Diyalektik materyalizme göre tarih sınıflar savaşımıdır.
Sınıfların birbirlerine karşı verdiği bu mücadele
zaman zaman taraflardan birinin üstünlüğü ile
sonuçlanmış gibi görünür. Fakat hiçbir zaman bu
mücadele bitmez. Köleci toplumdan günümüze kadar
yaşananlar bir savaşımdan ibarettir. İlk önce
doğaya karşı verilen ortak savaşım, gelişen üretim
araçlarıyla birlikte insanın insana karşı cephe
almasıyla devam eder. Zamanla, zenginliği elinde
toplayan bir grup, çoğunluğu tahakküm altına almaya
çalışır. Köle sahipleri, derebeyler devamında
burjuvazi derken insanlık hep bu azınlığın baskısı
altındadır. Bu zorba takımına karşı ise insanlık,
gücü yettiği oranda mücadele eder. Bu mücadele
tarihi, insanlığa Spartaküsler’i, Paris Komünleri’ni,
Ekim Devrimleri’ni hediye eder. Buradan çıkan
sonuç ise; insanlık sömürücü sınıflara hiçbir
zaman teslim olmamıştır, olmayacaktır.
Tarih bu minvalde ilerlerken, gerçekler iki yönlü
olarak insanlara ulaşır. Bunlardan birincisi,
insanlığın kendi yarattığı ve inandığı değerlerdir.
İkincisi ise, egemen sınıfların insanlara kabul
ettirmeye zorladıklarıdır. Burada temel unsur,
kendi çıkarını, toplumun çıkarıymış gibi göstermektir.
Savaşlar başta olmak üzere, egemenlerin aile içi
kavgası da toplumsal mesele haline getirilir.
Tarih, kocaman nüfuslu imparatorluklarla doludur.
Bu imparatorlukların hiçbirisi de insanlığın yararına
değildir ve milyonlarca insan katledilerek yaratılmıştır.
Kan gövdeyi götürmüştür. İnsanlığı yok edecek
her türden silahlar icat edilmiştir. Silahlarla
kalınmamış, teknoloji de kullanılarak en ileri
düzeyde bombalar, tanklar yapılmıştır. Her şey
insanlık için yalanını söyleyen burjuvazi ve tarihteki
egemenler, yaptıklarıyla her zaman insan düşmanı
yönleriyle karşımızda durmaktadırlar.
Yapılanların yanı sıra, bunların insanlara ulaşması
da yalan ve çarpıtmadan ibarettir. Ezen sınıflar
insanları nasıl kendi çıkarları için seferber
ediyorsa, tarihi de kendi penceresinden insanlara
izlettirir. Kendisi nasıl görüyorsa, bütün toplumun
da öyle görmesini ister. Paylaşım savaşları dünya
savaşları olur, kitle katliamları da insanlık
adına işlenir (!). Oysa, bu politikanın altında
yatan tek gerçek, kendi egemenliklerini koruma
ve devamı kaygısıdır. Bilim adamı denilen soytarılar,
süslü terimlerle insanları yanlış bilgilendirirler.
Gazete sayfaları, okullarda okutulan kitaplar
tarihin tamamen çarpıtılmış halidir.
Ülkemiz gerçekliği de anlattığımız çerçevenin
dışına bir adım çıkmaz. Çizdiğimiz tablo Türkiye’yi
her tarafından kapsar. Üstelik katliam ve tarih
çarpıtıcılığı anlamıyla da parlak bir geçmişi
vardır. Osmanlı Devleti’nin yerine Mustafa Kemal
tarafından kurulan Türkiye Cumhuriyeti gideni
aratmamıştır. Tarihin tozlu rafları Türkiye Cumhuriyeti’nin
katliamcı yüzünü açıkça göstermektedir. Osmanlı
yağmacılığından sonra Türkiye Cumhuriyeti bu bayrağı
devralmış, emekçi, halk düşmanı yönünü sürdürmüştür.
Bundan sonrası da aynı senaryodur. Gerici Osmanlı
yokolmuş, yerine “ilerici” Türkiye Cumhuriyeti
gelmiştir. Kapitalizm, insanlara çağdaşlık olarak
lanse edilir. Bunun önündeki bütün engeller kaldırılarak,
insanlara “çağdaş” bir düzen sunulacaktır. Ama
görünen böyle değildir. Yapılan faşizmin, şovenizmin
şimdiki temellerinin atılmasıdır. Osmanlı Devleti’nden
daha barbar bir geleceğin adımlarıdır yaratılmaya
çalışılan. Türkiye “Türklerindir” bu anlayışa
göre.
Bir yandan tarih böyle yazılmaya çalışılırken,
pratik olarak da esasları yerine getirilmiştir.
Sistemin gözünde ayak bağı gibi duran Kürt halkı
devreden çıkarılacaktır. Ve o günden bu yana bu
politika devam etmektedir. Kürt halkı asimile
edilmeye, yokedilmeye, kendi topraklarında tutsak
edilmeye çalışılır. Çalışılmakla kalmaz, tarih
de böyle yazılır. Egemenler, Kürt ayaklanmalarını
zaman zaman gerici, zaman zaman da bölücü unsurlar
olarak tanımlar. Bu politika hep inkar üzerine
kurulmuştur. Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren
sistemli bir yoketme programı uygulanır. Kürt
ayaklanmaları, düşmanca kanla bastırılır.
