S.B: Süreci izleyebildiğimiz kadarıyla
TÜPRAŞ özelleştirmeciler için özel bir önem taşıyor.
Fakat bu kez “işletme zarar ediyor” bahanesi de
tutmuyor. TÜPRAŞ, zarar etmek bir yana çok verimli
bir tesis. O zaman amaçları ne?
Mustafa Öztaşkın: Özelleştirme, Yeni Dünya
Düzenini hayata geçirmenin araçlarından bir tanesidir.
YDD’nin temel felsefesi, kamusal alanın tasfiye
edilmesi, sosyal devletin ortadan kaldırılmasıdır.
Ve kamunun çekildiği alanlara da özel sektörün
gelip, piyasa koşulları çerçevesinde, faaliyet
göstermesidir. Dolayısıyla özelleştirme söylediğim
gibi bu anlamda YDD’nin hayata geçirilmesinin
araçlarından bir tanesidir ve bu yaklaşım, tabii
ki ideolojik bir yaklaşımdır.
Biz özelleştirmenin bu yönünü görmediğimiz, siyasal-ideolojik
yanlarını algılayamadığımız, basit bir mülkiyet
devrine indirgediğimiz takdirde, olayın özünü
kavrayamamış oluruz. Dolayısıyla da özelleştirme
YDD’yi hayata geçirmek için, yeniden yapılandırma
adı altında tüm dünyada bir küresel hareket olarak
uygulanmaktadır. Özelleştirme, ulusal kaynakların
yerli ve yabancı sermayeye aktarılmasıdır. Özelleştirme
sonuçta bir kaynak aktarımıdır. Bu kaynak aktarımlarını
da yeniden yapılandırma adı altında formüle ediyorlar.
Yeniden yapılandırma dediğimiz şey, az gelişmiş,
gelişmekte olan ve yoksul ülkelerin kaynaklarının
IMF ve Dünya Bankası aracılığıyla uygulanan ekonomik,
sosyal ve siyasal politikalar aracılığıyla gelişmiş
kapitalist ülkelere aktarılmasıdır. Dolayısıyla
bu yeniden yapılanma, Irak’ta olduğu gibi kimi
ülkelerde silah zoruyla, bizim gibi bazı ülkelerde
ise ekonomik programlar aracılığıyla yapılmaktadır.
İkisinde de nitelik aynıdır, yöntemsel farklılıklar
vardır. Dolayısıyla özelleştirme, kaynakların
aktarılması için, Dünya Bankası ve IMF aracılığıyla
uygulanan yeniden yapılandırma projeleri çerçevesinde
tüm dünyada küresel bir harekat olarak uygulanmaktadır.
Bu şekilde bir genelleme yapabiliriz.
S.B: Başka bir şey daha var: Türkiye’nin
dışa bağımlılığı hep bilinen bir olgudur ama şimdilerde
bu ilişki haftalık denetlemelere kadar indi. IMF
memurları geliyor, ne ekilecek, ne biçilecek,
emekli maaşlarına ne verilecek, emredip gidiyorlar.
Böyle bir noktada mücadelenin anti-emperyalist
vurgusu da önem kazanmıyor mu?
Mustafa Öztaşkın: Tabii, bir tür ekonomik
işleyiş vardır az evvel söylediğimiz gibi. Silahla
yapamadıklarını, ekonomik programlar aracılığıyla
yapmaktadırlar. Sonuçta bu ekonomik işgaldir.
Bir ülkenin kaynaklarının gelişmiş kapitalist
ülkelere veya emperyalist ülkelere doğru aktarılmasından
başka bir şey değildir. Sorunun özü budur zaten.
S.B: Üstelik izlediğimiz kadarıyla bu
işler klasik ihale yöntemlerini de zorlayan şaibeli
yollardan yürütülüyor...
Mustafa Öztaşkın: Sonuçta, özelleştirme
kamu kaynaklarının sermayeye peşkeş çekilmesidir.
