Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini


 

 

33. Sayı - Eylül 2005

Ağustos ayına dünya, Filistin’da yaşanan sıcak gelişmelerle girdi. İsrail ve Filistin yönetiminin daha önceden anlaştıkları gibi, Gazze Şeridi’nde 21 ve Batı Şeria’nın da ise 4 yerleşim alanında yaşayan Yahudiler, tahliye edildi. Filistin’in işgal edilmiş toprağı olan Gazze Şeridi’nde 38 yıldır yaşayan İsrailliler, boşaltma işlemine karşı direniş gösterirken, Yahudi askerlerine “nazi” etiketini yapıştırmaları da ayrı bir paradoksu işaret ediyordu. Yıllardır Nazi taktikleriyle Filistin halkını katletmiş olan İsrail devletine, kendi halkının bu şekilde hitap etmesi Hitler’in kulaklarını çınlatmış olsa gerek. Gazze’deki çekilmeyi ele almadan önce sürecin tarihsel akışına ilişkin kısa hatırlatmalar yararlı olacaktır.

Kısa Hatırlatmalar…
İsrail devleti düşü aslında 1896’lara dayanır. Avusturyalı Yahudi bir gazeteci olan Theodor Herzl, Yahudi Devleti adlı kitabında “Siyonizm” başlığı altında toplanabilecek olan fikirlerini açıklar. 1897 yılında ise İsviçre’de ilk siyonist kongre toplanır. Tüm dünya çapında dağınık olan Yahudiler tanrının kendilerine vaat ettiği topraklar olan Filistin’de birleşecek, bir Yahudi devleti kuracaklardır. Ancak bu topraklar boş değildir. Filistin toprakları binlerce yıldır Filistinli Arapların yurdudur. Öyleyse çözüm basittir: Filistinliler katliamla, işgalle yurtlarından sökülüp atılacaktır. Yani Siyonizm daha ilk andan itibaren işgalci, faşizan karakterde, bir sömürgeleştirme fikri olarak doğdu ve gelişti. Bu kongreden sonra Filistin topraklarındaki Yahudi sayısı artmaya başlar.
Filistin topraklarında 1920 yılında (daha öncesinde Osmanlı) İngilizlerle başlayan işgal yılları, beraberinde muazzam bir direniş geleneğini de beraberinde doruğa çıkarmıştır. 27 yıl sonra, emperyalistler Filistin’i bölmeye, daha doğrusu Filistinlileri kendi topraklarında sürgün etmeye yönelmişlerdi.
1947 yılında Birleşmiş Milletler, aldığı kararla, Filistin topraklarına Yahudilerin yerleştirilmesini onayladı. Ne yazık ki, Siyonizm’in faşist sömürgeci politikası o dönemde SSCB tarafından da onaylandı. Böylece Filistin topraklarının % 55’i Yahudilere, yüzde 45’i ise Araplara bırakıldı. Emperyalizmin oyunu gerçekleşen bu senaryo sayesinde, 1948 yılında İsrail devletinin, uzun yıllar sürecek olan, bölgedeki karakol görevi başlamış oluyordu.
Bu tarihleri, I. ve II. Arap- İsrail savaşları izledi. 1967 yılında tarihte altı gün savaşları denilen çarpışma yaşandı. İsrail ile Araplar arasında yaşanan savaş sonunda, Sina Yarımadası, Golan Tepeleri ve Batı Şeria İsrail’in eline geçti. Bu savaşla birlikte İsrail topraklarını 1947’deki sınırlarının dışına taşırmış oluyordu. Filistin halkının elinde kalan son toprak parçaları (Gazze ve Batı Şeria) ile Mısır, Ürdün ve Suriye topraklarının bir bölümü İsrail işgali altına girmiş oldu.
Bu savaş aynı zamanda Filistin kurtuluş mücadelesinde bir dönüm noktası oldu. O güne değin genel olarak bir Arap-İsrail çatışması olarak biçimlenen ve Filistinlilerin rolünün muğlak olduğu çatışma, bu tarihten itibaren esas olarak Filistin-İsrail eksenine oturdu. Ortadoğu’daki gerici Arap devletlerinin İsrail’e karşı son hamlesi 1973’de İsrail’e karşı giriştikleri savaştı. Bu savaştan da herhangi bir sonuç alınmadı. 1967’den sonra Siyonizm’e karşı anlamlı sonuçlar yaratan tüm mücadeleler Filistin halkının geliştirdiği gerilla mücadelesi ve onunla iç içe geçmiş olan halk ayaklanmalarından (intifada) kaynaklandı. 1967’den sonra Filistin halkının kendi öz örgütlenmeleri direnişin en ön saflarına geçti. Yenilmez İsrail efsanesi, nazi mağduru Yahudiler söyleminin gölgesinde unutturulmaya çalışılan Filistin halkının yurdunu kaybetme, mültecileştirilme, katliama uğratılma dramı direnişle bir trajedi ve baş eğmezlik simgesi olarak tarih içindeki yerini aldı. Lübnan ve Ürdün başta olmak üzere Arap coğrafyasının pek çok ülkesinde örgütlenen Filistin direniş hareketi, sadece İsrail’e karşı bir direniş odağı olmakla kalmadı, tüm dünya devrimci hareketi için Vietnam’ın yanı sıra büyük bir enternasyonalist kale oldu, kapılarını tüm dünya devrimcilerine açtı. Başta Türkiye ve Kürdistan devrimcileri olmak üzere pek çok ülkeden devrimci Filistin devriminin desteğini gördü, yardım aldı. Aynı zamanda İsrail Siyonizm’ine karşı Filistinlilerle birlikte direnişe katılındı, şehitler verildi.
Filistin sorunu güncel çatışmaların en çetrefil sorunlarından biridir. Sorunu salt Filistin-İsrail sorunu olarak ele almak tümüyle geçersiz sonuçlara ulaştırır bizi. Sorun Ortadoğu hegemonyasının temel düğüm noktalarından biridir. Ortadoğu hegemonyası denilince elbette başta ABD emperyalizmi olmak üzere tüm emperyalist aktörler ve bölgedeki işbirlikçi rejimler de işin bir parçası durumundadır. Bu nedenledir ki, Filistin devriminin seyrini dönemleştirirken, kırılma ve yükseliş süreçlerini anlamaya çalışırken sorunun iç dinamiklerinin yanı sıra, bu dış dinamikleri de hesaba katmak zorunludur. Aslında iç dinamiklerle dış dinamikler oldukça iç içedir ve çoğu zaman hangisinin nerede başladığı, nerede bittiği pek de belli değildir.

