Devrimci sosyalizm her vesile ile parti sorununu
tüm sorunların anahtarı, yakalanması gerekli ana
halka olarak ele alıyor, yeni tarihsel sürecin
devrimci öznesini yaratmayı önüne koyuyor. Bu
sorun gerçek anlamı ile çözüme kavuşturulamazsa,
ne sosyalist harekette yaşanan kriz aşılabilir,
ne devrimci yenilenme hedefleri yakalanabilir,
ne de bu temelde atılan küçük ama siyasal ve tarihsel
önemi olan adımlar büyütülebilir, hatta kazanım
olarak korunamaz.
Devrimci parti, özünde Türkiye Devrimci Hareketinin
her süreçte en önemli gündem maddelerinden biri
olmuştur. TDH’de ilk devrimci sosyalist irade
1920’de TKP’nin kuruluşu ile somutlanmış ama devrim
için parti sorunu, bir tarihsel süreci işaretleme
açısından o günden bu güne hep önemini korumuş
ve tartışılmıştır. TKP, Ekim devriminin etkisiyle
üç kaynaktan beslenerek kurulmuştur. Avrupa devriminden
ve Marksizmden, özellikle Alman Spartakistler
Birliğinden beslenen ilk kadrolar, İstanbul ve
Anadolu örgütlülüğünün yanı sıra doğrudan Ekim
devrimi ve 3. Enternasyonalin etki ve yönlendirmesi
ile TKP’yi oluşturmuştur. Kurucu kadroların Kemalist
diktatörlük tarafından Karadeniz’de imha edilmesi,
bu komünist iradenin ilk adımda tasfiyesine yol
açmıştır.
Dahası TKP’nin ideolojik-politik düzeyde Kemalizme
yaklaşımı başta olmak üzere, Kürt ulusal sorunu
karşısında almış olduğu tutum, ittifak sorununa
yaklaşımı, programatik açıdan kimi tartışmalı
ve demokratizmle kendini sınırlayan yaklaşımları
önemli sonuçlar olarak ortaya çıkmıştır. TKP,
3. Enternasyonal partisi olarak kurulmuştur; bu
anlamda bu süreçteki hatalar genel, uluslararası
sosyalist hareketin hataları olarak karşımıza
çıkmaktadır. TKP tarihi, kuruluş iradesinin siyasal
ve tarihsel önemi bir yana (ki bu önemlidir, kazanımdır,
tarihimizin önemli bir parçasıdır), örgütsel açıdan
kesintili, bağımlı ve tasfiyeci, politik açıdan
Kemalizme soldan destek veren ve burjuva demokrasisi
ile kendini sınırlayan, Kürt ulusal sorununda
sosyal şovendir.
Dahası kuruluş sürecindeki komünist irade daha
sonra sakatlanmış, uluslararası revizyonizmin
şubesi olmuş, küçük burjuva düşüncesini aşamamıştır.
Aynı biçimde TİP, programatik düzeyde ‘sosyalist
devrim’ ve ‘işçi partisi’ olarak kurulsa da burjuva
demokratizmi aşamamış, hatta TKP’nin yönlendirdiği
yönünde kimi tartışmalara yol açmış bir partidir.
Yani TDH 1920-60 dönemi TKP merkezinde ele alınırken,
1960 sonrası, bu sürecin bir ürünü olarak TİP
ortaya çıkmış, ilk başta tüm sol ve devrimci kesimleri
bünyesinde toplamıştır.
Ancak bu tarihsel süreç, 1965-70 süreci dinamiktir,
SD-MDD ayrışması, anti-emperyalist hareketler,
en önemlisi de dünyadaki gelişmelere paralel 15-16
Haziran işçi direnişi yeni devrimci iradeleri
yaratmıştır. İşte P-C bu sürecin ürünüdür, reformist-legalist-resmi
sosyalizmden devrimci kopuş, Marksizmin bu topraklarda
filizlenmesidir. P-C’nin kuruluşu devrimci sosyalist
iradenin, TKP’den sonra ikinci kez bu topraklarda
cisimlenmesidir. P-C’nin kuruluşu aynı zamanda
bu tarihsel süreçte ortaya çıkan, Küba devriminde
açık ifadesini bulan yeni devrimci yönelimin,
devrimci yenilenmenin de adıdır. Doğal olarak
içinden çıktığı sürecin izlerini (özellikle bu
süreçte devrimimiz TİP ve YÖN’nün etkisiyle Kemalizm
konusunda bu izleri taşır) taşımış, gençlik hareketi
içinden çıkan Partimiz, hazırlık sürecinde 12
Mart açık faşizminin saldırılarına maruz kalmış,
bu süreçte yürütülen politik ve askeri savaşta
Kızıldere’de yenilgiyi yaşamıştır.
