Ağustos ayına dünya, Filistin’da yaşanan sıcak
gelişmelerle girdi. İsrail ve Filistin yönetiminin
daha önceden anlaştıkları gibi, Gazze Şeridi’nde
21 ve Batı Şeria’nın da ise 4 yerleşim alanında
yaşayan Yahudiler, tahliye edildi. Filistin’in
işgal edilmiş toprağı olan Gazze Şeridi’nde 38
yıldır yaşayan İsrailliler, boşaltma işlemine
karşı direniş gösterirken, Yahudi askerlerine
“nazi” etiketini yapıştırmaları da ayrı bir paradoksu
işaret ediyordu. Yıllardır Nazi taktikleriyle
Filistin halkını katletmiş olan İsrail devletine,
kendi halkının bu şekilde hitap etmesi Hitler’in
kulaklarını çınlatmış olsa gerek. Gazze’deki çekilmeyi
ele almadan önce sürecin tarihsel akışına ilişkin
kısa hatırlatmalar yararlı olacaktır.
Kısa Hatırlatmalar…
İsrail devleti düşü aslında 1896’lara dayanır.
Avusturyalı Yahudi bir gazeteci olan Theodor Herzl,
Yahudi Devleti adlı kitabında “Siyonizm” başlığı
altında toplanabilecek olan fikirlerini açıklar.
1897 yılında ise İsviçre’de ilk siyonist kongre
toplanır. Tüm dünya çapında dağınık olan Yahudiler
tanrının kendilerine vaat ettiği topraklar olan
Filistin’de birleşecek, bir Yahudi devleti kuracaklardır.
Ancak bu topraklar boş değildir. Filistin toprakları
binlerce yıldır Filistinli Arapların yurdudur.
Öyleyse çözüm basittir: Filistinliler katliamla,
işgalle yurtlarından sökülüp atılacaktır. Yani
Siyonizm daha ilk andan itibaren işgalci, faşizan
karakterde, bir sömürgeleştirme fikri olarak doğdu
ve gelişti. Bu kongreden sonra Filistin topraklarındaki
Yahudi sayısı artmaya başlar.
Filistin topraklarında 1920 yılında (daha öncesinde
Osmanlı) İngilizlerle başlayan işgal yılları,
beraberinde muazzam bir direniş geleneğini de
beraberinde doruğa çıkarmıştır. 27 yıl sonra,
emperyalistler Filistin’i bölmeye, daha doğrusu
Filistinlileri kendi topraklarında sürgün etmeye
yönelmişlerdi.
1947 yılında Birleşmiş Milletler, aldığı kararla,
Filistin topraklarına Yahudilerin yerleştirilmesini
onayladı. Ne yazık ki, Siyonizm’in faşist sömürgeci
politikası o dönemde SSCB tarafından da onaylandı.
Böylece Filistin topraklarının % 55’i Yahudilere,
yüzde 45’i ise Araplara bırakıldı. Emperyalizmin
oyunu gerçekleşen bu senaryo sayesinde, 1948 yılında
İsrail devletinin, uzun yıllar sürecek olan, bölgedeki
karakol görevi başlamış oluyordu.
Bu tarihleri, I. ve II. Arap- İsrail savaşları
izledi. 1967 yılında tarihte altı gün savaşları
denilen çarpışma yaşandı. İsrail ile Araplar arasında
yaşanan savaş sonunda, Sina Yarımadası, Golan
Tepeleri ve Batı Şeria İsrail’in eline geçti.
Bu savaşla birlikte İsrail topraklarını 1947’deki
sınırlarının dışına taşırmış oluyordu. Filistin
halkının elinde kalan son toprak parçaları (Gazze
ve Batı Şeria) ile Mısır, Ürdün ve Suriye topraklarının
bir bölümü İsrail işgali altına girmiş oldu.