Burada kimin aldığı, kaç paraya aldığı, ne için
aldığı, özelleştikten ve satın aldıktan sonra,
bu şirketlerin çalışıp, çalışmaması ve mevcut
işçinin korunup, korunmaması soruları ikincil
şeyler. Asıl amaç, dediğimiz gibi kamunun kaynaklarını
ele geçirmektir. TÜPRAŞ’tan hareketle bir örnek
verecek olursak, bugün TÜPRAŞ çapındaki (27.6
milyon ton kapasiteli) bir rafinerinin kurulabilmesi
için 7.8-8 milyar dolarlık bir yatırım gerekmektedir.
Oysa 1-1.5 milyar dolar vererek aynı TÜPRAŞ’ı
ele geçirebiliyorlar. Yani geçen yılki ihalede
1.3 milyar dolar verilmişti. Bu fiyattan yola
çıkarsak 1 - 1.5 milyar dolarlık bir fiyatla 7.5
- 8 milyar dolara kuracağınız bir tesisi ele geçirmiş
oluyorsunuz.
S.B: TÜPRAŞ’ın yıllık kârı nedir?
Mustafa Öztaşkın:TÜPRAŞ’ın 2004 yılındaki
kârı 491 milyon dolar. TÜPRAŞ, Türkiye sanayisinin
en önemli kuruluşlarının başında geliyor. Geçen
yıl 16.1 milyar dolar satış hasılatı gerçekleştirdi.
8.2 milyar dolar vergi ve fon ödemesi yaptı. 491
milyon dolar da net kar sağladı. Avrupa’nın beşinci
büyük rafinerisi. Ortadoğu ve Balkanlar’da tek.
Çünkü, son derece modern bir teknolojiye sahip.
1999 ile 2006 yılları arası planlanan modernizasyon
yatırımlarının 1.3 milyar dolarlık bölümünü gerçekleştirmiş.
Şu anda 750 milyon dolarlık planlanan yatırım
devam etmektedir. Dolayısıyla 2007’den itibaren
de Avrupa Birliği çevre mevzuatına uygun ürün
standartlarına kavuşacaktır. TÜPRAŞ, bir çok Avrupa
ülkesinden önce bu standartları geçmiş olacaktır.
Dolayısıyla burada işçi fazlalığı yoktur. Son
derece kaliteli bir iş gücü vardır. Kârlıdır,
verimlidir, devletin sırtında yük değildir. Tam
aksine 8.2 milyar dolarlık vergi ve fon geliri
Türkiye’nin bir yılda topladığı vergilerin %20’sine
denk gelmektedir. TÜPRAŞ, bu kadar büyük bir kurumdur.
TÜPRAŞ’ın dört tane rafinerisi, bir Petro-Kimya
şirketi bir de deniz taşımacılık şirketi var.
Bunlar İzmit, İzmir, Kırıkkale ve Batman’da kuruludur.
PETKİM’in hammaddesini de TÜPRAŞ sağlıyor. Dolayısıyla
PETKİM’le TÜPRAŞ arasında hammadde açısından organik
bir bağ bulunuyor.
S.B: Hükümetler, genel olarak özelleştirmeler
konusunda tek tek lokmaları yutma politikası izliyorlar
ve SEKA gibi örneklerde belli ölçüde başarılı
da oluyorlar. Petrol-İş, TÜPRAŞ’ın bu tek lokmalardan
biri olmaması için ne düşünüyor?
Mustafa Öztaşkın: Bunu tek başına Petrol-iş
belirlemeyecektir. Toplumun göstereceği tepki
ve diğer kuruluşların ne kadar sahiplendiği belirleyecektir.
Tabii ki, Petrol-İş, özelleştirme fikri ortaya
atıldığı günden bu yana özelleştirmeye karşı çıkmaktadır.
Ancak özelleştirmelerin az önce söylediğimiz siyasal,
ideolojik boyutunu kavrayamayan bir çok sendikamız
baştan özelleştirmelere karşı cepheden tavır koyamadığı
gibi, kimi sendikalarımız da özelleştirmeye sıcak
bakmışlardır. Ama 20 yıllık uygulama tam bir fiyaskodur.
Türkiye toplumu özelleştirmelerden ne iktisadi
ne sosyal ne de toplumsal açıdan hiçbir yarar
görmemiştir. Üstelik özelleştirmeler tam bir soyguna
dönüşmüştür. Özelleştirmelerin yapıldığı her yerde
suçlar oluşmuştur. Ve bu güne kadar yapılan 185
adet özelleştirmede (bunlar kimileri fabrika satışı,
kimileri arsa satışı, kimileri bina satışı) kurumların
% 45’i kapatılmıştır ve bunun sonucunda da 42
bin civarında işçi işten çıkarılmıştır.
