Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini


 

 

32. Sayı - Ağustos 2005

Biraz gelecekten söz edelim mi?
Daha doğrusu öyle soyut bir gelecekten değil de senin kişisel geleceğinden, gelecek kaygından ve devrimciliğin anlamından...
Polis gözaltına aldığı genç insanlara bin yıldır hep aynı şeyleri söylüyor değil mi: “oku, eline ekmeğini al, ondan sonra ne yapıyorsan yap!” Oysa, çok sonraları yeniden, örneğin bir mühendis olarak gözaltına alınsan, bu kez de şunu dinlersin: “okuyup mühendis olmuşsun, hala bu işlerle niye uğraşıyorsun?”
Yani hiç şansın yok! Her koşulda kurtulamıyorsun!
Ve hep aynı şey: “Başkalarını kurtarmak sana mı kaldı?”
Anahtar kelime de işte tam bu aslında biliyor musun: Başkaları... Kim bu başkaları? Ne yer ne içerler, nereden gelip nereye giderler? Başkaları diye bir şey var mı gerçekten? Ya da o başkaları zaten biz kendimiz değil miyiz?
Biz niye savaşıyoruz?
Her ülkenin devrimci hareketinde, eğitim olanaklarına ulaşabilmiş orta sınıf çocuklarının öne çıktığı bir ilk dönem vardır. Gerçekte öyle olsun olmasın, her şey bu dönemde biraz bu insanların hayatlarını ve geleceklerini feda edişleri gibi görünür. Özellikle aralarında iyi okullarda okuyanlar varsa, ki hep vardır, halk arasında belirgin bir hayranlıkla şöyle denir onlar için: “bu işlere karışmasalar başbakan bile olurlardı.”
İşler ne kadar değişti değil mi? Çevrene hiç bakıyor musun? Kendine, yoldaşlarına, mahallendeki, okulundaki devrimcilere... Ne kadar sıradan insanlarız hepimiz ve o sıradanlığın içinden ne kadar sıradışı kahramanlıklar yaratıyoruz.
Kirli bir düzen bizi her yandan kuşatıyor. Ve biz onun bütün vahşi sonuçlarının tam da içinde yaşıyoruz. Kuşkusuz yine başkaları için de, hatta binlerce kilometre ötedeki adını, yüzünü bilmediğimiz insanlar için savaşıyoruz; ama öte yandan bizler, kendimiz için de savaşmıyor muyuz? Kendi hayatımıza bir bak! Çok basit şeyler; çocuğumuz ya da yeğenimiz için gerekli olan bir ilaç parasını nasıl da zorlukla denkleştiriyoruz? Evimizde kaynayan tencere nasıl günlük sıkıntılarla kaynıyor? Dün sabah işe giden komşumuz bugün neden erken kalkmıyor? Çünkü artık işsiz! Bir sokak ötede yıkım var; dün otobüste karşılaşıp selamlaştığın adam bu geceyi sokakta geçirecek!
Hayatımız böyle işte... Hatta bütün bunları bir an için geç; bir an İstanbul’u düşün: koca bir şehir koca bir çatlağın tam üstünde oturmuyor mu şu anda? Hepimiz bu şehirde her an tabutumuz olabilecek duvarların arasında yatıp kalkmıyor muyuz?
Teorik yazılarda “toplumsal çürüme”den söz edilince, teorik bir laf edilmiş gibi duruyor sanki. Oysa hiç değil. Bir sabah uyanıp, kardeşinin yastığının altında uyuşturucu haplar bulman olasılık dışı mı? Ya da ilkokuldan tanıdığın bir arkadaşının artık bir fahişe olduğunu öğrensen şaşırır mısın? Her şey ne kadar değişti? Çirkinlik denilen şeyin kentlerin zaten adı kötüye çıkmış mahallelerine özgü bir istisna olduğu o günler artık bitti. Çirkinlik, şimdi yakın ve çok yakın.
Akrabalıklara bir bak istersen... Birbiriyle kavgalı olmayan, para yüzünden bozuşmamış kaç tane akraban var? Bir cenazede buluştuklarında, ilk ağlamalardan sonra duvar kıyısında oturulurken borçlardan-alacaklardan, “yanlış yapan amcaoğulları”ndan söz edilmiyor mu?
Peki ya şu adli koğuşlar? Oraların hep belli aboneleri var da onlar mı dolduruyor ranzaları? Tinerciler kimler? Kapkaç çocukları uzaydan mı gelip çantamıza asılıyor?
Keşanlı Ali Destanı oyununda gecekonduları anlatan bir şarkı vardır: “Çiçeklidağ burası / Şehre tepeden bakar / Ama şehir uzakta / Masallardaki kadar...”
Masallardaki kadar uzakta olan şehirlerin gerçek insanlarıyız biz. Yüzde yüz gerçek!
Devrimciyiz... Bütün dünya için de devrimciyiz. Dünyanın hangi köşesinde acı çeken insan varsa onu yüreğimizin derinliklerinde hissettiğimiz için devrimciyiz. İsrail dozerinin yıktığı evinin harabeleri üzerinde oturmuş ağıt yakan Filistinli kadın, Güzeltepe’nin kapı komşusudur. Biz bunun için de devrimciyiz.
Ama kendimiz için de, kendi mahvedilen hayatlarımızı kazanmak, kendimiz ve çocuklarımız için yeni bir dünya yaratmak için de devrimciyiz. Biz kendi geleceğimizi feda etmiyoruz; zaten sosyalizmin dışında bir geleceğimiz yok!
Biz kimselere özel olarak “iyilik” yapmıyoruz. Sosyalizmi de öyle birkaç akıllının başkalarına iyilik ettiği bir şey olarak düşünmüyoruz. Biziz işte biziz, dipten gelenler, başkası değil. Kimse bir şey feda etmiyor; hayatlarımız dışında feda edecek pek bir şeyimiz de yok zaten.
2005 yılındayız... Son yüz elli yılın en vahşi dönemindeyiz. Savaşıyoruz. Sokaktayız, barikattayız, devrim istiyoruz, dünya değişsin istiyoruz, hayatlarımız değişsin istiyoruz. Çünkü ne insanlık, ne de onun bir parçası olan bizler, bugünkü çamur deryasını hak ediyoruz.
Savaşıyoruz... Kendimiz ve dünya için...

Gözlerinden öperim.
Kendine iyi bak. Umudunu diri tut.
Gelecek, sen nasıl istiyorsan öyle gelecek!


 


 

 

 

 

 

sbarikat07@gmail.com
Devrimci Sosyalist Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
Yönetim Yeri: Nurtepe Mah. Cemre Sk. No: 2 Kağıthane-İstanbul