Bu savaş aynı zamanda Filistin kurtuluş mücadelesinde
bir dönüm noktası oldu. O güne değin genel olarak
bir Arap-İsrail çatışması olarak biçimlenen ve
Filistinlilerin rolünün muğlak olduğu çatışma,
bu tarihten itibaren esas olarak Filistin-İsrail
eksenine oturdu. Ortadoğu’daki gerici Arap devletlerinin
İsrail’e karşı son hamlesi 1973’de İsrail’e karşı
giriştikleri savaştı. Bu savaştan da herhangi
bir sonuç alınmadı. 1967’den sonra Siyonizm’e
karşı anlamlı sonuçlar yaratan tüm mücadeleler
Filistin halkının geliştirdiği gerilla mücadelesi
ve onunla iç içe geçmiş olan halk ayaklanmalarından
(intifada) kaynaklandı. 1967’den sonra Filistin
halkının kendi öz örgütlenmeleri direnişin en
ön saflarına geçti. Yenilmez İsrail efsanesi,
nazi mağduru Yahudiler söyleminin gölgesinde unutturulmaya
çalışılan Filistin halkının yurdunu kaybetme,
mültecileştirilme, katliama uğratılma dramı direnişle
bir trajedi ve baş eğmezlik simgesi olarak tarih
içindeki yerini aldı. Lübnan ve Ürdün başta olmak
üzere Arap coğrafyasının pek çok ülkesinde örgütlenen
Filistin direniş hareketi, sadece İsrail’e karşı
bir direniş odağı olmakla kalmadı, tüm dünya devrimci
hareketi için Vietnam’ın yanı sıra büyük bir enternasyonalist
kale oldu, kapılarını tüm dünya devrimcilerine
açtı. Başta Türkiye ve Kürdistan devrimcileri
olmak üzere pek çok ülkeden devrimci Filistin
devriminin desteğini gördü, yardım aldı. Aynı
zamanda İsrail Siyonizm’ine karşı Filistinlilerle
birlikte direnişe katılındı, şehitler verildi.
Filistin sorunu güncel çatışmaların en çetrefil
sorunlarından biridir. Sorunu salt Filistin-İsrail
sorunu olarak ele almak tümüyle geçersiz sonuçlara
ulaştırır bizi. Sorun Ortadoğu hegemonyasının
temel düğüm noktalarından biridir. Ortadoğu hegemonyası
denilince elbette başta ABD emperyalizmi olmak
üzere tüm emperyalist aktörler ve bölgedeki işbirlikçi
rejimler de işin bir parçası durumundadır. Bu
nedenledir ki, Filistin devriminin seyrini dönemleştirirken,
kırılma ve yükseliş süreçlerini anlamaya çalışırken
sorunun iç dinamiklerinin yanı sıra, bu dış dinamikleri
de hesaba katmak zorunludur. Aslında iç dinamiklerle
dış dinamikler oldukça iç içedir ve çoğu zaman
hangisinin nerede başladığı, nerede bittiği pek
de belli değildir.
Saldırının Yoğunlaşması
1980’lere gelindiğinde bölgede güçlenen Filistin
devrimi kendi içinde 1973 savaşının da etkisiyle
belli belirsiz sarsılmalar yaşamaya başlarken,
İran devriminin gerçekleşmesiyle emperyalist saldırganlığın
odağına oturdu. İran devrimiyle büyük bir şok
yaşayan ve dünya hegemonyası sarsılan ABD emperyalizmi
bölgedeki tüm devrimci gelişmelere dönük yoğun
bir saldırı süreci başlattı. Irak’ın İran’a saldırtılması,
Türkiye’de darbe... Filistinlilerin payına ise
İsrail’in Lübnan’a büyük saldırısı düştü. İsrail
Lübnan’da kurumlaşmış olan Filistin direnişine
emperyalistlerin her türden olanağını kullanarak
saldırdı, direniş güçleri en önemli mevzilerini
kaybettiler ve Lübnan’dan çekilmek zorunda kaldılar.
Siyasal, askeri, moral açılardan ciddi darbeler
aldılar.
Filistin tarihini kısaca anımsarken, siyonist
barbarlığını bizlere gösteren en önemli olaylardan
birisi olan Sabra ve Şatilla katliamını geçmemek
gerek. 1982 yılında, Lübnan’a yerleşen Yahudi
siyonistleri, Filistinlilerin kaldığı kamplardan
Sabra Şatilla’da yüzlerce insanı katletmişlerdi.
O dönemde ayrıca FHKC ve FDHKC ile birlikte Türkiyeli
devrimcilerin de yeraldığı çatışmalarda onlarca
devrimci şehit düşmüştür. Şu anda İsrail devletinin
başında olan katil Şaron, o zaman da bu katliamı
planlayanların başında geliyordu.