Özelleştirmelerin tahribatı Türkiye’ye çok büyük
oldu. Bu kuruluşların ödedikleri vergiler, yarattıkları
katma değerler, yöre halkına katkıları hatta bulundukları
bölgelerin ekonomik sosyal ve kültürel alanda
gelişimlerine etkileri göz önünde tutulduğunda
bir de bunların üzerine içi boşaltılmış bankalar
konduğu zaman özelleştirmelerin tahribatının sanıldığının
çok ilerisinde olduğu görülür. Tahmini rakamlarla
78-79 milyar dolarlık bir tahribata yol açtığı
ortaya çıkıyor. Ve 185 özelleştirme yapılmasına
rağmen, bildiğiniz gibi özelleştirmeler bitmiş
değildir. Tam aksine yeni başlamaktadır. Çünkü
geriye kalan ve özelleştirilecek olan kuruluşların
tamamı Türkiye ekonomisinin temel direklerini
oluşturmaktadır. İşte TÜPRAŞ, PETKİM, Erdemir,
Havayolları, TEKEL, Limanlar, Şeker fabrikaları,
enerji santralleri…
Dolayısıyla özelleştirmeler aslında yeni başlamaktadır.
Burada eksiklik şudur; sendikalar özelleştirmelere
karşı kolektif yaklaşamamıştır. Bugün bu birlikteliğin
kesinlikle sağlanması gerekiyor. Bu kuruluşların
gerçek sahipleri aslında toplumun kendisidir.
Çünkü bu kuruluşlar toplumsal emeğimizin birikimi
sonucu kurulmuştur. Ve kuşaktan kuşağa aktarılması
gereken birer mirastır. Dolayısıyla özelleştirmelere
karşı mücadele bir toplumsal direnişe dönüşmek
durumundadır. Özelleştirme mücadelesi tek tek
işyerlerinden, tek tek bölgelerden çıkmalıdır.
Yani lokal mücadeleler, eylemler, direnişler yerine
bunu bir toplumsal direnişe dönüştürülmesi gerekmektedir.
Yöntemler farklı olabilir ama sonuçta bu mücadele,
o fabrikada çalışan işçinin mücadelesi değildir.
Bu kuruluşlar toplumun kendisine ait kuruluşlardır.
Toplum, kendisine ait kuruluşlara sahip çıkmalıdır.
Özelleştirmeye karşı sadece sendikalar değil,
özelleştirmeye karşı çıkan bütün güçlerin güç
ve eylem birliği geliştirmesi gerekir.
SB: Zaman içersinde ortaya iki eğilim
çıktı. Birinci eğilim, ellerinde Türk bayraklarıyla
ulusal vurgular yapsalar da aslında işlerini korumak
isteyenler. Diğer eğilim ise fabrikalarının yabancılara
satılıyor olmasından hareketle “biz alalım” diyenler.
Her iki eğilim de çok yeterli gibi görünmüyor...
Mustafa Öztaşkın: Biz Petrol-İş sendikası
olarak izlediğimiz stratejide kesinlikle kendimizi
yani üyelerimizi ön plana çıkarmıyoruz. Tabii
ki, bir sendikanın üyelerinin çıkarlarını korumasından
daha doğal bir görevi olamaz. Ancak, sorun bizim
üyelerimizin çıkarlarının korunması değildir.
Sorun, Türkiye toplumunun çıkarlarının korunması
meselesidir. Dolayısıyla biz, özelleştirmeye karşı
mücadeleyi toplumun geneline yaymak durumundayız.
