Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK)
bugünlerde 38. yılını dolduruyor. 13 Şubat 1967’de
kurulan DİSK, o günden bugüne dek, iniş-çıkışlarla,
yükseliş ve düşüşlerle örülü bir yaşam sürdürdü
ve aslında bir anlamda her zaman siyasi hayatın
da bir parçası oldu.
Bilindiği gibi 1960’lı yıllar, dünyada ve ülkemizde
ulusal ve sınıfsal mücadelelerin yükseliş gösterdiği
yıllardı.
II. Emperyalist paylaşım savaşından sonra dünyanın,
emperyalizm ve sosyalizm dengesi üzerine oturması
ve sosyalizmin giderek güç kazanması, kapitalist
ülkeleri kendi işçi sınıflarına daha fazla haklar
(mücadelenin yoğunlaşması ve sosyalizme kaymalarını
engellemek için) vermek zorunda kaldığı bir süreç
yaşanıyordu.
Emperyalizme bağımlı ülkelerde ise 1945’ler sonrasında
hızlı bir kapitalistleşme süreci yaşanmış ve 1960’lara
gelindiğinde işçi sınıfı önemli bir toplumsal
güç haline gelmiştir. Emperyalizm ve işbirlikçileri,
sınıf hareketini zaptı-rapt altında tutabilmek
için sarı sendikaları geliştirmişlerdir. Türkiye’de
de 1952’lerde (yoğun bir ABD ve CIA desteği ile)
kurulan Türk-İş, bu özelliğe sahip bir sendikadır.
Ancak dünyadaki ve ülkedeki konjonktürel durum
nedeniyle bu tür örgütlemeler sınıfın ekonomik-demokratik
ve siyasi taleplerini karşılayamazlardı/karşılayamadı
da. 1960’ların başında Türkiye’de yükselen ekonomik
merkezli grev hareketlerinde Türk-İş’in gerici
tutumu, sarı sendikacılığa karşı büyük bir tepkiyi
uyandırıyordu. En son 1965 yılında Zonguldak’ta
gelişen grev karşısında Türk-İş’in gerici bir
tutum takınması, 1966’ta da sarı sendikacılığa
karşı Kristal-İş tarafından örgütlenen Paşabahçe
grevi, bardağı taşıran son damlalar oldu. Yaşanan
bu olaylara tepki gösteren sendikalar, yeni bir
oluşuma gitmeye karar verdiler. Devrimci İşçi
Sendikalar Konfederasyonu (DİSK) böylesi toplumsal
koşullarda ortaya çıktı ve doğal olarak DİSK’in
eğilimini de belirledi.
DİSK’in eğilimini belirleyen iki nedenden birincisi,
kendiliğindenci mücadelenin vardığı boyut; ikincisi
ise dünyadaki ve Türkiye’deki siyasal gelişmelerdir.
Dünya komünist hareketinin 1950’lerin ortasında
yaşadığı sorunlar, doğrudan ülkemizdeki siyasi
gelişmeleri etkiledi. Bu dönemde sosyalizm, komünizm
adına hareket ettiğini belirten partiler, uluslararası
revizyonizmin etkisi altında kaldılar.
DİSK’i oluşturan kadrolar aynı zamanda Türkiye
İşçi Partisi’ni (TİP) oluşturan kadroları da içinde
barındırmaktadır. TİP, SBKP merkezli KP’lerin
1956’lar sonrası geliştirdikleri tezler çerçevesinde
sosyalizme barışçıl yoldan parlamento aracılığıyla
varılacağına inanıyordu. Dolayısıyla sendikal
anlayışı da bu siyasi perspektife uygun bir konumdaydı.
Bu iki temel etken DİSK’in eğilimini/niteliğini
belirleyen etmenlerdi.
DİSK’in Doğuşu
23 temmuz 1963’te grev hakkının yasallaşmasıyla
birlikte işçi sınıfının bu hakkını sıkça kullanmaya
başlaması ve Türk-İş’in hükümet ve işverenlerle
anlaşarak grevleri kırma girişimleri, DİSK’e ulaşacak
bir hareketlenmenin ilk nüvelerini oluşturur.
