Kentsel Dönüşüm Projesi adı altında emekçilere
yönelik olarak başlatılan yıkım saldırısı bir
süredir çeşitli mahallelerde direnişle karşılanıyor,
yıkım tehdidi altındaki halk ve emek güçleri birlik
ihtiyacını her geçen gün daha fazla vurguluyorlar.
Birlik, yıkımlar sürecinde gerçek bir ihtiyaç;
çünkü yalan perdeleri yırtıldıkça artık gitgide
daha fazla anlaşılıyor ki, karşımızdaki olgu basit
bir gecekondu yıkımı değil, kentlerin ranta açılarak
yeniden paylaşılması sorunudur. Kentlerin yeniden
paylaşımı ise savaşsız olmayacaktır.
Bu savaş, küçük küçük direnişleri örgütlemenin
yanında topyekûn saldırıya karşı topyekûn bir
direnişi de gerektiriyor. Ve şüphesiz bu, aynı
zamanda devrimci sosyalist hareketin militan bir
devrimci halk hareketi yaratma sürecinin bir parçasıdır.
Daha doğrusu, her kitle çalışmasında, her çatışma-çelişki
alanında olduğu gibi yıkımlar sorununda da günlük
faaliyetle uzun vadeli perspektifler yanyana yürümekte,
biriyle diğeri çelişmemektedir. Esasen, daha önceki
yazılarımızda da sık sık açıkladığımız gibi devrimci
sosyalist yaklaşım açısından hiçbir yerel ya da
günlük mücadele-faaliyet alanı salt kendi özgün
amaçlarıyla sınırlı, kendi içine kapanık bir zemin
oluşturmaz; devrimci sosyalizm, bütün günlük olgulara
mutlaka kendi uzun vadeli program ve perspektiflerinin
bir parçası olarak bakar.
Yıkımlar sorununda da biz, bütün samimiyetimizle
evleri tehdit altında olan emekçilerin yanında
oluruz, onların insanca yaşama ve insanca konutlarda
oturma hakkını savunuruz, direnişlerin tam ortasında
oluruz; bütün bunlar basit pragmatizm değildir.
Biz, her şeyden önce barikatların başında kendi
devrim programımızın en temel maddelerinden birini,
emekçilerin insan yerine konulma-insan gibi yaşama-insanca
konutlarda oturma talebini savunmaktayızdır. Ayrıca,
bunun da ötesinde biz, yan yana, omuz omuza durduğumuz
bu insanların insanca konutlarda oturmalarını,
bu hakkı mücadeleyle alıp korumalarını onların
kendileri açısından da isteriz. Böylesi kazanımların
genel saldırıyı püskürtmekteki yararı, bize sağladığı
psikolojik destek ve üstünlük bir yana, biz tek
tek emekçilerin de tasalarını ve sevinçlerini
paylaşmayı devrimci olmanın doğal bir parçası
olarak görürüz. Bütün yoksul hayatını çamur deryaları
içinde geçirmiş insanların doğru düzgün bir konutta
oturması bize sevinç verir. Sonuçta onlar, yakın
ve uzak gelecekte bizimle nasıl bir ilişki kurarlarsa
kursunlar, bugün, şu anda kazandıkları şey, haklarıdır.
İnsan olarak, emekçi olarak, kadın olarak, çocuk
olarak bunu hak etmişlerdir; daha doğrusu bu zaten
onların insan olmalarından kaynaklanan haklarıdır.
Bu, bir grev sonrasında daha fazla ücret almaya
başlayan işçinin durumu gibidir; aldığı ücret,
onun hakkının çok çok azıdır aslında. Ama biz
yine de onun bu kazanımından sevinç duyarız. Çünkü
hak, başka bir şeydir, emekçilerle bizim aramızdaki
ilişkinin gelişkinliği ya da zayıflığı başka bir
şeydir.
