Emperyalizm, Bunalım ve Savaş...
Emperyalizmin birinci bunalım döneminde, eperyalist
tekellerin içinde bulundukları krizi aşabilmeleri
için yeni pazarlara ulaşmaları gerekiyordu, Yeni
pazarlara ulaşmak ise dünyanın yeniden paylaşılması
demekti. Pazarlar, emperyalist tekeller arasında
daha önceden paylaşıldığı için de geriye tek bir
yol kalıyordu; kapitalizmin kaçınılmaz sonucu
olan savaş. Kapitalizm, doğası gereği içinde bulunduğu
krizi ancak savaşla aşabilir, savaşla birlikte
bir rahatlama ve sıçrama yakalayabilirdi. Emperyalistlerin
dünya pazarlarını ele geçirmek için çıkardıkları
I. Paylaşım Savaşı’nda 8 milyon 700 bin insan
yaşamını yitirdi, milyonlarca insan sakat ve evsiz
kaldı. Halklar için savaştan geriye korkunç bir
yıkım ve sefalet kalmıştı. Rusya’yla birlikte
Almanya da I. Paylaşım Savaşı’ndan yenilgiyle
çıktı. Rusya’da Bolşevikler Lenin’in önderliğinde
doğru bir stratejiyle II. Enternasyonal Sosyal
Demokrat partilerinin ihanetine rağmen savaşı
iç savaşa dönüştürerek 17 Ekim Devrimi’ni gerçekleştirdiler.
Paris Komün’ünden sonra dünyada ilk kez proletarya
iktidarı ele geçiriyordu. Böylece marksizm teorik
ve pratik anlamda ete kemiğe bürünüyordu. Dünyanın
1/3’ü kapitalizmden kopuyor sosyalist sisteme
dahil oluyordu.
Almanya’nın savaştan yenilgiyle çıkması, sömürgelerini
büyük oranda kaybetmesine yol açmış ve savaş tazminatı
ödemek zorunda kalmıştı. Bu nedenlerden dolayı
bunalımı bir türlü atlatamamıştı. 1920-23 yılları
arasında yaşanan ekonomik krizle birlikte siyasi
kriz de giderek derinleşiyor, halk her geçen gün
daha çok yoksullaşıyor ve açlık sınırının altında
yaşıyordu. Günlük enflasyon da yaklaşık olarak
yüzde 250’yi buluyordu. Sabah 20 bin mark olan
ekmeğin fiyatı akşam üstü 5 milyon marka çıkıyordu.
1929 Bunalımı ve Savaş Bulutları
1929 Dünya Ekonomik Bunalımı, orta sınıfları proleterleştirip,
mülksüzleştirirken, yol açtığı küresel işsizlikle
de, II. Paylaşım Savaşı’na yol açacak süreci tırmandırıp
siyasal ortama damgasını vurdu. Bütün ülkelerde
orta sınıflar proleterleşmeye, mülksüzleşmeye
ve tekelleşme sürecine karşı kitlesel bir tepki
verdiler. Almanya ve Japonya’da, faşist partiler
orta sınıfların ve kısmen işçi sınıfının bazı
kesimlerinin bu tepkilerini, anti-kapitalist demagojisine
eklemlemeyi başararak iktidar oldular.
Almanya’da bu krizden büyük oranda etkilendi,
iflaslar ardı ardına birbirini izledi. Böylece
Almanya’daki işsiz sayısı 1930’da 3 milyona, ‘1932’de
6 milyona ulaştı. Fabrikalar yüzde elli kapasite
ile çalışmaya başladı. I. Paylaşım Savaşı’ndan
yenik çıkması nedeniyle ödediği savaş tazminatı
ve işsizlik sigortası yüzünden artan ekonomik
çıkmaz siyasi krizinde giderek artmasına neden
oldu.
Faşizm ve Demagoji...
Dünyanın her yerinde faşizm ve demagoji ayrılmaz
ikilidir. Hitler hem halkın memnuniyetsizliğini
hem de elindeki geniş propaganda araçlarını çok
iyi kullanarak, her şeyin sorumlusu olarak Yahudileri
göstererek faşist düşüncelerini yaymaya, kitle
tabanı bulmaya başladı. Böylece, faşistlerin 1929’da
170 bin olan üye sayısı 1932’de 1 milyon 378 bine
yükseldi. Derinleşerek artan ekonomik kriz, işsizlik,
beraberinde siyasi krizin de artmasına neden olmaktadır.