Özellikle 1965’te Zonguldak maden işçilerinin
başlattıkları grev ve Türk-İş’in bu grev karşısındaki
tavrı, Türk-İş’in yapısı içerisindeki sendikalar
arasında yoğun tartışmalara ve kaymalara neden
olur. Türk-İş greve karşı çıkar ve yardım etmeyi
reddederek olayda “komünist parmağı”nın olduğunu
ilan eder. Hükümet bu gerekçe ile Sakarya’dan
getirdiği askerlerle işçilere saldırır. İşçilere
açılan ateş sonucunda iki işçi ölür, yirmi iki
yaralı ve on dört tutuklama ile olaylar sonuçlanır.
Türk-İş’e rağmen bazı sendikalar grevi destekler.
1966 Şubatı’nda da, Kristal-İş tarafından örgütlenen
Paşabahçe işçilerinin grevi (31 Ocak’ta başlayan
grev 83 gün sürdü ve 24 Nisan’da sona erdi) karşısında
Türk-İş’in ihanetçi bir tutum takınmasına karşı
çıkan Maden-İş, Lastik-İş ve Basın-İş sendikaları
Türk-İş yönetimince ‘görüş ayrılığı’ öne sürülerek
geçici olarak ihraç edilirler.
Türk-İş’ten geçici olarak ihraç edilen sendikalar,
Bağımsız Gıda-İş ile de anlaşarak Temmuz 1966’da
Sendikalar Arası Dayanışma (SADA)’yı oluştururlar
ve Türk-İş’ten tamamen koparlar. Türk-İş’ten kopan
üç sendika ile Bağımsız Gıda-İş ve Maden-İş sendikası
13 Şubat 1967’de DİSK’i kurarlar.
DİSK’in kurulması, yıllardır ağır baskı ve sömürü
altında tutulan ve devlet sendikası Türk-İş tarafından
aldatılan işçi sınıfının mücadelesine ivme katar.
DİSK’in özellikle özel işyerlerinde ekonomik mücadeleyi
militanca yürütmesi ve bu mücadele sonucunda elde
edilen kazanımlar açısından Türk-İş’e fark atması,
hem prestijini hem de gücünü önemli ölçüde artırır.
Türk-İş’e tepki duyan birçok sendika, DİSK’e girmek
için kıyasıya bir mücadele verir. Böylesine yoğun
katılımlar sonucu 30 bin üyesi olan DİSK, 1970’lere
gelindiğinde 270 bin üyeye yükselir.
Bu hızlı gelişmelerden ürken burjuvazi, işbirlikçi
Türk-İş ile anlaşarak DİSK’in gelişimini durdurmaya
çalışır. Bu doğrultuda 30 Nisan 1970’te 274-275
sayılı kanun maddelerinde değişiklik yapma önerisi
getirilir. Yeni yasa, bir sendikadan ayrılmayı
noterin onayına bırakırken, sendika genel kurullarının
iki yıl yerine üç yılda bir yapılmasının ve yeni
sendikaların kurulmasıyla ilgili Türkiye çapında
faaliyet gösterebilmek için kurulduğu iş kolundaki
işçilerin 1/3’ünü kapsaması ve sendika kurucusu
olabilmek isteyenlerin en azından o iş kolunda
üç yıl çalışması zorunluluğu getirilir. Yasanın
onaylanması üzerine 14 Haziranda, DİSK’e bağlı
sendikaların yöneticileri ve işyeri temsilcileri
toplantı yaparak mücadele kararı alırlar. 15 Haziranda
DİSK, Türk-İş ve Bağımsız sendikalardan oluşan
kalabalık bir işçi kitlesi yürür. 16 Haziranda
İstanbul ve İzmit’te 200 bini bulan bir katılımla
eylemler gerçekleştirilir.