Saldırının Yoğunlaşması
1980’lere gelindiğinde bölgede güçlenen Filistin devrimi kendi içinde 1973 savaşının da etkisiyle belli belirsiz sarsılmalar yaşamaya başlarken, İran devriminin gerçekleşmesiyle emperyalist saldırganlığın odağına oturdu. İran devrimiyle büyük bir şok yaşayan ve dünya hegemonyası sarsılan ABD emperyalizmi bölgedeki tüm devrimci gelişmelere dönük yoğun bir saldırı süreci başlattı. Irak’ın İran’a saldırtılması, Türkiye’de darbe... Filistinlilerin payına ise İsrail’in Lübnan’a büyük saldırısı düştü. İsrail Lübnan’da kurumlaşmış olan Filistin direnişine emperyalistlerin her türden olanağını kullanarak saldırdı, direniş güçleri en önemli mevzilerini kaybettiler ve Lübnan’dan çekilmek zorunda kaldılar. Siyasal, askeri, moral açılardan ciddi darbeler aldılar.
Filistin tarihini kısaca anımsarken, siyonist barbarlığını bizlere gösteren en önemli olaylardan birisi olan Sabra ve Şatilla katliamını geçmemek gerek. 1982 yılında, Lübnan’a yerleşen Yahudi siyonistleri, Filistinlilerin kaldığı kamplardan Sabra Şatilla’da yüzlerce insanı katletmişlerdi. O dönemde ayrıca FHKC ve FDHKC ile birlikte Türkiyeli devrimcilerin de yeraldığı çatışmalarda onlarca devrimci şehit düşmüştür. Şu anda İsrail devletinin başında olan katil Şaron, o zaman da bu katliamı planlayanların başında geliyordu.
Filistin direnişi 1980 ortalarına değin, esas olarak sürgündeki Filistinlilerin İsrail’e dönük gerilla direnişi ve her cephede kitlesel mücadeleleri olarak gelişti. Ancak, sürgündeki Filistinlilerin 1970 başlarında, maaşlı CIA ajanı Ürdün kralı Hüseyin’in yönettiği tarihe “Kara Eylül” olarak geçen saldırısı, ardından da esas olarak İsrail’in 1982’deki Lübnan saldırısıyla birlikte Filistin direnişinin mültecilerin önde olduğu dönemi de kapandı.

