TMMOB İstanbul İl Koordinasyonu Kurulu Sekreteri
Meftun Gürdallar ile kentsel dönüşüm ve yıkımlar
üzerine yaptğımız ropörtajı olduğu gibi yayınlıyoruz.
Sosyalist Barikat: Kentsel Dönüşüm Projesi
ilk bakışta yalnızca bir gecekondu yıkımı operasyonu
gibi görünüyor, daha doğrusu doğal olarak evleri
yıkılan insanların cephesinden durum böyle görünüyor.
Daha geniş bir açıdan bakıldığında proje sizce
son yirmi yıldaki neoliberal politikalar bakımından
nereye oturuyor? Projenin gerçek boyutları nedir?
Meftun Gürdallar: Sorun sadece gecekonduların
yıkımı sorunu değil. Türkiye çok partili döneme
geçtiği zaman batı tipi bir sanayileşme ve kalkınma
modelini seçince büyük metropol kentlerde batı
kentlerde özellikle İstanbul’da işgücü eksikliği
ortaya çıktı. Anadolu’da tarım toplumundan dönüşen
insanlar işgücü ihtiyacını karşılamak üzere kentlerin
çeperlerinde varoşlarında ucuz iş gücü deposu
olarak biriktirildi. Bu yaklaşım içerisinde örneğin
başlangıçta Levent’te iki katlı bahçeli konutlar
öngörülmüştü. O dönemin İstanbul kentsoylulularının
yaşadığı Harbiye, Nişantaşı, Şişli, Taksim gibi
lüks semtler, Levent de bir çeper olarak Anadolu’dan
gelecek insanlar için öngörülmüşken sonradan göçün
boyutları o kadar kontrolsüz hale geldi ki bir
anda şehrin etrafı gecekondularla doldu, daha
doğrusu devlet gelen insanlara alt yapısı hazır
planlı yerler sunmak yerine “başınızın çaresine
bakın” dedi. İnsanlar da başlarını sokacak barınaklar
oluşturmaya çalıştı. Tabii çoğu sağlıksız, alt
yapısız ve plansız yerlerde insanlar yaşamlarını
sürdürmeye çalıştı. Tabii kendi kültürlerini de
getirdiler, kentin en yeşil yerleri yine onlar
oldu. Komşuluğun en iyi olduğu yerler oralardı.
İnsanların dostluk ve dayanışması lüks semtlere
göre daha iyi oldu ama sonuçta sağlıklı barınma
açısından devletin ve kentin imkanlarından bu
insanlar yararlanamadı.
Bu süreç 2000’li yıllara geldiğimizde tersine
döndü. Çevre vb. nedenlerle sanayi kentin dışına
atılmaya başlayınca, bu sefer sanayi bölgesi yakınındaki
emekçi deposu denilebilecek gecekondu semtlerine
ihtiyaç kalmadı. Dolayısıyla sistem, artık şehrin
göbeğinde kalmış olan ve emekçilerin geçici olarak
kalmalarına izin verilen arazileri emekçilerden
geri almaya başladı. Kentsel Dönüşüm dedikleri
şeyin sonuna proje lafını ekliyorlar ama bu projenin
bir bilimselliği yoktur. Ama sınıfsallığı vardır.
Sınıfsal anlamda bir mücadele alanları yarattılar
insanlar için. Oraları 50 yıldır yaşayan insanların
elinden alıp artık rant kesimlerine lüks konutlar,
büyük gökdelenler yapılmasını öngörüyor belediye.
Türkiye’de inşaat sektörü ekonominin motoru gibi
kabul edilir. Ekonomiyi hareketlendiren önemli
sektörlerden biridir. Bunun arkasına uluslararası
finans çevrelerinin rant beklentilerini, mortgage
sistemini koyup orta ve üst gelir grubundaki insanlara
bu bölgeleri yeniden yapılandırmak üzere açıyorlar.
Onlara açarken tabii halka, emekçilere de kapıları
kapatıyorlar. Maalesef böyle bir sınıfsal yanı
da var.
Sosyalist Barikat: Neden bugün? Yani gecekondu
1940’lardan beri var ve işgücünün ucuzlatılması
için göz yumulan bir şeydi her zaman… Şimdi niye
birden bu kadar kapsamlı bir operasyon gereği
duyuluyor?
