Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini


 

 

34. Sayı - Ekim 2005

TMMOB İstanbul İl Koordinasyonu Kurulu Sekreteri Meftun Gürdallar ile kentsel dönüşüm ve yıkımlar üzerine yaptğımız ropörtajı olduğu gibi yayınlıyoruz.

Sosyalist Barikat: Kentsel Dönüşüm Projesi ilk bakışta yalnızca bir gecekondu yıkımı operasyonu gibi görünüyor, daha doğrusu doğal olarak evleri yıkılan insanların cephesinden durum böyle görünüyor. Daha geniş bir açıdan bakıldığında proje sizce son yirmi yıldaki neoliberal politikalar bakımından nereye oturuyor? Projenin gerçek boyutları nedir?
Meftun Gürdallar: Sorun sadece gecekonduların yıkımı sorunu değil. Türkiye çok partili döneme geçtiği zaman batı tipi bir sanayileşme ve kalkınma modelini seçince büyük metropol kentlerde batı kentlerde özellikle İstanbul’da işgücü eksikliği ortaya çıktı. Anadolu’da tarım toplumundan dönüşen insanlar işgücü ihtiyacını karşılamak üzere kentlerin çeperlerinde varoşlarında ucuz iş gücü deposu olarak biriktirildi. Bu yaklaşım içerisinde örneğin başlangıçta Levent’te iki katlı bahçeli konutlar öngörülmüştü. O dönemin İstanbul kentsoylulularının yaşadığı Harbiye, Nişantaşı, Şişli, Taksim gibi lüks semtler, Levent de bir çeper olarak Anadolu’dan gelecek insanlar için öngörülmüşken sonradan göçün boyutları o kadar kontrolsüz hale geldi ki bir anda şehrin etrafı gecekondularla doldu, daha doğrusu devlet gelen insanlara alt yapısı hazır planlı yerler sunmak yerine “başınızın çaresine bakın” dedi. İnsanlar da başlarını sokacak barınaklar oluşturmaya çalıştı. Tabii çoğu sağlıksız, alt yapısız ve plansız yerlerde insanlar yaşamlarını sürdürmeye çalıştı. Tabii kendi kültürlerini de getirdiler, kentin en yeşil yerleri yine onlar oldu. Komşuluğun en iyi olduğu yerler oralardı. İnsanların dostluk ve dayanışması lüks semtlere göre daha iyi oldu ama sonuçta sağlıklı barınma açısından devletin ve kentin imkanlarından bu insanlar yararlanamadı.
Bu süreç 2000’li yıllara geldiğimizde tersine döndü. Çevre vb. nedenlerle sanayi kentin dışına atılmaya başlayınca, bu sefer sanayi bölgesi yakınındaki emekçi deposu denilebilecek gecekondu semtlerine ihtiyaç kalmadı. Dolayısıyla sistem, artık şehrin göbeğinde kalmış olan ve emekçilerin geçici olarak kalmalarına izin verilen arazileri emekçilerden geri almaya başladı. Kentsel Dönüşüm dedikleri şeyin sonuna proje lafını ekliyorlar ama bu projenin bir bilimselliği yoktur. Ama sınıfsallığı vardır. Sınıfsal anlamda bir mücadele alanları yarattılar insanlar için. Oraları 50 yıldır yaşayan insanların elinden alıp artık rant kesimlerine lüks konutlar, büyük gökdelenler yapılmasını öngörüyor belediye. Türkiye’de inşaat sektörü ekonominin motoru gibi kabul edilir. Ekonomiyi hareketlendiren önemli sektörlerden biridir. Bunun arkasına uluslararası finans çevrelerinin rant beklentilerini, mortgage sistemini koyup orta ve üst gelir grubundaki insanlara bu bölgeleri yeniden yapılandırmak üzere açıyorlar. Onlara açarken tabii halka, emekçilere de kapıları kapatıyorlar. Maalesef böyle bir sınıfsal yanı da var.

