Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini


 

 

31. Sayı - Temmuz 2005

S.B: Süreci izleyebildiğimiz kadarıyla TÜPRAŞ özelleştirmeciler için özel bir önem taşıyor. Fakat bu kez “işletme zarar ediyor” bahanesi de tutmuyor. TÜPRAŞ, zarar etmek bir yana çok verimli bir tesis. O zaman amaçları ne?
Mustafa Öztaşkın: Özelleştirme, Yeni Dünya Düzenini hayata geçirmenin araçlarından bir tanesidir. YDD’nin temel felsefesi, kamusal alanın tasfiye edilmesi, sosyal devletin ortadan kaldırılmasıdır. Ve kamunun çekildiği alanlara da özel sektörün gelip, piyasa koşulları çerçevesinde, faaliyet göstermesidir. Dolayısıyla özelleştirme söylediğim gibi bu anlamda YDD’nin hayata geçirilmesinin araçlarından bir tanesidir ve bu yaklaşım, tabii ki ideolojik bir yaklaşımdır.
Biz özelleştirmenin bu yönünü görmediğimiz, siyasal-ideolojik yanlarını algılayamadığımız, basit bir mülkiyet devrine indirgediğimiz takdirde, olayın özünü kavrayamamış oluruz. Dolayısıyla da özelleştirme YDD’yi hayata geçirmek için, yeniden yapılandırma adı altında tüm dünyada bir küresel hareket olarak uygulanmaktadır. Özelleştirme, ulusal kaynakların yerli ve yabancı sermayeye aktarılmasıdır. Özelleştirme sonuçta bir kaynak aktarımıdır. Bu kaynak aktarımlarını da yeniden yapılandırma adı altında formüle ediyorlar.
Yeniden yapılandırma dediğimiz şey, az gelişmiş, gelişmekte olan ve yoksul ülkelerin kaynaklarının IMF ve Dünya Bankası aracılığıyla uygulanan ekonomik, sosyal ve siyasal politikalar aracılığıyla gelişmiş kapitalist ülkelere aktarılmasıdır. Dolayısıyla bu yeniden yapılanma, Irak’ta olduğu gibi kimi ülkelerde silah zoruyla, bizim gibi bazı ülkelerde ise ekonomik programlar aracılığıyla yapılmaktadır. İkisinde de nitelik aynıdır, yöntemsel farklılıklar vardır. Dolayısıyla özelleştirme, kaynakların aktarılması için, Dünya Bankası ve IMF aracılığıyla uygulanan yeniden yapılandırma projeleri çerçevesinde tüm dünyada küresel bir harekat olarak uygulanmaktadır. Bu şekilde bir genelleme yapabiliriz.

S.B: Başka bir şey daha var: Türkiye’nin dışa bağımlılığı hep bilinen bir olgudur ama şimdilerde bu ilişki haftalık denetlemelere kadar indi. IMF memurları geliyor, ne ekilecek, ne biçilecek, emekli maaşlarına ne verilecek, emredip gidiyorlar. Böyle bir noktada mücadelenin anti-emperyalist vurgusu da önem kazanmıyor mu?
Mustafa Öztaşkın: Tabii, bir tür ekonomik işleyiş vardır az evvel söylediğimiz gibi. Silahla yapamadıklarını, ekonomik programlar aracılığıyla yapmaktadırlar. Sonuçta bu ekonomik işgaldir. Bir ülkenin kaynaklarının gelişmiş kapitalist ülkelere veya emperyalist ülkelere doğru aktarılmasından başka bir şey değildir. Sorunun özü budur zaten.

