Merhaba,
Bu sana ilk mektubum.
Aslında çok başka şeylerle başlayacaktım bu mektuplara,
hayata ilişkin bir yığın ayrıntı dolanıp duruyordu
kafamda, küçük ama önemli ayrıntılar... Ama son
zamanlarda, Haziran ayı geçip giderken, şu gencecik
ellerde taşınan kırmızı üzerinde siyah fotoğrafları
görünce, karanfilleri, sıkılı yumrukları ve başka
birçok şeyi... Durup düşünmek istedim, şehitler
nasıl bir anlam taşıyor hayatımızda diye.
Bazen her şey fotoğraflardan ibaretmiş gibi görünüyor
değil mi? Sanki onların yalnızca yüzleri varmış
gibi...
Oysa değil! Hiç değil, anlıyor musun? Bir zamanlar
aramızdaydı hepsi. Anılarıyla değil, fiziki olarak
da aramızdaydılar. Nurettin, sigarasını tüttürüp
Bütün Yazılar'ın sayfalarına bir şeyler karalıyordu
Diyarbekir'in Körhat mahallesinde bir evde; Arif
Yılmaz el yapımı serigrafiyle afişler basıyordu
Adana'da; Tamer bir yandan duvarlardaki "aranıyor"
resimlerine gülüp geçerken diğer yandan cuntaya
karşı eylemler planlıyordu; Mustafa Şahin, o "fırıncılar
kralı", kurşuna dizilip hamur teknesine atılmadan
önce "bir çay koyun çocuklar" diyordu
-az sonra öldürülecek olan- çıraklarına, "belki
bizimkiler uğrar bu gece."
Hepsi senin gibiydi yani, senin yaşlarındaydı.
Senin gibiydiler, senin yaptığın şeyleri yapıyorlardı.
Bugün sana basit görünen o şeyleri işte, hepsini.
Hayatımızın bir parçasıydı onlar, hâlâ da öyle,
ama fiziki olarak da yanımızdaydılar o zamanlar.
Hayatımızın bir parçasıydılar, hayatımızı teslim
ettiğimiz insanlardı onlar. Ne kadar da sağlam
korudular hayatlarımızı işkencehanelerde! "Beni
öldürecekler" diyordu Zeki Yumurtacı gözaltında,
bir mezarlık duvarı dibinde kurşuna dizilmeden
bir gün önce. Bir düşünsene, ölmemek ne kadar
yakındı ona, yoldaşlarını ele verecek tek bir
cümle kadar yakındı! Hakkı'yı bir düşün ya da;
sıradan bir hastane battaniyesinin altından dimdik
bir inatla havaya kalkan o eli düşün. Aramızdaydı
o da, o el defalarca sıktığımız eldi anlıyor musun?
Halil Ducan'ın kostik bulaşmış eliydi o, Ulaş'ın
bir maymuncuğa benzeyen becerikli eli, Cevahir'in,
Mahir'in eli...
Onlar bizdi, biz onlarız...
Hepsi efsanedir ve hiçbiri efsane değildir. Hepsi
senin şu ana kadar geçtiğin zor yollardan geçtiler,
senin şu ana kadar yaptığın hatalardan belki daha
çoğunu yaptılar. Devrimci hareketin tarihi bir
mizah şaheseridir de aynı zamanda, her gün yaşadıklarına
bir baksana şöyle, yapılmaması daha iyi olacak
ne kadar çok şey var ve yapılması gerekip de yapılmayanlar...
"Ve bayrağı bizlere devrettiler..."
Yaşamın anlamı bu işte. Yalnızca soluk alıp vermek
değil, karaciğerin, kalbin ve bilcümle sakatatın
çalışıyor olması değil. Böylesini tercih edenler
de oldu biliyorsun, artık kendisine ait bile olmayan
bir hayat uğruna yoldaşlarının kanına ekmek doğrayanlar...
Şimdi her gece yataklarında bir akreple birlikte
uyuyorlar. Satılığa çıkardıkları kalplerine gömülmek
üzere yola koyulmuş bir mermi çekirdeğinin uğultusuyla
çınlıyor kulakları sabahlara kadar.
Bütün o palavraları boşver! İnsanın solunum, sindirim,
vb. sistemleri mutlaka ve her ne pahasına olursa
korunması gereken şeyler değildir. Korunması gereken,
yaşamın anlamıdır. Evrenin milyarlarca yıldır
devam eden ve edecek olan yaşamı içersinde bir
göz açıp kapamak kadar kısacık olan ve ne kadar
kısaysa o kadar anlamlı-yoğun yaşanması gereken
hayatlarımız... Ve bu artık yalnızca bize ait
bir şey de değildir. Bağdat sokaklarındaki cocukları
da, "beyaz adam"ın yardım paketlerini
kapışırken bebeğinin hayatıyla kendi onuru arasında
tercih yapmak zorunda kalan Ruandalı kadını da,
banka önünde saygısızca bekletilen yaşlıların
küskün dünyasını da, hepsini, hepsini kapsayan
bir şeydir.
Bırak şimdi hepsini. Zaman zaman çevrede gördüğün
şu rütbeli kasılmalarını, sidik yarıştırıcı laf
ebelerini... hepsini unut gitsin, devrimcilik,
insanların, somut, gerçek insanların, acıları,
gözyaşları, çamura bulanmış sevgileri üzerine
kurulu elle tutulur, son derece açık bir şeydir.
Hepsini unut gitsin... Ve geriye bir şey kalsın
sonra.
Nikolay Tihonov'un dediği gibi: "Barış çocukları,
sizden bir şey talep edilmeyecek / Kanla ödendi
çünkü bütün bu gördükleriniz." Yaşam ve ölüm
arasındaki incecik çizgide yürürken insanın onurunu
ve aydınlık geleceğini savunanlar, işte bu yüzden
artık yalnızca soluk fotoğraflar değiller...
Gözlerinden öperim.
Kendine iyi bak. Umudunu diri tut.
Gelecek, sen nasıl istiyorsan öyle gelecek!
|