Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini


 

 

33. Sayı - Eylül 2005

Köpeklerle ilgili temel kuralın ne olduğunu bilirsin, birazcık olsun köyde yaşamışsan eğer mutlaka daha iyi bilirsin. Kural gayet basittir: Büyük bir yaygarayla üstüne gelirler, seni parça parça edecekmiş gibi bir havaları vardır; ve eğer korkarsan, korktuğunu bir biçimde belli edersen, ki onlar bu kokuyu alır, hiç şansın yoktur. Dönüp kaçmaya kalkışman ise en tehlikelisidir ve kesinlikle paçayı kaptırman anlamına gelir.
Linç, işte budur... Linç insanı da budur.
Ku Klux Klancıların (hani şu Amerika’daki ırkçılar), siyahları yakarken çektirdikleri iğrenç “hatıra fotoğrafları” vardır. Nasıl da sırıtırlar keyifli keyifli. Üç adım ötede, karanlık bir yerde, yakmakta oldukları adamla karşılaşsalar, aynı biçimde gülebilirler mi sence?
Linç, “güruh” denilen şeyle yapılır; ve “güruh”, belki sana bu dediğim biraz tuhaf gelecek ama, çoğu kez insanlardan oluşan bir şey değildir. “Kitle” değildir örneğin, “toplum” ya da “topluluk” değildir. O, ”güruh”tur. Provoke edilerek, kandırılıp ateşlenerek bir araya getirilmiş kalabalıktır. Tek tek bakıldığında bir “hiç”ten ibaret olanlar, bir araya geldiklerinde, bir “sürü” oluşturmanın tadını aldıklarında, artık onları bir saat önce ne olduklarına bakarak anlayamayız. Onlar, linç insanlarıdır. Bir tespih tanesi gibi birbirine benzeyen günlerden oluşan tekdüze ve berbat hayatları, birden “heyecan” ve “renk” kazanır. Sonra, her şey bittiğinde, kahveye dönerler belki ya da dükkanlarına, evlerine... Yeniden “tek” haline gelirler, içlerindeki hayvanla birlikte yaşamaya devam ederler...
Linç, insanın insanlıktan çıkmasıdır. Linç insanı, insan değildir.
Korkaktır... Senin sırtını bir kez görmesi gerekir. Göğsünü değil ama, sırtını… Senin korktuğunu görmesi, korkunun o ekşi kokusunu alması gerekir. Sayıca az olman da kuşkusuz onun için en iyisidir ama sadece bu kadarı yetmez; asıl önemlisi korkuyu hissetmesidir. Maraş’ı bir düşünsene, şu büyük katliamı; çocuklarının hayatını kurtarmak için yalvaran bir baba düşün, kurban celladını nasıl da tahrik eder böylece? Yalnız bir adam vardır karşılarında, insanın en doğal duygusuna, korkuya sahiptir ve korku, onun ölümü anlamına gelir.
Arkasını kollar linç insanı... Bir gözü her zaman resmi güçlerdedir, onlara bakar, lanet olası burnuyla havayı koklar, yaptıklarının karşılıksız kalacağından emin olması gerekir. Yaptığının o andaki atmosfer içinde hoş görüleceğini bilmesi gerekir. Ve hemen her zaman oradan umduğunu bulur. Basit bir adli vakayı düşün, yer göstermeye getirilen bir adli sanığı, ortalık birbirine girer; ama herkes polisin işi biraz gevşek tutacağını bilir. Politik olayda ise zaten kapılar ardına kadar açıktır. Toplanıp otobüsleri taşladığında örneğin, linç insanı, koruma altında olduğunu, daha doğrusu resmi güçlerle tam bir özdeşlik içinde olduğunu bilir. O güçler, önüne dikilse, durur. Ya da otobüslerdeki civan gibi delikanlılar aşağı inseler, hiç başka bir şey yapmadan, sadece aşağı inip öylece dursalar, durum değişir.
Riyakârdır ya da çoğu kez kandırılmıştır... Yaşadığı topraklarda it sürüsü gibi Amerikalı vardır, o topraklara inip kalkan savaş uçaklarının haddi hesabı yoktur, kendi aldığı maaş, ekip biçeceği tütünün, buğdayın miktarı Washington’da belirlenmektedir. Ve linç insanı bağırır: Türkiye Türktür Türk Kalacak! Kimsenin kendisine “Türk” olduğu için değer verdiği yoktur, “Kürtlerin haddini bildirdikten” sonra evine döndüğünde belki, kondusunun yıkılacağını bildiren bir tebligatla karşılaşacaktır kapıda. Yaşadığı kentin üç kilometre ötesindeki havaalanından gece gündüz Iraklı müslümanları öldüren uçaklar kalkar; o, çarşıda bildiri dağıtanlara saldırır: Allahu Ekber! Kimsenin kendisine “müslüman” olduğu için de değer verdiği yoktur; sabah evinden iş aramaya çıkar, akşam kös kös geri döner.
Biliyorum, şimdi kavramları karıştırdığımı düşünüyorsun, bazen insanlardan söz ediyorum bazense onların insan olmadıklarını söylüyorum. Evet, bu bir çelişki, farkındayım. Ama bu gerçek bir çelişki zaten. Keşke her şey çok basit olsaydı ve biz de şu yıkım ekiplerinin evlere yaptığı gibi belli bir topluluğun ya da toplulukların üstünü kırmızı kalemle işaretleyebilseydik. Ama bunu yapabilir miyiz? Bu topraklarda yaşayan insanları dönüştürmek iddiasından vazgeçebilir miyiz? Rasgele sözler, genel-geçer teoriler uyduruyorum sanma; oligarşinin ordusunda askerlik yaparken inanılmaz kötülüklere bulaşan ve geceleri kabuslarla uyanan yoldaşlarımızı tanıyorum çünkü.
Linç budur işte... İnsanın insanlığını yitirmesidir.
Nikaragua’daki Sandinist devrimin önderlerinden Tomas Borge, devrimden sonra cezaevi kapısına yığılan ve içerdeki eski diktatörlüğün “ulusal muhafızlarını” öldürmek isteyen halka şöyle seslenmişti: “onlara benzemek istiyorsanız eğer, buyurun ne yapacaksanız yapın!”
Bu kadar ince eleyip sık dokuyunca devrimcilik biraz zor bir iş haline geliyor değil mi? Ama böyle, devrimcilik bu işte. Kalabalık değil, ama insan kitlesi yaratmak! Devrimci bir halk hareketi yaratmak!
Büyük kitleler içindeyken de, yalnızken de insan olmak. Büyük bir ırmağın içinde kendi bağımsız aklıyla, kendi kişiliğiyle yüzmek, kendi aklını kolektif aklın içine katarak yürümek... Yalnızca iyi zamanlarda, doğruların herkes tarafından savunulduğu günlerde değil, zor ve karanlık zamanlarda da dimdik durabilmek...
Bütün o efsaneleşmiş devrimcilerin anılarını bugüne dek taşıyan şey bu değil mi?
Ruhi Su, Hasan Dağı’na seslendiği çok eski bir türküsünde “insan olmaktır suçumuz / Hasan Dağı, insan olmak” diyordu.
Biz, Ruhi Su’nun işlediği suçu işlemekte kararlıyız.
Kendine iyi bak... Umudunu diri tut...
Gelecek, sen nasıl istiyorsan öyle gelecek!


 


 

 

 

 

 

sbarikat07@gmail.com
Devrimci Sosyalist Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
Yönetim Yeri: Nurtepe Mah. Cemre Sk. No: 2 Kağıthane-İstanbul