Partimizin 1. dönemi bu süreçtir ve 1968-70 ideolojik
mücadele ve partileşme sürecini dışta tutarsak,
kuruluş ile Kızıldere’de yenilgi yaklaşık 1,5
yıllık bir süreci içerir. Kızıldere sonrası KESİNTİSİZ
DEVRİM broşürde ifadesini bulan ideolojik-politik
çizgi vardır, P-C sempatizanları için bu yol göstericidir.
Partinin hiyerarşik yapısı dağılmıştır, P-C sempatizanları
dağınık ve yeni oluşum arayışları içindedir.
Bu oluşumların biri de devrimci sosyalist harekettir,
1975’de oluşan bu irade P-C’nin devamı olarak
kendini örgütlemiştir. Bu süreçte partinin yeniden
inşası, diğer P-C çevreleri ile birlikte örüleceği
düşünülmüş, bu temelde sınıf savaşımında yerini
almıştır. Kendi içinde bir dizi aşamayı içeren
bu tarihsel süreç günümüze kadar devam etmiş ve
parti tarihimizin 2. dönemini oluşturmuştur.
Yukarıdaki vurgumuz, bir tarihsel süreci değerlendirmek
için değil, devrimci sosyalist iradenin ve kuruluşun
altını çizmek içindir. Çünkü Partimiz P-C, devrimimiz
için en önemli politik adımdır ve bugün ‘yeniden
inşa’ sürecimiz tamda bu adımla ilişkilidir. Devrimci
yenilenme ekseninde yeniden inşa sürecimiz, 1970
sonunda cisimleşen bu kuruluş iradesinin, yeni
tarihsel süreçte yeniden tesisini ifade etmektedir.
Aynı zamanda parti tarihimizin 3. dönemini başlatmaktır.
Hemen belirtelim ‘yeniden inşa’ kavramı farklı
süreçlerde farklı içeriklerle yüklü olabilir.
Bundan her süreç için bir ‘yeniden inşa’ tanımı
yapmak mümkün değildir. ‘Partileşme süreci’ gibi
‘yeniden inşa’ kavramı da her somut koşullarda,
bu koşullara bağlı içerik kazanır. Genel olarak
‘ideolojik grup’ ile ‘Parti’ iki ayrı oluşum ve
süreçtir. İdeolojik grup aşamasında bu süreç,
ideolojik mücadele ekseninde adımlanır ve bu süreç,
yaratılan ideolojik birlik ve parti hukuku içinde
kadro yapısı ile partiye dönüşür. Bu sürece partileşme
süreci veya partinin inşası süreci denebilir.
Parti politik mücadeleyi temel alıp, sınıflar
mücadelesine merkezden müdahale yapar, sınıflar
savaşımında bir taraftır ve artık bu temelde mücadeleyi
yürütür. Parti sınıfın en ileri unsurlarını bünyesinde
toplar, sınıfın tek değil en üst ve öncü örgütü
olarak ortaya çıkar. Parti iki eksende örgütleri
kucaklar; devrimciler örgütü ve işçiler/kitleler
örgütü. Partinin ilk kuruluş sürecinde, parti
ile sınıf ilişkisi ideolojiktir. Ancak süreç içinde
parti sınıf ve devrimden çıkarı olan tüm toplumsal
kesimler içinde örgütlenir, giderek işçi ve emekçi
sınıflarla, devrimden çıkarı olan kitlelerle bağlarını
güçlendirir. Bu süreç ‘partinin bolşevikleşmesi’
sürecidir.
Leninist parti ‘sınıfın seviyesine’ inmez, sınıf
içinde çalışmayı ‘her şey’ yapmaz; sınıftan değil
sınıfsallıktan hareket eder, sınıf ve tüm toplumsal
kesimler içinde çalışır, sınıfa bilinç taşır,
sınıfı kendi seviyesine çeker. Bu karmaşık ve
çok yönlü bir süreçtir.
Parti ve partili mücadele düz bir çizgide ilerlemez,
inişli çıkışlı bir rota izler. İşte bu süreçte,
özünde partinin inşası süreklidir; kuruluş sürecinde
partinin inşası kuruluşu amaçlarken, daha sonraki
süreç, her adımda partinin üzerine bir tuğla koymayı,
bu sürece uygun inşayı içerir. Bundan dolayı kimi
süreçlerde tanımlanan ‘yeniden inşa’ kavramı,
tanımlanmış olduğu sürecin karakterini alır.
Devrimci sosyalizm açısından ‘yeniden inşa’ süreci
ve kavramının, yukarıda ifade ettiğimiz gibi parti
tarihimizle bağı var; yeniden inşa sürecimiz Kızıldere’de
fiziksel olarak dağılan Partimizin birinci döneminin
birikimine, 1975 yılında yeniden oluşturulmasıyla
gelişen ve Parti tarihimizin 2. dönemini ifade
sürecimizin birikimine yani 35 yıllık birikimimize
ve TKP’nin kuruluşundan bugüne gelen TDH’nin birikimine
(ve tabii ki devrimci sosyalist hareketin 150
yılı aşkın süreye dayanan enternasyonal birikimine)
dayanarak, bu tarihsel birikim üzerinden devrimci
yenilenmeyi gerçekleştirerek, yeni tarihsel sürece
yanıt olacak proletaryanın devrimci sosyalist
partisinin inşası sürecidir.