Filistin direnişi 1980 ortalarına değin, esas
olarak sürgündeki Filistinlilerin İsrail’e dönük
gerilla direnişi ve her cephede kitlesel mücadeleleri
olarak gelişti. Ancak, sürgündeki Filistinlilerin
1970 başlarında, maaşlı CIA ajanı Ürdün kralı
Hüseyin’in yönettiği tarihe “Kara Eylül” olarak
geçen saldırısı, ardından da esas olarak İsrail’in
1982’deki Lübnan saldırısıyla birlikte Filistin
direnişinin mültecilerin önde olduğu dönemi de
kapandı.
I. İntifada
1980 ortalarından itibaren direnişin omurgası
adım adım işgal altındaki topraklara Gazze’ye,
Batı Şeria’ya, Kudüs’e kaymaya başladı. İşgal
altındaki bölgelerde halk komiteleri temelinde
El Fetih’in, FHKC’nin ve diğer direniş örgütlerinin
ortak çalışmalarıyla önderlik ettikleri küçük
kitlesel gösteriler ve silahlı eylemler 1987’de
gençlerin ve çocukların en önde olduğu, fakat
tüm halkın katıldığı İntifada’ya, ayaklanmaya
dönüştü. İntifada kısa süreli bir ayaklanma değildi.
İntifada yıllara yayılan büyük ve tüm dünya halklarının
çok şey öğreneceği bir mücadeleydi.
İntifadanın başlamasına sebep olan olay, Filistinli
işçileri taşıyan arabaya bir Yahudi’nin kamyoneti
çarparak dört Filistinlinin ölümüne dokuz Filistinlinin
de yaralanmasına sebep olmasıydı. Olayda ölen
ve yaralanan Filistinliler Gazze’ye getirildi
ve bu kez de hastanenin önünde toplanan Filistinlilere
ateş açıldı. I. İntifadanın başlamasına sebep
olan kıvılcım da bu oldu. Bu kıvılcımı büyük bir
intifadaya dönüştüren siyasal, örgütsel, asgari
temeller ise çok önceden büyük bir emekle hazırlanmıştı.
Bu süreçte İsrail, El Fetih ve FHKC’ye nazaran
daha yumuşak ve kontrol edilebileceğini düşündüğü
HAMAS’ın işgal altında topraklarda örgütlenmesine
göz yumdu. Hatta kimi iddialara göre açıkça yardımcı
oldu...
1990 başında reel sosyalizmin çöküşüyle en önemli
maddi ve diplomatik desteğinden yoksun kalan Filistin
direnişi, El Fetih önderliğinde Filistin halkının
en temel tarihsel haklarının inkarını esas alan
yada üstünden atlayan çözümlere yöneldi. ABD emperyalizminin
önderliğinde Oslo barış görüşmeleri ve anlaşması
bu sürecin ürünü olarak doğdu. Sürgündeki Filistinlilerin
topraklarına dönmesi, İsrail’in 1967’de işgal
ettiği topraklardan derhal çekilmesi, Filistinlilerin
kendi devletlerini derhal kurması, vb. Hiçbir
temel soruna yanıt oluşturulmadı. Tam tersine
bunlar tarihin çürütücü çöplüğüne atıldı. Anlaşma
Gazze ve Batı Şeria’da toplama kampı niteliğinde
küçücük alanların (buraların bile tümü değil)
Filistinlilere bırakılmasını ve bunun karşılığında
Filistinlilerin İsrail’in varlığını ve güvenliğini
tanıması isteniyordu.
1993 yılında yapılan Oslo zirvesi, Filistin davasına
hiçbir şey kazandırmadan “barış” anlaşması olarak
imzalandı. Emperyalistlerin bir anlamda istedikleri
sonuçtu bu. Filistin halkı küçük topraklara hapsediliyor,
buralarda katlediliyordu. Filistin topraklarında
İsrail egemenliği ve Filistin halkına uyguladığı
vahşet, tüm dünyanın gözlerinin önünde gerçekleşiyordu.
Oslo’da karar altına alınan uyduruk noktaların
büyük bir çoğunluğu da uygulanmadı.
II. İntifada’nın Başlangıcı
28 Eylül 2000, Filistin topraklarında yeni bir
İntifadayı işaret ediyordu. Hiçbir resmi sıfatı
olmayan Ariel Şaron, bu tarihte, yaklaşık 1000
askerle ve çetesiyle birlikte Harem-ü Şerif bölgesinde
Mescid-i Aksa’yı ziyaret etti. Filistin halkı
için ayrı bir kutsal yeri olan, Mescid-i Aksa’nın
ziyareti Siyonizm’in Filistin halkını provokasyona
getirme amacını taşıyordu. Filistinliler, sokaklara
dökülerek, Ariel Şaron ve Siyonizm’i protesto
etmeye başladı. Böylece Filistin halkının II.