Sosyalist Barikat: Neden bugün? Yani gecekondu 1940’lardan beri var ve işgücünün ucuzlatılması için göz yumulan bir şeydi her zaman… Şimdi niye birden bu kadar kapsamlı bir operasyon gereği duyuluyor?
Meftun Gürdallar: 1999 Depreminden sonra inşaat sektörü bir tıkanıklık yaşadı. Uzun zamandır kendi rutin işleyişinin dışına çıktı. Konutların güvencesiz, yıkılabileceği, konuta para yatırmanın çok anlamlı olmadığı gibi bir kanı emlak piyasasında yerleşince, 4-5 yıldır inşaat sektörü bir durağanlık yaşıyordu. Tek partili iktidar olan AKP’nin kendine daha fazla güveniyor olması, bir takım yıkım yasalarını meclisteki millet vekillerinin parmak sayısına dayanarak kolaylıkla çıkartabiliyor olması, bundan daha öte küreselleşme rüzgarı altında iktidarın esas olarak uluslararası rant çevrelerinin daha fazla borçlandırma baskısına sıcak bakıyor olması, sıcak para girişini olumluyor olması bu alanları sanki bir yeni kaynakmış gibi ortaya çıkarıyor. Tıpkı ormanların orman vasfını kaybetmiş ve ya kaybettirilmiş bölgeleri 2B diye adlandırıp bu bölgelerin satışında ısrar etmesi gibi bugün kent içinde kalmış alanları da bir şekilde değerlendirmeye açmak istiyorlar. Hükümetin ekonominin iyileştiğine yönelik pompaladığı ön yargılarının da etkisiyle, bir süredir tıkanma yaşayan emlak ve inşaat piyasası bir beklenti içerisine girdi. O sektöre şehir içinde yeni alanlar göstermeleri çok zordu, onun için de gözlerini emekçilerin yaşadığı gecekondu bölgelerine diktiler.

Sosyalist Barikat: Gecekondu 1950’lerden beri bir çemberler sistemi olarak gelişiyor. Bir dönem en dışta olan çember bir süre sonra içte kalıyor ve değer kazanıyor, vs… Burjuvazinin emlak hırsı eskiden bu kadar yoğun değildi. Bu hırsı kışkırtan nedir?
Meftun Gürdallar: Esas olarak burjuvazinin bu hırsını kışkırtan rant beklentisi hakkında ancak şöyle bir şey söylenebilir. Örneğin uluslararası piyasada Amerikan dolarının yıllık faizi yıllık % 3,5 olarak mortgage dediğimiz olayda faiz olarak dönüyor. Ama Türkiye’de bu sistemde bunun iki katı kâr bekleniyor. Yani finans çevrelerinin elinde sermayenin rutin işleyişinde dünyada % 3 faiz elde edecekse burda %10 elde etmeyi öngörüyorlar. Çünkü Türkiye’nin bu iktidarlar aracılığıyla uluslararası sermayenin Türkiye’ye göndereceği paraya çok ihtiyacı var havası yaratıldığı için onlar da başka yerlerde % 3 kazanmak yerine buradan % 10 kazanacaklarını öngörerek gözlerini Türkiye’ye dikmiş durumdalar.

Sosyalist Barikat: TMMOB’taki toplantıda Mücella Yapıcı, üretim birimlerinin ve emekçilerin kent dışına taşınmasından söz etmişti. Böylece sadece alışveriş merkezleri ve eğlenceden ibaret bir kent mi tasarlanıyor? Örneğin Üniversiteler artık kent dışına kuruluyor ve öğrencilerin kent hayatından kopması sağlanıyor. Emekçiler için de durum böyle mi? Kent hayatını etkilemeyecek steril alanlar mı yaratılıyor böylece?
Meftun Gürdallar: Belki beyaz önlüklülerin değil ama giderek lümpenleşen eğlence kesimlerinin yaşayacağı yer ve alan yaratılıyor. Aslında hafızamızı biraz yoklarsak bu, Bedreddin Dalan döneminde, yani Ortadoğu’da Beyrut savaşının olduğu 85-86’lı yıllarda ifade edilen bir uygulamadır. “İstanbul’u Beyrut yapacağız” diye ifade ediyorlardı o zaman. Çünkü Beyrut gerçekten o zamanlar Ortadoğu’nun eğlence ve finans merkeziydi ama savaştan sonra uluslararası çevrelerin oradaki ofisleri dağılmak zorunda kaldı. Can korkusuyla kaçmak zorunda kaldılar, onlar için bir üs aranıyordu. O zaman planlanan “İstanbul’u Beyrut yapma” planları şimdi bu hükümete nasip oluyor. Zaten üretimin de düzgün bir planlaması hiç olmadı. Ya da şöyle diyelim, Türkiye’nin 60’lı yıllarda başlayan planlı kalkınma hamlesine karşılık, sağın yaklaşımı hep plan değil pilav istiyoruz gibi çok demagojik bir yaklaşım oldu. Bu demagojinin bugün geldiği noktada artık nerenin konut alanı, nerenin kültür alanı, nerenin üretim alanı olduğu birbirine karışmış vaziyette. Ve İstanbul giderek şişen bir balon gibi içinde kalan üretim alanlarını dışarı atmak, kusmak ihtiyacı hissediyor. Bu çevresel nedenlerle böyledir, hakikaten sanayi üretimi emperyalist ülkelerde olduğu kadar sıkı olmamakla birlikte çevre kirliliği problemleri yaratıyor. Bunun üzerine çok fazla gidilmiyor ama gene de çevredeki konutları rahatsız eder bir boyuta geldiği için hammadde giriş çıkış trafiği, taşımacılık sıkıntılı hale geldiği için, üretimi kent dışına atmaya çalışıyorlar. Elbette üretimi kent dışına atınca üretimde kullanılacak kol gücünü de o üretime en yakın konumda bulundurmak istiyorlar ki taşıma maliyetleri, ulaşım maliyetleri kendileri açısından en ucuz olsun. Tabii emekçilerin de kent dışında yaşamak gibi sağlam talepleri olamıyor maalesef. Burjuvazinin yaşamaktan anladığı para harcamak. Emekçiler de çok para harcayan kişiler olmadıklarından burjuvazi için kentin içinde kalmaları pek cazip gelmiyor ve emekçileri sürgüne gönderiyorlar.