S.B: Üstelik izlediğimiz kadarıyla bu işler klasik ihale yöntemlerini de zorlayan şaibeli yollardan yürütülüyor...
Mustafa Öztaşkın: Sonuçta, özelleştirme kamu kaynaklarının sermayeye peşkeş çekilmesidir. Burada kimin aldığı, kaç paraya aldığı, ne için aldığı, özelleştikten ve satın aldıktan sonra, bu şirketlerin çalışıp, çalışmaması ve mevcut işçinin korunup, korunmaması soruları ikincil şeyler. Asıl amaç, dediğimiz gibi kamunun kaynaklarını ele geçirmektir. TÜPRAŞ’tan hareketle bir örnek verecek olursak, bugün TÜPRAŞ çapındaki (27.6 milyon ton kapasiteli) bir rafinerinin kurulabilmesi için 7.8-8 milyar dolarlık bir yatırım gerekmektedir. Oysa 1-1.5 milyar dolar vererek aynı TÜPRAŞ’ı ele geçirebiliyorlar. Yani geçen yılki ihalede 1.3 milyar dolar verilmişti. Bu fiyattan yola çıkarsak 1 - 1.5 milyar dolarlık bir fiyatla 7.5 - 8 milyar dolara kuracağınız bir tesisi ele geçirmiş oluyorsunuz.

S.B: TÜPRAŞ’ın yıllık kârı nedir?
Mustafa Öztaşkın:TÜPRAŞ’ın 2004 yılındaki kârı 491 milyon dolar. TÜPRAŞ, Türkiye sanayisinin en önemli kuruluşlarının başında geliyor. Geçen yıl 16.1 milyar dolar satış hasılatı gerçekleştirdi. 8.2 milyar dolar vergi ve fon ödemesi yaptı. 491 milyon dolar da net kar sağladı. Avrupa’nın beşinci büyük rafinerisi. Ortadoğu ve Balkanlar’da tek. Çünkü, son derece modern bir teknolojiye sahip. 1999 ile 2006 yılları arası planlanan modernizasyon yatırımlarının 1.3 milyar dolarlık bölümünü gerçekleştirmiş. Şu anda 750 milyon dolarlık planlanan yatırım devam etmektedir. Dolayısıyla 2007’den itibaren de Avrupa Birliği çevre mevzuatına uygun ürün standartlarına kavuşacaktır. TÜPRAŞ, bir çok Avrupa ülkesinden önce bu standartları geçmiş olacaktır. Dolayısıyla burada işçi fazlalığı yoktur. Son derece kaliteli bir iş gücü vardır. Kârlıdır, verimlidir, devletin sırtında yük değildir. Tam aksine 8.2 milyar dolarlık vergi ve fon geliri Türkiye’nin bir yılda topladığı vergilerin %20’sine denk gelmektedir. TÜPRAŞ, bu kadar büyük bir kurumdur. TÜPRAŞ’ın dört tane rafinerisi, bir Petro-Kimya şirketi bir de deniz taşımacılık şirketi var. Bunlar İzmit, İzmir, Kırıkkale ve Batman’da kuruludur. PETKİM’in hammaddesini de TÜPRAŞ sağlıyor. Dolayısıyla PETKİM’le TÜPRAŞ arasında hammadde açısından organik bir bağ bulunuyor.