Alman tekelci burjuvazisi içine girdiği siyasi
krizi aşmak ve istikrarı sağlamak için yeni arayış
içerisindedir. Mali sermaye politik iktidarı diğer
sermaye gruplarıyla paylaşmak istememekte daha
homojen, daha elit ve daha dar oligarşik biçime
dönüşmektedir. Bu koşullarda farklı kesimlerin
sesini kısacak, bir avuç sermayedarın politikada
tek söz sahibi olduğu daha otoriter. daha şoven,
bağnaz ve gerici bir diktatörlük biçimine (faşizme)
ihtiyacı vardır. Böyle bir kriz ortamında Almanya’da
mali oligarşi için en uygun parti Nasyonal Sosyalist
İşçi Partisi’nden (NSDAP) başkası olamaz. Kirdop,
Krupp ve Thyssen vb. mali sermaye grupları Hitler’i
başbakanlığa getirirler. Bulgaristan Komünist
Partisi önderi aynı zamanda Komintern üyesi Georgi
Dimitrov Reichtag duruşmaları sırasında, faşizmin
mahkemelerinde faşizmi yargılar. Dimitrov aynı
zamanda faşizmi çözümler ve sınıfsal özünü ortaya
koyar. Alman faşizminin, Alman tekelci sermayesinin
diktatörlüğü olduğunu, gerçek efendilerin silah
kralları, ağır sanayinin egemenleri olduğunu anlatır.
Dimitrov’a göre: “Alman tipi faşizm, faşizmin
en gerici bir türüdür. O sosyalizmle uzak yakın
hiçbir ilgisi bulunmadığı halde kendine küstahça
“Nasyonal Sosyalizm” adını vermiştir. Alman faşizmi;
yalnızca burjuva milliyetçiliğidir. Canavarca
şovenizmdir, politik haydutluğun hükümet biçimidir.
İşçi sınıfına, köylülerin devrimci kesimine küçük
burjuvaziye ve aydınlara karşı provokasyonlar
ve işkence düzenidir. Ortaçağ barbarlığı ve canavarlığıdır.
Diğer halklara ve ülkelere karşı çılgınca saldırganlıktır.
Alman faşizmi dünya gericiliğinin vurucu gücü,
emperyalist savaşın baş kundakçısıdır...”
II. Paylaşım Savaşı’nda Sosyalizm ve Direniş
Almanya’nın Polonya’ya saldırdığı tarih olan 1
Eylül 1939, II. Paylaşım Savaşı’nın başlangıç
tarihidir. Savaşın gerçek kapsamına ve boyutlarına
ulaşmasında en önemli gelişme, Hitler’in dış politikadaki
asıl hedefi olan Sovyetler Birliği’ne Almanya’nın
saldırmasıdır. Hitler’e göre: Alman ırkı Slav
halklarından üstün, Bolşevikler de dünya çapındaki
Yahudi komplosunun öncüsüydü. Almanya bu toprakları
ele geçirerek Avrupa’da ekonomik ve askeri egemenlik
kuracak, hatta sonunda dünyaya egemen olabilecekti.
Görünürde üstün Alman ırkının dünyaya egemen olma
isteği söz konusu iken asıl gerçek neden ekonomik
dar boğazdan kurtulmanın başka yolunun kalmaması
ve Ekim Devrimi’nin ardından sürekli devrim esprisinden
hareketle tek ülkede sosyalizmin kurumsallaşması,
genç sovyetlerin özgülünde sömürge ve yarı-sömürge
halklarının gözünde sosyalizmin prestijinin artarak
itibar kazanması başta Alman emperyalizmini ve
diğer emperyalist ülkeleri giderek rahatsız etmekteydi.
Bu nedenle de esas hedef proletaryanın iktidar
olduğu sosyalizmin kalesi durumundaki Sovyetler
Birliği’ydi.
Naziler 1938 Mart’ında Avusturya’yı ilhak eder
ve bunu Alman halkının kendi kaderini belirleme
hakkına dayandırır. Ardından Alman azınlığa kötü
davranıldığını bahane ederek Çekoslovakya’yı ilhak
eder. Hemen ardından 1 Eylül’de Polonya işgalini
başlatır. İki gün sonra da İngiltere ve Fransa,
Almanya’ya savaş ilan eder. Ancak açıktan silahlı
çatışmalar yaşanmaz. İngiltere ve Fransa’nın beklentisi
Hitler faşizminin Sovyetler Birliği’ne saldırması
ve geriletmesidir. Bundan sonra kendileri de devreye
gireceklerdir. Böylece hem Hitler faşizmini ortadan
kaldıracaklar, hem de kendileri için büyük bir
tehlike olarak gördükleri sosyalizmi yok edeceklerdir.