Meftun Gürdallar: 1999 Depreminden sonra
inşaat sektörü bir tıkanıklık yaşadı. Uzun zamandır
kendi rutin işleyişinin dışına çıktı. Konutların
güvencesiz, yıkılabileceği, konuta para yatırmanın
çok anlamlı olmadığı gibi bir kanı emlak piyasasında
yerleşince, 4-5 yıldır inşaat sektörü bir durağanlık
yaşıyordu. Tek partili iktidar olan AKP’nin kendine
daha fazla güveniyor olması, bir takım yıkım yasalarını
meclisteki millet vekillerinin parmak sayısına
dayanarak kolaylıkla çıkartabiliyor olması, bundan
daha öte küreselleşme rüzgarı altında iktidarın
esas olarak uluslararası rant çevrelerinin daha
fazla borçlandırma baskısına sıcak bakıyor olması,
sıcak para girişini olumluyor olması bu alanları
sanki bir yeni kaynakmış gibi ortaya çıkarıyor.
Tıpkı ormanların orman vasfını kaybetmiş ve ya
kaybettirilmiş bölgeleri 2B diye adlandırıp bu
bölgelerin satışında ısrar etmesi gibi bugün kent
içinde kalmış alanları da bir şekilde değerlendirmeye
açmak istiyorlar. Hükümetin ekonominin iyileştiğine
yönelik pompaladığı ön yargılarının da etkisiyle,
bir süredir tıkanma yaşayan emlak ve inşaat piyasası
bir beklenti içerisine girdi. O sektöre şehir
içinde yeni alanlar göstermeleri çok zordu, onun
için de gözlerini emekçilerin yaşadığı gecekondu
bölgelerine diktiler.
Sosyalist Barikat: Gecekondu 1950’lerden
beri bir çemberler sistemi olarak gelişiyor. Bir
dönem en dışta olan çember bir süre sonra içte
kalıyor ve değer kazanıyor, vs… Burjuvazinin emlak
hırsı eskiden bu kadar yoğun değildi. Bu hırsı
kışkırtan nedir?
Meftun Gürdallar: Esas olarak burjuvazinin
bu hırsını kışkırtan rant beklentisi hakkında
ancak şöyle bir şey söylenebilir. Örneğin uluslararası
piyasada Amerikan dolarının yıllık faizi yıllık
% 3,5 olarak mortgage dediğimiz olayda faiz olarak
dönüyor. Ama Türkiye’de bu sistemde bunun iki
katı kâr bekleniyor. Yani finans çevrelerinin
elinde sermayenin rutin işleyişinde dünyada %
3 faiz elde edecekse burda %10 elde etmeyi öngörüyorlar.
Çünkü Türkiye’nin bu iktidarlar aracılığıyla uluslararası
sermayenin Türkiye’ye göndereceği paraya çok ihtiyacı
var havası yaratıldığı için onlar da başka yerlerde
% 3 kazanmak yerine buradan % 10 kazanacaklarını
öngörerek gözlerini Türkiye’ye dikmiş durumdalar.
Sosyalist Barikat: TMMOB’taki toplantıda
Mücella Yapıcı, üretim birimlerinin ve emekçilerin
kent dışına taşınmasından söz etmişti. Böylece
sadece alışveriş merkezleri ve eğlenceden ibaret
bir kent mi tasarlanıyor? Örneğin Üniversiteler
artık kent dışına kuruluyor ve öğrencilerin kent
hayatından kopması sağlanıyor. Emekçiler için
de durum böyle mi? Kent hayatını etkilemeyecek
steril alanlar mı yaratılıyor böylece?
Meftun Gürdallar: Belki beyaz önlüklülerin
değil ama giderek lümpenleşen eğlence kesimlerinin
yaşayacağı yer ve alan yaratılıyor. Aslında hafızamızı
biraz yoklarsak bu, Bedreddin Dalan döneminde,
yani Ortadoğu’da Beyrut savaşının olduğu 85-86’lı
yıllarda ifade edilen bir uygulamadır. “İstanbul’u
Beyrut yapacağız” diye ifade ediyorlardı o zaman.