I. İntifada
1980 ortalarından itibaren direnişin omurgası adım adım işgal altındaki topraklara Gazze’ye, Batı Şeria’ya, Kudüs’e kaymaya başladı. İşgal altındaki bölgelerde halk komiteleri temelinde El Fetih’in, FHKC’nin ve diğer direniş örgütlerinin ortak çalışmalarıyla önderlik ettikleri küçük kitlesel gösteriler ve silahlı eylemler 1987’de gençlerin ve çocukların en önde olduğu, fakat tüm halkın katıldığı İntifada’ya, ayaklanmaya dönüştü. İntifada kısa süreli bir ayaklanma değildi. İntifada yıllara yayılan büyük ve tüm dünya halklarının çok şey öğreneceği bir mücadeleydi.
İntifadanın başlamasına sebep olan olay, Filistinli işçileri taşıyan arabaya bir Yahudi’nin kamyoneti çarparak dört Filistinlinin ölümüne dokuz Filistinlinin de yaralanmasına sebep olmasıydı. Olayda ölen ve yaralanan Filistinliler Gazze’ye getirildi ve bu kez de hastanenin önünde toplanan Filistinlilere ateş açıldı. I. İntifadanın başlamasına sebep olan kıvılcım da bu oldu. Bu kıvılcımı büyük bir intifadaya dönüştüren siyasal, örgütsel, asgari temeller ise çok önceden büyük bir emekle hazırlanmıştı. Bu süreçte İsrail, El Fetih ve FHKC’ye nazaran daha yumuşak ve kontrol edilebileceğini düşündüğü HAMAS’ın işgal altında topraklarda örgütlenmesine göz yumdu. Hatta kimi iddialara göre açıkça yardımcı oldu...
1990 başında reel sosyalizmin çöküşüyle en önemli maddi ve diplomatik desteğinden yoksun kalan Filistin direnişi, El Fetih önderliğinde Filistin halkının en temel tarihsel haklarının inkarını esas alan yada üstünden atlayan çözümlere yöneldi. ABD emperyalizminin önderliğinde Oslo barış görüşmeleri ve anlaşması bu sürecin ürünü olarak doğdu. Sürgündeki Filistinlilerin topraklarına dönmesi, İsrail’in 1967’de işgal ettiği topraklardan derhal çekilmesi, Filistinlilerin kendi devletlerini derhal kurması, vb. Hiçbir temel soruna yanıt oluşturulmadı. Tam tersine bunlar tarihin çürütücü çöplüğüne atıldı. Anlaşma Gazze ve Batı Şeria’da toplama kampı niteliğinde küçücük alanların (buraların bile tümü değil) Filistinlilere bırakılmasını ve bunun karşılığında Filistinlilerin İsrail’in varlığını ve güvenliğini tanıması isteniyordu.
1993 yılında yapılan Oslo zirvesi, Filistin davasına hiçbir şey kazandırmadan “barış” anlaşması olarak imzalandı. Emperyalistlerin bir anlamda istedikleri sonuçtu bu. Filistin halkı küçük topraklara hapsediliyor, buralarda katlediliyordu. Filistin topraklarında İsrail egemenliği ve Filistin halkına uyguladığı vahşet, tüm dünyanın gözlerinin önünde gerçekleşiyordu. Oslo’da karar altına alınan uyduruk noktaların büyük bir çoğunluğu da uygulanmadı.

