Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini


 

 

30. Sayı - Mayıs/Haziran 2005

G. Koşmaz

Diyalektik materyalizme göre tarih sınıflar savaşımıdır. Sınıfların birbirlerine karşı verdiği bu mücadele zaman zaman taraflardan birinin üstünlüğü ile sonuçlanmış gibi görünür. Fakat hiçbir zaman bu mücadele bitmez. Köleci toplumdan günümüze kadar yaşananlar bir savaşımdan ibarettir. İlk önce doğaya karşı verilen ortak savaşım, gelişen üretim araçlarıyla birlikte insanın insana karşı cephe almasıyla devam eder. Zamanla, zenginliği elinde toplayan bir grup, çoğunluğu tahakküm altına almaya çalışır. Köle sahipleri, derebeyler devamında burjuvazi derken insanlık hep bu azınlığın baskısı altındadır. Bu zorba takımına karşı ise insanlık, gücü yettiği oranda mücadele eder. Bu mücadele tarihi, insanlığa Spartaküsler’i, Paris Komünleri’ni, Ekim Devrimleri’ni hediye eder. Buradan çıkan sonuç ise; insanlık sömürücü sınıflara hiçbir zaman teslim olmamıştır, olmayacaktır.
Tarih bu minvalde ilerlerken, gerçekler iki yönlü olarak insanlara ulaşır. Bunlardan birincisi, insanlığın kendi yarattığı ve inandığı değerlerdir. İkincisi ise, egemen sınıfların insanlara kabul ettirmeye zorladıklarıdır. Burada temel unsur, kendi çıkarını, toplumun çıkarıymış gibi göstermektir. Savaşlar başta olmak üzere, egemenlerin aile içi kavgası da toplumsal mesele haline getirilir. Tarih, kocaman nüfuslu imparatorluklarla doludur. Bu imparatorlukların hiçbirisi de insanlığın yararına değildir ve milyonlarca insan katledilerek yaratılmıştır. Kan gövdeyi götürmüştür. İnsanlığı yok edecek her türden silahlar icat edilmiştir. Silahlarla kalınmamış, teknoloji de kullanılarak en ileri düzeyde bombalar, tanklar yapılmıştır. Her şey insanlık için yalanını söyleyen burjuvazi ve tarihteki egemenler, yaptıklarıyla her zaman insan düşmanı yönleriyle karşımızda durmaktadırlar.
Yapılanların yanı sıra, bunların insanlara ulaşması da yalan ve çarpıtmadan ibarettir. Ezen sınıflar insanları nasıl kendi çıkarları için seferber ediyorsa, tarihi de kendi penceresinden insanlara izlettirir. Kendisi nasıl görüyorsa, bütün toplumun da öyle görmesini ister. Paylaşım savaşları dünya savaşları olur, kitle katliamları da insanlık adına işlenir (!). Oysa, bu politikanın altında yatan tek gerçek, kendi egemenliklerini koruma ve devamı kaygısıdır. Bilim adamı denilen soytarılar, süslü terimlerle insanları yanlış bilgilendirirler. Gazete sayfaları, okullarda okutulan kitaplar tarihin tamamen çarpıtılmış halidir.
Ülkemiz gerçekliği de anlattığımız çerçevenin dışına bir adım çıkmaz. Çizdiğimiz tablo Türkiye’yi her tarafından kapsar. Üstelik katliam ve tarih çarpıtıcılığı anlamıyla da parlak bir geçmişi vardır. Osmanlı Devleti’nin yerine Mustafa Kemal tarafından kurulan Türkiye Cumhuriyeti gideni aratmamıştır. Tarihin tozlu rafları Türkiye Cumhuriyeti’nin katliamcı yüzünü açıkça göstermektedir. Osmanlı yağmacılığından sonra Türkiye Cumhuriyeti bu bayrağı devralmış, emekçi, halk düşmanı yönünü sürdürmüştür. Bundan sonrası da aynı senaryodur. Gerici Osmanlı yokolmuş, yerine “ilerici” Türkiye Cumhuriyeti gelmiştir. Kapitalizm, insanlara çağdaşlık olarak lanse edilir. Bunun önündeki bütün engeller kaldırılarak, insanlara “çağdaş” bir düzen sunulacaktır. Ama görünen böyle değildir. Yapılan faşizmin, şovenizmin şimdiki temellerinin atılmasıdır. Osmanlı Devleti’nden daha barbar bir geleceğin adımlarıdır yaratılmaya çalışılan. Türkiye “Türklerindir” bu anlayışa göre.