Dolayısıyla devrimci sosyalistler, yıkımlara karşı
mücadelenin herhangi bir alanında elde edilen
somut sonucun, kazanımın önemli olduğunu düşünürüz
ve bu kazanımlarla kendi uzun vadeli perspektiflerimiz
arasında pozitif bir ilişki kurarız. Ve bu arada
elde edilen kazanımların, özellikle ev sahibi
olan emekçilerle devrimcilerin arasını soğuttuğu
yolundaki ukalaca laf ebeliklerini de çok ciddiye
almayız. Yıkımlara karşı mücadelenin başlangıcından
beri bu lafları çok dinledik, dinlemeye de devam
ediyoruz. Bugünlerde birileri sık sık “zamanında
biz de gecekondular için çok uğraştık ama sonra
ev sahibi olup devrimcilere sırtlarını döndüler”
gibi laflar ediyor. Bir yandan nihai olarak “bu
millet adam olmaz” noktasına varan cümleler kurulurken,
diğer yandan da müthiş “sınıfsal” tahliller ortalığı
kaplıyor, “devrimcilerin asla mülk kavramını savunamayacakları”
gibi aşırı genellemeler yapılıyor.
***
Her şeyden önce bu genellemelerin gerçeğin tamamını
yansıtmadığını söylemek zorundayız. Devrimci hareketin
bugünkü kadro ve sempatizanları Etiler’den Nişantaşı’ndan
değil, yine o pek beğenilmeyen varoşlardan çıkmaktadır,
çıkmaya da devam etmektedir, edecektir. Emekçi
mahalleleri, doğru çalışma yöntemleri uygulanması
koşuluyla hiçbir zaman devrimci güçlere sırtlarını
dönmezler, dönmemişlerdir. Tek tek insanların
tutumları ne olursa olsun, genel olarak bu böyledir.
Ama bütün bu iddiaların doğru olduğunu bir an
için kabul ettiğimizi varsayalım; bu ne anlama
gelir? Açıkça söylemek gerekir ki, bu tam bir
dargörüşlülük ve fikir tembelliğidir, ukalalıktır.
Öncelikle, ister gecekonduda olsunlar, ister fabrikada,
atölyede, emekçilerin devrimci hareketle olan
ilişkileri, tek başına şu ya da bu soruna bağlı
değildir; bu ilişki her zaman çok daha karmaşıktır.
En başta devrimci hareketin kalıcılığı ve sürekliliği
olmak üzere bir dizi yerel ve uluslarası durum
bu ilişkiyi belirler, biçimlendirir. Yani sözü
edilen kopukluk her şeyden önce yalnızca gecekondu
halkına özgü bir durum değildir. Yetmişli yıllarda
alanları dolduran yüzbinlerce sendikalı emekçi
açısından da bir kırılma vardır, öğrenci hareketi
açısından da vardır ve en önemlisi, bizzat devrimci
örgütlerin sempatizanları, hatta kadroları açısından
da aynı kırılma söz konusudur. Bu coğrafyada ve
dünyada 1980’ler sonrasında derinliğine işleyen
bir kırılma süreci yaşanmış ve bu kırılma işçi
sınıfı hareketinde ve devrimci harekette büyük
bir erezyona yol açmıştır. Bu kadar karmaşık bir
süreci yalnızca mülk sahibi olan gecekondu emekçisinin
“hıyaneti”ne bağlamak son derece akılsızca ve
dar görüşlü bir yaklaşımdır. Dolayısıyla, oturdukları
yerden “biz vaktiyle bu halk için neler yaptık
ama bizi sattılar” diyen “yorgun demokrat”ların
tutumu aynı zamanda dürüstçe de değildir. Devrimcilerin
emekçi mahallelerindeki etkinliğinin son yirmi
yılda azalmış olduğu elbette doğrudur; ama bunu
anlamak için önce dünyaya ve sonra da mutlaka
aynaya bakmak gereklidir. Zayıflama ve gerileme
süreci yalnızca gecekondu mahallelerine özgü değildir,
insanların ev sahibi olup olmamalarıyla da doğrudan
ilgisi yoktur. Sorun, bizzat solun kendisinde,
onun kendi kalıcılığını ve sürekliliğini yaratamamasında,
bir devrimci yenilenme ve sıçrama yoluyla tıkanan
süreci aşamamasındadır.