Sosyalist Barikat: İstanbul gibi metropol kentlerin korkunç bir kargaşa ve çarpık kentleşme örneği oldukları açık. Bunun düzetilmesi gerektiği de açık. Bugün yapılan gerçek bir iyileştirme mi? Daha doğrusu, bir metropol kent insan merkezli bir anlayışla nasıl düzenlenebilir? Siz bir proje yapsanız nelere öncelik verirdiniz?
Meftun Gürdallar: TMMOB kendini hep emekten, halktan yana olarak tanımladı. Elbette yapılacak olan şey emekçi kesimin üreten sınıfların yaşamını kolaylaştıracak düzenlemeler yapmaktır. Ancak biraz önce de söylediğim gibi başından itibaren planlanmış bir kent olmadığı için, malesef üretim alanları konutlarla sarılmış halde kaldı. Bu boş bir araziyi planlamaktan çok daha zor bir plan, proje çalışmasını gerektiriyor. Rehabilite etmek, belli bölgelerde sanayiyi toplamak, belli bölgelerde konut alanlarını toplamak ihtiyacı var. Bu hangi bakış açısıyla yapıldığına bağlı olarak bir anlam kazanır. Emekten yana bir yaklaşım olmazsa elbette emekçilerin konutlarını ranta açmak için, örneğin Zeytinburnu Kentsel Dönüşüm Projesi dedikleri projede ifade ettikleri gibi oradaki tek katlı, iki katlı emekçilerin oturdukları binaları depreme güvenli olmadığı gerekçesiyle boşaltmayı öngörüyorlar, sonra oraya çok katlı alışveriş merkezleri, konutlar ve plazalar yapmayı planlıyorlar. Bunu yaparken de oradan çıkardıkları insanlara bir yer göstermiyorlar. Yani deseler ki, şurada da şöyle bir uydu kent, emekçiler için de kooperatif binaları yapacağız, orada daha sağlıklı, daha ucuz konutlarda yaşamalarını sağlayacağız, insanlar kendi bölgelerini, hakikaten sağlıksız olan gecekondularını oralarla değiştirmeyi öngörecekler. Ama hiç böyle bir yaklaşım yok. Esas mantıkları bu tür yapıları ranta açmak.
Biz yapsak nasıl yaparız, doğrusu bu noktadan sonra çok zor sorunlarla karşı karşıyayız ama esas kriter kentte yaşayan insanın o kentin sahibi olduğunun bilincini geliştirmek olmalı. O alanı emekçiler sahiplenmeli ve oralardan onların sosyal ihtiyaçlarını karşılayacak kültür merkezleri, spor alanları, eğitim merkezleri kendi içinde oluşturulmalı. Şimdi İstanbul’un en büyük sorunlarından bir tanesi şu; 20 binin üzerinde servis aracı, öğrencileri İstanbul’un bir ucundan bir ucuna taşıyor, devamlı bir karmaşa halinde. Anadolu yakasında oturan Avrupa yakasında okula gidiyor. Avrupa yakasında çalışan Anadolu yakasında oturuyor. Bu mantıksız taşımacılık mekanizmasını terse çevirmek gerekir. Ulaşımı kentsel, toplu taşımacılık mantığıyla yapmak gerekir ve emekten yana hakikaten halkın daha rahat yaşayabileceği düzenlemeleri hayata geçirmek gerekir. Onların ulaşım mesafelerinin kolay, rahat ve ucuz hale getirmek gerekir.

