Yıl 1980... Elimizde teksir edilmiş KESİNTİSİZ
DEVRİM 1-2-3, küçük bir ilçede en saf, oldukça
geri düzey ve bireysel, sınırlı imkanlarla başlatılan
çalışma, bölgesel düzeye sıçramış, ciddi bir hareket
yaratılmış. Dahası, 1978 Temmuzunda bu çalışmalar,
devrimci sosyalist hareketle yaşanan birlik ile
hızlanmış, kitlesel karakter kazanmıştır.
Ancak, bu ilerleme, bugün için haklı-haksız olmaktan
tamamen bağımsız, hiç savunulamayacak, kökeninde
siyaset yasağı, tabanı kemikleştirme, kendine
tapma, lümpenizm vb. olduğu sol içi bir çatışma
ile kesilmiş; üç devrimci şehit olmuş, bir çok
ilişki tahrip olmuştur. Yeni bir süreç başlatılacak,
birimler, ilişkiler yeniden düzenlenecektir.
1980 yılına bu düzenlemelerle girildi, hızla toparlanılıp
ileri atıldı. 1979 yılı merkezi düzeyde iç ayrışmalarında
yaşandığı yıldır; ‘Savaşçılar’ ve ‘Çayan Sempatizanları’
ayrışmaları budur. Bu ayrışmalar bölgeye hiç yansımadı.
Ama ‘Çayan Sempatizanları’, çeşitli ilişkileri
(akrabalık vb.) hizip örgütlemeye çalışıyor. Tüm
bunlar akıllı, kendi işimizi esas alan bir mantıkla
ele alınıp aşılıyor, yeni açılımlar yapılıyor.
Bu arada, 1980 başlarında kamuoyunda ‘Büyük Operasyon’
olarak bilinen merkezi darbe ile önemli bir güç
politik-askeri savaşta devre dışı kalıyor, yoldaşlar
tutsak düşüyor. Durmak yok, hızla toparlanılıyor,
bu süreç HAKKI-KADİR-AHMET yoldaşların anti-emperyalist
eylemi ile karşılanıyor. Mücadelede kesinti yok,
ama bu arada, son MK üyesi yoldaşta, devrimci
sosyalist hareketin bir politik-askeri eylemi
sonrası kuşatmadan çıkamıyor, tutsak düşüyor.
Böylece örgütsel düzeyde tüm MK tutsak düşüyor,
bu boşluğun GK içinde doldurulması gerekli. Mücadele
ve örgütsel açıdan kesinti yok, toparlanan ilişkilerin
her alanda izleri var. Tutsak yoldaşları özgürlüğe
kavuşturma hazırlıkları ve her an sonuçlanacak
kapsamlı çalışmalar var. Bunların bir parçası
olarak yeni MK’nın oluşması güncel. İşte bu süreçte,
12 Eylül açık faşizmi hemen öncesi, ATİLLA yoldaşla
tanıştım. Yani, merkezi ve bölgesel çalışmaların
yeni bir dinamizm kazandığı, özünde çok önemli
tarihsel-siyasal dersleri içeren bir süreçte,
ATİLLA yoldaşla yollarımız kesişti; hala birlikteyiz,
devrime, kurtuluşa kadar da birlikte olacağız...
ATİLLA yoldaş benden yaşlı, olgun, rahat ve güven
veren biri. Hiç yabancılık çekmiyoruz, sanki yıllardır
birlikteyiz. O, sakin, sürecimizin verdiği sorumluluğu
her açıdan taşıyor; süslü değil doğal konuşuyor,
eleştiri ve önerilere açık, tüm davranışları ciddi
bir alt yapısının olduğunu gösteriyor.
Ben, bölgeye hakimim, yeni örgütsel düzenlemede,
bölge temsilcisi yoldaş, ATİLLA yoldaşla birlikte
yeni MK’de görevli, onun eski görevi omuzlarımda.
