Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini


 

 

34. Sayı - Ekim 2005

Kentsel Dönüşüm Projesi adı altında emekçilere yönelik olarak başlatılan yıkım saldırısı bir süredir çeşitli mahallelerde direnişle karşılanıyor, yıkım tehdidi altındaki halk ve emek güçleri birlik ihtiyacını her geçen gün daha fazla vurguluyorlar. Birlik, yıkımlar sürecinde gerçek bir ihtiyaç; çünkü yalan perdeleri yırtıldıkça artık gitgide daha fazla anlaşılıyor ki, karşımızdaki olgu basit bir gecekondu yıkımı değil, kentlerin ranta açılarak yeniden paylaşılması sorunudur. Kentlerin yeniden paylaşımı ise savaşsız olmayacaktır.
Bu savaş, küçük küçük direnişleri örgütlemenin yanında topyekûn saldırıya karşı topyekûn bir direnişi de gerektiriyor. Ve şüphesiz bu, aynı zamanda devrimci sosyalist hareketin militan bir devrimci halk hareketi yaratma sürecinin bir parçasıdır. Daha doğrusu, her kitle çalışmasında, her çatışma-çelişki alanında olduğu gibi yıkımlar sorununda da günlük faaliyetle uzun vadeli perspektifler yanyana yürümekte, biriyle diğeri çelişmemektedir. Esasen, daha önceki yazılarımızda da sık sık açıkladığımız gibi devrimci sosyalist yaklaşım açısından hiçbir yerel ya da günlük mücadele-faaliyet alanı salt kendi özgün amaçlarıyla sınırlı, kendi içine kapanık bir zemin oluşturmaz; devrimci sosyalizm, bütün günlük olgulara mutlaka kendi uzun vadeli program ve perspektiflerinin bir parçası olarak bakar.
Yıkımlar sorununda da biz, bütün samimiyetimizle evleri tehdit altında olan emekçilerin yanında oluruz, onların insanca yaşama ve insanca konutlarda oturma hakkını savunuruz, direnişlerin tam ortasında oluruz; bütün bunlar basit pragmatizm değildir. Biz, her şeyden önce barikatların başında kendi devrim programımızın en temel maddelerinden birini, emekçilerin insan yerine konulma-insan gibi yaşama-insanca konutlarda oturma talebini savunmaktayızdır. Ayrıca, bunun da ötesinde biz, yan yana, omuz omuza durduğumuz bu insanların insanca konutlarda oturmalarını, bu hakkı mücadeleyle alıp korumalarını onların kendileri açısından da isteriz. Böylesi kazanımların genel saldırıyı püskürtmekteki yararı, bize sağladığı psikolojik destek ve üstünlük bir yana, biz tek tek emekçilerin de tasalarını ve sevinçlerini paylaşmayı devrimci olmanın doğal bir parçası olarak görürüz. Bütün yoksul hayatını çamur deryaları içinde geçirmiş insanların doğru düzgün bir konutta oturması bize sevinç verir. Sonuçta onlar, yakın ve uzak gelecekte bizimle nasıl bir ilişki kurarlarsa kursunlar, bugün, şu anda kazandıkları şey, haklarıdır. İnsan olarak, emekçi olarak, kadın olarak, çocuk olarak bunu hak etmişlerdir; daha doğrusu bu zaten onların insan olmalarından kaynaklanan haklarıdır. Bu, bir grev sonrasında daha fazla ücret almaya başlayan işçinin durumu gibidir; aldığı ücret, onun hakkının çok çok azıdır aslında. Ama biz yine de onun bu kazanımından sevinç duyarız. Çünkü hak, başka bir şeydir, emekçilerle bizim aramızdaki ilişkinin gelişkinliği ya da zayıflığı başka bir şeydir.
Dolayısıyla devrimci sosyalistler, yıkımlara karşı mücadelenin herhangi bir alanında elde edilen somut sonucun, kazanımın önemli olduğunu düşünürüz ve bu kazanımlarla kendi uzun vadeli perspektiflerimiz arasında pozitif bir ilişki kurarız. Ve bu arada elde edilen kazanımların, özellikle ev sahibi olan emekçilerle devrimcilerin arasını soğuttuğu yolundaki ukalaca laf ebeliklerini de çok ciddiye almayız. Yıkımlara karşı mücadelenin başlangıcından beri bu lafları çok dinledik, dinlemeye de devam ediyoruz. Bugünlerde birileri sık sık “zamanında biz de gecekondular için çok uğraştık ama sonra ev sahibi olup devrimcilere sırtlarını döndüler” gibi laflar ediyor. Bir yandan nihai olarak “bu millet adam olmaz” noktasına varan cümleler kurulurken, diğer yandan da müthiş “sınıfsal” tahliller ortalığı kaplıyor, “devrimcilerin asla mülk kavramını savunamayacakları” gibi aşırı genellemeler yapılıyor.