Burjuvazi DİSK’in gelişiminin önünü çeşitli yasalarla
keserken, reformistler de işçi dinamizminden çekinmişlerdir.
İdeolojik, siyasal bağlamda savundukları parlamenter
yaklaşımın, gelişen dinamizm karşısında yetersizliği
açığa çıktıkça, sınıf dinamizmini kırma doğrultusunda
bir işlev görmüşlerdir.
DİSK yöneticilerinin 15-16 Haziran eylemliği karşısındaki
tavırları bunun en net göstergesidir. Bu düzeyde
olmasa bile benzeri tavırlar bir çok eylemlilikte
kendini göstermiştir.
Bu gelişmeler karşısında Kemal Sülker, İçişleri
Bakanı’na “bu tahripkar eylemlerle bir ilişkilerinin
olmadığını” belirtirken DİSK genel başkanı Kemal
Türkler ise radyodan şöyle bir konuşma yapar:
“... İşçi kardeşlerim! İşçi sınıfının bilinçli
temsilcileri! Sizlere sesleniyorum. Beni iyi dinleyin:
Anayasal haklarınız için direndiniz, direniyorsunuz.
Anayasamız her türlü toplantı ve yürüyüşlerin
silahsız ve saldırısız olacağını emreder! Bizler
anayasaya sımsıkı bağlı işçiler olduğumuz için
hiçbir hareketimiz anayasaya aykırı olamaz. Ne
var ki bizim aramızda çeşitli maksatlar güden
kişiler, çeşitli kılıklara bürünerek girebilirler.
Hatta kötüsü şerefli Türk ordusunun bir mensubuna
kötü maksatlarla taş atabilirler, tahrik yapabilirler.
DİSK genel başkanı olarak sizleri uyarıyorum...”
DİSK, 12 Mart Askeri Faşist Darbesinin gelişini
de “...DİSK, Atatürk devrimlerinin ve Anayasa
ilkelerinin korunmasında, uygulanmasında ve geliştirilmesinde
Türk silahlı kuvvetlerinin yanında olduğunu belirtmekten
kıvanç duyar...” diyerek destekler.
12 Mart faşizmi; ilericileri, devrimcileri ve
yurtseverleri zindanlara atıp katlederken, işçi
sınıfının mücadelesini ezmeye çalışırken, sendikalardaki
eğitim çalışmalarını bile yasaklarken, genel olarak
tüm emekçi halka ağır siyasal ve ekonomik baskı
uygularken DİSK, bunlar karşısında kayda değer
bir tavır takınmaz.
DİSK, 1974’te gerçekleştirilen Kıbrıs işgalini
destekler ve işçilerin savaş fonuna yardım etmeleri
için kampanya açar.
DİSK, 1967 ve 1971 seçimlerinde TİP’i desteklerken,
1974 ve daha sonraki tüm seçimlerde “anayasal
özgürlükleri ve demokratik hakları uygarlıkçı
bir anlayışla savunan tek parti” olarak nitelendirdiği
CHP’yi destekler.
DİSK’in CHP’yi desteklemesinden sonra, CHP ve
DİSK arasındaki önemli bir yakınlaşma olur ve
bunun sonucunda Türk-İş içindeki CHP’li sendikaların
birçoğu DİSK’e geçmeye başlar. Bu katılımlar DİSK’in
nicelik olarak büyümesine neden olur.
1974’lerle birlikte yükselen sınıf mücadelesi,
toplumun tüm emekçi kesimlerini siyasal bir hareketlilik
içine sokar. Bu hareketliliğe karşın, DİSK yöneticileri
mücadeleyi ekonomik taleplerle sınırlamaya çalışır.