Bütün bunları yaptığınızda da ortaya harikalar
çıkmaz. Hangi dönemde ve nerede olursa olsun zaten
devrimci kitle çalışması hep belli oranlar üzerinden
yürür. Yani siz yüz kişiye yönelik bir çalışma
yapıyorsanız, bu çalışmanın geriye bırakacağı
az çok kalıcı ilişkilerin sayısı yaratıcılığınıza,
çizginizin doğruluğuna, vb. vb. bağlı olarak belirlenir;
ama bu sayı yüzde yüz olmadığında da hayal kırıklığına
uğramazsınız. Hiçbir grev firesiz yürümez, hiçbir
direniş düz bir çizgide, iniş çıkışlar yaşamaksızın
ilerlemez. Bütün sorun, doğru perspektiflerle
günlük çalışma yaratıcılığının, iyi hazırlanmış
planların, yüksek bir çalışma azminin bir araya
getirilmesi ve süreçten mümkün olan en yüksek
verimin alınmasıdır. İstenilen düzeyde bir verim
alınamadığında ise kenara çekilip ah vah etmek
ya da “emekçi halkımız”dan yakınmak anlamsızdır.
Yapılması gereken şey, her şeyden ve her şeyden
önce kendi aynamıza bakmak, süreci yeniden değerlendirmek
ve dağarcığımıza eklediğimiz derslerle yeniden
yollara düşmektir.
***
Sonuç olarak biz, bütün diğer kitle çalışmalarında
olduğu gibi gecekondu yıkımlarına karşı mücadelede
de, açık, somut, kafa karışıklıklarından uzak
bir çizgide saf tutarız. Devrimci bir halk hareketi
yaratmak istiyorsak eğer, kendi varlığımızı toplumsal
çelişkilerin en yoğun, en keskin olduğu yerlere
kurarız. Emekçi kitlelerin düzenle karşı karşıya
geldikleri her nokta, bizim tam durmamız gereken
noktadır. Bunu yaparken, sosyal pratikten uzak,
devrim perspektifi olamayan kafaların ürettiği
“derin”(!) çözümlemelerle zihnimizi karıştırmayız.
Mülk sahipliği meselesinde de bu böyledir. Biz,
devasa bir neoliberal saldırının parçası olan
yıkımlara karşı emekçilerin yanında, onlarla birlikte
saf tutarız. Devrimci sosyalistler olarak, özel
bir mülk-tapu talebini savunmayız; biz şimdiye
kadar olduğu gibi bundan sonra da “barınma ve
insanca yaşama hakkı” talebini öne çıkarır bayrak
hale getiririz. Ama aynı sürecin sonunda, emekçiler
bu mücadeleyle ev sahibi olurlarsa bunda da özel
bir sakınca görmeyiz. Eğer söz konusu olan şey,
bir mahalleyi parsellemek ve rant sağlamak isteyen
bir mafyatik grup değilse, tek tek emekçilerin
yaşamlarını sürdürecekleri evlere sahip olmasından
söz ediyorsak, bunu tartışmak bile gereksizdir.
Bir mekanda otuz-kırk yıldır yaşamlarını sürdüren
insanlar zaten oraya sahiptirler.
Bizim devrimci sosyalistler olarak onlarla ilişkimiz,
bu ilişkinin niteliği, kalıcılığı, vb. ise tamamen
bizimle, kitle politikalarımızla ilgilidir. Hatta
yalnızca bununla da ilgili değildir; bu ilişkinin
sağlıklı zeminde yürümesi, devrimci sosyalizmin
genel sürecine, ülkenin politik hayatına ne kadar
ve nasıl müdahale ettiğine de bağlıdır. Ancak
bütün ve parça iç içe geçtiğinde, hayatın her
alanında bütünlüklü bir mücadele süreci ördüğünüzde,
şu ya da bu özel alandaki ilişkilerin ve örgütlülüğün
kalıcılığından emin olabilirsiniz.
Kendisini bir devrim hareketine dönüştürmek isteyen
devrimci sosyalizm, bugün tam da bu bütünlüklü
süreci örme görevini yerine getirmekte, bu yolda
ilerlemektedir. Bu sürecin hiçbir parçası ihmal
edilemez. Emekçilerin dünyasında, onların düzenle
çeliştikleri her yerde varlığımızı ortaya koymak,
öğrenmek ve öğretmek, bütün ilişkilerimizi kalıcılaştırmak,
günümüzün yakıcı görevleridir. Bu yolda adımlarımızı
sıklaştırmalıyız.
.
|