II. İntifada’nın Başlangıcı
28 Eylül 2000, Filistin topraklarında yeni bir İntifadayı işaret ediyordu. Hiçbir resmi sıfatı olmayan Ariel Şaron, bu tarihte, yaklaşık 1000 askerle ve çetesiyle birlikte Harem-ü Şerif bölgesinde Mescid-i Aksa’yı ziyaret etti. Filistin halkı için ayrı bir kutsal yeri olan, Mescid-i Aksa’nın ziyareti Siyonizm’in Filistin halkını provokasyona getirme amacını taşıyordu. Filistinliler, sokaklara dökülerek, Ariel Şaron ve Siyonizm’i protesto etmeye başladı. Böylece Filistin halkının II. İntifadası başlamış oluyordu.
Amerika ve diğer emperyalistlerin, desteklediği İsrail devleti sırtını bu güçlere dayarken, emperyalistler bölgedeki yaşanan çatışma durumundan rahatsızdı. Filistin topraklarında ağızlarında sakız yaptıkları “istikrar” bir türlü gelmiyordu. Filistin halkı, ülkesini Siyonizme ve emperyalizme karşı taşlarla, bilek gücüyle savunuyordu.
Emperyalistler, “bu sorunu” kendi cephelerinden getirdikleri çözümlerle halletmeye çalışıyorlardı. 2003 yılında ABD, Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği ve Rusya tarafından hazırlanan “Yol Haritası” ortaya atıldı. Yol Haritası, İsrail’in bazı topraklardan çekilmesini isterken, sınırı belli olmayan bir Filistin devleti vaat ediyordu. Yol Haritası’nın en önemli sonuçlarından bir tanesi de, Filistin halkının direnişini terör olarak tanımlaması ve bunun durdurulmasının istenmesiydi. Diğer taraftan da İsrail katliamlarına dair hiçbir yaptırım yoktu bu haritada.

Yol Haritası’nın Getirdikleri…
Günümüze kadar geldiğimizde “Yol Haritası’nın” boş olduğu net bir şekilde karşımıza çıkmaktadır. İmzalanan belgeler İsrail katliamcılığını durdurmamıştır. Yüzlerce insan, İsrail tanklarının, İsrail askerlerinin açtıkları ateş sonucu katledilmeye devam etmiştir. Filistin halkının liderlerinden Yaser Arafat, aylarca karargahında tutsak kalmıştır. Direniş örgütlerinin liderleri katledilmiş, hapishanelere atılmıştır.
Tam da bu anda bu yılın Haziran ayında yayınlanan Filistin Ulusal Haber Merkezinin Raporu’na bakmakta yarar var. Bu rapora göre İsrail ordusu ikinci İntifada’nın başladığı tarihten bu yana 4032 insanı öldürdü, 44.666 kişiyi yaraladı. İntifada döneminde öldürülen çocuk sayısı 750 idi. İsrail ordusunun Filistinlilerin evlerine ateş açması sonucu 732 erkek, 262 kadın Filistinli yaşamını yitirdi. İsrail ordusu Filistin güvenlik güçlerinin 344 üyesini, 817 öğrenci ve öğretmeni öldürdü. Rapora göre 325 yerli Filistinli yargısız infaz şeklinde suikast sonucu öldürüldü.
Aralarında çocukların, yaşlıların, hamile kadınların da bulunduğu 131 Filistinli kendilerini hastaneye taşıyan ambulansın veya araçların askeri denetim noktalarında bekletilmesi nedeniyle yaşamını yitirdi. 36 doktor, 36 sivil savunma ekibi mensubu ve 9 gazeteci İsrail ordusu tarafından öldürüldü.
Ordunun okullara veya öğrencilere ateş açması sonucu 4800 öğrenci yaralandı. 8500 Filistinli halen İsrail hapishanelerinde bulunuyor. Bunların 624’ü intifadadan önce tutuklanmış, 1389’u öğrenci, 330’u çocuk, 196’sı öğretmen. 900 tutuklu kronik salgın hastalıklardan muzdarip.
123 kadın tutukludan 42’si ceza almış, 73’ü henüz mahkemeye çıkarılmaksızın alıkonuluyor, 8’inin mahkemesi sürüyor.İsrail ordusu, 1 Ekim 2001, 30 Nisan 2005 tarihleri arasında 31.712 defa saldırdı. İsrail ordusu tarafından tamamen tahrip edilen ev sayısı 69.843.590 kamu binası ve güvenlik tesisi tahrip edildi, 12 üniversite ve okul askeri emirlerle kapatıldı, 316 okula ve eğitim binasına saldırıldı, 43 okul ordu tarafından askeri kamp olarak kullanıldı. İsrail ordusu ayrıca buldozerlerle 76.867 dönüm tarım arazisini tahrip etti, 135.552.690 ağacı söktü, 770 tarım tesisini, 765 çiftliği yerle bir etti, 16 traktörü ve sayısız tarım aletini kullanılmaz hale getirdi.