Çünkü Beyrut gerçekten o zamanlar Ortadoğu’nun
eğlence ve finans merkeziydi ama savaştan sonra
uluslararası çevrelerin oradaki ofisleri dağılmak
zorunda kaldı. Can korkusuyla kaçmak zorunda kaldılar,
onlar için bir üs aranıyordu. O zaman planlanan
“İstanbul’u Beyrut yapma” planları şimdi bu hükümete
nasip oluyor. Zaten üretimin de düzgün bir planlaması
hiç olmadı. Ya da şöyle diyelim, Türkiye’nin 60’lı
yıllarda başlayan planlı kalkınma hamlesine karşılık,
sağın yaklaşımı hep plan değil pilav istiyoruz
gibi çok demagojik bir yaklaşım oldu. Bu demagojinin
bugün geldiği noktada artık nerenin konut alanı,
nerenin kültür alanı, nerenin üretim alanı olduğu
birbirine karışmış vaziyette. Ve İstanbul giderek
şişen bir balon gibi içinde kalan üretim alanlarını
dışarı atmak, kusmak ihtiyacı hissediyor. Bu çevresel
nedenlerle böyledir, hakikaten sanayi üretimi
emperyalist ülkelerde olduğu kadar sıkı olmamakla
birlikte çevre kirliliği problemleri yaratıyor.
Bunun üzerine çok fazla gidilmiyor ama gene de
çevredeki konutları rahatsız eder bir boyuta geldiği
için hammadde giriş çıkış trafiği, taşımacılık
sıkıntılı hale geldiği için, üretimi kent dışına
atmaya çalışıyorlar. Elbette üretimi kent dışına
atınca üretimde kullanılacak kol gücünü de o üretime
en yakın konumda bulundurmak istiyorlar ki taşıma
maliyetleri, ulaşım maliyetleri kendileri açısından
en ucuz olsun. Tabii emekçilerin de kent dışında
yaşamak gibi sağlam talepleri olamıyor maalesef.
Burjuvazinin yaşamaktan anladığı para harcamak.
Emekçiler de çok para harcayan kişiler olmadıklarından
burjuvazi için kentin içinde kalmaları pek cazip
gelmiyor ve emekçileri sürgüne gönderiyorlar.
Sosyalist Barikat: İstanbul gibi metropol
kentlerin korkunç bir kargaşa ve çarpık kentleşme
örneği oldukları açık. Bunun düzetilmesi gerektiği
de açık. Bugün yapılan gerçek bir iyileştirme
mi? Daha doğrusu, bir metropol kent insan merkezli
bir anlayışla nasıl düzenlenebilir? Siz bir proje
yapsanız nelere öncelik verirdiniz?
Meftun Gürdallar: TMMOB kendini hep emekten,
halktan yana olarak tanımladı. Elbette yapılacak
olan şey emekçi kesimin üreten sınıfların yaşamını
kolaylaştıracak düzenlemeler yapmaktır. Ancak
biraz önce de söylediğim gibi başından itibaren
planlanmış bir kent olmadığı için, malesef üretim
alanları konutlarla sarılmış halde kaldı. Bu boş
bir araziyi planlamaktan çok daha zor bir plan,
proje çalışmasını gerektiriyor. Rehabilite etmek,
belli bölgelerde sanayiyi toplamak, belli bölgelerde
konut alanlarını toplamak ihtiyacı var. Bu hangi
bakış açısıyla yapıldığına bağlı olarak bir anlam
kazanır. Emekten yana bir yaklaşım olmazsa elbette
emekçilerin konutlarını ranta açmak için, örneğin
Zeytinburnu Kentsel Dönüşüm Projesi dedikleri
projede ifade ettikleri gibi oradaki tek katlı,
iki katlı emekçilerin oturdukları binaları depreme
güvenli olmadığı gerekçesiyle boşaltmayı öngörüyorlar,
sonra oraya çok katlı alışveriş merkezleri, konutlar
ve plazalar yapmayı planlıyorlar. Bunu yaparken
de oradan çıkardıkları insanlara bir yer göstermiyorlar.
Yani deseler ki, şurada da şöyle bir uydu kent,
emekçiler için de kooperatif binaları yapacağız,
orada daha sağlıklı, daha ucuz konutlarda yaşamalarını
sağlayacağız, insanlar kendi bölgelerini, hakikaten
sağlıksız olan gecekondularını oralarla değiştirmeyi
öngörecekler. Ama hiç böyle bir yaklaşım yok.
Esas mantıkları bu tür yapıları ranta açmak.
Biz yapsak nasıl yaparız, doğrusu bu noktadan
sonra çok zor sorunlarla karşı karşıyayız ama
esas kriter kentte yaşayan insanın o kentin sahibi
olduğunun bilincini geliştirmek olmalı. O alanı
emekçiler sahiplenmeli ve oralardan onların sosyal
ihtiyaçlarını karşılayacak kültür merkezleri,
spor alanları, eğitim merkezleri kendi içinde
oluşturulmalı. Şimdi İstanbul’un en büyük sorunlarından
bir tanesi şu; 20 binin üzerinde servis aracı,
öğrencileri İstanbul’un bir ucundan bir ucuna
taşıyor, devamlı bir karmaşa halinde. Anadolu
yakasında oturan Avrupa yakasında okula gidiyor.