Bu süreçte DİSK’in 5. Genel Kurulu yapılır. Bu
Genel Kurul’da TKP’liler, CHP’lilerle ittifak
kurarak yönetimi alırlar. Çeşitli devrimci sendikalar
“anarşist”, “goşist” vb. suçlamalarıyla tasfiye
edilirler. Bu yönetim süresince diğer devrimci
güçlere de DİSK içinde yaşam hakkı tanınmayarak
bunlar tasfiye edilmişlerdir. Kimi zaman işi öyle
boyutlara vardırdılar ki, DİSK içerisinde bulunmasına
karşın, yönetimine sahip olmadıkları sendikaların
işkollarında alternatif sendika oluşturma yoluna
gittiler.
DİSK’in 5. Genel Kurulu’nun seçiminden sonra gerek
yükselen toplumsal muhalefetin zorlaması, gerekse
oluşan olumsuz imajı silebilmek için kitlesel
eylemlere ve yayın çalışmalarına ağırlık verilir.
İstanbul ve İzmir’de ‘Demokratik Hak ve Özgürlükler
İçin Mücadele Mitingleri’, 1 Mayıs bayramının
kutlanması, DGM’lere karşı genel yas eylemleri
bu sürecin belirgin eylemleri arasında yer alır.
TKP’lilerle CHP’lilerin ittifakı, devrimci sendikaları
tasfiye edildikten sonra çatlamaya başlar. TKP’nin
UDC (Ulusal Demokratik Cephe: TKP ve CHP ittifakının
istenmesi) çağrısı aralarındaki köprülerin yıkılmasını
getirir. İkili yönetim oluşur. Sonuçta Aralık
1977’de Abdullah Baştürk Genel Başkan olur.
Abdullah Baştürk ekibinin yönetimde olduğu 1978-1980
dönemi, egemen güçlerin ekonomik ve siyasal olarak
tıkanıklıklarının had safhada olduğu yıllardır.
Bu yıllarda sivil faşist terörün gemi azıya alması,
devlet terörünün yoğunlaşması ve ekonomik bunalımın
faturasının başta işçi sınıfı olmak üzere emekçilere
kesilmesi, emekçi sınıf ve katmanlarda büyük tepkilere
neden olur. Böylesi koşulların yaşandığı bir süreçte
DİSK, geçmiş yıllara göre oldukça eylemlidir.
1 Mayıs 1978 kutlaması, 20 Mart “faşizme ihtar”
eylemi, Kahramanmaraş olaylarını protesto eylemleri,
12 Şubat, 15-16 Haziran kutlamaları, Kemal Türkler’in
cenazesinin kaldırılması ve sonrasındaki protestolar...
DİSK, bu dönemde CHP’nin önerdiği “Toplumsal Anlaşma”ya
karşı çıkar.
Yukarda belirttiğimiz direnişlere karşın bu dönemde
DİSK, yapılan direnişler nedeniyle atılan işçilere
yeterince sahip çıkmaz. Küçük yerlerin örgütlenmesini
ihmal eder. Toplu sözleşme ve grevlerde ciddi
yanlışlıklar içine girer. Denilebilir ki, DİSK’in
bu dönemdeki en olumsuz yanı çeşitli sendikalara
ceza vermiş olmasıdır.
1979’da yapılan Genel Kurul’da karşı listeyi oluşturan
Maden-İş; Bay-Sen ve Bank-Sen bir yıl, Yeraltı
Maden-İş dört aylık geçici ihraç cezalarıyla cezalandırılmış
ve bu haliyle tıpkı 1967 yılında Türk-İş’in DİSK
kurucularına yaptıklarını tekrarlamışlardır.
2 Temmuz 1980’de yapılan Disk Genel Kurulu’nun
başında yine Abdullah Baştürk vardır. 12 sendika
Genel Kurul çalışmalarına katılmadıkları gibi
yönetimde görev de kabul etmezler.
Sendikal gelişme konusunda ürken burjuvazi bu
alana yönelik yeni düzenlemelerin yapılmasının
zorunluluğunu da gündeme getiriyordu. İhracata
dayalı yeni ekonomik politikalarının hayata geçirilmesi
işçi ücretlerinin aşağıya çekilmesine bağlıydı.