Biz, bütün sloganlarımızda, afişlerimizde örneğin
“TÜPRAŞ Geleceğimizdir Satılamaz” diyoruz. Biz
bunu ülkemizin geleceği, toplumun geleceği ile
özdeşleştiriyoruz. TÜPRAŞ satıldığı zaman toplumun
hangi zararları göreceğini söylüyoruz. Örneğin
TÜPRAŞ satılırsa, oradan elde edilecek gelir,
yaklaşık 1-1,5 milyar dolardır. Bu 1-1,5 milyar
dolarlık bir gelirle siz IMF borcunuzun ancak
bir taksitini ödeyebilirsiniz veya iç borç faiz
ödemelerinizin ancak bir aylık veya onbeş günlük
bir taksitini ödeyebilirsiniz. Oysa bu kuruluş
satılmazsa, örneğin biz hesaplama yaptık. Matematiksel
olarak, TÜPRAŞ’ı daha iyi anlatmak için, TÜPRAŞ’ın
beş yıllık geliri ile ne olur diye baktık. TÜPRAŞ’ın
beş yıllık geliri ile IMF borcunun tamamını kapatabiliyoruz
ve TÜPRAŞ’ın beş yıllık geliri ile 20 milyar dolarlık
yatırım yapabiliyoruz. Bu yatırımla 415-413 bin
işsize iş bulabiliyoruz. İki TÜPRAŞ, üç PETKİM
daha kuruyoruz. Dolayısıyla, toplum esas TÜPRAŞ’ı
satmazsa kazanacak. Sattığı takdirde hiçbir şey
kazanmayacaktır. Son zamanlarda söyledikleri gibi,
“borçlar ödenecektir, hazineye gelir aktarılacaktır”
lafları bu doğru değildir. Az evvel örneğini verdim
Türkiye 2005 yılında, 40 milyar dolar iç borç
faiz ödemesi gerçekleştirecektir. Allah aşkına
siz TÜPRAŞ’tan elde ettiğiniz 1-1,5 milyar dolarla
hangi borcu ödeyeceksiniz?
Burada, bir şeye dikkat etmek lazım, özelleştirmenin
yöntemleri var. Blok satış var, halka arzlar var.
Buna takılmamak lazım. Sonuçta ikisi de özelleştirmedir.
Yöntemi farketmez, ister halka arzedin, ister
blok satın. Sonuçta bu bir özelleştirmedir, kamu
mülkiyetinin özel sektöre devredilmesidir. İkincisi,
kimin alacağı da kesinlikle önemli değildir. Yani
yabancılar almasın, yerliler alsın, bu da doğru
bir yaklaşım değildir. Çünkü, sonuçta satılacaktır,
kamu mülkiyeti el değiştirmiş olacaktır. İster
yabancı alsın, ister yerli alsın, bu hiç farketmez.
Dolayısıyla yöntemi ve kime satılacağından daha
ziyade, satılmaması üzerine bir politika izlenmesi
gerekir.
SB: Geçtiğimiz günlerde Ankara’da sendikaların
“biz bu mücadeleyi birleştirdik” diye bir açıklaması
oldu. Bu programatik bir şey mi?
Mustafa Öztaşkın: Programatik değil ama
şu anda politik bir içeriği var. Şu anda ilanda
ve teklifleri alınma aşamasında olan TELEKOM,
TÜPRAŞ, ERDEMİR özelinde üç sendika, yani Petrol-İş,
Türk-Metal ve Haber-İş olarak etkinliklerimizi
özelleştirmeye karşı beraber yapma kararı aldık.
Bu doğrultuda, Taksim’de basın açıklaması ve bildiri
dağıtımı gerçekleştirdik. Yine Ankara’da, basın
açıklaması ve Kızılay’da bildiri dağıtımı gerçekleştirdik.
Tabi üç sendikanın bir işbirliği sinerji yarattı.
Çünkü, diğer iki sendikamız, özelleştirmeye karşı
Petrol-İş gibi açıktan bir tavır koyan sendika
değildi. Ama bugün itibariyle onlar da ERDEMİR’in
ve TELEKOM’un özelleştirilmemesi için çok ciddi
bir mücadele içinde. Bu üç sendikanın birlikteliği,
örneğin Ankara’daki açıklamamızda, Türk-İş’e bağlı
18 sendikanın daha genel başkanı düzeyinde katılımıyla
da bir artış gösterdi. Ben umuyorum ki, üç sendikanın
yarattığı bu sinerji doğru bir politika temelinde
bütün özelleştirmeye karşıtlarını kapsayacak,
onları ortak bir mücadeleye yönlendirecek şekilde
bir strateji izlerse, bir program ortaya konabilirse,
özelleştirmeye karşı önümüzdeki günlerde çok ciddi
bir toplumsal muhalefetin olacağını düşünüyorum.