Bu bağlamda, yeniden inşa sürecimiz güçlü tarihsel
köklere dayanmaktadır. Tarihsel birikimin üzerine
çizgi çeken, her şeyi kendisinden başlatan, kendinden
menkul anlayışlarla yakından uzaktan ilgisi yoktur.
İkincisi, bütünseldir.
Yani ne sadece teorik alanla, ne örgütsel, ne
de pratik alanla sınırlıdır. Tümünün organik bileşkesidir.
Bu bütünlüklü sürecin ana halkası örgüttür, partidir.
Örgütsüz, Parti inşası perspektifinden yoksun
ne bir devrimci yenilenme, ne de yeniden inşa
söz konusu olabilir.
Çeşitli çalışmalarımızda ele aldığımız gibi, 1970’lerde
ilk nüveleri ortaya çıkan, 1980’lerde giderek
belirginleşen, ‘reel sosyalizmin’ çözülmesi ile
netleşen yeni bir tarihsel süreç, 1990’lardan
bu yana yaşanmaktadır. ‘Küresel kapitalizm’ olarak
da tanımlanan bu süreç; sadece kapitalizmin sömürü
ilişkileri açısından değil, politik, ideolojik,
askeri, kültürel ilişkileri açısından da köklü
değişimi içermektedir. Bu süreç aynı zamanda,
dünyanın 1/3 de egemen olan sosyalizmin iç zayıflıklarına
bağlı olarak çözüldüğü, büyük değişim dinamizmi
gösteren devrimci halk kurtuluş savaşlarının gerilediği,
bu temelde devrim ve sosyalizm güçlerinin kendini
yeniden kurduğu bir süreçtir. Her tarihsel süreç
eskiyi bozar ve yeniyi kurar; bu bozma ve kurma
ilişkisi içinde her şey yeniden biçim alır.
Doğal olarak devrimci sosyalist güçlerde bu temelde
kendini yeniden kurar. Bu yeniden kurma eylemi,
her şeyden önce hem yeni tarihsel süreci anlamak
ve değerlendirmek ekseninde olurken, aynı zamanda
önceki sürecin çok yönlü değerlendirme ve sonuçları
üzerinden yükselir. Eğer önceki süreçler doğru
ele alınıp doğru sonuçlar çıkarılamamışsa, yeni
süreci kavramak, bu sürecin ihtiyaçlarına yanıtlar
üretmek de mümkün değildir. Hiç bir süreç önceki
süreçten bağımsız olamaz, süreçler arasında kalın
boşluklarda yoktur.
Bir süreç önceki sürecin bağrından çıkar, bir
sonraki sürecin ilk filizlerini yaratır. Devrimci
sosyalistler için dönem değerlendirmeleri yaşamsaldır;
çünkü doğru emperyalizm ve dönem değerlendirmesine
dayanmayan hiç bir çözüm gerçek çözüm olamaz.
Devrimler büyük çözüm gücü olarak tarihte ortaya
çıkmışsa tamda bundandır. Başta Lenin olmak üzere
tüm devrimci sosyalistlerin yöntemi budur; Bolşevik
devrimi, Çin, Vietnam, Küba devrimleri bu eylem
ve yöntemle zafere ulaşmışlardır.
Devrimci sosyalizm, yeni tarihsel süreçte evrensel
ve yerel düzeyde bir dizi görevi içeren devrimci
yenilenme eylemi ile bu sürecin devrimci yanıtını
yaratma, bunun için yeni tarihsel sürecin devrimci
sosyalist partisini inşa etmeyi önüne koymuştur.
Bu süreç belirsiz, sınırları net olmayan, nereye
çeksen oraya giden bir ‘partileşme süreci’ değildir.
Bu süreç, ‘parti olmayan parti’, ‘çatı partisi’,
‘hizip hakkı’ vb. parti model ve anlayışları ile
de değil; Leninist parti anlayışı ile M-L’e bağlı
kalarak, devrimci yenilenme içselleştirilerek
aşılacaktır. Marksizmin yeniden üretimi temelinde,
tarihsel ve siyasal birikimimize dayanarak, ilk
elden ideolojik düzeyde MANİFESTO ve PROGRAM yakın
hedefimizdir. İdeolojik birliğimiz üzerinden bu
hedef, aynı zamanda yeni tarihsel sürecin kılavuzu
olacaktır.
