Tarih, Osmanlı devletinin taht kavgalarıyla doludur.
Kardeş kardeşin gözünün yaşına bakmaz. Bu taht
kavgalarının bir başka yönü daha vardır. Kavgaların
yansımaları farklı türlerdedir. Bu yansımalardan
birisi halka olanıdır. Gerçi çok fazla da bir
şey yansımaz buraya. Yansıyanlar da eşitsiz ve
adaletsizliktir. O dönemde dahi karşımızda olan
yoksulluktur. Çoğunluğun aç olması, azınlığın
rahat yaşaması halidir olan.
Devrimci mücadelenin tarihten bugüne getirdikleri
bunun için önemlidir. Eşitsiz ortamın olduğu her
zaman buna karşı bir hareketlenme, başkaldırı
vardır. Bu başkaldırılar anladığımız anlamda örgütlü
olmasa da özünde devrimci, iktidarı ele geçirici
bir ruh yansıtır. Yüzyıllar önce de böyleydi,
şimdi de böyledir, önümüzdeki yıllarda da böyle
olacaktır. İnsanlığın zulme karşı mücadelesi hiçbir
zaman bitmeyecektir. Topluma önderlik eden ve
edecek olanlar daima var olacaktır. Gelecek de
bu önderliklerin yaratmış olduğu değerlerin üzerinden
kurulacaktır.
1400’lü yıllara kadar gittiğimizde “geçmiş” için
söylediklerimizin doğruluğu ortaya çıkar. Tarih
bir kere daha bizi haklı çıkarır. Düzenin yok
etme politikasının tarihin her döneminde olduğunu
da… Döneminin önderi Şeyh Bedreddin de asılarak
katledilmiştir. Asılırken de kahramanca sözünden
geri dönmemiş, kurulu düzene boyun eğmemiştir…
Kesin olmayan tarihlere göre Şeyh Bedreddin 1365
yılında Edirne’nin kuzeyinde Eskizagna-Kızanlık
yolu üzerinde Simavna kasabasında doğmuştur. Eğitimine
de Edirne’de başlamıştır. Buradan Bursa ve Konya’ya
geçerek fıkıh, hadis, kelam, belagat, tefsir gibi
eğitiminlerini tamamlar. Daha sonra hayatını değiştirecek
yer olan Mısır’a doğru hareket eder. Mısır’da
Muhammed Bin Ekmeleddin, sonradan ünlü bir tıp
bilgini olan Hacı Paşa, ozan Ahmedi, Şemsettin
Fenari gibi islam düşüncesinin o çağda önemli
aydınları arasında yer alıp ilk tasavvuf eğitimini
alır. Şeyh Hüseyin Ahlati de bu bilginlerden birisidir.
Şeyh Ahlati Alevidir. Şeyh Bedreddin ise, aldığı
eğitim çerçevesinde sünnidir. Ancak aradan geçen
zaman Şeyh Bedreddin’i Alevi anlayışa doğru sürüklemiştir.
Şeyh Hüseyin Ahlati öldükten sonra onun yerine
geçer. Bu görevi fazla uzun sürmez. Şam, Halep,
Karaman, Konya, Aydın, Tire ve İzmir’e uğrar ve
1406 yılında Edirne’ye gelir.
Bu zamanlar yukarıda bahsettiğimiz Osmanlı’nın
taht kavgaları yaşanmaktadır. Musa Çelebi bu kavgadan
“galip” çıkarak Edirne’yi ele geçirir. Şeyh Bedreddin
kazaskerdir artık. 1413 yılında bu görevi son
bulur. Musa Çelebi’nin kardeşi Çelebi Mehmet tahtı
ele geçirir ve Şeyh Bedreddin’i İznik’e sürgüne
gönderir. Şeyh Bedreddin burada örgütlenme faaliyetlerini
artırır. İnsanlar daha önce de söylediğimiz gibi,
taht kavgalarından dolayı huzursuzdur. Bu huzursuzluğunun
yanında Osmanlının baskıları da eklenince bıkkınlık
artar.
Bedreddin’in de insanlara vaat ettiği düşünceler
bu çerçevededir. Bedreddin sevgiyi, insanın bütün
kötülüklerden kurtulması, yücelmesi ve Tanrı katına
yükselmesi olarak anlar. Eşitlik ve kardeşlik
düşüncesini hep ön planda tutar. Bu anlamıyla
döneminin komünar önderlerindendir. Bu önderlik
Anadolu topraklarında bir kesişme noktası olmuştur.
Bedreddin cenneti dünyada arayanlardandır. Varidat
adlı eserinde Tanrıyı “bütün işlerin kendi özünden
doğması, olgunluk nitelikleriyle nitelenmiş olması
yüzünden salt varlık” olarak açıklarken, “salt
varlığa” yüklenen “yalnız kendisiyle, kendi özü
ile varolan, başka bir nesnenin varlığını gerektirmeyen
varlık” anlamıyla, hem yaratılmanın hem de yoktan
varolmanın reddiyle, her insanın Tanrı’nın dünya
üzerindeki görünümü olduğu biçimde açıklar. Bu
anlayış İslama, şeriat ilkelerine tamamen aykırıdır.
Biraz daha açarsak Şeyh Bedreddin, yeniden dirilişi
“bir gövde ile ayrıntıları, dağılıp yokolduktan
sonra yeniden eski biçimine dönmez, yeniden birleşip
bütünleşemez, var olamaz” diyerek ret eder.
Bu görüşler Anadolu’ya yayılır. Bunda en önemli
rol de Şeyh Bedreddin’in müritlerinden özellikle
Börklüce Mustafa ve Torlak Kemal’dir. Anadolu’nun
değişik kentlerinde örgütlenme çalışmaları yapan
bu insanlar Şeyh Bedreddin’e oldukça insan kazandırmıştır.