Bütün eksiklerine ve zaaflarına karşın, gelişen
sınıf hareketliliğini kırmanın yolu zora dayalı
bir mekanizmayla olurdu. Bu nedenle, ekonomik
alanda alınan 24 Ocak kararlarının yaşama geçirilmesi
için 12 Eylül ile gelen faşist yönetim devreye
girmiştir.
1980 askeri faşist yönetiminin ilk işi sendikal
hakları askıya alarak Türk-İş haricindeki tüm
sendikaların faaliyetlerini durdurmak oldu.
1984 sonrasında yeni yasal düzenlemelerle faaliyetleri
durdurulan konfederasyonlardan Hak-İş altı ay
sonra, MİSK (Milliyetçi İşçi Sendikaları Konfederasyonu)
dört yıl sonra tekrar faaliyete başladılar.
DİSK ise, Türk Ceza Kanunu’nun 141. maddesini
kaldıran yasanın yürürlüğe girdiği Nisan 1991’e
kadar Sıkıyönetim Mahkemesi’nde yargılandı. Yargılama
süreci boyunca bütün savunmalarını 61 anayasasına
yaslanarak yapan DİSK yöneticileri sonunda beraat
etti. 16 Temmuz 1991’de Askeri Yargıtay’ın kapatma
kararını kaldırması ve DİSK’in mal varlığının
iade edilmesiyle birlikte DİSK 7 Aralık 1991’de
Genel Kurulu’nu toplayarak tekrar faaliyetlerine
başladı.
DİSK’in Sendikal Anlayışı
Yukarıda belirttiğimizi tekrar etmekte yarar görüyoruz:
DİSK, uluslararası reformizmin etkisi ile kendiliğindenci
mücadelenin ürünü olarak ortaya çıkmıştır.
DİSK, adının başındaki ‘devrimci’liğe rağmen gerçekte
bu özelliklere sahip olmamıştır.
Devrimcilik, iktidarı hedefleyen mücadele çerçevesinde
ele alınır ve ona göre değerlendirilir. Devrimcilik,
aynı zamanda sistemle temelden bir hesaplaşma
sorunudur, bu hesaplaşma mücadelesine katılmaktır.
Bu çerçevede baktığımızda DİSK’i yönetenlerin
politik anlayışı, marksist-leninist anlamda bir
devrimcilik değil, reformculuktur. Kapitalizmdeki
kimi olumsuzlukların ortadan kaldırılması ya da
törpülenmesi noktasında mücadele vermesine rağmen
bu mücadeleyi sistemin kendisine kadar vardıramamaktadır.
Kuruluş bildirgesindeki tespitler bunun açık göstergesidir:
Bu bildirgedeki “...bugünkü gerici, ekonomik,
sosyal ve politik ilişkilerin anayasa uyarınca
değiştirilmesi” gibi cümleler, bu ‘devrimcilik’in
içeriğini bize anlatmaktadır.
Bildirgede DİSK “anayasamızda yer alan ekonomik
ve sosyal ilkeleri ortak inancı” olarak saydığını
belirtiyor ve “işçi hak ve hürriyetinin anayasa
çerçevesi içinde mutlaka elde edilmesi” hedefini
koyuyordu. Görüldüğü gibi burada devrimciliğe
yüklenen anlam, tamamıyla reformculuktur. DİSK,
sistem değiştirilmeksizin sendikal alanda, sağlık
alanında, eğitim ve kültür alanında reformları
hedeflemiştir.
Aslında bu yaklaşım, 1956’larda yaşanan ayrışmalarda,
ülkemizde reformizmin temsilciliğine soyunan Türkiye
İşçi Partisi (TİP) anlayışının sendikalara yansımasından
başka bir şey değildi. TİP bu anlayışıyla, sosyalizme
parlamenter mücadeleyle varılacağını ileri sürerek
işçi sınıfını iktidar hedefinden uzaklaştırarak,
belli düzeyde tutmayı başarmıştır.