SB: Bu direnişler kentlerle de bütünleşik
bir yapı gösteriyor. Çünkü bazı kentlerden, örneğin
Kırıkkale’den, çıkarın iki tane tesisi, geriye
kasaba, hatta köy kalıyor. Bu konudaki çabalarınızı
anlatır mısınız?
Mustafa Öztaşkın: Kamu kuruluşları kurulurken,
sadece ekonomik katkıları düşünülmemiş. Bulundukları
bölgelerin gelişmesi ve bu gelişmenin hem ekonomik,
hem sosyal ve kültürel açıdan gelişmesi düşünülmüştür.
Gerçekten de kamu kuruluşlarının kurulduğu bölgelerde,
çok ciddi gelişmeler olmuştur. Birçok bölge küçük
bir köy veya kasaba iken, bugün modern şehirlere
dönüşmüştür. Bu örneklerden bir tanesi sizin de
söylediğiniz gibi Kırıkkale’dir, Ereğli’dir, Aliağa’dır,
İskenderun’dur. Dolayısıyla yöre halkıyla öncelikli
olarak bu mücadelenin özdeşleştirilmesi gerekiyor.
Önce, çalışanların işyerine sahip çıkması gerekiyor
ve bu sahip çıkışının kendi çıkarı için değil,
toplumun ve ülkenin çıkarı olduğunu göstermesi
gerekiyor. Arkasından yöre halkının bu kuruluşları
sahiplenmesi gerekiyor.
Sadece bu kuruluşlarda çalışan işçiler buradan
ücret alıp, geçimini sağlamıyorlar. O yöredeki
binlerce esnafı köylüsü, ticaret erbabı, bu kuruluşların
yarattığı alandan faydalanıyorlar.
Özelleştirme taraftarı olarak gördüğümüz, hatta
bir dönem Özal’dan sonra özelleştirmenin bayraktarlığını
yapan Doğru Yol Partisi gibi partiler, özelleştirilmesi
düşünülen, geriye kalan bütün kuruluşların stratejik
kuruluşlar olduğunu, Türkiye ekonomisi için bunların
vazgeçilmez olduğunu, bu stratejikliğin, ekonomik
açıdan, siyasal açıdan, ulusal savunma açısından
düşünüldüğü zaman bu kuruluşlara sahip çıkılması
yönünde bir eğilim içindeler. Yani özelleştirmeye
karşı mücadele, toplumsal mücadeleye ivme kazandırabileceği
gibi, siyasal mücadelenin de önünü açacak gibi
gözüküyor. Ben, Türkiye’deki bu gelişmeleri çok
önemli görüyorum. Basit bir şekilde muhalefette
iken böyle konuşuyorlar olarak görmüyorum. Elbette
muhalefette farklı, iktidarda farklı olabiliyorlar.
Ama özelleştirilecek olanlar, TÜPRAŞ, ERDEMİR,
Seydişehir gibi kuruluşlar olunca bu siyasi partilerde
de en azından bu kuruluşlar bazında ciddi farklılaşma
yani siyasal yaklaşımlarında, tercihlerinde farklılıklar
olduğunu görüyoruz.
SB: Daha somut olarak sorarsak, şu anda
Petrol-İş, başkalarıyla birlikte ve yalnız başına
ne planlıyor önümüzdeki süreç için. Belli bir
programı var mı?
Mustafa Öztaşkın: Şimdiki çalışmayı iki
boyutlu yürütüyoruz. Birincisi yoğun bir şekilde
kamuoyunu bilgilendirmeye çalışıyoruz ve TÜPRAŞ
gerçeğini halka anlatmaya çalışıyoruz. Tabii TÜPRAŞ
üzerinden de özelleştirmelerin ne olduğunu anlatmaya
çalışıyoruz ve bu propaganda da hedef kitlesi
olarak özelleştirmeye karşı çıkanlardan daha ziyade,
özelleştirmeye sempati duyarlılık gösteren kesimlere
yöneliyoruz. Çünkü, onlara iki şey dedirtmeye
çalışıyoruz. Bir, Türkiye’de yapılan özelleştirmeler,
özelleştirme değildir, dolayısıyla bu şekilde
özelleştirme olmaz. İki, TÜPRAŞ gibi, PETKİM gibi,
Seydişehir gibi kuruluşlar satılamaz dedirtmek
istiyoruz. Dolayısıyla, özelleştirmeye karşı olan
cephenin çektiği insan sayısını artırmaya çalışıyoruz.
