Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini


 

 

33. Sayı - Eylül 2005

Eylül ayına genelkurmay patentli provokasyonlarla girdik. Postmodern Kürt ulusal hareketinin en geri talepler üzerinden geliştirdiği eylemler dahi azgınca bir şovenist saldırıyla karşılaştı. Mart ayında bayrak provakasyonu ile başlayan süreç yeniden ivmelendirilmiş durumda. HPG gerillalarının ivme kazanan eylemlerine karşı ısıtılan faşist saldırganlık son olarak DEHAP’lıların A. Öcalan’ın durumu ve soruna ilişkin muhataplığı üzerinden geliştirdiği barışçıl eylemlere karşı özellikle Bozöyük’de yapılan saldırıyla patladı. DEHAP’lıları sürekli taciz eden, en sıkı biçimde takip eden polis güçleri faşistlerin saldırıları sırasında adeta ortada yoktu. Küçük bir kararlı müdahaleyle dahi dağıtılabilecek olan faşist güruh adeta işlerini görmeleri için serbest bırakılmıştı. Kuşkusuz şovenist saldırganlık sadece faşist MHP’li çetelerin, güruhların saldırılarıyla sınırlı değildir. Görsel ve yazılı tüm medya Kürt halkına karşı büyük bir şovenist kampanya başlatmış durumda. Burjuva siyaset alanı hemen hemen tümüyle Kürt halkına dönük şovenist saldırganlığa kilitlenmiş durumda... Tüm gerici, faşist partiler Kürt ulusuna karşı saldırganlıkta bir adım önde görünmek için adeta yarışıyorlar.
Kürt ulusunun varlığını inkar eden ilkel teoriler yeniden gazetelerde boy gösteriyor. Kürtçenin ilkelliği, Kürtlerin aslında Türk olduğu (eğer Türkseler neden Irak’da devlet kurmalarına şiddetle karşı çıkıldığı sorusunun üzerinden atlanarak), Kürtlerin Türkmenleri öldürdüğü, Türklere düşman olduğu vb. yalanları en aşağılık tarzda zihinlere enjekte edilmeye çalışılıyor. En basit park yeri kavgaları eğer taraflardan biri Kürtse, Seferihisar’da olduğu gibi derhal Türk-Kürt çatışmasına dönüştürülmeye çalışılıyor. Daha önceki dönemlerden farklı olarak hedef tahtasına sadece Kongra-Gel değil, açıkça Kürtlerin tümü çakılmış durumda...
Toplumsal ilişkilerin, gündemin odağına bu saldırganlık ve Kürt düşmanlığı oturtulmaya çalışılıyor. Tüm politik süreçler Kürt düşmanlığı, Kürt ulusunun demokratik taleplerine karşı olup olmama eksenine oturtuluyor. Avrupa’yla ilişkiler mi, Kürt sorunu ne olacak, Irak sorunu mu, Kürtler ne olacak, Türkmenlerin hakları mı, sanki Türkmenleri bugüne kadar Kürtler ezmiş de Kürtler devlet kuracak mı, vb... soruyorlar ilk olarak...
Peki, bu Kürt düşmanı azgın şovenist saldırının özellikle 2005’ten itibaren büyük bir hız kazanması ne anlama geliyor? Kürtlerin tablosu ne, adeta bir provokasyon üretme merkezine dönüşmüş olan genelkurmay ne yapmak istiyor?.. Bu süreçten devrimcilere hangi görevler çıkıyor?..

