
etmeyi başardı. El Salvador’da mücadele hâlâ sürüyor!..
…
|