S.B: Hükümetler, genel olarak özelleştirmeler konusunda tek tek lokmaları yutma politikası izliyorlar ve SEKA gibi örneklerde belli ölçüde başarılı da oluyorlar. Petrol-İş, TÜPRAŞ’ın bu tek lokmalardan biri olmaması için ne düşünüyor?
Mustafa Öztaşkın: Bunu tek başına Petrol-iş belirlemeyecektir. Toplumun göstereceği tepki ve diğer kuruluşların ne kadar sahiplendiği belirleyecektir. Tabii ki, Petrol-İş, özelleştirme fikri ortaya atıldığı günden bu yana özelleştirmeye karşı çıkmaktadır. Ancak özelleştirmelerin az önce söylediğimiz siyasal, ideolojik boyutunu kavrayamayan bir çok sendikamız baştan özelleştirmelere karşı cepheden tavır koyamadığı gibi, kimi sendikalarımız da özelleştirmeye sıcak bakmışlardır. Ama 20 yıllık uygulama tam bir fiyaskodur. Türkiye toplumu özelleştirmelerden ne iktisadi ne sosyal ne de toplumsal açıdan hiçbir yarar görmemiştir. Üstelik özelleştirmeler tam bir soyguna dönüşmüştür. Özelleştirmelerin yapıldığı her yerde suçlar oluşmuştur. Ve bu güne kadar yapılan 185 adet özelleştirmede (bunlar kimileri fabrika satışı, kimileri arsa satışı, kimileri bina satışı) kurumların % 45’i kapatılmıştır ve bunun sonucunda da 42 bin civarında işçi işten çıkarılmıştır.
Özelleştirmelerin tahribatı Türkiye’ye çok büyük oldu. Bu kuruluşların ödedikleri vergiler, yarattıkları katma değerler, yöre halkına katkıları hatta bulundukları bölgelerin ekonomik sosyal ve kültürel alanda gelişimlerine etkileri göz önünde tutulduğunda bir de bunların üzerine içi boşaltılmış bankalar konduğu zaman özelleştirmelerin tahribatının sanıldığının çok ilerisinde olduğu görülür. Tahmini rakamlarla 78-79 milyar dolarlık bir tahribata yol açtığı ortaya çıkıyor. Ve 185 özelleştirme yapılmasına rağmen, bildiğiniz gibi özelleştirmeler bitmiş değildir. Tam aksine yeni başlamaktadır. Çünkü geriye kalan ve özelleştirilecek olan kuruluşların tamamı Türkiye ekonomisinin temel direklerini oluşturmaktadır. İşte TÜPRAŞ, PETKİM, Erdemir, Havayolları, TEKEL, Limanlar, Şeker fabrikaları, enerji santralleri…
Dolayısıyla özelleştirmeler aslında yeni başlamaktadır. Burada eksiklik şudur; sendikalar özelleştirmelere karşı kolektif yaklaşamamıştır. Bugün bu birlikteliğin kesinlikle sağlanması gerekiyor. Bu kuruluşların gerçek sahipleri aslında toplumun kendisidir. Çünkü bu kuruluşlar toplumsal emeğimizin birikimi sonucu kurulmuştur. Ve kuşaktan kuşağa aktarılması gereken birer mirastır. Dolayısıyla özelleştirmelere karşı mücadele bir toplumsal direnişe dönüşmek durumundadır. Özelleştirme mücadelesi tek tek işyerlerinden, tek tek bölgelerden çıkmalıdır. Yani lokal mücadeleler, eylemler, direnişler yerine bunu bir toplumsal direnişe dönüştürülmesi gerekmektedir.
Yöntemler farklı olabilir ama sonuçta bu mücadele, o fabrikada çalışan işçinin mücadelesi değildir. Bu kuruluşlar toplumun kendisine ait kuruluşlardır. Toplum, kendisine ait kuruluşlara sahip çıkmalıdır. Özelleştirmeye karşı sadece sendikalar değil, özelleştirmeye karşı çıkan bütün güçlerin güç ve eylem birliği geliştirmesi gerekir.

