Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini


 

 

34. Sayı - Ekim 2005

“Bu halk için değmez!”
Son yirmi yılda bu sözü ne kadar çok duyduk… Hani şu çok yorgunlar, hani şu çok çalışıp devrim için saçını süpürge edenler… Bitmez tükenmez fedakârlıklar yaparak gençliklerini heba edenler…
Şimdilerde gecekondu yıkımları başladı ya, direnişler, örgütlenmeler, vs... Yine kulaklarımız bu sözlerle dolmaya başlayacak, hatta başladı bile. 70’lerdeki gecekondu direnişleri birden aklına düştü kimilerinin; “o vakitler biz çok uğraşmıştık bu işler için, ama sonra ne oldu?”
Sonra ne oldu? “Sonra, sattılar bizi, sırtlarını döndüler…”
Her şeyi ne kadar çok bilir bunlar. Bir onlar bilir zaten, başkası da hiçbir şey bilmez! Son derece basit ve düz bir mantıkları vardır: Bir vakitler alanları, mahalleleri, okulları dolduran binlerce insan şu anda var mı? Yok! Peki bu kimin kusuru? Tabii ki onların, devrimcilerin “kıymetini bilmeyen” görgüsüz emekçilerin! Ha, bu arada dünya alt üst olmuş, bir sürü şey değişmiş, devrimci hareketler alabora olup gerilemişler, ciddi kırılmalar yaşanmış, kendisinin de içinde bulunduğu bir sürü “fedakâr” yan çizmiş, vs. vs... Bunların hiçbiri önemli değildir. O, “heba olmuş”, “boş yere harcanmış” emeğinin peşindedir. Peki bütün bunlar sadece gecekondularda mı yaşanmış? Okullarda ne olmuş? Sendikaların üye sayısı ne kadar düşmüş? En önemlisi de şu: cezaevlerinden tahliye edilen bir kuşağın devrimci kadrolarının ne kadarı bugün politik faaliyetin içinde?
Ne kadar da can sıkıcı sorular...
Çok yorulmuşlardır onlar, çoook! Bu millet için yaptıklarının haddi hesabı yoktur, ne fedakârlıklar, ne acılar… Hani şu “beni ne doktorlar ne mühendisler istedi” esprisinde olduğu gibi aslında onlar isteseler başka neler neler yaparlardı ama işte, kör talih! Tutup devrimci olmuşlar. İsteseler, bugün nerelerde olurlardı ama halk için kendilerini ateşlere atmışlar!
Tam bir kahve muhabbeti… Hani sen de bilirsin, “abi ne çektiysem iyilik yüzünden çektim” diye söze başlarlar ya, işte öyle…
Sanki hayatlarında talihsiz bir ara dönem vardır. Sanki tarlada çalışmışlar da ücretlerini alamamışlar...
Üstelik, ah ah, ne kadar da politiktir onlar. Can çıkar huy çıkmaz; her şeyi terminolojiye uygun yaparlar. Birden sınıfları keşfederler örneğin, birden popülizmin ne kadar kötü bir şey olduğunu anlarlar, birden kaskatı sosyalist ilkelere bağlanıverirler. “Canım biz zaten gecekondulara karşı değil miyiz?” derler, sanki millet babasının keyfinden oralarda oturuyormuş gibi, sanki millet o kötü evleri kendisi tercih etmiş gibi. Ya da sen özelleştirmeden söz ettiğinde “artık bu devletçiliği bir yana bırakalım, ne fark eder ki, patron patrondur işte” derler; patronun patron olduğunu bir onlar bilmektedir dünyada; hatta yüz elli yıl sonra “artı-değer”i yeniden keşfederler büyük bir şatafatla! Ne muhteşem bir başarı! Madem ki artı-değer her yerde artı-değerdir, öyleyse yağmalansın her şey, ne fark eder ki! Dünya kapitalizmi şöyleymiş, yapmak istedikleri-yıkmak istedikleri şuymuş, ne gam! Asıl önemli olan sınıf mücadelesidir! Gerçi bayımız hafiften enine doğru genişlemiş olduğu için artık bu işleri gençlere bırakmış ve köşesine çekilmiştir ama olsun, yine de çenesi durmaz.
“Ama biz sağlıklı kentleşmeden yana değil miyiz?” diye haykırır örneğin. Sanırsın ki sabah akşam oturup kent planlaması yapıyor! Sanki akşam yemeğinden sonra çizgili pijamasını giyip LigTV karşısına çöreklenen o değildir!
“Ama biz sınıf mücadelesinden yana değil miyiz?” diye bağırırlar gürültüyle. Sanırsın ki, gün boyunca fabrika önlerinde bildiri dağıtıp yorulmuş! Sanki, kahvede al papazı ver kızı muhabbeti içinde dumana boğulan o değildir!
“Sınıf bilinci olmayan” işçileri sevmezler... Olanı da sevmezler!
“Lay lay lom gençliği” sevmezler... Ama genç bir insan karşılarına gelip devrim ve sosyalizmden söz etse, onu da sevmezler!
Halk bozulmuştur... Çoook bozulmuştur! Sanki “halk” dediğimiz şey, zemzem suyuyla yıkanmış, “zeki, çevik ve ahlaklı” bir topluluk olmak zorundaymış gibi... Sanki bütün emekçi mahalleleri yıllardır bizzat devlet eliyle çürütülmüyormuş gibi... Sanki okul önlerinde satılan şey uyuşturucu değil de defter kalem silgiymiş gibi...
Biliyorum, uzattım biraz. Ama içimi döküyorum sana, anlamalısın. Anlamalısın ve bunları tanımalısın. Çünkü bunlar var; karşına sık sık çıkacak kadar bol miktarda var üstelik. Bunlarla birlikte değilse de, bunların da olduğu zeminlerde yürüyorsun. Bir bilim dergisinde okumuştum eskiden, “insan” diyordu, “konsantrasyon diye bir özelliğe sahip olmasaydı eğer, yani bütün sesleri ve görüntüleri hiç seçmeden tümüyle algılasaydı, çıldırırdı.”
Çıldırmak biraz abartılı bir sonuç belki; ama bana sorarsan, kulağımızı bütün laflara çanak gibi açmamız da gerekmiyor.
İşimize bakalım... İşimiz de belli: Bu topraklar üzerinde, bu toprakların insanıyla, dönüşerek dönüştürerek devrim yapmak! Ve bu toprakların insanı neredeyse orada, gecekonduda, fabrikada, her yerde ayağımızı yere basmak, sımsıkı basmak...
Kendine iyi bak... Umudunu diri tut...
Gelecek, sen nasıl istiyorsan öyle gelecek!

 


 

 

 

 

 

sbarikat07@gmail.com
Devrimci Sosyalist Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
Yönetim Yeri: Nurtepe Mah. Cemre Sk. No: 2 Kağıthane-İstanbul