PKK’nin 1984 atılımı, tarih çarpıtıcılığına karşı
bir ses olmuştur. Bu ses aynı zamanda bir gerçeği
bir kez daha insanlığa gösterir. Sömürgeci oligarşinin
katliamcı, faşist yüzü PKK’nin çıkışından itibaren
daha bir boyutlanır. PKK büyüdükçe, devlet de
katliam organlarını geliştirir. Koruculuk devreye
sokulur. Oligarşi, bununla yetinmez, kontrgerilla’yı
oluşturur. Silahlanma artar. Kürt illerinde yaşam,
katliamlarla anılır. Köyler yakılır, bombalanır,
dereler kan akar... Uçaklardan ölüm yağar insanların
üzerine. Şu meşhur “30 bin” rakamına kadar ulaşır
ölü sayısı. Abdullah Öcalan’ın sorumlu tutulduğu
30 bin ölüm, sistemin kendi penceresinden göstermek
istediği tablonun ta kendisidir. Sonuçta, katliam
ve inkara dayalı sistem hiçbir zaman bu politikasından
vazgeçmemiştir. Önemli bir güç olan medyayı da
kullanarak, kendi katliamlarını meşru gibi göstermiş,
vatan millet edebiyatıyla toplumu şovenizmin parçası
haline getirmeye çalışmıştır.
Geçtiğimiz ay açıklanan ve devletin kendi savcısının
tamamladığı soruşturma, yaşanan katliamlardan
yalnızca birini göstermektedir. Türk ordusu, 11
yıl önce Şırnak’a operasyon düzenler. 24 Mart
1994 yılında 1 askeri helikopter ile 2 savaş uçağı,
Şırnak merkeze bağlı Kuşkonar ve Koçağılı köylerini
bombalar. Bombalama sonucu, Kuşkonar köyünden
Ömer Kalkan, Mahmut Benzer, Ali Benzer, Nurettin
Benzer, Ömer Benzer, Abdullah Benzer, Çiçek Benzer,
Ayşe Benzer, İbrahim Borak, Şerife Yıldırım, Melike
Yıldırım, Şaban Yıldırım, İrfan Yıldırım, Hunav
Yıldırım, Elmas Yıldırım, Asiye Yıldırım, Kerem
Yıldırım, Fecriye Altan, Hacı Altan, Kerem Altan,
Mahmut Oygur, Ayşe Oygur, Adil Oygur olmak üzere
(katledilen iki kişinin ismi ise öğrenilememiştir.)
25 kişi; Koçağılı Köyü’nden Huhi Kaçar, Şemsiye
Kaçar, Şirin Kaçar, Şehriban Kaçar, Ahmet Kaçar,
Fatma Bengi, Ayşe Bengi, Huri Bengi, Fatma Bedir,
Asiya Erdin, Hatice Bayı, Hazal Kiraç, Zahide
Kiraç 13 kişi olmak üzere toplam 38 köylü hayatını
kaybeder ve onlarca kişi de yaralanır. O günden
bu yana devlet yaptığı katliamı inkar eder. İnkarla
kalmaz, katliamın sorumlusunu PKK olarak gösterir.
Olay sadece katliamla kalmaz. Bombalamalardan
kurtulan insanlar “Ya korucu olursunuz ya da köyden
çıkarsınız” tehdidiyle karşılaşır. Bombalanan
köyler yerle bir olmuştur. Ortalık cesetlerle
doludur. İnsanların cesetleri toplamasına izin
verilmez. Cesetler, toplu şekilde açılan çukurlara
gömülür. Helikopterler köyler ve civarını bombalamaya
15 gün boyunca devam eder. 1994 yılına dair son
bir istatistik olarak; yıl boyunca bombalı saldırılarda
4 bin 41 kişi katledilmiş, bin kadar köy boşaltılmıştır.
Ortaya çıkan kirli bir tarihin belgesidir. Yüzlerce
faili meçhul diye bilinen katliamların sorumlusu
devletin kendisidir. 30 bin kişinin katilinin
kim olduğu da bellidir. İnsanlara anlatılan da
masaldan ibarettir. Oligarşi bu yalan üzerine
kurmuş olduğu düzenini insanlara yutturabilir.
Bu sayede şovenizm dalgası yaratarak, toplumu
“kötü” emellerine alet edebilir. Fakat, daha önce
de söylediğimiz gibi, tarihin bir de öteki yüzü
vardır. Barikatlar kurulur, barikatlar yıkılır.
Ve tekrar barikatlar kurulur, insanlık kendi kaderini
belirler. Her zaman burjuvazi senaryoyu kendisi
yazmayabilir. O zaman roller değişir. Tarih başka
bir dilden yazılır. Bize de bu tarihi hızlandırmak
düşer...
|