Sosyalist Barikat: Yıkımlara karşı mücadele henüz çok zayıf ve tam bir birlikten uzak görünüyor. Umut verici yanyana gelmeler var ama yetersiz. Siz nasıl bir mücadele hattı önerirsiniz emekçilere? Büyük ve güçlü bir birlik bu saldırıyı geriletebilir mi?
Meftun Gürdallar: Elbette her zaman örgütlü yapıların bu konuda kazanım elde etme şansları daha yüksektir. Maalesef dediğiniz gibi kendi başına inisiyatifler oluşturma çabasındaki iyi niyetli unsurlar bulundukları noktalardan hareketle bir şeyler yapmaya çalışıyor. Ancak, parçalı olması güçlerinin bölünmesine neden oluyor. Dolayısıyla bu birlikteliğin mutlak şekilde sağlanması lazım. Birlikteliğin sağlanmaması halinde kapısını kepçe, dozer dayanan mahallelinin kendi başına direniyor olmasıyla bu iş çözülmez. Bir kere mevcut yasal mevzuat içerisinde bile emekçilerin bu işlere direnebilmesi için çeşitli argümanları kullanıyor olmaları lazım. Örneğin hukuk açısından konuyu iyice incelemiş uzmanlara ihtiyaç olduğunu düşünüyorum ve bunun için de örneğin Baro’nun veya yurtsever avukatların bu işin içinde olması lazım diye düşünüyorum. Teknik açıdan biz mimarlar, mühendisler olarak elimizden geleni yapmaya çalışıyoruz. Bu zeminde bir birliktelik oluşturulursa çok daha kuvvetli bir direniş hattı örgütlenebilir diye düşünüyorum. 2 Ekim’deki toplantıda da bahsetmiştim, örneğin tebligat yasası diye burjuva hukukunun kendi içinde kabul ettiği bir olay var. Size yıkım yapılacağı tebliğ edilmediği zaman bir sürprizle sabah kapınıza dayanan kepçe damınızı başınıza yıkamaz. Burjuva hukuku içerisinde de bu mümkün değil ama pratikte uygulama böyle oluyor. Emekçiler belki tebligat yasasının boşluklarını bilmediği için bu böyle oluyor. Muhtara bırakılmış bir kağıt nedeniyle kendilerinin haberi olmadan evleri başlarına yıkılabiliyor. Halbuki bunları bilip, tebligat yasasının gereklerini yapsalar, bu işleri bir sene, altı ay geciktirebilirler. Bu süre içerisinde de güçlü bir örgütlenme oluşturabilirler. Büyükşehir Belediyesi kendi internet sitesinde 80 bin civarında konutun yıkılacağını geçenlerde gün ilan etmiştir. 80 bin konut en az 500-600 bin insan eder, dolayısıyla bu insanların mutlak suretle biraraya gelip güçlü bir örgütlenme oluşturmaları gerekir. Tek tek mahallelerin direnmesi anlamlıdır ama yeterli değildir.