İntifadası başlamış oluyordu.
Amerika ve diğer emperyalistlerin, desteklediği
İsrail devleti sırtını bu güçlere dayarken, emperyalistler
bölgedeki yaşanan çatışma durumundan rahatsızdı.
Filistin topraklarında ağızlarında sakız yaptıkları
“istikrar” bir türlü gelmiyordu. Filistin halkı,
ülkesini Siyonizme ve emperyalizme karşı taşlarla,
bilek gücüyle savunuyordu.
Emperyalistler, “bu sorunu” kendi cephelerinden
getirdikleri çözümlerle halletmeye çalışıyorlardı.
2003 yılında ABD, Birleşmiş Milletler, Avrupa
Birliği ve Rusya tarafından hazırlanan “Yol Haritası”
ortaya atıldı. Yol Haritası, İsrail’in bazı topraklardan
çekilmesini isterken, sınırı belli olmayan bir
Filistin devleti vaat ediyordu. Yol Haritası’nın
en önemli sonuçlarından bir tanesi de, Filistin
halkının direnişini terör olarak tanımlaması ve
bunun durdurulmasının istenmesiydi. Diğer taraftan
da İsrail katliamlarına dair hiçbir yaptırım yoktu
bu haritada.
Yol Haritası’nın Getirdikleri…
Günümüze kadar geldiğimizde “Yol Haritası’nın”
boş olduğu net bir şekilde karşımıza çıkmaktadır.
İmzalanan belgeler İsrail katliamcılığını durdurmamıştır.
Yüzlerce insan, İsrail tanklarının, İsrail askerlerinin
açtıkları ateş sonucu katledilmeye devam etmiştir.
Filistin halkının liderlerinden Yaser Arafat,
aylarca karargahında tutsak kalmıştır. Direniş
örgütlerinin liderleri katledilmiş, hapishanelere
atılmıştır.
Tam da bu anda bu yılın Haziran ayında yayınlanan
Filistin Ulusal Haber Merkezinin Raporu’na bakmakta
yarar var. Bu rapora göre İsrail ordusu ikinci
İntifada’nın başladığı tarihten bu yana 4032 insanı
öldürdü, 44.666 kişiyi yaraladı. İntifada döneminde
öldürülen çocuk sayısı 750 idi. İsrail ordusunun
Filistinlilerin evlerine ateş açması sonucu 732
erkek, 262 kadın Filistinli yaşamını yitirdi.
İsrail ordusu Filistin güvenlik güçlerinin 344
üyesini, 817 öğrenci ve öğretmeni öldürdü. Rapora
göre 325 yerli Filistinli yargısız infaz şeklinde
suikast sonucu öldürüldü.
Aralarında çocukların, yaşlıların, hamile kadınların
da bulunduğu 131 Filistinli kendilerini hastaneye
taşıyan ambulansın veya araçların askeri denetim
noktalarında bekletilmesi nedeniyle yaşamını yitirdi.
36 doktor, 36 sivil savunma ekibi mensubu ve 9
gazeteci İsrail ordusu tarafından öldürüldü.
Ordunun okullara veya öğrencilere ateş açması
sonucu 4800 öğrenci yaralandı. 8500 Filistinli
halen İsrail hapishanelerinde bulunuyor. Bunların
624’ü intifadadan önce tutuklanmış, 1389’u öğrenci,
330’u çocuk, 196’sı öğretmen. 900 tutuklu kronik
salgın hastalıklardan muzdarip.
123 kadın tutukludan 42’si ceza almış, 73’ü henüz
mahkemeye çıkarılmaksızın alıkonuluyor, 8’inin
mahkemesi sürüyor.İsrail ordusu, 1 Ekim 2001,
30 Nisan 2005 tarihleri arasında 31.712 defa saldırdı.
İsrail ordusu tarafından tamamen tahrip edilen
ev sayısı 69.843.590 kamu binası ve güvenlik tesisi
tahrip edildi, 12 üniversite ve okul askeri emirlerle
kapatıldı, 316 okula ve eğitim binasına saldırıldı,
43 okul ordu tarafından askeri kamp olarak kullanıldı.