Sorumluğum daha ağırlaştı, kendime güvenim tam,
bu görevi layığı ile başaracağım. Bu onuru yaşıyorum,
sakinim ama heyecanlıyım. ATİLLA yoldaşla sokaklarda
buluşuyoruz, ikili-üçlü konuşuyoruz, neler yapacağımız
üzerine vb. genel perspektifleri, özel görevleri
tartışıyoruz. Özünde sınırlı konuşmalar, ama herkes
yapacağı işleri biliyor, büyük bir şevk, sahiplenme
duygusu ve sorumluluğuyla dönüp görevler yapılıyor,
mücadele örgütleniyor, büyütülüyor.
Ve 12 Eylül...
12 Eylül askeri faşist diktatörlüğü; yükselen
devrimci hareketi ezmek, 24 Ocak kararlarında
anlamını bulan neo-liberal ekonomik programı hayata
geçirmek, kapsamlı emperyalist restorasyon programını
uygulamak,
Ortadoğu’da İran devrimi ile açılan boşluğu doldurmak,
bu temelde devleti ve toplumsal/sınıfsal ilişkileri
yeniden düzenlemek için işbaşına geldi. O yıllarda
da sık sık ifade ettiğimiz gibi, 12 Eylül, birbirine
bağlanan ilişkiler içinde, eski ilişkilerin devamı
ama yeni bir düzeyde kurgulanması, bu anlamda
‘milad’dı.
12 Eylül açık faşizmi, yeni-sömürgecilikle içsel
olgu olan emperyalizm ve yerli-işbirlikçi tekelci
burjuvaziye dayanıyor, onların çıkarını temsil
ediyordu.
Ancak, yoğun bir ideolojik bombardımanla, ‘terör’,
‘can güvenliği’ vb. söylemleriyle, öncelikle tüm
burjuvaların desteğini aldı. İlk hedef, devrimci
ve sol hareketti; bundan vahşi, çıplak terörle
devrimci ve sol harekete yöneldi.
DY, TDKP vb. açık ve yarı-açık örgütlenmelerinden
dolayı, ilk günlerde, kamuoyuna yansıtılan sansasyonel
operasyonlarla hedef olup, etkisizleştirildiler.
Yaygın tutuklamalar, ağır işkenceli günler, idamlar,
sokak infazları, günlük yaşama girdi; Türk-İslam
sentezi, K. Evren’in ağzından, resmi tören ve
konuşmalarda işlendi. Yeni-sömürgecilikte bu ilişkilere
nefes borusu olan, faşizmi gizleyen kukla parlamento
ve burjuva partiler kapatıldı, işçi ve kitle örgütleri
dağıtıldı, grevler yasaklandı, toplum susturuldu,
her şey cuntanın emrine sunuldu.
Hatırlıyorum... Ne merkezi düzeyde, ne de bölgesel
düzeyde, tüm bunlar karşısında tereddüt, gerileme,
panik vb. yok. Tek bir ilişki, çalışma boş bırakılmıyor,
tam tersine, bu zorlu günleri aşacağımıza dair
iyimserlik, kendine güven var. ATİLLA yoldaşla,
12 Eylül’ün hemen ardında, sonradan öğrendim O.
Y. YOLDAŞCAN’ın şehit düştüğü gün/günlerde buluştuk.
Neler yapacağımızı, siyasal ve örgütsel hedeflerimizi,
görevleri vb. konuştuk.
12 Eylül faşizmine devrimci yanıt vereceğiz; bu
yönde hazırlıklarımız var, bunları değerlendireceğiz,
ilk yanıtımızı/yanıtlarımızı verdik... Çok önemli
bir adım olarak tutsak yoldaşlar özgürleşecek,
ancak umulmadık tesadüfler, kapsamlı özgürlük
eylemini başarısızlaştırıyor... Mali sorunlar,
uzun ve ağır savaşı düşünerek, hızla çözülecek;
peş peşe çözüyoruz... 12 Eylülcüler, ABD emperyalizmine,
anti-emperyalist bir eylemde tutsak düşen yoldaşlarımızın
başını hediye etmek istiyorlar, AHMET ve KADİR
yoldaşların idamı gündemde; idamların gecikmesi
için her yol kullanılacak, ama idamlar gündeme
gelirse yanıt vereceğiz. Hazırlıklarımız var,
iki yerde vuracağız...