Bu anlamda sendika olarak elimizdeki bütün olanakları
kullanıyoruz. Toplumu bilgilendirirken, tabii
ki bilimsel temelden hareket ediyoruz ve kesinlikle
toplumu bilgilendirmeyi doğru bir şekilde yapıyoruz.
Dolayısıyla önce araştırma çalışmalarımızla, hazırladığımız
raporları kamuoyuna sunuyoruz. Arkasından işin
görsel, (afiş, bilboardlar) taraflarını yapıyoruz.
Çeşitli radyolarda, radyo spotlarımız dinletildi.
Şu anda da bir propaganda filmi hazırlığımız var.
Yani biz, Türkiye toplumuna özelleştirmelerin
ne olduğunu ve neden TÜPRAŞ’ın satılmaması gerektiğini
anlatacağız. Bu konuda ulusal medyadan çok beklentilerimiz
yok. Birkaç medyayı dışarıda tutarsak... Birçoğu
zaten özelleştirme yanlısı ve özelleştirmelerden
pay almaya çalışan kuruluşlar. Ama biz bunların
ötesinde 81 ildeki yerel medya ile radyolarla,
televizyonlarla, gazetelerle, Türkiye toplumuna
özelleştirmeleri ve TÜPRAŞ’ı anlatacağız. Diğer
yönden, az evvel bahsettiğimiz gibi, bazı sendikalarla,
Türk-İş ve onun ötesinde Emek Platformu aracılığıyla
bu mücadeleyi TÜPRAŞ özelinden, ERDEMİR üzerinden,
Seydişehir üzerinden çıkartıp, Türkiye geneline
yayma ve bu anlamda süreci ortaya koyma, birlikte
işyeri eylemleri, direnişler, ortak mitingler
vs. gibi buna benzer eylemlilikleri, önümüzdeki
dönemde belli programlar çerçevesinde ortaya koyacağız.
Kaba hatlarıyla şu andaki düşünceler bunlar.
SB: Son olarak, Petrol-İş’in genel olarak
soldan, sosyalistlerden, demokratik kitle örgütlerinden
ne bekliyor. Bu konuda ne söylemek istersiniz?
Mustafa Öztaşkın: Tabii, sol, sosyalistler
de özelleştirmeye karşı ciddi bir mücadele veriyorlar.
Bizim esas isteğimiz, herkesin bulunduğu yerde,
bulunduğu konum itibariyle ve gücü oranında birşeyler
ortaya koymasıdır. Yani beklenti daha ziyade şu
şekilde oluyor, sendika bir şey ortaya koysun,
(mesela TÜPRAŞ işçileri bir eylem yapsınlar) biz
bunu destekleyelim. Tabii ki, bir eylem sırasında
destekler çok önemli ama bundan önce herkes bulunduğu
yerde ve gücü oranında bu özelleştirilmelerin
durdurulması için çeşitli etkinlikler ortaya koyabilir.
Bu küçük küçük gibi gözüken ama onlarca, yüzlerce
belki binlerce diye tanımlayabileceğimiz etkinlikler
sonucunda toplumun özelleştirmeye karşı değer
yargıları değişecek ve bu kuruluşlara sahip çıkma
duygusu gelişecektir. Hep söylemeye çalıştığımız
gibi ciddi bir toplum muhalefetin doğmasına neden
olacaktır. Benim çağrım bu olacaktır. Yoksa destek
vermek de tabi ki çok önemli. Bu destekler o eylem
sırasında, işçilere büyük bir güç, büyük bir moral
desteğidir. Ama bunun öncesinde ve bunların dışında
yapılacak çok şey vardır. Anlatmak istediğim esas
olarak budur.
SB: Çok teşekkür ediyoruz Başarılar dili
yoruz
Mustafa Öztaşkın: Ben teşekkür ederim
|