Kürtler: Karışık Bir Kafayla Ama Direngen...
Kürt coğrafyası sancılı bir dönemden geçiyor. Ulusal hareketin postmodern ulusalcı rotasının Kürt ulusunu özgürlüğe götürmesi mümkün değil. Ulusların kendi kaderlerini tayin hakkını ve dolayısıyla Kürt ulusunun da bu hakkını ret eden, hatta bu bağlamda Irak’taki en geri pozisyonda olan Kürt ulusalcılarını dahi eleştiren, savunmalarında Kemalizm savunusu yapan, ısrarla ayrı devlet fikrine karşı çıkan, ne anlama geldiği belli olmayan ancak sonuçta Kürtlerdeki ayrı devlet fikrini bozmayı ve ortadan kaldırmayı hedefleyen konfederalizm vb. fikirleri ortaya atan A. Öcalan’ın durumu ve muhatap alınması gibi oldukça zayıf argümanlar üzerinden başlayan silahlı eylemlerin ve son süreçte yaygınlaşan kitlesel eylemlerin bu bakış açısıyla Kürt halkının durumunu iyileştirici bir rol oynaması mümkün değildir.
Sürecin her adımı Kongra-Gel’in stratejik düşünceden tümüyle uzaklaşmış, her konuda sürekli fikir ve isim değiştiren, bu arada varlığını sürdürmek için çıkış yolları arayan bir siyasal harekete dönüştüğünü gösteriyor. Silahlı mücadeleyi tümüyle bıraktığını söyleyen, gerillalarını Güney’e çeken, sadece üzerine gelindiğinde kendini savunacağını ilan eden Kongra-Gel’in bugünkü eylemleri hangi mücadele stratejisine dayanıyor. Taleplerindeki tek istikrarlı madde af ve Öcalan’ın durumu konusu... Kendi kaderini tayin hakkı tümüyle unutulmuş durumda... Henüz içinden postmodern ulusalcı söylem karşısına devrimci bir önderlik çıkaramamış olan Kürt yoksulları ise demokratik bir ülke umutların karışık bir kafayla ama direngen bir tutumla ortaya koyuyor.
Hiç kuşkusuz, Kürt hareketinin en önemli politik hareketi olan Kongra-Gel’in yada DEHAP’ın çok güdük temelde de olsa demokratik hak arayışlarını özgürce yapabilmesinden yana olacağız. Hele ki, tüm Kürt halkına dönük bir provokasyon varsa o zaman bu provokasyonlara karşı aktif biçimde duruş göstermek temel görevlerimizden biri olur. Bu işin bir yanıdır. Ancak gelişmeler bu denli yalın sonuçlar üzerinden ilerlemiyor. Pek çok boyut taşıyor...