İsrail ordusu ayrıca buldozerlerle 76.867 dönüm
tarım arazisini tahrip etti, 135.552.690 ağacı
söktü, 770 tarım tesisini, 765 çiftliği yerle
bir etti, 16 traktörü ve sayısız tarım aletini
kullanılmaz hale getirdi.
Filistin Halkının Emperyalist “Barışa” İhtiyacı
Yok
Bugünkü sürecin önünü açmak için önce FHKC önderleri,
ardından HAMAS önderleri ve en son olarak da Arafat
öldürüldü... Dünyanın emperyalist efendileri,
hiçbir zaman bu zulme ses çıkarmamış, İsrail’e
açıktan desteğini eksik etmemiştir. Yazının girişinde
bahsettiğimiz Gazze Şeridi ve Batı Şeria’da yapılan
boşaltmalar dünya tarafından dikkatle izleniyor.
Boşaltma anında yaşanan sahneler kötü bir komediyi
andırıyordu. O topraklar onlara ait değildi. Kendi
topraklarıymış ve mağdur edilmiş gibi bir hava
elbette ki yalandan ibaretti. Gazze’den çıkarılan
yerleşimcilere tazminat gösterilerek, İsrail’in
işgal ettiği bir başka yere yerleşmesine olanak
sağlanıyordu.
Boşaltma sırasında ABD terör yönetimi tutumunu
ortaya koymakta gecikmedi. ABD Dışişleri Bakanı
Condolezza Rice, sıcağı sıcağına yaptığı açıklamada
yaşananların dramatik olduğunu ve tahliye edilen
İsrailli yerleşimcilere sempati duyduğunu ve herkesin
kendini bu insanlarla özdeşleştirdiğini açıkladı.
Oysa, bu süreçte acı çekenler, her biri 150 ile
400 dolar tazminat alan, lüks otellere yerleştirilen
Yahudi yerleşimciler değil, toprakları gasp edilen
Filistin halkıdır. Ortadoğu coğrafyası üzerine
gözlerini dikmiş olan ABD sözkonusu olunca, İsrail’in
geçtiğimiz ay başlattığı operasyonun anlamı büyüyor.
Özellikle BOP çerçevesinde Ortadoğu’nun dikensiz
gül bahçesi haline getirilmesi ABD için önemlidir.
Ariel Şaron’un öncülüğündeki İsrail devletinin,
zerre kadar Filistin halkını düşünmesi sözkonusu
bile olamaz.
Öncelikle boşaltılan Gazze Şeridi’ne bakalım.
Gazze Şeridi, Akdeniz’in güneydoğu kıyısında,
45 kilometre uzunluğunda, 10 kilometre genişliğinde,
kuzey ve doğusunda İsrail, güneyinde ise Mısır’ın
Sina Yarımadasına komşudur. Gazze Şeridi’nde 2.5
milyon Filistinli yaşamaktadır. İşsizlik resmi
rakamlara göre % 50’yi geçmiş durumda. 3000 yıldan
fazla bir süredir insanlığın yaşadığı bölge olan
Gazze, şu anda dünyanın en yüksek nüfus yoğunluğuna
sahip yerleşim yerlerinden birisidir. 1967 yılında
İsrail’in eline geçen Gazze Şeridi’ne 1970’lerde
bu yana Yahudiler yerleştirilmeye başlanmıştır.
Gazze Şeridi’nin bir önemi de 1987 yılında birinci
İntifada’nın burada başlamış olmasıdır. Filistin
direnişinin merkezi yerlerinden biri olan Gazze
Şeridi, yüzlerce kez İsrail uçakları tarafından
bombalanmış, bunun sonucunda da insanlar evsiz
kalmıştır.
Barış Adımı Değil Emperyalist Politika
Çıplak gözle baktığımızda İsrail’in Gazze Şeridi’nden
çekilmesi, “barışa” hizmet ediyor gibi görünüyor.
İlk plana göre Gazze Şeridi 21, Batı Şeria’da
(120 Yahudi yerleşim birimi ve 250 bin yerleşimci
bulunmaktadır.) 4 yerleşim yeri boşaltılmış durumda.
Bu da 7 bin kişi anlamına geliyor. Planın perde
arkasına baktığımızda daha ön açıcı şeyler ortaya
çıkıyor.