Bir yandan tarih böyle yazılmaya çalışılırken, pratik olarak da esasları yerine getirilmiştir. Sistemin gözünde ayak bağı gibi duran Kürt halkı devreden çıkarılacaktır. Ve o günden bu yana bu politika devam etmektedir. Kürt halkı asimile edilmeye, yokedilmeye, kendi topraklarında tutsak edilmeye çalışılır. Çalışılmakla kalmaz, tarih de böyle yazılır. Egemenler, Kürt ayaklanmalarını zaman zaman gerici, zaman zaman da bölücü unsurlar olarak tanımlar. Bu politika hep inkar üzerine kurulmuştur. Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren sistemli bir yoketme programı uygulanır. Kürt ayaklanmaları, düşmanca kanla bastırılır.
PKK’nin 1984 atılımı, tarih çarpıtıcılığına karşı bir ses olmuştur. Bu ses aynı zamanda bir gerçeği bir kez daha insanlığa gösterir. Sömürgeci oligarşinin katliamcı, faşist yüzü PKK’nin çıkışından itibaren daha bir boyutlanır. PKK büyüdükçe, devlet de katliam organlarını geliştirir. Koruculuk devreye sokulur. Oligarşi, bununla yetinmez, kontrgerilla’yı oluşturur. Silahlanma artar. Kürt illerinde yaşam, katliamlarla anılır. Köyler yakılır, bombalanır, dereler kan akar... Uçaklardan ölüm yağar insanların üzerine. Şu meşhur “30 bin” rakamına kadar ulaşır ölü sayısı. Abdullah Öcalan’ın sorumlu tutulduğu 30 bin ölüm, sistemin kendi penceresinden göstermek istediği tablonun ta kendisidir. Sonuçta, katliam ve inkara dayalı sistem hiçbir zaman bu politikasından vazgeçmemiştir. Önemli bir güç olan medyayı da kullanarak, kendi katliamlarını meşru gibi göstermiş, vatan millet edebiyatıyla toplumu şovenizmin parçası haline getirmeye çalışmıştır.
Geçtiğimiz ay açıklanan ve devletin kendi savcısının tamamladığı soruşturma, yaşanan katliamlardan yalnızca birini göstermektedir. Türk ordusu, 11 yıl önce Şırnak’a operasyon düzenler. 24 Mart 1994 yılında 1 askeri helikopter ile 2 savaş uçağı, Şırnak merkeze bağlı Kuşkonar ve Koçağılı köylerini bombalar. Bombalama sonucu, Kuşkonar köyünden Ömer Kalkan, Mahmut Benzer, Ali Benzer, Nurettin Benzer, Ömer Benzer, Abdullah Benzer, Çiçek Benzer, Ayşe Benzer, İbrahim Borak, Şerife Yıldırım, Melike Yıldırım, Şaban Yıldırım, İrfan Yıldırım, Hunav Yıldırım, Elmas Yıldırım, Asiye Yıldırım, Kerem Yıldırım, Fecriye Altan, Hacı Altan, Kerem Altan, Mahmut Oygur, Ayşe Oygur, Adil Oygur olmak üzere (katledilen iki kişinin ismi ise öğrenilememiştir.) 25 kişi; Koçağılı Köyü’nden Huhi Kaçar, Şemsiye Kaçar, Şirin Kaçar, Şehriban Kaçar, Ahmet Kaçar, Fatma Bengi, Ayşe Bengi, Huri Bengi, Fatma Bedir, Asiya Erdin, Hatice Bayı, Hazal Kiraç, Zahide Kiraç 13 kişi olmak üzere toplam 38 köylü hayatını kaybeder ve onlarca kişi de yaralanır. O günden bu yana devlet yaptığı katliamı inkar eder. İnkarla kalmaz, katliamın sorumlusunu PKK olarak gösterir. Olay sadece katliamla kalmaz. Bombalamalardan kurtulan insanlar “Ya korucu olursunuz ya da köyden çıkarsınız” tehdidiyle karşılaşır. Bombalanan köyler yerle bir olmuştur. Ortalık cesetlerle doludur. İnsanların cesetleri toplamasına izin verilmez. Cesetler, toplu şekilde açılan çukurlara gömülür. Helikopterler köyler ve civarını bombalamaya 15 gün boyunca devam eder. 1994 yılına dair son bir istatistik olarak; yıl boyunca bombalı saldırılarda 4 bin 41 kişi katledilmiş, bin kadar köy boşaltılmıştır.
Ortaya çıkan kirli bir tarihin belgesidir. Yüzlerce faili meçhul diye bilinen katliamların sorumlusu devletin kendisidir. 30 bin kişinin katilinin kim olduğu da bellidir. İnsanlara anlatılan da masaldan ibarettir. Oligarşi bu yalan üzerine kurmuş olduğu düzenini insanlara yutturabilir. Bu sayede şovenizm dalgası yaratarak, toplumu “kötü” emellerine alet edebilir. Fakat, daha önce de söylediğimiz gibi, tarihin bir de öteki yüzü vardır. Barikatlar kurulur, barikatlar yıkılır. Ve tekrar barikatlar kurulur, insanlık kendi kaderini belirler. Her zaman burjuvazi senaryoyu kendisi yazmayabilir. O zaman roller değişir. Tarih başka bir dilden yazılır. Bize de bu tarihi hızlandırmak düşer...

 


 

 

 

 

 

sbarikat07@gmail.com
Devrimci Sosyalist Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
Yönetim Yeri: Nurtepe Mah. Cemre Sk. No: 2 Kağıthane-İstanbul