***
Her şeyden önce bu genellemelerin gerçeğin tamamını yansıtmadığını söylemek zorundayız. Devrimci hareketin bugünkü kadro ve sempatizanları Etiler’den Nişantaşı’ndan değil, yine o pek beğenilmeyen varoşlardan çıkmaktadır, çıkmaya da devam etmektedir, edecektir. Emekçi mahalleleri, doğru çalışma yöntemleri uygulanması koşuluyla hiçbir zaman devrimci güçlere sırtlarını dönmezler, dönmemişlerdir. Tek tek insanların tutumları ne olursa olsun, genel olarak bu böyledir.
Ama bütün bu iddiaların doğru olduğunu bir an için kabul ettiğimizi varsayalım; bu ne anlama gelir? Açıkça söylemek gerekir ki, bu tam bir dargörüşlülük ve fikir tembelliğidir, ukalalıktır.
Öncelikle, ister gecekonduda olsunlar, ister fabrikada, atölyede, emekçilerin devrimci hareketle olan ilişkileri, tek başına şu ya da bu soruna bağlı değildir; bu ilişki her zaman çok daha karmaşıktır. En başta devrimci hareketin kalıcılığı ve sürekliliği olmak üzere bir dizi yerel ve uluslarası durum bu ilişkiyi belirler, biçimlendirir. Yani sözü edilen kopukluk her şeyden önce yalnızca gecekondu halkına özgü bir durum değildir. Yetmişli yıllarda alanları dolduran yüzbinlerce sendikalı emekçi açısından da bir kırılma vardır, öğrenci hareketi açısından da vardır ve en önemlisi, bizzat devrimci örgütlerin sempatizanları, hatta kadroları açısından da aynı kırılma söz konusudur. Bu coğrafyada ve dünyada 1980’ler sonrasında derinliğine işleyen bir kırılma süreci yaşanmış ve bu kırılma işçi sınıfı hareketinde ve devrimci harekette büyük bir erezyona yol açmıştır. Bu kadar karmaşık bir süreci yalnızca mülk sahibi olan gecekondu emekçisinin “hıyaneti”ne bağlamak son derece akılsızca ve dar görüşlü bir yaklaşımdır. Dolayısıyla, oturdukları yerden “biz vaktiyle bu halk için neler yaptık ama bizi sattılar” diyen “yorgun demokrat”ların tutumu aynı zamanda dürüstçe de değildir. Devrimcilerin emekçi mahallelerindeki etkinliğinin son yirmi yılda azalmış olduğu elbette doğrudur; ama bunu anlamak için önce dünyaya ve sonra da mutlaka aynaya bakmak gereklidir. Zayıflama ve gerileme süreci yalnızca gecekondu mahallelerine özgü değildir, insanların ev sahibi olup olmamalarıyla da doğrudan ilgisi yoktur. Sorun, bizzat solun kendisinde, onun kendi kalıcılığını ve sürekliliğini yaratamamasında, bir devrimci yenilenme ve sıçrama yoluyla tıkanan süreci aşamamasındadır.
Bütün bunları yaptığınızda da ortaya harikalar çıkmaz. Hangi dönemde ve nerede olursa olsun zaten devrimci kitle çalışması hep belli oranlar üzerinden yürür. Yani siz yüz kişiye yönelik bir çalışma yapıyorsanız, bu çalışmanın geriye bırakacağı az çok kalıcı ilişkilerin sayısı yaratıcılığınıza, çizginizin doğruluğuna, vb. vb. bağlı olarak belirlenir; ama bu sayı yüzde yüz olmadığında da hayal kırıklığına uğramazsınız. Hiçbir grev firesiz yürümez, hiçbir direniş düz bir çizgide, iniş çıkışlar yaşamaksızın ilerlemez. Bütün sorun, doğru perspektiflerle günlük çalışma yaratıcılığının, iyi hazırlanmış planların, yüksek bir çalışma azminin bir araya getirilmesi ve süreçten mümkün olan en yüksek verimin alınmasıdır. İstenilen düzeyde bir verim alınamadığında ise kenara çekilip ah vah etmek ya da “emekçi halkımız”dan yakınmak anlamsızdır. Yapılması gereken şey, her şeyden ve her şeyden önce kendi aynamıza bakmak, süreci yeniden değerlendirmek ve dağarcığımıza eklediğimiz derslerle yeniden yollara düşmektir.