1941 Haziran’ına gelindiğinde Hitler faşizmi Batı
Avrupa’da egemen hale gelir. Sıra Sovyetler Birliği
ve ardından Ortadoğu ülkelerindedir.
II. Paylaşım Savaşı, modern tarihin en büyük çatışması
oldu. 35 ila 40 milyon arasında insanın öldüğü
tahmin ediliyor. En büyük kaybı, 11 milyon asker
ve 7 milyon siville Sovyetler Birliği verdi. Avrupa
ve Asya’da, Alman ve Japon istila ve işgaline
uğrayan halklar faşist saldırganlığa boyun eğmediler.
İşgal ile birlikte direniş de başladı. Stratejik
hedeflere sabotajlar, işgalci birliklerin asker
ve malzemelerine saldırı, işbirlikçilerin öldürülmesi
gibi silahlı eylemlerin giderek silahlı ayaklanmalar
ve partizan savaşlarına dönüşmesi ile direniş
mücadelesi en üst noktaya ulaştı.
1943 başında Stalingrad direnişinin zaferi işgal
altındaki ülkelerde halkın ve direnişçilerin üzerinde
büyük moral etkisi yaptı. Alman ordularının yenilmezliği
efsanesinin yıkılması daha çok insanın direnişe
ve silahlı mücadeleye katılmasına yol açtı. Bu
tarihten itibaren direniş hareketleri giderek
daha örgütlü hale geldi, daha kitlesel bir karakter
kazandı. Kuzey İtalya, Fransa ve Belçika’nın birçok
bölgesi müttefiklerden önce partizan birlikleri
tarafından kurtarıldı. Birçok kentte işgale halkın
silahlı ayaklanması ile son verildi. Direniş hareketleri
iki siyasal güç odağı etrafında örgütlendi. Bunlardan
birincisi, ulusal bağımsızlığı kazandıktan sonra
savaş öncesi siyasal düzeni yeniden kurmak isteyen
burjuva ve küçük burjuva kesimlerdi. İkincisi,
komünistler, ulusal kurtuluşla birlikte sınıfsal
taleplerini de ileri süren işçiler ve savaş öncesindeki
egemenlik sistemini reddeden diğer emekçi sınıflar
ve radikal demokrat kesimlerdi. Bir noktanın altını
önemle çizmek gerekiyor, II. Paylaşım Savaşı’nda
işgal edilen bütün ülkelerde komünistler ilk direnişe
geçen, en önde savaşan ve ilk kayıpları verenler
olmuşlardır. SBKP’de sayıları milyonları bulan
parti üyelerini kaybetmiştir. Almanya’nın 1945’te
teslimine kadar süren 4 yıllık savaşın yaklaşık
ilk üç yılı Sovyet topraklarında geçti. Sovyetler
Birliği için savaş yalnızca askeri harekattan
ibaret olmadı. Savunma hatlarının gerisinde kalan
halk Kızılordu’nun zaferi için olağanüstü fedakarlık
ve güçle çalıştı ve zaman zaman da gönüllü birlikleri
içinde cephe hattında dövüştü. Alman hatlarının
gerisinde ise işgal altındaki Sovyet halklarının
oluşturduğu yüzlerce partizan birliği Almanlara
ağır kayıplar verdiriyordu. ..
Stalingrad Almanlar için ele geçirilmesi güç bir
kale, geçilmez bir cephe haline geldi. Savunma
halk komiserliği yayınladığı emrinde “bir adım
bile geri gidilmemesini” istiyordu. Savunmada
işçiler ve Komsomol üyeleri askeri birlikler ile
birlikte çarpışmalara katıldılar. Alman ordusu
Eylül ortalarında kentin bir bölümüne girmeyi
başardı. Sokak çarpışmaları başladı. Genç, yaşlı,
kadın, erkek bütün kent halkı bu çarpışmalara
katıldılar... Stalingrad’da faşistler sovyetler
halkının, emekçilerinin ev ev, sokak sokak çatışmaları
sonucu yenildiler. Stalingrad zaferi böylece tarihteki
haklı ve onurlu yerini alarak, dünya halklarının
bağımsızlık ve sosyalizm mücadelesinde yolunu
aydınlatmaya devam ediyor.
|