Börklüce Mustafa Aydın’da, Torlak Kemal ise, Manisa’da
Osmanlı ordusuna karşı direnişler gerçekleştirmektedir.
Bu direnişler Osmanlı tahtı için tehlikeli görülür.
Çelebi Mehmet direnişi bastırmak için askeri gücünü
seferber eder. Karaburun’da Börklüce Mustafa işkence
edilerek öldürülür. Bu direnişlerde Osmanlı ordusu
kayıplar vermektedir. Fakat, direniş bastırılır.
Börklüce Mustafa ve Torlak Kemal işkencelerden
geçirilir. Bu işkencelere karşı kahramanca direnilir,
teslim olunmaz. Bu yenilgiden sonra Şeyh Bedreddin,
Rumeli’de önce Eflak, oradan da kendisini sevenlerin
çok olduğu Deliorman’a gider. Burada Osmanlı Ordusuna
esir düşer ve Serez Çarşısı’nda, 1420’de idam
edilir.
Şeyh Bedreddin’in müritlerinden Börklüce Mustafa,
bazı kaynaklara göre, Sakız Adası yörelerinde
Hıristiyanlar ve keşişlerle ilişki kurup, onlara
Şeyhin görüşlerini açıklamış, böylece belki de
o güne kadar dini farklılıkların üstünü örttüğü
“hak edilmiş bir ortak yaşantı” kurmak amacıyla
ortak davranma yollarını araştırmıştı.
Bedreddin’i diğer ayaklanmalardan ayıran fark
kolektif emeği savunması ve emeğe verdiği değerdir.
Sömürünün ortadan kalkmasıdır. Eşit, ezilen-ezen
çelişkisinin yaşanmadığı bir dünya özlemidir.
Bedreddin’e göre, dünyanın toprağı ve bu toprağın
bütün ürünleri insanların ortak malıdır. Bedreddin
bu bağlamda derki “Ben senin evinde kendi evim
gibi oturabilmeliyim, sen benim eşyamı kendi eşyan
gibi kullanabilmelisin. Çünkü bütün bunlar hepimiz
içindir ve hepimizin malıdır.” Ayrıca bir farkı
da13. yüzyıl boyunca Anadolu’daki ayaklanmaların
öncüsü, esin kaynağı olmasıdır. Devlet düzenini
zora dayanarak sarsmasıdır. Devletle çatışarak
yaşamını kaybetmesidir.
Mısır’da aldığı eğitimin bunda oldukça etkisi
olmuştur. Bu süreç, Bedreddin’i uğrunda canını
kaybettiği eşitlikçi-devrimci düşüncelere yöneltmiş,
tanrısal gerçeklere varmanın yolunu ancak Tanrı
ile kurulacak yakınlık sonucu Tanrı ışığının içe
doğuşundan geçtiği, insanın Tanrı ile özdeşleştiği
ve cennetin ancak bu dünyada kurulabileceği fikrine
ulaştırmıştır. Bu da Bedreddin’le, aynı kanıları
paylaşmayanlarca, dinsiz, sapkın ve asi ilan edilmesini
sağlamıştır. Aynı zamanda yeryüzünde olduğunu
iddia ettiği cennete erişmek isteyen, çünkü cehennemi
yeryüzünde bulmuş olan ezilenlere yol gösterdiği
için, egemenler tarafından bir kargaşalık kaynağı
olarak algılanmasının gerekçelerini yaratmış,
egemenler katında kargaşalığın kaynağı olarak
gösterilmesine yetmiştir.
Ayrıca İslam dininde Tanrı ile kul arasında kurulan
ilişkilerin başında gelen ibadet, islam geleneğinde
Tanrı’ya bağlanmak, kulluk etmek biçiminde geçerken,
Bedreddin’de farklı bir içerik kazanır. Bedreddin’e
ibadetin esas anlamı, namaz, oruç, zekat vb. biçimleri
altında yapılırken, insanın bütün kötülüklerden
arınması, Tanrı’ya kavuşmasıdır. İbadet ancak
bütün kötülüklerden ve özellikle bütün çıkarlardan
arınmış bir gönülle yapılması gereken ahlaki bir
sorundur.
Bedreddin’in cennet hakkındaki görüşlerini biraz
daha açarsak, “birtakım insanlar, birtakım insanlara
taparlar, kimi altın ve gümüş paralara, kimi yenilecek,
içilecek nesnelere tapar da Tanrı’ya taptığını
sanır” derken, ibadetin dışa dönük bir görevin
yerine getirilmesi, bir çıkarın sağlanması, cennete
gidilmesi amaçlarıyla yapılmasını açık bir dille
ret eder. Bedreddin’e göre Tanrı’ya ya da başka
bir deyişle Tanrı’nın bir görünüşü niteliğine
kavuşma çabasındaki insana yakışan, mülk ortaklığının
olduğu bir toplum düzenidir.
Şeyh Bedreddin dönemin eşitlikçi komünar önderidir.
Topluma gerçeği gösteren bir ışıktır. Ve o ışık
hiç sönmemiştir. O ışığı taşıyanlar zalimlerce
katledilmiştir. Bedreddin ve sonrasında olduğu
gibi. Bu katliamların zalimlere bir şey kazandırmadığı
açıktır. O zamandan günümüze zalimlere karşı direniş
bayrağı taşınmaktadır. Ezilenlerin tek kurtuluşu
sosyalist, komünist toplumu yaratmaktan geçer.
O yolculuk hala devam etmektedir. O kadar katliamlara
karşın o ışığa kimse dokunmamıştır, dokunamayacaktır
da….
|