Öte yandan ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice
ve Şaron’un “Filistin yönetimi ateşkesi bozma
niyetindeki örgütleri bir an önce silahsızlandırsın”
şeklindeki sözleri konunun anahtarıdır. Bu ikilinin
isteği, Gazze Şeridi’nden çekilme planının özünü
oluşturmaktadır. Bunun yanı sıra, ABD’nin planlarının
daha rahat yürümesi için sorun çözen ABD, barışa
açık İsrail imajı da yaratılmak istenmektedir.
Gazze Şeridi ve Batı Şeria’da yerleşim yerleri
boşaltılmıştır. Fakat, bu boşaltılan yerler üzerindeki
plan asıl önemlidir. Buradan, Filistin halkına
yansıyacak olan baskı ve denetimin artırılmasından
başka bir şey değildir. Bunun en büyük göstergelerinden
birisi Batı Şeria’da yerleşim yerlerinin inşaatının
devam etmesi, diğeri ise, yapımı devam eden 84
kilometrelik “güvenlik duvarı”dır. Duvar, Batı
Şeria ile Kudüs’ü ikiye bölecek. 12 kontrol geçiş
noktası olacak olan duvarın kontrolünü, İsrail
askerleri sağlayacak. Filistinliler, buradan günde
belli saatlerde geçecek ve her geçişte iki defa
aranacak. Dahası, Filistin halkının Mısır ile
bağlantısı kesilecek. Gazze Şeridi’ne giriş-çıkışlar
İsrail gözetiminde olacak. Yiyecek, ham madde,
su, yakıt, gaz ve elektrik gibi temel insani ihtiyaçların
Filistin halkına ulaşması, İsrail’in keyfine göre
belirlenecek. Böylece, İsrail bölgede denetim
anlamında, önemli bir adım atarak, Filistinlere
farklı bir cezaevi yaşamı sürdürecek. Özgürlük
daha fazla İsrail denetimi olacak. Şu anda boşalan
yerler, İsrail tarafından askeri bölge ilan edilmiş
durumda. Eylül’e kadar çekilmenin süreceği söylense
de bu süre uzayabilir. İsrail, her an hazır olmadığını
söyleyebilir.
Bölge üzerindeki niyet bellidir. Filistin direnişini
boğmak üzerine kuruludur planlar. ABD emperyalizminin
üzerinde durduğu nokta buradadır. On yıllardır
süren onurlu direnişin susturulmasıdır.
Gazze Şeridi’nden çekilme İsrail’in bölgedeki
askeri ve siyasal konumunu azaltmamış, tam tersi
daha da söz sahibi yapmıştır. İsrail’in, bölgede,
baskı ve karakol konumu daha da güçlenmiştir.
Ancak görmezden gelinen, geçiştirilmeye çalışılan
çok daha önemli bir dinamik Filistin halkının
büyük direnişidir. İsrail “her şey kontrol altında”
havasında, “lütufkar barışçı” pozlarında, ancak
gerçek; onun Filistin halkının direnişi karşısında
yaşadığı çaresizliktir. Yoksa Şaron gibi bir Nazi
artığının tek bir geri adım atması dahi düşünülemezdi.
Ama sonuçta,İsrail’in büyük hayali yüzyıldan bu
yana ikinci kez büyük bir yara almıştır. İlki
Lübnan halkının direnişiyle Güney Lübnan’dan sökülüp
atılmasıdır. İkincisi ise Filistin halkının direnişiyle
Gazze’den atılmasıdır. Nil’den Fırat’a vaat edilmiş
topraklarda büyük İsrail hayali direnişle belki
henüz küçük küçük de olsa paramparça olmaktadır.
Direniş kazanmaktadır. Kazanımlar henüz küçüktür,
güvencesizdir, her an geri kaptırılabilir ve İsrail
kendisini başka adımlarla tahkim etmektedir. Evet
bunların hepsi de doğru... Ancak bunlar direnişin
kazanmaya başladığı, direnişten başka bir yol
olmadığı gerçeğini ortadan kaldırmıyor.
Filistin halkının tam ve gerçek kurtuluşu topraklarının
işgalden kurtulmasından ve “kendi kaderini tayin
hakkı” ilkesinin hayata geçmesinden başka birşey
olamaz. Emperyalizmin Ortadoğu üzerindeki bütün
oyunları, İsrail terörünün dağıtılması ancak ve
ancak emperyalizme karşı savaşılıp, o topraklardan
kökü kazılınca bozulabilir. Filistin ve Ortadoğu
halklarının özgürlüğünün gerçek yolu budur.
|