Avrupa yakasında çalışan Anadolu yakasında oturuyor.
Bu mantıksız taşımacılık mekanizmasını terse çevirmek
gerekir. Ulaşımı kentsel, toplu taşımacılık mantığıyla
yapmak gerekir ve emekten yana hakikaten halkın
daha rahat yaşayabileceği düzenlemeleri hayata
geçirmek gerekir. Onların ulaşım mesafelerinin
kolay, rahat ve ucuz hale getirmek gerekir.
Sosyalist Barikat: Yıkımlara karşı mücadele
henüz çok zayıf ve tam bir birlikten uzak görünüyor.
Umut verici yanyana gelmeler var ama yetersiz.
Siz nasıl bir mücadele hattı önerirsiniz emekçilere?
Büyük ve güçlü bir birlik bu saldırıyı geriletebilir
mi?
Meftun Gürdallar: Elbette her zaman örgütlü
yapıların bu konuda kazanım elde etme şansları
daha yüksektir. Maalesef dediğiniz gibi kendi
başına inisiyatifler oluşturma çabasındaki iyi
niyetli unsurlar bulundukları noktalardan hareketle
bir şeyler yapmaya çalışıyor. Ancak, parçalı olması
güçlerinin bölünmesine neden oluyor. Dolayısıyla
bu birlikteliğin mutlak şekilde sağlanması lazım.
Birlikteliğin sağlanmaması halinde kapısını kepçe,
dozer dayanan mahallelinin kendi başına direniyor
olmasıyla bu iş çözülmez. Bir kere mevcut yasal
mevzuat içerisinde bile emekçilerin bu işlere
direnebilmesi için çeşitli argümanları kullanıyor
olmaları lazım. Örneğin hukuk açısından konuyu
iyice incelemiş uzmanlara ihtiyaç olduğunu düşünüyorum
ve bunun için de örneğin Baro’nun veya yurtsever
avukatların bu işin içinde olması lazım diye düşünüyorum.
Teknik açıdan biz mimarlar, mühendisler olarak
elimizden geleni yapmaya çalışıyoruz. Bu zeminde
bir birliktelik oluşturulursa çok daha kuvvetli
bir direniş hattı örgütlenebilir diye düşünüyorum.
2 Ekim’deki toplantıda da bahsetmiştim, örneğin
tebligat yasası diye burjuva hukukunun kendi içinde
kabul ettiği bir olay var. Size yıkım yapılacağı
tebliğ edilmediği zaman bir sürprizle sabah kapınıza
dayanan kepçe damınızı başınıza yıkamaz. Burjuva
hukuku içerisinde de bu mümkün değil ama pratikte
uygulama böyle oluyor. Emekçiler belki tebligat
yasasının boşluklarını bilmediği için bu böyle
oluyor. Muhtara bırakılmış bir kağıt nedeniyle
kendilerinin haberi olmadan evleri başlarına yıkılabiliyor.
Halbuki bunları bilip, tebligat yasasının gereklerini
yapsalar, bu işleri bir sene, altı ay geciktirebilirler.
Bu süre içerisinde de güçlü bir örgütlenme oluşturabilirler.
Büyükşehir Belediyesi kendi internet sitesinde
80 bin civarında konutun yıkılacağını geçenlerde
gün ilan etmiştir. 80 bin konut en az 500-600
bin insan eder, dolayısıyla bu insanların mutlak
suretle biraraya gelip güçlü bir örgütlenme oluşturmaları
gerekir. Tek tek mahallelerin direnmesi anlamlıdır
ama yeterli değildir.
Güzeltepe Onurlu Bir Direniştir
Sosyalist Barikat: Gecekondu yıkımlarında
çoğu zaman yıkım biter direniş de biter. Güzeltepe
bu konuda iyi bir devamlılık örneği verdi. Bu
tür örnekler, yani vazgeçmeme hali, yeterince
destek görürse bir etki yaratabilir mi?
Meftun Gürdallar: Güzeltepe değişik bir
örnek. Güzeltepe’deki emekçiler, özellikle duraklarda
yaşamayı seçmiş durumunda olan 9 aile (ki, durakkondu
diye basın da bu konuya epey yer verdi.) çok onurlu
bir direniş sürdürüyorlar. Oradaki özgün durum,
bu insanların kiracı olması ve kendi güçleriyle
kirada oturabilecekleri bir yer talep ediyor olması.