Politik düzeyde bu parti, politikleşmiş askeri
savaşı ve devrimci halk hareketini, stratejik
bir yaklaşımla, güncel ve dönemsel mücadeleyi
örgütleyerek yaratacak; böylece devrim için bir
eşik, tıkanma eşiği aşılacaktır. Bugünden, mücadele
ve örgütlenme ilişkisini doğru kurarak, adım adım
politik tarz ve kimlik inşa edilecek, bu temelde
devrimci kültürü içselleştirecektir. Tüm bunlar
örgütlü, Leninist partinin ilke ve kuralları ile,
devrimci yenilenme eylemiyle adımlanacaktır.
Tam bu noktada TDH özürlüdür. Her ne kadar son
yıllarda ‘yenilenme’ ihtiyacına yönelik talepler
çoğalmışsa da, bu ihtiyaç reformist eksenden devrimci
eksene yavaş yavaş kayıyorsa da, hala istenilen
düzeyde değildir. 1980’lerden, 12 Eylül yenilgisinden
bu yana, TDH’nin süreklileşen yenilgi durumu,
zaman zaman toparlanma gösterse de bir türlü yenilgi
atmosferinden kurtulamamıştır.
Devrimci ve sol hareket en ilerisinden kendini
tekrar etmiş, politik, ideolojik, ekonomik, kültürel
düzeyde neo-liberal saldırılar karşısında savunma
zemininde kalmış, kendini aşamayınca yozlaşma
ve tıkanma yaşamıştır. Kimi yazı ve tespitlerde
12 Eylül ‘milat’ olarak değerlendirilse de, hatta
yeni tarihsel sürecin bazı yanları görülse de,
süreç çok yönlü değerlendirilememiş, özellikle
1987’lerde gelişen, kendiliğindenci yönü olan
işçi, öğrenci hareketinin yarattığı iyimserlikle
kısa sürede 1974-75 sürecinin benzerinin yaşanacağı
sanılmıştır (bazıları böyle beklenti içinde 12
Eylül’ün ilk günlerinde olmuş, ‘ricat’ taktiklerini
bu beklentilere bağlı yapmıştır). Dünya ölçüsünde
‘reel sosyalizmin’ yenilgisi bunun üzerinde yaşanmış,
bu yönlü sorgulamalar hızlanmış, hatta çok yararlı
olmasa da önemli tartışmalar yaşanmıştır. Yine
de devrimci ve sol hareketin devrimci yenilenme
eyleminden uzak, sorgulamaların sınırlı olduğu
söylenebilir.
Devrimci ve sol güçler, 12 Eylül sürecinden, bunu
takip eden dünya ölçüsünde sosyalizmin geri düşüşünden
sonra yenilenme ihtiyacını hissetmiş ama bu süreç
‘savunma’ ve ‘değişim’ adına dogmatik devrimcilikle
liberal savrulma arasında sıkışmıştır.
Liberal savrulmalar ideolojik ve örgütsel düzeyde
tasfiyeci dalgayı büyütmüş, Kuruçeşme tartışmalarından
SİP, EP, ÖDP’ye uzanan bir süreç yaşanmıştır.
Devrimci güçlerin bazıları için ise zaten sorgulama
yoktur, kısır bir direniş, hatta kendi dışında
direnen güçleri yok sayma aymazlığı vardır. KUKM
İmralı süreci ile kendi eliyle tasfiye, politik
teslimiyetçilik yaşarken, devrimci ve sol hareketler
bir kez daha ayrışmış, bazı kesimler için liberalizme
adım olurken, İmralı tasfiyeciliğine karşı bir
dirençte gösterilmiştir.
En son 19 Aralık ve ö.o sürecinden (ki bu son
süreçte devrimci yenilenme ihtiyacının yoğunlaşmasında,
bu sürecin rolü daha belirgindir) kapsamlı dersler
çıkardığı söylenemez. Tablo biraz karışık, her
şey yeniden biçim alıyor, sol ve devrimci hareket
açısından yeni koşullarda yeni tasnif ölçüleri
ortaya çıkıyor. Böylece özünde 12 Eylül sürecinden
bu yana yaşanan sosyalist hareketin krizi, bu
arada örgütsel krizi aşılamamıştır. Yine de güncel
pratiğimizi ilgilendirmesi açısından şunlar söylenilebilir:
a) Devrimci yenilenme ihtiyacı belirginleşmekte,
kendini daha güçlü hissettirmektedir. Hatta, devrim-reform,
Kürt ulusal sorunu, küreselleşme tartışmaları
düzleminde ulusal-liberal- Marksist sol, anti-emperyalizm
ve yurtseverlik, programatik düzeyde devrimci
demokrasi ve proleter sosyalizm vb. alanların
yanı sıra devrimci yenilenme bir tasnif ölçüsü
olarak ortaya çıkmaktadır. b) Devrimci yenilenmede
bir alanı tanımlayan ‘yeni dönem’ üzerine az çok
benzer değerlendirmeler ortaya çıkmakta, devrimci
yenilenme eyleminde samimi olanlar ile melez,
devrim ile reform arasında, pratikteki daha net
görüntüsü legalizm ile illegal mücadele ve örgütlenme
arasında bocalayanlarda bu yönlü benzer değerlendirmeler
ortaya çıkmaktadır. c) Son aylarda güncelleştirilmek
istenen, daha çok legal bir parti oluşumunu hedefleyen
ama içeriği farklı çevreler tarafından farklı
doldurulmaya çalışılan, ‘birlik’ tartışmalarında
bu ortak değerlendirmeler belirleyicidir.