Provokasyonlar Kimin Ürünü, Ne Yapılmak İsteniyor?
Provokatif süreçlerde eğer provokatör ve niyeti biraz muğlaksa, bunu belirginleştirmek için ilk sorulması gereken; kimin işine yarıyor? sorusudur.
Burada fail çok açık; gerek mart ayındaki bayrak provokasyonu, gerekse son süreçteki provokasyonlar genelkurmay damgasını taşıyor.
Bu bağlamda, bir iddia yada spekülasyon artık üstü örtük yada açık biçimde dillendiriliyor; Kongra-Gel’in silahlı faaliyetlere düşük bir yoğunlukta da olsa başlaması genelkurmaya bağlanıyor. Genelkurmayın A. Öcalan üzerinden bu eylemlerin başlatılmasını istediğinden söz ediliyor. Genelkurmayın bu yoldan AKP hükümetini zayıflatmayı, kendi denetiminde milliyetçi bir politik eksen yaratarak güçlendirmeyi, bu çatışmalı Türkiye tablosu ile AB sürecine çomak sokmayı, Güney Kürdistan’a dönük sınır ötesi harekat için zemin yaratmayı vb. hedeflediği ifade ediliyor.
Kuşkusuz, bu iddialar, spekülasyonlar bizi özel olarak ilgilendirmiyor.
Sürece ilişkin değerlendirmelerimizi geçen sayımızda ortaya koymuştuk. Bu iddiaların Öcalan’a ilişkin spekülatif boyutlarını bir kenara koyacak olursak, genel kurmayın diğer noktalara ilişkin beklentileri olduğu, bu tür sonuçların doğması için yoğun çaba harcadığı açıktır. Kürt ulusunun özgürlüğü hedefine bağlanmayan, muğlak siyasi iddialar üzerinden yürüyen ve nasıl bir mücadele stratejisinden kaynaklandığı belli olmayan bir politik ve askeri faaliyetin Kürt ulusunun çıkarlarını ifade etmeyeceği açıktır.
Genelkurmay’ın Kürtlere dönük başlattığı bu kampanyanın nedeni nedir? Neden hemen her konu Kürt sorunu odağa alınarak işleniyor.
Yanıt aşağı yukarı bellidir; devletin çelik çekirdeği olan genelkurmay açıkça ABD emperyalizminin politikalarına bağlıdır. Ancak bu politikaların bir bölümü kendi rolünü ve geleneksel politik çizgisini zorlamaktadır. Genelkurmay hem içte, hem de dış politikada kontrolü sağlamakta, politik süreçleri belirlemekte zorlanmaktadır. Irak politikası iflas etmiştir, kırmızı çizgiler paspas olmuştur. Ekonomi zaten tümüyle IMF’nin kontrolündedir. BOP’da “ılımlı islam devleti” modeli giderek öne çıkmaktadır ve genelkurmayın bu alandaki mızıldanmaları ABD tarafından ciddiye alınmamaktadır. “Ilımlı islamcı” AKP, ABD emperyalizmi için geçici bir yol arkadaşı gibi görünmüyor, en azından bir süre daha ABD’nin desteğini sürdüreceği belli olmuştur. Kısacası, tüm burjuva siyasal aktörler gibi genelkurmayın ve onun eksenindeki devletin çekirdeğinin politik hareket alanı olağanüstü ölçüde daralmıştır. Kendince meşruluk alanı yarattığı tek söylem “terör”dür, toprak bütünlüğü ve bölünme sorunudur. Ayrıca diğer alanlardaki gerilimleri de bu alan üzerinden ifade edebiliyor. Yani Kürtlere yüklenmek dışında çaresiz kalmışlardır. Başkaca politika yapma zeminleri kalmamıştır. Bu noktada, Irak’taki gelişmelere ilişkin basınç uygulamak için hemen Kürt sorunu, özelde Kongra-Gel gündeme getiriliyor. Irak’taki işgal ve dünya çapındaki saldırganlığı nedeniyle ABD’ye karşı düşmanlık büyüyor, bu hemen Kongra-Gel ve Irak’taki Kürtlere ABD yardımı parantezine sıkıştırılarak daraltılıyor, şekilsizleştiriliyor. AKP, yıpratılmak isteniyor, hemen Kürt düşmanlığı gündemleştirilip, sokak inisiyatifi ele geçiriliyor.
Şovenist saldırganlığın baş organizatörü Ordu... Ana aracı ise, MHP’li sivil faşistler... Yanlarındaki yamakları ise CHP. Geçen dönem DSP’nin yaptığı işe bu kez CHP açıktan soyunmuş durumda. Kürtlere karşı açıkça cepheden bir düşmanlık politikası izliyor. Tabii diğer gerici-faşist partilerde şu veya bu düzeyde işin içinde aktif rol oynuyor. Bu noktada, geçen Mart ayındaki bayrak provokasyonunda, yada son olarak geçtiğimiz günlerde İzmir Seferihisar’da park nedeniyle çıkan kavganın, bölgedeki askeri birimin komutanın organizasyonu ile Kürt-Türk kavgasına dönüştürülmesi olayında olduğu gibi, ordu açıkça devreye giriyor, çoğu zaman geriden organize ediyor. MHP-Ordu-Milliyetçi “sol” şeytan üçgeni tam tekmil iş başında görünüyor.
Tayyip’in tümüyle sistem içi mızmızlanma çizgisine çekilmiş olan aydınların sistemi meşrulaştıran açıklamalarının ardından bunları kabul etmesinin ve ardından gelen Diyarbakır çıkarması tümüyle bu gelişmelerle bağlantılıdır ve ikili amacı bulunuyor. Birincisi, Haziran ayındaki ABD gezisinde belirlenen Kürt hareketine dönük çizgiden kaynaklanıyor. Kürt dinamiğine yumuşak adımlarla sistem içinde konuşlanacak alanlar yaratmaya dönük bir adımdır yaptığı konuşma. Türklük yerine, Türkiye vatandaşlığının öne çıkarılması ve geçmişin hatalarından söz etmesi, işbirlikçi bir Kürt dinamiğinin önünü açmayı hedefleyen, buna temel olabilecek söylemlerdir. Diyarbakır çıkarmasının ikinci hedefi ise genelkurmayın Kürt sorunu üzerinden geliştirdiği politik inisiyatifi ele geçirerek politik süreci ve güç dengelerini belirleme atağını karşı bir atakla dengeleme çabasıdır.
Şovenist saldırganlık dalgası elbette sadece bu sonuçları yaratmıyor, geçip giderken birçok tortuda bırakıyor. Eğitim-Sen tüzüğünden anadilde eğitim hakkının faşizmin basıncına dayanamayan, demokratik hakları koruma takati kalmamış reformist yönetim ve postmodern milliyetçi Kürt hareketinin işbirliğiyle çıkarılması bunlardan biridir. Bir diğeri, faşist terörün başlıca “hukuki” dayanağı olan Terörle Mücadele Yasası’nın ağırlaştırılmasına dönük yapılan hummalı çalışmadır.
Kısacası, Kürt halkının yurtseverleşmiş bölümlerini zaten kaybetmiş olan, ortadaki kesimleri ise korkutarak pasifize etmeye çalışan devletin çelik çekirdeği, her konuda politika yapmanın yegane yolu olarak elinde sadece Kürt düşmanlığı ve Kürtleri politik ve toplumsal olarak marjinaleştirme politikasının kaldığını düşünüyor. Hiç kuşkusuz, ufku ve politika yapma alanı Kürt sorununa değin daralmış olan genelkurmayın, bu dar alanda üstelik de provokasyonlarla iş görmesi oldukça tehlikeli bir oyundur. Kürt ulusal hareketinin gövdesini oluşturan Kongra-Gel’in postmodern ulusalcı çizgiye çekilmiş olmasından hareketle, Kürtlerin anlamlı karşılıklar oluşturmayacağı kanısındalar. Bu yaklaşımın lastiği daha şimdiden patlamıştır. Kürt ulusunu toplumsal hayatın dışına atma, adeta kriminal suç çetesi olarak lanse etme çabaları, Diyarbakır’da, Batman’da, Nusaybin’de, Siirt’de, Van’da bu işin hiç de kolay olmayacağını, tam tersi sonuçlara da evrilebileceğini gösteren karşılıklar aldı. Kürt ulusu genelkurmayın hesabıyla 29 isyan yapmış bir ulustur ve her isyanın ardından devletin sorunun betonlandığına dair beklentileriboş çıkmıştır... 29 isyan yapmış ve bulundukları her ülkede ayakta olan Kürtlerin, 30’uncu için de içinde yeterince devrimci dinamizmi var...