12 Eylül faşizmine karşı daha güçlü hazırlanmak
lazım; bunun için siyasal ve örgütsel olarak daha
ileri hamle zorunlu. İki hamle yapmak Hareketimizin
gündeminde; birincisi, örgütsel çalışmaları aksatmadan,
belirli gücün ‘aşağı’ya çekilip, eğitimden geçerek
yeniden mevzilenmesi, ikincisi ise bununla bağlantılı
geniş katılımlı konferans yapmak. Hazırlıklarımız
bu yönde.
Fotoğraflar, belgeler hazırlanıyor, kimlerin gideceği
belirleniyor. Konferansın kabaca gündemine ilişkin
iç tartışmalar yapılacak. Bir gün aniden ATİLLA
yoldaş, bölgeye geldi; hemen kaç kişiyi çıkarabileceğimizi
sordu, bende ‘hemen olmaz, 2-3 günde hazırlarım’
dedim. Bunun üzerine ‘hemeni’ erteledik, bir sonraya
bıraktık. Zaten bende, tüm bu hazırlıkları yaparken,
hatta konferans için iç tartışmaları bölge düzeyinde
bitirdiğimiz, son biçimleri verdiğimiz günlerde
yakalandım.
Oligarşi’nin hedefiyiz. Ancak, hareketimiz hakkında,
özellikle bölgesel düzeyde fazla bir şey bilinmiyor;
kimiz, gücümüz nedir, hangi alanlarda örgütlüyüz,
temel kadrolar kim, deşifre olan var mı?, vb.
pek bilinmiyor. Bildirilerimiz, eylemlerimiz var
ama yapımızı tanımıyor. Rasgele operasyonlar yapıyorlar,
tesadüf kimi yoldaşlar yakalanıyor; sabırlı ve
küçük tedbirler alsak, oligarşinin bize ulaşması
mümkün değil. Aşırı kendine güven var, bunun faturasını
ödeyeceğiz. İçerden, işkencedeki yoldaşlardan
günlük haber alıyoruz, ciddi tedbirler hala almıyor,
faaliyetleri hiç aksatmıyoruz.
Operasyonun her kaybını hızla dolduruyoruz; örneğin
açığa çıkan evi, oligarşiye bir çöp kaptırmamak
için hızla boşaltıyoruz, bir birimdeki boşluğu
takviyelerle dolduruyoruz vb. Operasyon giderek
önem kazanıyor, 4 ay sürecek, içerde çözülmeler
var, illegalite için dikkat edilmeyen küçük şeyler
(örneğin; hangi dolmuştan hangi durakta inilmiş,
tüm bölge ev ev bu temelde aranıyor. Randevular
nasıl oluyor, randevu yerleri günlerce bekleniliyor.
Akrabalık, özel ilişkiler nedir, bunlar kontrol
ediliyor vb.), artık aleyhimize dönüyor, operasyonu
genişletiyor.
Bu açıklardan kimliğim açığa çıkıyor, hatta evime
indiğim bir duraktan hareketle tespit ediyorlar,
farkına vardım, evi hızla boşalttım. Bunun üzerine
içerdeki yoldaşlara yeniden yükleniyorlar, hiç
bilinmeyen bir akrabalık ilişkisi, yıllar önce
eşimin sınavlara girmesinden kaynaklı bir bilgi
üzerine açığa çıkıyor, işkenceciler akrabalık
ilişkisini satın alıyor, orada yakalanıyorum.