Evlerini başlarına yıkan belediyeden kendi ücretlerini
ödeyebilecekleri, maaşlarından ayırabilecekleri
bir ödeme ile kiracı olacakları yer vermelerini
istiyorlar. Belediyeler yasasında da belediyenin
görevleri arasında sayılan bir noktadır bu. Belediye
kentteki muhtaç insanlara barınacak yer göstermek
zorundadır ve belediyeden bunu istiyorlar. Bununla
ilgili olarak Büyükşehir Belediyesi Emlak İstimlak
Daire Başkanı Mahmut Kocameşe ile de görüştük,
defalarca telefon ettik arkasından, telefonlarımıza
çıkmıyor kendisi ve kiracıların barınma sorununu
yok sayıyor. Aslına bakarsanız, Avrupa’da ve Amerika’da
insanlar genellikle mülk sahibi olmayı istemezler.
Emekçiler mülk sahibi olmak için bir birikim yapmaları
mümkün olmadığı için ancak yaşamlarını devam ettirmeye
yeten maaşlarından bir pay ayırıp bir mülk sahibi
olmayı tercih etmez. Bu sosyal olduğu kadar siyasi
bir tercih de olabilir. İstanbul Büyükşehir Belediyesi
insanları illa KİPTAŞ’tan konut almaya zorluyor.
Böyle bir yönlendirme çok sınıfsal ve siyasi bir
tercihtir. Buna hakkı yoktur belediyenin veya
devletin. Kiracılar onurlu bir yaşam içinde kendi
elde ettikleri gelirlerinden pay ayırarak kira
ödeyip, belediyenin kendi sosyal konutlarında
kiracı olabilmelidir. Belediye emekçinin başına
evini yıkarken bunun çözümünü düşünmüş olması
gerekirdi. O anlamda durakkondularda yaşayan aileler
çok güzel bir örneği, çok güzel bir direnişi sürdürüyorlar.
Biz de elimizden gelen desteği kendilerine vermeye
çalışıyoruz.
“Bilim adamı olmanın
gereğini yapmaya devam edeceğiz.”
Sosyalist Barikat:
Kentlerin dönüşümü ile ilgili TMMOB ile
devlet arasındaki ilişkiyi bize biraz açıklar
mısınız?
Meftun Gürdallar: TMMOB kuruluş yasası
itibariyle 1954 yılında Amerika’daki örnekleri
model alınarak, devlete danışmanlık yapmak
üzere mühendislik, mimarlık alanında kurulmuş
bir örgüt. Ancak, siyasal mücadele sonucunda
devletten koparak, muhalif saflarda, emeğin
yanında konumlanma gerçekleştirdiği noktadan
itibaren devletle diyalogu iyice zayıflamış
durumda. TMMOB, iki yıllık süre içerisinde
yüze yakın kongre, sempozyum gerçekleştirdi.
Madenler, tarım, sanayi, kent yaşamını planlama,
yılda bastığımız kitapları metre ile ölçsek
bir metrenin üzerinde bir kalınlık ortaya
çıkıyor. Burada hep uzmanların görüşleri
var. Ama maalesef gerek yerel yönetimler
gerekse de iktidar bu konuda önerilerimize
kulak verme niyetinde değil. Şu andaki konum
itibariyle TMMOB’un devletle neredeyse bağı
kopmuş vaziyette denilebilir. Aslına bakarsanız
yasayla kurulmuştur ve örneğin araçlarına
siyah plaka takma hakkı vardır TMMOB’un.
Ama TMMOB’un hiçbir birimi bu siyah plakayı
kullanmaz. TMMOB devletten bağımsızlığını,
özerkliğini ilan etmiş durumdadır ve bu
muhalif kimliğiyle övünür. Bu anlamda emekten,
emekçi halktan yana bir noktada durduğumuz
için de söylediklerimiz genellikle devlet
ve yerel yönetimler tarafından “bunlar solcudur,
ne derse desin boş ver” türünden kulak arkası
ediliyor. En azından doktor, mimar olduğunu
söyleyen İstanbul Belediye Başkanı ulaşım
ve kentleşme konusunda, İstanbul’un depreme
karşı sağlıklı bir yapılanmaya dönüştürülmesi
konusunda görüşlerimize kulak vermek zorunda
ama diğer taraftan örneğin Toplu Konut İdaresi
proje prosedürünü, yani devlet kendi tanımladığı
bir binanın yapımındaki proje prosedürünü
işletmiyor. Gerekçe olarak da konutların
maliyetini aşağı çekebilmeyi gösteriyor.