Devrimci parti birliği için ‘yeni dönem’ değerlendirmeleri
bir adım olabilir ama teori-program-strateji ekseninde
ideolojik birlik için yeterli değildir. Ayrıca
devrimci parti birliği için ortak kültür ve tarz
da ideolojik birlik kadar önemlidir. Bu geniş
alanda yenilenme çabası ve arayışı içinde olan
devrimci ve melez kesimlerde doku uyumsuzluğu
vardır. Bu sorun, mücadele içinde, ortak pratikler
örgütleyerek mesafe alınabilir. d) Ancak yeni
tarihsel süreç yukarıda da ifade ettiğimiz gibi,
sol ve devrimci güçler açısından yeni tasnif ölçüleri
ortaya çıkarmakta, bu tasnifler, devrimci yenilenme
arayışı içinde olanlar için, eski anlayış ve tarza
paralel iç gerilimler içermektedir. Bu doğal ama
aşılması zorunludur. Net bir yürüyüş her açıdan,
ayrı veya birlik olmak dahil yararlıdır. İşte
‘yeniden inşa’ sürecimiz, aynı zamanda yeni dönemin
devrimci sosyalist partisini yaratırken, devrimci
hareketin tıkanıklık ve arayışına yanıtı da içermektedir.
Günümüzde, sadece bugün değil örgütsel krizin
yaşandığı son 25 yılda, kendini ‘devrimci’, ‘işçi’,
‘komünist’ parti olarak tanımlayanlar olmasına
rağmen özünde bu sorunun tam çözüme ulaşmadığı
genel kabul görmektedir. TDH politik özne olmaktan
uzaksa, kitlelerle arasındaki mesafe kapanacağı
yerde açılıyorsa, son yıllarda devrimcilik süresi
kısalıp devrimci saflara gelenler tekrar uzaklaşıyorsa,
bozulan devrimcilik bozulan insan malzemesini
yaratıyorsa, devrimci hareket protesto düzeyini
aşamıyorsa vb, elbette bir dizi nesnel ve öznel
faktörlerin yanı sıra, tamda bu sorunun gerçek
anlamıyla çözüme kavuşmamasından kaynaklanmaktadır.
Bu tablo, genel sosyalist hareketin krizinin devamıdır
ve örgütsel krizinde bir parçası olduğu bütünsel
bir kriz olarak tanımlanmasında bir sakınca yoktur.
TDH zaman zaman toparlanma eğilimi içinde olsa
da, özünde bu tabloyu tersyüz edememiştir. Çünkü
ne kadar devrimci olursa olsun bu toparlanma eğilimleri
örgütsel boyutu aşamamış, böyle olunca devrimci
yenilenme her boyutu ile ele alınmamış, her toparlanma
çabası kaba bir tekrara dönüşmüştür.
Bu krizin devrimci yenilenme ekseninde, teori-politika-
kültür-örgüt düzeyinde bütünsel ele alınarak,
evrensel ve yerel düzeyde bir dizi mücadele ile
aşılacağı açıktır. Ancak bunu tespit etmek önemlidir
ama yeterli değildir. Bütünlüklü yenilenme eylemi
ancak sağlam bir örgütlenme zemini yaratarak olabilir.
Bu örgütlü mücadele teori-strateji-program vd.
alanlardaki yenilenme çalışmalarıyla sıkı ilişki
içinde, çok yönlü pratik çalışmayla, iradi olarak
inşa edilebilir. Hedef belirleme yetmez, bu hedefe
yürümek, bu hedef için mücadele etmek zorunludur.
Devrimci sosyalizmi, devrimci yenilenme arayışlarından
ayıran temel ölçüde budur. Genel krizin bir parçası
olarak örgütsel krizi, her şeyi yok sayarak, ‘solun
Kuruçeşmesi’ ve ‘birlik’ önerileri ile aşmak bir
düşünce olmakla birlikte, gerçekçi değildir.
Çünkü bu kriz ancak devrimci kökle sıkı bağ kurarak,
süreklilik içinde kopuşla, bu temelde yeniden
inşanın tamamlanmasıyla çözülür. Her şeyi bir
yana atan yaklaşım sürekliliği atlar, kopuş ise
inkar ve doğma eylemi değil aşma eylemini içerir.