Yeniden Kürtler; Umutla ve Devrimci Damarı Diri Tutarak...
Sorunun diğer yanındaki yani Kürt halkı cephesindeki gelişmeler ise çok daha önemlidir. Faşist cephede özgün bir şey yok...
Kim ne derse desin, 6 yılın ardından gelen bu eylemlerin çok önemli bir sonucu olduğu; Kürt halkının politik duruşu, mücadele dinamikleri konusunda önemli bir test niteliği taşıdığı açıktır. Kürt halkının cephesinde 6 yıllık postmodern milliyetçi ezberin ne denli iğreti olduğu, her an, her noktasından bozulabileceği açıkça görüldü. TC sınırları içindeki Kürt sorununa Amerikan aşısı postmodern milliyetçi söylemdi, ancak aşının tutmadığı görülüyor. Bunu aslında postmodern milliyetçi söylemin tüm aktörleri, en başta HADEP’liler çok net biliyor. Yoksul Kürt halkı, “konfederasyon”, “devlet olmayan devlet” söylemlerini ne anlıyor, ne de umursuyor. Oligarşi ve onun en temel bileşeni ordu bunu dehşet içinde gördü... Evet, son günlerde çokça adı geçen “Batman olayı”ndan söz ediyoruz. Neydi Batman’da olan? Bir gösteri, ama oligarşiyi bir-iki gün sessiz bırakacak ölçüde şok eden, ardından da tehdit ve saldırganlığın boyutlarını arttırmalarını beraberinde getiren bir gösteri. Gösteri de bir slogan dışında öyle çok orjinal birşey yok. Gerilla cenazesi için toplanmış bin kişi civarında bir yurtsever kitlenin yürüyüşe geçmesi ve polisle çatışması... Bunlar çok tipik olaylar Kürt coğrafyası için. Ama bu kez, Kürt yurtseverleri Türkiye’nin her yanında kendilerine yönelen saldırılara, provokasyonlara verebilecekleri en net ve uç yanıtı veriyorlardı; “Burası Kürdistan Türkiye Değil”. Bu slogan Kürt hareketinin gösterilerinde ilk kez duyuluyordu. Kürt yurtseverleri, Kemalizme sahip çıkan İmralı söylemlerini benimsemediğini, sovenist saldırganlık karşısında gerilemeyeceğini büyük bir tepkisellikle bu sloganla gösterdiler. Ardından Nusaybin’de yapılan gerilla cenaze töreninde yıllar sonra tekrar “gerilla vuruyor, Kürdistan’ı kuruyor” sloganı yoğun biçimde atılıyordu.
Paradoks gibi görünen bir tablo var ortada; Öcalan’ın posterleri taşınıyor, onun için eylemler yapılıyor, ancak onun şiarları, düşünceleri değil, onun ret ettiği şiarlar atılıyor. Bu çok önemli bir noktadır ve esasen paradoks gibi görünen tablo, Kürt coğrafyasındaki devrimci sosyalistlerin aşması gereken bir boşluğu, örgütlenme boşluğunu ifade etmektedir. Öz ile biçim çelişki halindedir. Soruna ilişkin temel talep açıktır, örgütsel, önderliksel biçimi, kabuğu ise artık bu özü taşıyabilmekten uzaktır...
İki ayrı ülke, iki ayrı vatan vurgusunun, bağımsız Kürdistan isteğinin altı yıldır püskürtülen postmodern milliyetçi düşüncelere rağmen bu denli güçlü biçimde patlaması oligarşiyi tam anlamıyla şok etti. Oligarşinin “Batman” vakası karşısındaki ilk tepkisi ancak birkaç gün sonra 2. Ordu komutanının tehditleriyle geldi. MHP’li faşistler bile seslerini çıkaramadılar. Olayın büyütülmesinin sonuçlarının ne olacağını tam olarak kestiremediler. Olayın fazlaca üzerine gitmeden, yarattıkları provokasyon sürecinin bir yol kazası olarak adeta örtbas etmeyi tercih ettiler. Anlaşılan DEHAP’lılar da şok olmuş olmalı ki, slogan daha sonraki günlerde, tam da provokasyonların mantığına uygun bir şekilde “burası Karadeniz değil, Batman/Diyarbakır” vb.’ne dönüştürüldü. Büyük bir politik iddianın ifadesi olan slogan, tam da postmodern milliyetçiliğin mantığına uygun olarak yerel, bölgesel bir çatışmanın ilkel ifadesi haline getirildi. Ancak bu bozarak yumşatma tavrı Kürt yurtseverlerinin geniş bir kesiminde hala çok güçlü olan şeyin ne olduğunu örtbas etmeye yetmedi. Söz bir kez ağızdan çıkmıştı.
Genelkurmay ve Kongra-Gel ve bu sürecin gelişmesinde özel bir rol oynayan her kim varsa, herhalde en son istedikleri ve bekledikleri şey aslında “Batman” ve “Nusaybin”di... İmralı iradesi ve onu kendi koşullarına uyarlayan Kongra-Gel, Kürt yurtseverliğinin derinliklerine işlemiş olan tarihsel taleplerin nasıl volkan gibi patlayarak su yüzüne çıktığını gördüler. Bunun sonuçları Kürt yurtseverleri arasında mutlaka görülecek...
Genelkurmay ise yürüttüğü saldırı kampanyasının kendisi açısından ne denli tehlikeli sonuçlara gebe olduğunu gördü.