Filistin Halkının Emperyalist “Barışa” İhtiyacı Yok
Bugünkü sürecin önünü açmak için önce FHKC önderleri, ardından HAMAS önderleri ve en son olarak da Arafat öldürüldü... Dünyanın emperyalist efendileri, hiçbir zaman bu zulme ses çıkarmamış, İsrail’e açıktan desteğini eksik etmemiştir. Yazının girişinde bahsettiğimiz Gazze Şeridi ve Batı Şeria’da yapılan boşaltmalar dünya tarafından dikkatle izleniyor. Boşaltma anında yaşanan sahneler kötü bir komediyi andırıyordu. O topraklar onlara ait değildi. Kendi topraklarıymış ve mağdur edilmiş gibi bir hava elbette ki yalandan ibaretti. Gazze’den çıkarılan yerleşimcilere tazminat gösterilerek, İsrail’in işgal ettiği bir başka yere yerleşmesine olanak sağlanıyordu.
Boşaltma sırasında ABD terör yönetimi tutumunu ortaya koymakta gecikmedi. ABD Dışişleri Bakanı Condolezza Rice, sıcağı sıcağına yaptığı açıklamada yaşananların dramatik olduğunu ve tahliye edilen İsrailli yerleşimcilere sempati duyduğunu ve herkesin kendini bu insanlarla özdeşleştirdiğini açıkladı.
Oysa, bu süreçte acı çekenler, her biri 150 ile 400 dolar tazminat alan, lüks otellere yerleştirilen Yahudi yerleşimciler değil, toprakları gasp edilen Filistin halkıdır. Ortadoğu coğrafyası üzerine gözlerini dikmiş olan ABD sözkonusu olunca, İsrail’in geçtiğimiz ay başlattığı operasyonun anlamı büyüyor. Özellikle BOP çerçevesinde Ortadoğu’nun dikensiz gül bahçesi haline getirilmesi ABD için önemlidir. Ariel Şaron’un öncülüğündeki İsrail devletinin, zerre kadar Filistin halkını düşünmesi sözkonusu bile olamaz.
Öncelikle boşaltılan Gazze Şeridi’ne bakalım. Gazze Şeridi, Akdeniz’in güneydoğu kıyısında, 45 kilometre uzunluğunda, 10 kilometre genişliğinde, kuzey ve doğusunda İsrail, güneyinde ise Mısır’ın Sina Yarımadasına komşudur. Gazze Şeridi’nde 2.5 milyon Filistinli yaşamaktadır. İşsizlik resmi rakamlara göre % 50’yi geçmiş durumda. 3000 yıldan fazla bir süredir insanlığın yaşadığı bölge olan Gazze, şu anda dünyanın en yüksek nüfus yoğunluğuna sahip yerleşim yerlerinden birisidir. 1967 yılında İsrail’in eline geçen Gazze Şeridi’ne 1970’lerde bu yana Yahudiler yerleştirilmeye başlanmıştır. Gazze Şeridi’nin bir önemi de 1987 yılında birinci İntifada’nın burada başlamış olmasıdır. Filistin direnişinin merkezi yerlerinden biri olan Gazze Şeridi, yüzlerce kez İsrail uçakları tarafından bombalanmış, bunun sonucunda da insanlar evsiz kalmıştır.