Devrimci yenilenme bu temelde süreklilik ve devrimci
kopuşu içerir. Bundan devrimci sosyalizm, devrimci
yenilenme eylemi ve ihtiyacını kendi ile sınırlı
ele almaz iken, bu yöndeki her çabaya değer verir,
ama kendi birikimi ve tarihi üzerinden, tıpkı
Lenin’in ‘Ne Yapmalı’da geliştirdiği gibi, örgüt
halkasını yakalayarak bu süreci çok yönlü aşmayı
önüne koymuştur. Yeniden inşa sürecimiz sadece
devrimci sosyalizmin de etki alanında olduğu örgütsel
krize değil, TDH’ni kapsayan ve ileriye sıçramasını
sınırlayan bütünsel krize ve tabii ki örgütsel
krize de devrimci yanıttır. Ve bazı devrimci çevrelerin
köksüz ve toptancı yaklaşımlarının dışında, sağlam
bir zeminde, ne legal çalışmayı, ne de politik
mücadelenin en üst biçimini dışlamadan, bunların
bütünselliği temelinde devrimci yoldan yürünmesini
içerir.
Yeniden inşa sürecinin ana halkası devrimci sosyalist
partinin inşasıdır. Ama tek başına devrimci sosyalist
partinin inşası değil, aynı zamanda, bununla birlikte
yeniden inşa sürecimiz, politik düzlemde devrimci
halk hareketinin yaratılması ve politikleşmiş
askeri savaşı parti önderliğinde tekrar ayakları
üzerine dikmeyi hedefler. Yani, yeniden inşa sürecinin
devrimci yenilenme ekseninde örgütsel amacı, yeni
dönemin partisini yaratmak; politik açıdan, politikleşmiş
askeri savaşı devrimci halk hareketi ile birlikte
örmektir.
Partinin yeniden inşası ile devrimci halk hareketi
ayrı ayrı yerde durmazlar. Tam tersine iç içe,
birbirini etkileyen ve besleyen bütünün iki ayrı
yüzüdür. Devrimci ve sol harekette çoğu kez her
kitle hareketinin devrimci olduğu yanılsaması
vardır.
Halbuki işçi ve emekçi kitleler devrimin temel
güçleri olmakla birlikte, burjuvazinin politik
ve ideolojik hegemonyasından dolayı, devrimin
temel güçleri olan bu sınıflar devrimci rolünü
oynayamazlar, dahası çoğu kez emperyalizm ve oligarşinin
etkisinde, burjuva politikaların payandası olurlar.
Kitlelerin önemli bir kısmı doğrudan emperyalizm
ve oligarşinin güdümünde olduğu gibi, ara sınıfların,
reformist kesimlerinde etkisinde olabilir. Zaten
uzun yıllardır postmodern ideoloji ve kültür kitleler
üzerine püskürtülüyor, devrimci hareket kendi
kanallarını açamadığından veya yeteri kadar açamadığından
kitle hareketi kontrol edilir bir noktada duruyor.
Kitlelerin ulusal, sınıfsal, cins ayrımcılığından
kaynaklı sorunları ve tepkileri vardır, ancak
bu tepkiler politik alanda her sınıf ve politik
güç tarafından kendi kanalına çekilmek isteniyor.
En doğal demokratik talep ve tepki bile yedeklenmek,
hatta kullanılmak isteniyor.
Sürekli faşizm koşullarında, ‘parlamenter demokrasi’,
bu temelde burjuva partiler, liberalizm, Kemalizm,
siyasal İslam, Türkçülük, sosyal demokrasi hatta
‘sol’ adına kitlelerin tepkisini tekrar düzene
bağlıyor. Her işçi ve ezilen sosyalist olmuyor.
İşçi ve ezilen sınıf ve topluluklar dinsel, milliyetçi,
şovenist zehirle adeta besleniyor, zehirleniyor,
oligarşi bu yönde özel yönlendirme ve çalışma
yapıyor, psikolojik savaş yürütüyor,
Ayrıca kendiliğinden kitle hareketi dönemi önemli
ölçüde geride kaldı, en küçük kitle hareketi iradi
ve örgütlü ele alınmak zorundadır. İşte devrimci
halk hareketi, burjuva ve küçük burjuva kesimlerin
etkisinde olan kitleleri iradi olarak devrim saflarında
örgütlemek, kitle hareketine devrimci karakter
vermektir. Devrim kitlelerin, örgütlü kitlelerin
eseridir. Örgütsüz milyonlar hiçbir şeydir, örgütlü
binler her şeydir. Yeni-sömürge toplumsal sistem
ve çelişkiler her gün işçi ve emekçi sınıflar,
kadın, genç, Kürt, Alevi vb. tüm ezilen kesimler
içinde ‘patlayıcı maddeler’ biriktiriyor ama tam
da yukarıda vurguladığımız gibi bu çelişkiler
kontrol edilir bir düzeyde tutuluyor.