İşkenceciler bayram ediyor. Tehdit, küfür hemen
başlıyor; bende meydan okuyorum. Çırılçıplak soyuyorlar,
ilk cop; korkunç bir ağrı, ilk kez copla, işkence
ile karşılaşıyorum. Direneceğim, ‘direniş’ kavramından
haberim var, ama bunu bilince çıkardığım tartışılır.
Hatta, gözleyeceğim bu bilinç genelde yok. Korkunç
yükleniyorlar, ama işkencecilerin mantığını çözüyorum.
Onlar, vücudumda zayıf noktaları arıyorlar, 20
yaşında, zayıf, 57 kğ birinde fiziksel zayıflık
çok, ama asıl nokta beyin, inanç... Yüklendikleri
her noktada, zayıflık olarak algılanacak refleks
vermemeye çalışıyorum. Tüm gece işkence sürüyor,
sabah bir çuval gibi, sulu, betonlar üzerine atılıyorum.
Fazla hatırlamıyorum, BEDRETTİN yoldaş da yakalanmış,
buna şaşırıyorum; çünkü en son benim, operasyonu
burada tıkayacağım. Sonra ikimize tüm güçleri
ile yükleniyorlar, BEDRETTİN yoldaşla hücrelerde,
şehit düşmeden önce sınırlı konuşma imkanı buluyorum,
onun tutsak düşmesinin nedenini öğreniyorum.
Başka bir yoldaş ellerinde, kötü çözülmüş, BEDRETTİN
yoldaşın evini vermiş, BEDRETTİN yoldaş, bu ihanete
korkunç tepki veriyor. Ben ‘sakin olmasını, tüm
bunları hapishanede ele alacağımızı’ söylüyorum.
Benim durumum daha kötü, işkenceciler ‘bu kötü,
bugün kalsın’ diyorlar; BEDRETTİN yoldaşı işkenceye
götürüyorlar, o gece şehit düşüyor. Tüm yoldaşlar
benim şehit olduğumu sanıyor, gerçeği sonra öğreniyorlar.
BEDRETTİN yoldaş şehit düşünce, apar topar beni
hastaneye götürdüler, günler süren tedavi yaptılar.
Ayrıntı bir yana, BEDRETTİN yoldaş şehit düşünce
ben yaşama fırsatı buluyorum...
Yaklaşık 100 günlük (ki, ben en son tutsak düştüğüm
için daha kısa süre kaldım), ağır işkenceli süreç
sonrası hapishaneye gideceğiz. Herkes daha mutlu.
Hapishane koşullarını biliyoruz, hemen özgürlük
eylemi düşleri kuruyoruz. İlk askeri savcılığa
çıktığımızda tüm yoldaşları görüyorum, kısa sürede
dışarıda olacağımızı düşünüyorum, bunu en iyi
durumdaki yoldaşlarla paylaşıyorum.
Bu heyecanla askeri hapishaneye geldiğimizde,
bizler gözaltındayken, hapishanelerde 12 Eylül’ün
geldiğini anlamamız fazla sürmedi. Çünkü, daha
içeri girdiğimizde askerlerin vahşi saldırısı
ile durumu anladık. İşkenceler bir yana, bu günlerde
hep aç kaldığımızı, bir tabak çorbayı 8-10 kişi
paylaştığımızı hatırlıyorum. Açlık, baskı, sürekli
gözetim, askeri marş dayatmaları vb; insanlar
yılgın, moraller kötü, işkence süreci bitmiş değil,
ne tür bilgiler verildi, kimler ne kadar çözüldü,
dışarı ile ilişki nasıl düzenlenecek, dışarıya
neler önermeliyiz, en önemlisi de bu koşullarda
nasıl bir direniş örgütleyebilir, bu direniş politikasına
tüm tutsakları nasıl taşırız vb.