SB: Zaman içersinde ortaya iki eğilim çıktı. Birinci eğilim, ellerinde Türk bayraklarıyla ulusal vurgular yapsalar da aslında işlerini korumak isteyenler. Diğer eğilim ise fabrikalarının yabancılara satılıyor olmasından hareketle “biz alalım” diyenler. Her iki eğilim de çok yeterli gibi görünmüyor...
Mustafa Öztaşkın: Biz Petrol-İş sendikası olarak izlediğimiz stratejide kesinlikle kendimizi yani üyelerimizi ön plana çıkarmıyoruz. Tabii ki, bir sendikanın üyelerinin çıkarlarını korumasından daha doğal bir görevi olamaz. Ancak, sorun bizim üyelerimizin çıkarlarının korunması değildir. Sorun, Türkiye toplumunun çıkarlarının korunması meselesidir. Dolayısıyla biz, özelleştirmeye karşı mücadeleyi toplumun geneline yaymak durumundayız. Biz, bütün sloganlarımızda, afişlerimizde örneğin “TÜPRAŞ Geleceğimizdir Satılamaz” diyoruz. Biz bunu ülkemizin geleceği, toplumun geleceği ile özdeşleştiriyoruz. TÜPRAŞ satıldığı zaman toplumun hangi zararları göreceğini söylüyoruz. Örneğin TÜPRAŞ satılırsa, oradan elde edilecek gelir, yaklaşık 1-1,5 milyar dolardır. Bu 1-1,5 milyar dolarlık bir gelirle siz IMF borcunuzun ancak bir taksitini ödeyebilirsiniz veya iç borç faiz ödemelerinizin ancak bir aylık veya onbeş günlük bir taksitini ödeyebilirsiniz. Oysa bu kuruluş satılmazsa, örneğin biz hesaplama yaptık. Matematiksel olarak, TÜPRAŞ’ı daha iyi anlatmak için, TÜPRAŞ’ın beş yıllık geliri ile ne olur diye baktık. TÜPRAŞ’ın beş yıllık geliri ile IMF borcunun tamamını kapatabiliyoruz ve TÜPRAŞ’ın beş yıllık geliri ile 20 milyar dolarlık yatırım yapabiliyoruz. Bu yatırımla 415-413 bin işsize iş bulabiliyoruz. İki TÜPRAŞ, üç PETKİM daha kuruyoruz. Dolayısıyla, toplum esas TÜPRAŞ’ı satmazsa kazanacak. Sattığı takdirde hiçbir şey kazanmayacaktır. Son zamanlarda söyledikleri gibi, “borçlar ödenecektir, hazineye gelir aktarılacaktır” lafları bu doğru değildir. Az evvel örneğini verdim Türkiye 2005 yılında, 40 milyar dolar iç borç faiz ödemesi gerçekleştirecektir. Allah aşkına siz TÜPRAŞ’tan elde ettiğiniz 1-1,5 milyar dolarla hangi borcu ödeyeceksiniz?
Burada, bir şeye dikkat etmek lazım, özelleştirmenin yöntemleri var. Blok satış var, halka arzlar var. Buna takılmamak lazım. Sonuçta ikisi de özelleştirmedir. Yöntemi farketmez, ister halka arzedin, ister blok satın. Sonuçta bu bir özelleştirmedir, kamu mülkiyetinin özel sektöre devredilmesidir. İkincisi, kimin alacağı da kesinlikle önemli değildir. Yani yabancılar almasın, yerliler alsın, bu da doğru bir yaklaşım değildir. Çünkü, sonuçta satılacaktır, kamu mülkiyeti el değiştirmiş olacaktır. İster yabancı alsın, ister yerli alsın, bu hiç farketmez. Dolayısıyla yöntemi ve kime satılacağından daha ziyade, satılmaması üzerine bir politika izlenmesi gerekir.

SB: Geçtiğimiz günlerde Ankara’da sendikaların “biz bu mücadeleyi birleştirdik” diye bir açıklaması oldu. Bu programatik bir şey mi?
Mustafa Öztaşkın: Programatik değil ama şu anda politik bir içeriği var. Şu anda ilanda ve teklifleri alınma aşamasında olan TELEKOM, TÜPRAŞ, ERDEMİR özelinde üç sendika, yani Petrol-İş, Türk-Metal ve Haber-İş olarak etkinliklerimizi özelleştirmeye karşı beraber yapma kararı aldık. Bu doğrultuda, Taksim’de basın açıklaması ve bildiri dağıtımı gerçekleştirdik. Yine Ankara’da, basın açıklaması ve Kızılay’da bildiri dağıtımı gerçekleştirdik. Tabi üç sendikanın bir işbirliği sinerji yarattı. Çünkü, diğer iki sendikamız, özelleştirmeye karşı Petrol-İş gibi açıktan bir tavır koyan sendika değildi. Ama bugün itibariyle onlar da ERDEMİR’in ve TELEKOM’un özelleştirilmemesi için çok ciddi bir mücadele içinde. Bu üç sendikanın birlikteliği, örneğin Ankara’daki açıklamamızda, Türk-İş’e bağlı 18 sendikanın daha genel başkanı düzeyinde katılımıyla da bir artış gösterdi. Ben umuyorum ki, üç sendikanın yarattığı bu sinerji doğru bir politika temelinde bütün özelleştirmeye karşıtlarını kapsayacak, onları ortak bir mücadeleye yönlendirecek şekilde bir strateji izlerse, bir program ortaya konabilirse, özelleştirmeye karşı önümüzdeki günlerde çok ciddi bir toplumsal muhalefetin olacağını düşünüyorum.