***
Sonuç olarak biz, bütün diğer kitle çalışmalarında olduğu gibi gecekondu yıkımlarına karşı mücadelede de, açık, somut, kafa karışıklıklarından uzak bir çizgide saf tutarız. Devrimci bir halk hareketi yaratmak istiyorsak eğer, kendi varlığımızı toplumsal çelişkilerin en yoğun, en keskin olduğu yerlere kurarız. Emekçi kitlelerin düzenle karşı karşıya geldikleri her nokta, bizim tam durmamız gereken noktadır. Bunu yaparken, sosyal pratikten uzak, devrim perspektifi olamayan kafaların ürettiği “derin”(!) çözümlemelerle zihnimizi karıştırmayız. Mülk sahipliği meselesinde de bu böyledir. Biz, devasa bir neoliberal saldırının parçası olan yıkımlara karşı emekçilerin yanında, onlarla birlikte saf tutarız. Devrimci sosyalistler olarak, özel bir mülk-tapu talebini savunmayız; biz şimdiye kadar olduğu gibi bundan sonra da “barınma ve insanca yaşama hakkı” talebini öne çıkarır bayrak hale getiririz. Ama aynı sürecin sonunda, emekçiler bu mücadeleyle ev sahibi olurlarsa bunda da özel bir sakınca görmeyiz. Eğer söz konusu olan şey, bir mahalleyi parsellemek ve rant sağlamak isteyen bir mafyatik grup değilse, tek tek emekçilerin yaşamlarını sürdürecekleri evlere sahip olmasından söz ediyorsak, bunu tartışmak bile gereksizdir. Bir mekanda otuz-kırk yıldır yaşamlarını sürdüren insanlar zaten oraya sahiptirler.
Bizim devrimci sosyalistler olarak onlarla ilişkimiz, bu ilişkinin niteliği, kalıcılığı, vb. ise tamamen bizimle, kitle politikalarımızla ilgilidir. Hatta yalnızca bununla da ilgili değildir; bu ilişkinin sağlıklı zeminde yürümesi, devrimci sosyalizmin genel sürecine, ülkenin politik hayatına ne kadar ve nasıl müdahale ettiğine de bağlıdır. Ancak bütün ve parça iç içe geçtiğinde, hayatın her alanında bütünlüklü bir mücadele süreci ördüğünüzde, şu ya da bu özel alandaki ilişkilerin ve örgütlülüğün kalıcılığından emin olabilirsiniz.
Kendisini bir devrim hareketine dönüştürmek isteyen devrimci sosyalizm, bugün tam da bu bütünlüklü süreci örme görevini yerine getirmekte, bu yolda ilerlemektedir. Bu sürecin hiçbir parçası ihmal edilemez. Emekçilerin dünyasında, onların düzenle çeliştikleri her yerde varlığımızı ortaya koymak, öğrenmek ve öğretmek, bütün ilişkilerimizi kalıcılaştırmak, günümüzün yakıcı görevleridir. Bu yolda adımlarımızı sıklaştırmalıyız.

.

 

 


 

 

 

 

 

sbarikat07@gmail.com
Devrimci Sosyalist Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
Yönetim Yeri: Nurtepe Mah. Cemre Sk. No: 2 Kağıthane-İstanbul