Kitle hareketi, özellikle son 25 yılda devrimci
hareketin bir dizi yanlışı ve kırılma noktasıyla
adeta devrimci hareketle arasına bir duvar örüyor,
bu olumsuz sonuçtan oligarşinin özel bir yönlendirme
ve örgütlemesinin de payı var; ama asıl olarak
devrimci hareketin iç zayıflıklarından her gün
açılan mesafe büyüyor. İktidar mücadelesinden
kopan, kaba bir tekrarla yetinen devrimci hareket,
kendi değerlerine yabancılaşıyor, bozuluyor, yozlaşıyor.
Sol adına reformizm, adeta kitlelerden kopuk gettolarda
yaşıyor, anlayış, yaşam biçimi ve postmodern kültürel
değerlerle halka yabancı bir noktada duruyor.
Böyle bir yerde kitle hareketi devrimci hareketle
sınırlı ve dar düzeyde ilişkileniyor. Bir yandan
nesnel süreç ve çelişkiler bu sınırlı düzeyi güçlendirecek
imkanlar sunarken, diğer yanda mesafe, denge korunuyor.
Devrimci sosyalizm tarihsel ve siyasal dersler
temelinde bugünden sınırlıda olsa, tüm gücüyle
ve almış olduğu mesafe üzerinden kitlelerle ilişki
için yeni kanallar açamazsa, bu kanalları iradi
olarak örgütleyemezse, yeniden inşa sürecinde
ne TDH’nin sorunlarını çözen devrimci sosyalist
partiye/veya Partimizin 3. dönemine, ne de devrimci
halk hareketine ulaşabilir. Mücadele, kitleler
ve parti; bir birinden uzak yerlerde olmaz.
Mücadele ve kitlelerin taleplerinden, onların
bu talepler doğrultusunda örgütlenmesinden bağımsız
değil parti, sıradan DKÖ bile yaratılamaz. Parti;
mücadele içinde, kitle hareketi içinde, çok yönlü
kurumlaşarak, legal, yarı-legal, illegal alanlarda
ciddi ve nitelikli örgütler oluşturarak, bunların
toplamı olarak, proletaryanın yoğunlaşmış iradesi
olarak yaratılır. Kendi yolumuzda, özgücümüzle
yürüdüğümüz bu süreçte, Partinin yeniden inşasına
hizmet etmeyen, kitlelerle devrimci ilişki kurmayan
mücadele ve örgütlenme amacına ulaşamaz. Toplumsal-sınıfsal
çelişkiler tüm topluma nüfuz ediyor.
Devrimci sosyalizm bu çelişkileri yumuşatmaz,
devrimin güncelliği içinde bu çelişkileri ele
alır ve devrimin temel dinamiklerini bu çelişkilerden
hareketle örgütlemeye çalışır. İşçiden kopuk işçi,
kadından bağımsız kadın, öğrenciden uzak gençlik
hareketi, tüm bunları doğrudan kesen ve ana eksen
olan gerilladan bağımsız devrimci halk hareketi
olmaz.
Devrimci halk hareketi tüm bu toplumsal-sınıfsal
dinamiklerin devrim ekseninde organik bileşkesi
olarak ortaya çıkar, devrim stratejisi ile ilişkilenir,
küçükten büyüğe doğru adım adım inşa edilir. Politikleşmiş
askeri savaşta, devrimci halk hareketi ile devrimin
anahtarı ve parçası olan gerilla ayrı değil bütünseldir.
Gerilla devrimci halk hareketinin güvencesidir,
kitle hareketinin önünü açar. Dahası tüm olumsuzlukları
ve kırılma noktalarını devrimci sosyalist tarzla
sarar ve kitleleri devrimci kanaldan iktidara
yönlendirir. Devrimci halk hareketi için her süreçte
sorunların çözümünü içeren bir reçete yoktur.
Bir süreçte doğru ve ihtiyaçlara yanıt olan açılım
ve örgüt biçimleri, bir başka süreçte işlevini
yitirebilir. İhtiyaç, keşifin anahtarıdır ve devrimci
sosyalistlerin mevcut somut koşullardan hareket
etme dışında, ütopyalardan hareket etme şansı
yoktur, gereklide değildir. Her süreç nesnel ve
öznel koşulların doğru ele alınmasıyla, güç ve
ihtiyaçlara paralel kendine özgü açılımları içerir.
Devrimci halk hareketi bu açılım ve örgütlenmelerin,
legal, yarı-legal, illegal açılım ve örgütlenmelerin
toplamı olarak ortaya çıkar. Doğal olarak devrimin
içinden geçtiği sürece göre biçim alır. Ve bu
devrimci halk hareketine, halk cephesine parti
önderlik eder. Yeniden inşa sürecimizin sadece
yeni dönemin devrimci sosyalist partisinin inşası
değil, bununla ilişkili olarak devrimci halk hareketinin
de inşası olması bundandır. Bu ikili görev; yeni
dönemin devrimci sosyalist partisi ve devrimci
halk hareketinin örgütlenmesi iç içe, birlikte
ele alınır, günlük ve dönemsel mücadele içinde
inşa edilir. Bu sürecin tamamlanması, inşa sürecinin
amacına ulaşması, devrim için uzun maratonun ilk
aşamasının adımlanması demektir. Parti devrime
kadar bu maratonu koşar. Hatta komünizme kadar...