Tablo oldukça kötü, yaklaşık 40 kişi bizim dava
insanları var, diğer davadan insanlar dağınık
ve moralsiz. Yavaş yavaş bunları tartışıyoruz,
bu arada hapishaneden tekrar işkenceye alınmalar
var. Tabi, içeride gazete, radyo, TV yok, dışarıda
neler oluyor bilmiyoruz. Bu ağır koşullarda, galiba
başka bir davadan arkadaşların mahkemesinde, başka
hapishaneden yoldaşlar gazete kupürlerini göndermişlerdi,
bin bir zorlukla o kupürleri alınca 6 HAZİRANI,
ATİLLA, TAMER, DOĞAN, ERCAN yoldaşların şehit
olduğunu öğrendik.
Benim için yaşam durdu, tanımı zor bir acı beynimi,
yüreğimi kemirdi, aylarca kıvrandırdı. Bu acıyı
tanıyordum, NURETTİN yoldaşta da yaşamıştım, ama
bu kez daha ağır. DOĞAN yoldaşı da tanıyordum,
bazı süreçlerde sınırlıda olsa yan yana gelmiştik,
ama ATİLLA yoldaş benim için çok özeldi, onu Hareketimizin
önderi (gerçek bir önder, tırnak içinde ‘önder’
değil), geleceği, isimsiz kahramanı, sürecimizin
mimarı olarak görüyordum.
O, tüm bunlardan öteydi; o günde böyleydi, bugünde
böyledir. Bazı insanlar şehit olunca, olmayan
özellikler biçilir, onlarca örnek verilebilir,
ama ATİLLA yoldaş için söylenecek her şey yetersiz
kalıyor. O; örgütçü, halkı tanıyan önder, günlük
düşünmeyen geleceğe bakan, her düzeyde insanla
rahat ilişki kurup güven veren, mütevazı, büyük-küçük
iş ayrımı yapmayan, siyasal ve kişisel tüm ilişkilerde
olgun, eleştiriye açık, yoldaşlarını canından
çok koruyan, ‘dışarı çık’ önerilerine ‘yoldaşlarımız
idam edilecek nasıl çıkarım, yoksa benden bıktınız
mı’ diyecek kadar sahiplenen, söyleyeni utandıran,
‘karımı özledim’ deyecek kadar insan, politik
liderliğini savaşçılığı ile bütünleştiren MAHİR
ve CHE’nin yoldaşıdır.
Süreç, tarih her şeyi yerli yerine oturtuyor.
Bilinç düzeyi, sorunlara nereden bakıldığı, içinden
geçilen sürecin bizleri sürüklemesi ve bakış açımızı
sınırlaması, niyet, hatta aldığımız kültür, kimi
zaman bazı olguları netleştirmemizi engeller.
İp uçları, sezgiler, adını koyamadığımız huzursuzluklar,
süreçle netleşir.
Elbette sürece etki eden sayısız faktör, bazı
belirsizlikleri olumlu veya olumsuz yönde belirler.
Yani bugün sadece, yeni kuşakların bazı süreçlerden
ders alması için dipnot olan kişilikleri şehitlerimizle
karşılaştırırsak bile şehitlerimizin değerini
kavrarız.
ATİLLA yoldaşın Hareketimiz için önemi tartışılmazdı.
O şehit düşünce hareketimizin yeni süreci de sekteye
uğradı. Şehitlerimiz, bizlere, devrim ve sosyalizm
davamızı ileri taşımamızı emrediyorlar, bu yönde
bize sorumluluklar yüklüyorlar. Sahi kimin canı
ATİLLA’dan, şehitlerimizden kıymetli?
Devrim süreci, bu arada sürecimiz öyle kişiliklere
tanık oldu ki, kendi bencilliğini, kendini her
şey görme hastalığını, kapris ve çıkarı ile örgütsel
ilişkileri dağıtma çabalarını, elitist, kitlelerden
soyut yaşamını, devrimcilik iddiasını yitirmesini,
sıradanlaşmasını vb. ‘ah ATİLLA olsaydı..’ söylemi
ile gerekçe arayanlar oldu. Sahi, şehitlerimiz
hiç böyle gerekçelere tenezzül etti mi? Onlar,
o ağır koşulların yarattığı onca gerekçeyi ellerinin
tersi ile ittiler, bize onurlu bir miras, hiç
bir gücün sarsamayacağı bir dava, savaşma iradesi
bıraktılar.