Barış Adımı Değil Emperyalist Politika
Çıplak gözle baktığımızda İsrail’in Gazze Şeridi’nden çekilmesi, “barışa” hizmet ediyor gibi görünüyor. İlk plana göre Gazze Şeridi 21, Batı Şeria’da (120 Yahudi yerleşim birimi ve 250 bin yerleşimci bulunmaktadır.) 4 yerleşim yeri boşaltılmış durumda. Bu da 7 bin kişi anlamına geliyor. Planın perde arkasına baktığımızda daha ön açıcı şeyler ortaya çıkıyor.
Öte yandan ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice ve Şaron’un “Filistin yönetimi ateşkesi bozma niyetindeki örgütleri bir an önce silahsızlandırsın” şeklindeki sözleri konunun anahtarıdır. Bu ikilinin isteği, Gazze Şeridi’nden çekilme planının özünü oluşturmaktadır. Bunun yanı sıra, ABD’nin planlarının daha rahat yürümesi için sorun çözen ABD, barışa açık İsrail imajı da yaratılmak istenmektedir.
Gazze Şeridi ve Batı Şeria’da yerleşim yerleri boşaltılmıştır. Fakat, bu boşaltılan yerler üzerindeki plan asıl önemlidir. Buradan, Filistin halkına yansıyacak olan baskı ve denetimin artırılmasından başka bir şey değildir. Bunun en büyük göstergelerinden birisi Batı Şeria’da yerleşim yerlerinin inşaatının devam etmesi, diğeri ise, yapımı devam eden 84 kilometrelik “güvenlik duvarı”dır. Duvar, Batı Şeria ile Kudüs’ü ikiye bölecek. 12 kontrol geçiş noktası olacak olan duvarın kontrolünü, İsrail askerleri sağlayacak. Filistinliler, buradan günde belli saatlerde geçecek ve her geçişte iki defa aranacak. Dahası, Filistin halkının Mısır ile bağlantısı kesilecek. Gazze Şeridi’ne giriş-çıkışlar İsrail gözetiminde olacak. Yiyecek, ham madde, su, yakıt, gaz ve elektrik gibi temel insani ihtiyaçların Filistin halkına ulaşması, İsrail’in keyfine göre belirlenecek. Böylece, İsrail bölgede denetim anlamında, önemli bir adım atarak, Filistinlere farklı bir cezaevi yaşamı sürdürecek. Özgürlük daha fazla İsrail denetimi olacak. Şu anda boşalan yerler, İsrail tarafından askeri bölge ilan edilmiş durumda. Eylül’e kadar çekilmenin süreceği söylense de bu süre uzayabilir. İsrail, her an hazır olmadığını söyleyebilir.
Bölge üzerindeki niyet bellidir. Filistin direnişini boğmak üzerine kuruludur planlar. ABD emperyalizminin üzerinde durduğu nokta buradadır. On yıllardır süren onurlu direnişin susturulmasıdır.
Gazze Şeridi’nden çekilme İsrail’in bölgedeki askeri ve siyasal konumunu azaltmamış, tam tersi daha da söz sahibi yapmıştır. İsrail’in, bölgede, baskı ve karakol konumu daha da güçlenmiştir. Ancak görmezden gelinen, geçiştirilmeye çalışılan çok daha önemli bir dinamik Filistin halkının büyük direnişidir. İsrail “her şey kontrol altında” havasında, “lütufkar barışçı” pozlarında, ancak gerçek; onun Filistin halkının direnişi karşısında yaşadığı çaresizliktir. Yoksa Şaron gibi bir Nazi artığının tek bir geri adım atması dahi düşünülemezdi. Ama sonuçta,İsrail’in büyük hayali yüzyıldan bu yana ikinci kez büyük bir yara almıştır. İlki Lübnan halkının direnişiyle Güney Lübnan’dan sökülüp atılmasıdır. İkincisi ise Filistin halkının direnişiyle Gazze’den atılmasıdır. Nil’den Fırat’a vaat edilmiş topraklarda büyük İsrail hayali direnişle belki henüz küçük küçük de olsa paramparça olmaktadır. Direniş kazanmaktadır. Kazanımlar henüz küçüktür, güvencesizdir, her an geri kaptırılabilir ve İsrail kendisini başka adımlarla tahkim etmektedir. Evet bunların hepsi de doğru... Ancak bunlar direnişin kazanmaya başladığı, direnişten başka bir yol olmadığı gerçeğini ortadan kaldırmıyor.
Filistin halkının tam ve gerçek kurtuluşu topraklarının işgalden kurtulmasından ve “kendi kaderini tayin hakkı” ilkesinin hayata geçmesinden başka birşey olamaz. Emperyalizmin Ortadoğu üzerindeki bütün oyunları, İsrail terörünün dağıtılması ancak ve ancak emperyalizme karşı savaşılıp, o topraklardan kökü kazılınca bozulabilir. Filistin ve Ortadoğu halklarının özgürlüğünün gerçek yolu budur.



 


 

 

 

 

 

sbarikat07@gmail.com
Devrimci Sosyalist Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
Yönetim Yeri: Nurtepe Mah. Cemre Sk. No: 2 Kağıthane-İstanbul