Gelişmeler ve Solun Tavrı...
İmralı süreci Kürt ulusal hareketindeki tüm dengeleri, tüm duruşları alt-üst etmişti. Bu aynı zamanda, tüm devrimci ve sol güçlerin de soruna bakışlarında, duruşlarında alt-üst oluş anlamına geliyordu.
Bir küme var ki, ne olursa olsun ilkesiz ve tutarsız tarzda PKK/KADEK/Kongra-Gel kuyrukçusudur. PKK devrimci bir duruş sergilerken biraz ikircikli de olsa desteklediler, PKK açıkça devrimci değilim dediğinde, ABD’ye, devlete işbirliği yapma çağrısı yaptığında da desteklemeye devam ettiler/ediyorlar... Bu kuyrukçuluk, iddia kaybının, ideolojik, politik eksene sahip olmamanın açık tezahürüdür. Üzerinde durmaya gerek yok... Kuşkusuz, kuyrukçular tek tür değil, tek renk taşımıyor. Özellikle ideolojik-teorik bakışta aralarında pek çok farklılık bulunabiliyor. Ancak politik-pratik olarak kuyrukçuluk pratiğinde birleşiyorlar. Kongra-Gel’in postmodern ulusalcı çizgisinin arkasında dizilmiş durumdalar.
Bir de, Kongra-Gel’e devrimci olduğu dönemde belli bir mesafe ile bakan, ancak postmodern çizgiye kaydıktan ve ortak vatan söylemini dillendirdikten, ulusların kendi kaderini tayin hakkından vazgeçtikten, TC ve ABD’ye işbirliği önerdikten sonra ona daha olumlu bakan, sosyal şovenizmin kıyısında duran kesimler var. Öcalan’ın postmodern milliyetçi rotasının politikaya tahvil edilmiş biçimlerini öven, bölünme paranoyasını “Kürtlerin varlığını ve bazı haklarını tanıyalım yoksa bölünürüz” biçiminde özetlenebilecek sol söylemlerle üretenler, misak-ı millici şovenizmin değirmenine su taşımaktadırlar.
Net olmak gerekiyor; ulusal sorunda temel demokratik ilke ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı ilkesidir ve bunun esas anlamı her ulusun kendi devletini kurma hakkıdır. Kürtler bir ulussa, kendi kaderlerini tayin hakkı vardır ve bunun asıl anlamı da bellidir. O zaman dersiniz ki, ne yapacaklarına Kürtler karar versin, ayrı devlet mi, yoksa birlik mi onlar karar verir, o noktada birlikten de yana olabilirsiniz. Gerçek birlikçi tutum budur. Fakat, kendi kaderini tayin hakkından söz etmeden “Kürtlerin çoğu birlik istiyor” ya da ne anlama geldiği belli olmayan “Kürtlerin haklarını tanıyalım, yoksa bölünürüz” biçimindeki söylemler bırakalım devrimci bir duruşu, demokratik bir duruşu bile ifade etmez... Yok, ulus değil diyorsanız, onun varlığını kabul etmiyorsanız, ya da daha farklı biçimlerde tanımlıyorsanız, elbette, ne anlama geldiği muğlak olan demokratik haklardan söz edip bölünmeyelim diyebilirsiniz, vatanın (kimin vatanı?) bölünmemesinden söz edebilirsiniz. Bu bir tercihtir. Birincisi, demokratik çözümdür, ikincisi ise utangaç söylemlerle şovenizmin eşiğinde durmaktır.
Herkes hangi yanda durduğunu açıkça ortaya koymalıdır. İki sandalyede birden oturarak durumu idare etmek mümkün değildir, yararlı da değildir, kaçınılmaz bir şovenist bozulmayı beraberinde getirir.