Şehitlerimiz, parti çizgimizle birlikte, en anlamlı
değerlerimizdir. Şehitlerimiz ve parti çizgimiz
en güçlü yanımızdır. Bugün devasa görevlerle karşı
karşıyayız. Hiç bir gerekçeye sığınmadan görevlerimize
sarılmamız zorunlu. Onlar gibi yaşamalı, onlar
gibi savaşmalıyız; onların talimatı budur! Tarihte
dipnot bile olamayanların değil, tarihi yaratanların
izinde, tarihi, geleceği yaratmalıyız.
Devrimcinin görevi devrim yapmaktır; şehitlerimiz
bizi devrim yapmaya çağırıyor, el ele, şehitlerimizle
devrim halayına!
ATİLLA, önder yoldaşım... Şehit olduğunu aylar
sonra, zorlu günlerde öğrenmiştim. O zorlu ve
ağır günleri, 8-10 yıl dışarıdan haber bile almadan,
üstelikte bir dizi yıpratıcı iç ilişkiler içinde,
senden ve şehitlerimizden aldığım güçle aştım.
Gün oldu ayağım titredi, gün oldu şimdi sıradan
bir insandan daha aşağılara düşenleri taşıdım,
gün oldu zayıf ve devrimci/sosyalist kültürden
uzak insanlarımızın yarattığı iç didişmeden bıktım,
gün oldu yüzlerce kararı vicdanım ve bilincime
bağlı tek başıma aldım..; ama hep yanımdaydın.
Tek başıma, saatlerce, o voltalarda seninle sohbet
ettim, öcümüzü alacağımız günlerin ateşi ile yandım.
O ateş beni arındırdı, sanırım olgunlaştırdı.
Hiç seni utandırmadım; tutsak düştüğümde ilk sorunun
ben olduğumu, güven ve sevgini ifade ettiğini
söylemişlerdi, o gülümsemelerinden bunları zaten
yansıtıyordun, biliyordum. Mutlaka eksiklerim,
yanlışlarım oldu; senden öğrendiklerimle, mücadelenin
bana kattıklarıyla bunları aştım. Hala da aşmaya
çalışıyorum. Eski yoldaşlar, birlikte geleceğimizi
tartıştıklarımız mı? Büyük çoğu, şehitler hariç,
sıradanlaştı, dahası rezil tipler epey var. Ama
bu tipler, senin adının geçtiği yerde hemen kendine
çeki-düzen veriyor.
Özlemini, hedeflerini önemli kısmı genç olan yoldaşlarımız
biliyor. Tarihsel-siyasal dersler ışığında, bu
sürecimizi, devrimci yenilenme ekseninde, yeniden
inşa ve devrimci atılım olarak belirledik.
Biliyoruz; senin düşünce tarzına, sabırla, günlük
düşünmeden, geleceği planlamana uygun. ‘Partiyi
inşa edin’ diyorsun; edeceğiz yoldaş! ‘Stratejik
düşünün bugünü kazanın’, ‘adaletli, kazanımcı,
tutarlı, devrimci olun’ diyorsun; tümünü samimiyetle
yapmaya çalışıyoruz! ‘Devrimci halk hareketini
yaratın, devrimci atılımı örgütleyin’ diyorsun;
adım, adım bunu yaratıyoruz, almamız gerekli epey
mesafe var, başaracağız!
Biz rahat uyumuyoruz, rahat uyu yoldaş... Kutup
yıldızı gibi bize yol gösteriyorsun; sen ve tüm
şehitlerimizin emeği, birikimi ile, partiyi inşa
edip, devrimci atılımı başaracağız! Birlikteyiz,
birlikte savaşacak, birlikte kazanacağız!
|