SB: Bu direnişler kentlerle de bütünleşik bir yapı gösteriyor. Çünkü bazı kentlerden, örneğin Kırıkkale’den, çıkarın iki tane tesisi, geriye kasaba, hatta köy kalıyor. Bu konudaki çabalarınızı anlatır mısınız?
Mustafa Öztaşkın: Kamu kuruluşları kurulurken, sadece ekonomik katkıları düşünülmemiş. Bulundukları bölgelerin gelişmesi ve bu gelişmenin hem ekonomik, hem sosyal ve kültürel açıdan gelişmesi düşünülmüştür. Gerçekten de kamu kuruluşlarının kurulduğu bölgelerde, çok ciddi gelişmeler olmuştur. Birçok bölge küçük bir köy veya kasaba iken, bugün modern şehirlere dönüşmüştür. Bu örneklerden bir tanesi sizin de söylediğiniz gibi Kırıkkale’dir, Ereğli’dir, Aliağa’dır, İskenderun’dur. Dolayısıyla yöre halkıyla öncelikli olarak bu mücadelenin özdeşleştirilmesi gerekiyor. Önce, çalışanların işyerine sahip çıkması gerekiyor ve bu sahip çıkışının kendi çıkarı için değil, toplumun ve ülkenin çıkarı olduğunu göstermesi gerekiyor. Arkasından yöre halkının bu kuruluşları sahiplenmesi gerekiyor.
Sadece bu kuruluşlarda çalışan işçiler buradan ücret alıp, geçimini sağlamıyorlar. O yöredeki binlerce esnafı köylüsü, ticaret erbabı, bu kuruluşların yarattığı alandan faydalanıyorlar.
Özelleştirme taraftarı olarak gördüğümüz, hatta bir dönem Özal’dan sonra özelleştirmenin bayraktarlığını yapan Doğru Yol Partisi gibi partiler, özelleştirilmesi düşünülen, geriye kalan bütün kuruluşların stratejik kuruluşlar olduğunu, Türkiye ekonomisi için bunların vazgeçilmez olduğunu, bu stratejikliğin, ekonomik açıdan, siyasal açıdan, ulusal savunma açısından düşünüldüğü zaman bu kuruluşlara sahip çıkılması yönünde bir eğilim içindeler. Yani özelleştirmeye karşı mücadele, toplumsal mücadeleye ivme kazandırabileceği gibi, siyasal mücadelenin de önünü açacak gibi gözüküyor. Ben, Türkiye’deki bu gelişmeleri çok önemli görüyorum. Basit bir şekilde muhalefette iken böyle konuşuyorlar olarak görmüyorum. Elbette muhalefette farklı, iktidarda farklı olabiliyorlar. Ama özelleştirilecek olanlar, TÜPRAŞ, ERDEMİR, Seydişehir gibi kuruluşlar olunca bu siyasi partilerde de en azından bu kuruluşlar bazında ciddi farklılaşma yani siyasal yaklaşımlarında, tercihlerinde farklılıklar olduğunu görüyoruz.