Güzeltepe Onurlu Bir Direniştir
Sosyalist Barikat: Gecekondu yıkımlarında çoğu zaman yıkım biter direniş de biter. Güzeltepe bu konuda iyi bir devamlılık örneği verdi. Bu tür örnekler, yani vazgeçmeme hali, yeterince destek görürse bir etki yaratabilir mi?
Meftun Gürdallar: Güzeltepe değişik bir örnek. Güzeltepe’deki emekçiler, özellikle duraklarda yaşamayı seçmiş durumunda olan 9 aile (ki, durakkondu diye basın da bu konuya epey yer verdi.) çok onurlu bir direniş sürdürüyorlar. Oradaki özgün durum, bu insanların kiracı olması ve kendi güçleriyle kirada oturabilecekleri bir yer talep ediyor olması. Evlerini başlarına yıkan belediyeden kendi ücretlerini ödeyebilecekleri, maaşlarından ayırabilecekleri bir ödeme ile kiracı olacakları yer vermelerini istiyorlar. Belediyeler yasasında da belediyenin görevleri arasında sayılan bir noktadır bu. Belediye kentteki muhtaç insanlara barınacak yer göstermek zorundadır ve belediyeden bunu istiyorlar. Bununla ilgili olarak Büyükşehir Belediyesi Emlak İstimlak Daire Başkanı Mahmut Kocameşe ile de görüştük, defalarca telefon ettik arkasından, telefonlarımıza çıkmıyor kendisi ve kiracıların barınma sorununu yok sayıyor. Aslına bakarsanız, Avrupa’da ve Amerika’da insanlar genellikle mülk sahibi olmayı istemezler. Emekçiler mülk sahibi olmak için bir birikim yapmaları mümkün olmadığı için ancak yaşamlarını devam ettirmeye yeten maaşlarından bir pay ayırıp bir mülk sahibi olmayı tercih etmez. Bu sosyal olduğu kadar siyasi bir tercih de olabilir. İstanbul Büyükşehir Belediyesi insanları illa KİPTAŞ’tan konut almaya zorluyor. Böyle bir yönlendirme çok sınıfsal ve siyasi bir tercihtir. Buna hakkı yoktur belediyenin veya devletin. Kiracılar onurlu bir yaşam içinde kendi elde ettikleri gelirlerinden pay ayırarak kira ödeyip, belediyenin kendi sosyal konutlarında kiracı olabilmelidir. Belediye emekçinin başına evini yıkarken bunun çözümünü düşünmüş olması gerekirdi. O anlamda durakkondularda yaşayan aileler çok güzel bir örneği, çok güzel bir direnişi sürdürüyorlar. Biz de elimizden gelen desteği kendilerine vermeye çalışıyoruz.

“Bilim adamı olmanın gereğini yapmaya devam edeceğiz.”

Sosyalist Barikat: Kentlerin dönüşümü ile ilgili TMMOB ile devlet arasındaki ilişkiyi bize biraz açıklar mısınız?
Meftun Gürdallar: TMMOB kuruluş yasası itibariyle 1954 yılında Amerika’daki örnekleri model alınarak, devlete danışmanlık yapmak üzere mühendislik, mimarlık alanında kurulmuş bir örgüt. Ancak, siyasal mücadele sonucunda devletten koparak, muhalif saflarda, emeğin yanında konumlanma gerçekleştirdiği noktadan itibaren devletle diyalogu iyice zayıflamış durumda. TMMOB, iki yıllık süre içerisinde yüze yakın kongre, sempozyum gerçekleştirdi. Madenler, tarım, sanayi, kent yaşamını planlama, yılda bastığımız kitapları metre ile ölçsek bir metrenin üzerinde bir kalınlık ortaya çıkıyor. Burada hep uzmanların görüşleri var. Ama maalesef gerek yerel yönetimler gerekse de iktidar bu konuda önerilerimize kulak verme niyetinde değil. Şu andaki konum itibariyle TMMOB’un devletle neredeyse bağı kopmuş vaziyette denilebilir. Aslına bakarsanız yasayla kurulmuştur ve örneğin araçlarına siyah plaka takma hakkı vardır TMMOB’un. Ama TMMOB’un hiçbir birimi bu siyah plakayı kullanmaz. TMMOB devletten bağımsızlığını, özerkliğini ilan etmiş durumdadır ve bu muhalif kimliğiyle övünür. Bu anlamda emekten, emekçi halktan yana bir noktada durduğumuz için de söylediklerimiz genellikle devlet ve yerel yönetimler tarafından “bunlar solcudur, ne derse desin boş ver” türünden kulak arkası ediliyor. En azından doktor, mimar olduğunu söyleyen İstanbul Belediye Başkanı ulaşım ve kentleşme konusunda, İstanbul’un depreme karşı sağlıklı bir yapılanmaya dönüştürülmesi konusunda görüşlerimize kulak vermek zorunda ama diğer taraftan örneğin Toplu Konut İdaresi proje prosedürünü, yani devlet kendi tanımladığı bir binanın yapımındaki proje prosedürünü işletmiyor. Gerekçe olarak da konutların maliyetini aşağı çekebilmeyi gösteriyor. Bir bina projesinde 100 milyon, 150 milyon civarında odalara ödenecek bir harçtan kaçmayı kendileri açısından tasarruf olarak gösteriyorlar. Halbuki yine kendi tanımladıklara yasalara göre projelerin odalardan uzmanlık sicil belgelerinin takip edilmesi gerekiyor. Devlet bu diyalogu koparmış durumda. Biz, her ne kadar bu işin doğrusu budur desek de, devlet bunu dinlemek niyetinde değil. Biz doğruları söylemeye devam edeceğiz. Bilim adamı olmanın gereğini yapmaya devam edeceğiz.