Devrimci Sosyalistlerin Payına Düşenler...
Şovenist cephede çok az yeni şey var. Provokasyon, azgın milliyetçi söylem, Kürtleri aşağılama ve tümüyle düşmanlaşma, vb. daha sistematik hale gelerek sürüyor. İşin bu tarafına ilişkin Türkiye’deki devrimci sosyalist harekete önemli görevler düştüğü kesindir. Devrimci sosyalizm Kürt sorununda oldukça tutarlı ve net bir enternasyonalist tutuma sahiptir. Ulusların kendi kaderini tayin hakkını sorunun çözümü için temel demokratik ilke olarak görmektedir. Bu ilkeyi sulandırıcı her türden yaklaşımı da kesin biçimde ret etmektedir. Devrimci sosyalizm, sorunun çözümünün bağımsız, birleşik, demokratik bir ülke yaratmaktan geçtiğini her zeminde kesin biçimde ifade etmektedir. Devrimci sosyalizm, bu perspektiften (her ulusun özgürlüğü ve bağımsızlığının tereddütsüz sağlanması fikrinden) hareketle, Ortadoğu halklarının Türklerin, Kürtlerin, Arapların, Farsarın ve diğer ulusal topluluklarının eşitliğini ve ayrılma hakkını kesin biçimde güvence altına alan birliğinden yanadır. Bu bağlamda, sadece şovenizmi lanetlemenin, protesto tutumlarının, simgesel eylemliliklerin yetmediği ve artık anlamlı olmadığı açıktır. Buna giden yolda, şovenizme karşı emekçi kitlelerin ciddi politik eğitiminin sağlanmasına ve sağlam bir demokratik bilinç ekseninde enternasyonalist politik eylemin yaratılmasına dönük sistematik bir çabanın geliştirmesinin gerektiği açıktır. Önümüzdeki süreç bu çabalarımızı daha etkin kıldığımız bir süreç olarak gelişmelidir.
Kendini çarpıcı biçimde ortaya koyan yurtseverlik bilinci, tarihsel taleplere bağlılık ise Kürt coğrafyasındaki devrimci sosyalistlerin üzerinde yoğunlaşmaları, deşmeleri gereken ana doğrultudur. Devrimci sosyalistler ulusal baskının sürüyor oluşundan, yani nesnel gerçekliğin değişmemesinden hareketle kurtuluşçu dinamiğin varlığını sürekli vurguluyorlardı, son gelişmeler ise bunu çarpıcı biçimde ortaya koymuştur. Bu dinamik Kürt coğrafyasında yaratılacak devrimci sosyalist öznenin yaşam kaynağı olacaktır.
Adımları hızlandırmanın zamanıdır.

 


 

 

 

 

 

sbarikat07@gmail.com
Devrimci Sosyalist Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
Yönetim Yeri: Nurtepe Mah. Cemre Sk. No: 2 Kağıthane-İstanbul