Bir bina projesinde 100 milyon, 150 milyon
civarında odalara ödenecek bir harçtan kaçmayı
kendileri açısından tasarruf olarak gösteriyorlar.
Halbuki yine kendi tanımladıklara yasalara
göre projelerin odalardan uzmanlık sicil
belgelerinin takip edilmesi gerekiyor. Devlet
bu diyalogu koparmış durumda. Biz, her ne
kadar bu işin doğrusu budur desek de, devlet
bunu dinlemek niyetinde değil. Biz doğruları
söylemeye devam edeceğiz. Bilim adamı olmanın
gereğini yapmaya devam edeceğiz.
|
Sosyalist Barikat: Sorun yalnızca mülkiyet
sorunu mu? Sizce doğru talep ya da slogan ne olmalı?
Meftun Gürdallar: Bir kere “İnsanca Bir
Yaşam İçin Barınma Hakkı” İnsan Hakları Evrensel
Beyannamesi’nin de kabul ettiği temel insanlık
değerlerinden biridir. Bizlerin Türkiye Mimarlar
ve Mühendisler Odası Birliği olarak arkasında
duracağımız talep insanların barınma hakkıdır.
İnsanların tapu elde etmesinin veya oraya buraya
işgalci olup, ondan sonra orayı kendi üzerine
geçirmesinin arkasında durmamız mümkün değil.
Tersine mevcut yasalara aykırı olan her türlü
uygulamanın biz de karşısında duruyoruz , Gökkafes’te
yaptığımız gibi. Başka diğer örneklerde yaptığımız
gibi, insanların barınma hakkı vardır. Belediye
sosyal gereksinme olarak bu insanlara barınacak
konutları sağlamakla yükümlüdür. Dolayısıyla bunu
yapmak zorunda, bunu yapmazsa temel problemlerden
birini çözmemiş oluyor. TMMOB’un yaklaşımı insanların
tapu sahibi olması, rant sahibi olması veya ranta
dönük kazanım elde etmeleri değildir. Biz insanların
temel barınma hakkını, yaşama hakkını elde etmelerini
sağlamaya çalışıyoruz. Yaklaşımımız bu şekildedir.
Sosyalist Barikat: Bugünkü kent planlamacılığı,
kent halkının, emekçilerin iradesini dışlayan
bir rant sistemi olarak işliyor. Yani kimse onlara
bir şey sormuyor. Bu anlamda yıkımlara karşı mücadele
aynı zamanda demokratik bir mücadele alanı değilmi?
Yani insanlar aynı zamanda “yaşadığım yer hakkında
bana sormadan karar alamazsın” demiş olmuyor mu?
Meftun Gürdallar: Tabii şu anda emekçiler
direnişin diğer boyutlarıyla doğrudan fazla ilgilenemiyorlar.
Keşke o boyutlarda yani bilinç açısından kentli
olabilme, kenti benimsemiş olabilmek, burada gelecek
kuşakların, emekçilerin yaşayacağını talep etmek,
buna dönük düzenlemeleri, okulu, sosyal konutları,
spor sahalarını isteyebilmek noktasında olabilse.
Şu andaki emekçilerin yaklaşımı sadece barınabilecekleri
yerlerin ellerinden alınmaması şeklinde ama bu
mücadele içerisinde, ben biliyorum ki yapılan
sohbetlerde bu bilinç gelişiyor. İnsanlar, bunun
bir demokrasi mücadelesi olduğunu, bir sınıf mücadelesi
olduğunu kavrıyorlar ve gelecek kuşaklara, kendi
çocuklarına, çocuklarının geleceğine ilişkin olarak
da demokrasi mücadelesinin gereğini yapmakta olduklarının
farkına varıyorlar. Kapitalizmin kendi iç çelişkileriyle
elbette insanlara dayattığı zorluklar, onlara
çıkardığı yaşam güçlükleri, onların siyasi bilincinin
gelişmesine de neden oluyor. Bu bilinçlenme süreci
umuyorum ki, emekçilerden yana bir kazanım elde
edilerek sonuçlanacak. Bu konuda tüm emekçi güçlerini,
emek topluluklarının birarada olması faydalı olur
diye düşünüyorum.
Sosyalist Barikat: Teşekkürler
Meftun Gürdallar: Ben teşekkür ederim.
|