SB: Daha somut olarak sorarsak, şu anda Petrol-İş, başkalarıyla birlikte ve yalnız başına ne planlıyor önümüzdeki süreç için. Belli bir programı var mı?
Mustafa Öztaşkın: Şimdiki çalışmayı iki boyutlu yürütüyoruz. Birincisi yoğun bir şekilde kamuoyunu bilgilendirmeye çalışıyoruz ve TÜPRAŞ gerçeğini halka anlatmaya çalışıyoruz. Tabii TÜPRAŞ üzerinden de özelleştirmelerin ne olduğunu anlatmaya çalışıyoruz ve bu propaganda da hedef kitlesi olarak özelleştirmeye karşı çıkanlardan daha ziyade, özelleştirmeye sempati duyarlılık gösteren kesimlere yöneliyoruz. Çünkü, onlara iki şey dedirtmeye çalışıyoruz. Bir, Türkiye’de yapılan özelleştirmeler, özelleştirme değildir, dolayısıyla bu şekilde özelleştirme olmaz. İki, TÜPRAŞ gibi, PETKİM gibi, Seydişehir gibi kuruluşlar satılamaz dedirtmek istiyoruz. Dolayısıyla, özelleştirmeye karşı olan cephenin çektiği insan sayısını artırmaya çalışıyoruz. Bu anlamda sendika olarak elimizdeki bütün olanakları kullanıyoruz. Toplumu bilgilendirirken, tabii ki bilimsel temelden hareket ediyoruz ve kesinlikle toplumu bilgilendirmeyi doğru bir şekilde yapıyoruz. Dolayısıyla önce araştırma çalışmalarımızla, hazırladığımız raporları kamuoyuna sunuyoruz. Arkasından işin görsel, (afiş, bilboardlar) taraflarını yapıyoruz. Çeşitli radyolarda, radyo spotlarımız dinletildi. Şu anda da bir propaganda filmi hazırlığımız var. Yani biz, Türkiye toplumuna özelleştirmelerin ne olduğunu ve neden TÜPRAŞ’ın satılmaması gerektiğini anlatacağız. Bu konuda ulusal medyadan çok beklentilerimiz yok. Birkaç medyayı dışarıda tutarsak... Birçoğu zaten özelleştirme yanlısı ve özelleştirmelerden pay almaya çalışan kuruluşlar. Ama biz bunların ötesinde 81 ildeki yerel medya ile radyolarla, televizyonlarla, gazetelerle, Türkiye toplumuna özelleştirmeleri ve TÜPRAŞ’ı anlatacağız. Diğer yönden, az evvel bahsettiğimiz gibi, bazı sendikalarla, Türk-İş ve onun ötesinde Emek Platformu aracılığıyla bu mücadeleyi TÜPRAŞ özelinden, ERDEMİR üzerinden, Seydişehir üzerinden çıkartıp, Türkiye geneline yayma ve bu anlamda süreci ortaya koyma, birlikte işyeri eylemleri, direnişler, ortak mitingler vs. gibi buna benzer eylemlilikleri, önümüzdeki dönemde belli programlar çerçevesinde ortaya koyacağız. Kaba hatlarıyla şu andaki düşünceler bunlar.

SB: Son olarak, Petrol-İş’in genel olarak soldan, sosyalistlerden, demokratik kitle örgütlerinden ne bekliyor. Bu konuda ne söylemek istersiniz?
Mustafa Öztaşkın: Tabii, sol, sosyalistler de özelleştirmeye karşı ciddi bir mücadele veriyorlar. Bizim esas isteğimiz, herkesin bulunduğu yerde, bulunduğu konum itibariyle ve gücü oranında birşeyler ortaya koymasıdır. Yani beklenti daha ziyade şu şekilde oluyor, sendika bir şey ortaya koysun, (mesela TÜPRAŞ işçileri bir eylem yapsınlar) biz bunu destekleyelim. Tabii ki, bir eylem sırasında destekler çok önemli ama bundan önce herkes bulunduğu yerde ve gücü oranında bu özelleştirilmelerin durdurulması için çeşitli etkinlikler ortaya koyabilir. Bu küçük küçük gibi gözüken ama onlarca, yüzlerce belki binlerce diye tanımlayabileceğimiz etkinlikler sonucunda toplumun özelleştirmeye karşı değer yargıları değişecek ve bu kuruluşlara sahip çıkma duygusu gelişecektir. Hep söylemeye çalıştığımız gibi ciddi bir toplum muhalefetin doğmasına neden olacaktır. Benim çağrım bu olacaktır. Yoksa destek vermek de tabi ki çok önemli. Bu destekler o eylem sırasında, işçilere büyük bir güç, büyük bir moral desteğidir. Ama bunun öncesinde ve bunların dışında yapılacak çok şey vardır. Anlatmak istediğim esas olarak budur.


SB: Çok teşekkür ediyoruz Başarılar dili yoruz
Mustafa Öztaşkın: Ben teşekkür ederim


 


 

 

 

 

 

sbarikat07@gmail.com
Devrimci Sosyalist Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
Yönetim Yeri: Nurtepe Mah. Cemre Sk. No: 2 Kağıthane-İstanbul