 

Sosyalist Barikat: Sorun yalnızca mülkiyet sorunu mu? Sizce doğru talep ya da slogan ne olmalı?
Meftun Gürdallar: Bir kere “İnsanca Bir Yaşam İçin Barınma Hakkı” İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin de kabul ettiği temel insanlık değerlerinden biridir. Bizlerin Türkiye Mimarlar ve Mühendisler Odası Birliği olarak arkasında duracağımız talep insanların barınma hakkıdır. İnsanların tapu elde etmesinin veya oraya buraya işgalci olup, ondan sonra orayı kendi üzerine geçirmesinin arkasında durmamız mümkün değil. Tersine mevcut yasalara aykırı olan her türlü uygulamanın biz de karşısında duruyoruz , Gökkafes’te yaptığımız gibi. Başka diğer örneklerde yaptığımız gibi, insanların barınma hakkı vardır. Belediye sosyal gereksinme olarak bu insanlara barınacak konutları sağlamakla yükümlüdür. Dolayısıyla bunu yapmak zorunda, bunu yapmazsa temel problemlerden birini çözmemiş oluyor. TMMOB’un yaklaşımı insanların tapu sahibi olması, rant sahibi olması veya ranta dönük kazanım elde etmeleri değildir. Biz insanların temel barınma hakkını, yaşama hakkını elde etmelerini sağlamaya çalışıyoruz. Yaklaşımımız bu şekildedir.

Sosyalist Barikat: Bugünkü kent planlamacılığı, kent halkının, emekçilerin iradesini dışlayan bir rant sistemi olarak işliyor. Yani kimse onlara bir şey sormuyor. Bu anlamda yıkımlara karşı mücadele aynı zamanda demokratik bir mücadele alanı değilmi? Yani insanlar aynı zamanda “yaşadığım yer hakkında bana sormadan karar alamazsın” demiş olmuyor mu?
Meftun Gürdallar: Tabii şu anda emekçiler direnişin diğer boyutlarıyla doğrudan fazla ilgilenemiyorlar. Keşke o boyutlarda yani bilinç açısından kentli olabilme, kenti benimsemiş olabilmek, burada gelecek kuşakların, emekçilerin yaşayacağını talep etmek, buna dönük düzenlemeleri, okulu, sosyal konutları, spor sahalarını isteyebilmek noktasında olabilse. Şu andaki emekçilerin yaklaşımı sadece barınabilecekleri yerlerin ellerinden alınmaması şeklinde ama bu mücadele içerisinde, ben biliyorum ki yapılan sohbetlerde bu bilinç gelişiyor. İnsanlar, bunun bir demokrasi mücadelesi olduğunu, bir sınıf mücadelesi olduğunu kavrıyorlar ve gelecek kuşaklara, kendi çocuklarına, çocuklarının geleceğine ilişkin olarak da demokrasi mücadelesinin gereğini yapmakta olduklarının farkına varıyorlar. Kapitalizmin kendi iç çelişkileriyle elbette insanlara dayattığı zorluklar, onlara çıkardığı yaşam güçlükleri, onların siyasi bilincinin gelişmesine de neden oluyor. Bu bilinçlenme süreci umuyorum ki, emekçilerden yana bir kazanım elde edilerek sonuçlanacak. Bu konuda tüm emekçi güçlerini, emek topluluklarının birarada olması faydalı olur diye düşünüyorum.

Sosyalist Barikat: Teşekkürler
Meftun Gürdallar: Ben teşekkür ederim.

 

 


 

 

 

 

 

sbarikat07@gmail.com
Devrimci Sosyalist Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
Yönetim Yeri: Nurtepe Mah. Cemre Sk. No: 2 Kağıthane-İstanbul