Yeniden inşa sürecimiz kendi içinde toparlanma
ve sağlamlaşma aşamalarını adımlayarak tamamlayacak,
devrimci atılımı başlatacaktır. İçinden geçtiğimiz
aşama partinin örgüsel açıdan sağlamlaşmasıdır.
Bu süreç aynı zamanda güç biriktirme sürecidir.
Devrimci sosyalizm, genel olarak TDH’nin mevcut
tablosuna, özel olarak da kendi gerçeğine eleştirel
ve samimi yaklaşıyor, bu tabloyu devrimci anlamda
bozmak ve aşmak iradesini ilan ediyor. Bu anlamda
var olanla yetinmeyi, ‘az olsun benim olsun’ dar
görüşlülüğü ile küçük adımlarını her şey gösterme
bencilliği içinde olmayı, kendine tapınmayı doğru
bulmuyor, hatta bunları yabancılaşmanın tezahürleri
olarak ele alıyor. Kendine güveniyor, kendi yolunda
bağımsız yürüyor.
Ama örneğin; bu aşamada politik mücadelenin adeta
tek ayaklı yürüdüğünün, devrimci politikada özne
olmada zayıflıklar gösterildiğinin, politika üretimi
ve bunun kitleler içinde güce dönüşmesinde hala
alınması gerekli mesafelerin olduğunu biliyor.
Yüzmek için suya gireceksin. Bugünden hedeflere
ulaşmak için adımlar atacaksın, bu adımlar olmadan
yarının hızlı koşusu olunamaz.
Bu anlamda her adımımız önemlidir, gereklidir.
Ama yeniden inşa, mevcut olanın en ilerisinden
tekrarı, bir kaç kadro ve bazı kitle ilişkilerinin
kazanılması vb. değildir. Toplumsal sürecin nesnel
karakterinden beslenen ağır bir tempo vardır,
bizim ‘elde olan bu kadar’ deme lüksümüz yoktur,
yoğunlaşmış irade bu tip süreçlerde son derece
önemlidir.
Bundan taktik politika ve hedeflerde ısrarcı olmak
zorunludur. Ama her adımı doğru ele alıp çözüm
gücü olmak, yeni bir kadro kuşağı yaratmak, politika
yapmada yetkinleşmek, taktik politikalarımızı
her alanda o alanın özgünlüğü ile yeniden biçimlendirmek,
yeniden inşa sürecinin önemini ve ruhunu kavrayarak
çok yönlü kurumlaşmak zorunludur. Alınan mesafe
önemlidir ama yeterli değildir, nitel bir sıçrama;
örgütsel, politik, ideolojik alanlarda yeni bir
formata ulaşmak hedeftir. Bu süreç sorunsuz ve
bir çırpıda çözüme ulaşılacak bir süreç değildir,
süreç önümüze çıkan sorunları çöze çöze, ilerleyerek,
hatta bazı alanlarda gerileyerek, ama toplamında
bir sıçrama yaparak adımlanacaktır.
Önümüze çıkan sorunların önemli kısmı ‘gelişme’
sorunlarıdır. Gelişiyoruz; başta kadro olmak üzere
bir dizi ihtiyaç belirleniyor. Gelişiyoruz; eski
kimi alışkanlıklar ve sürece uyum sağlayamayan
yanlarımızla uğraşıyoruz. Gelişiyoruz; politik
mücadele ve politika üretiminin can alıcı sorunlarıyla
yüzleşiyoruz. Gelişiyoruz; başta devrimci yenilenme
arayışı ve çabası olan devrimci çevre ve yapılarla
neler yapılabilir sorusu gündemimizi işgal ediyor
vb.
Tüm bunlar sorunlarımızdır; bu sorunlar çözülmeden
ilerlenmez. Yeniden inşa sürecimiz tüm bunların,
yeni ve daha ileri noktada çözümü, bunun üzerinden
daha farklı sorunlara çözüm gücü olma iradesi
olarak karşımıza çıkıyor. Bugünü kazanma, yeniden
inşa sürecini kazanmadır.
Politik sanat, birbirine eklenen zincirin halkalarından,
ana halkayı yakalamak, bu ana halkaya yoğunlaşarak
koparmak, diğer halkaları bunun üzerinden yakalamaktır.
Bütünsel devrimci yenilenme eylemi, bu eylemin
sürekliliği devrim ve sosyalizm için zorunludur.
Her şey için yakalanması gerekli ana halka partidir,
devrimci sosyalizm için partinin yeniden inşasıdır.
Buna yoğunlaşarak 3. dönemi başlatmalıyız.
Kararlıyız; yeniden inşa sürecini başaracağız,
Parti ve Cephe ile Parti tarihimizin 3. dönemi
açacağız.
|