DİSK’in sendikal anlayışı, esas itibarıyla ücret
ve bir takım haklarla sınırlandırılmış bir reformculuktur.
DİSK, Türk-iş’in tersine işçilerin güncel talepleri
uğrunda işçileri harekete geçirmiş ve bu mücadele
çerçevesinde azımsanmaması gereken bir takım haklar
da elde edilmiştir. DİSK, bu hedefleri gerçekleştirmek
konusunda aktif eylemliliğinin yanında, yoğun
bir iç çalışma da yapmıştır. Sonuçta daha iyi
bir ücret ve daha iyi çalışma koşulları elde edilmiştir.
Ancak DİSK, hiç bir zaman için devrimci mücadelenin
gereklerine uygun, sınıfı devrimcileştiren bir
yapılanma olmamıştır.
DİSK, kimi noktalarda Türk-iş’ten kopuş yapamamıştır
demiştik. Bu konudaki en somut belirti, yönetenlerin
iş başlarına gelmelerinde uygulanan yöntemlerle
ilgilidir. DİSK, ‘emek en yüce değerdir’ sloganına
rağmen gerçekte bürokratik yapıyı yıkamamıştır.
Yöneticilerin büyük bir kısmı Türk-İş’teki gibi
büyük oranda atamayla gelmiştir. Sınıf sendikacılığıyla
diğer sendikal biçimler arasında en önemli fark
olması gereken, yönetenlerin seçimle iş başına
gelmeleri, DİSK içinde pratik olarak uygulanamamıştır.
Yöneticilerin işbaşına gelmesi noktasında Türk-iş’le
karşılaştırıldığında aralarında önemli bir farkın
olmadığı görülür.
Türk-iş, “gelen ağam, giden paşam” anlayışıyla
gelen tüm hükümetlerle anlaşmış ve sınıf hareketini
sisteme bağlamaya çalışmıştır. DİSK bunu yapmamıştır
ama sınıf dinamizminin siyasallaşma eğilimi karşısında
tavrını sistemden yana koymuştur. Bu anlamıyla
15-16 haziran karşısındaki tavır bir tesadüf değildir.
Benzeri eğilimin olumsuzluğunu 70’li yıllarda
da görmekteyiz. Bu dönemde bazı devrimci sendikaların
faaliyetleri bizzat DİSK yönetimi tarafından engellenmiştir.
Sendikaların feshedilmesi bu yöndeki bir uç noktadır.
DİSK’in ekonomik mücadelede oynadığı rolün devlet
sendikacılığını sarsması, devlet tarafından önünün
kesilmesini beraberinde getirdi. Devlet ekonomik
zeminde gelişen militan bir sınıf hareketinden
ürkmüştür.
Fakat asıl sorun, DİSK’in kendi perspektifi noktasında
yaşanmıştır. DİSK, ekonomik alandaki mücadeleyi
militanca yürütmesine karşın sınıfın siyasal talepleri
karşısında hep ürkek davranmıştır. Sınıfın ekonomik-demokratik
talepleri alanında gösterdiği yürekliliği siyasal
mücadelede gösterememiştir. Gerçekleştirmek zorunda
kaldığı sınırlı eylemliliklerde ise, günü kurtarmanın
ötesinde bir işleve sahip olamamıştır. ‘Faşizme
ihtar’, ‘DGM’ eylemleri görüntüyü kurtarma eylemleriydi.
DİSK’in devrimci politik mücadeleyle ilişkisi
ilk dönemlerde sosyalizm adına konuşan, fakat
burjuva sosyalizmin etkisinde kalan reformizmin
temsilcisi olan TİP’e yaslanmış ve oy vermiştir.
Diğer dönemlerinde ise tamamiyle sosyal demokrasiyi
savunmuştur. Bu anlamıyla DİSK iktidar mücadelesi
yürüten devrimci öznelerle bağlantılı olmamış,
onların da DİSK’i etkileme ve dönüştürme çabaları
yeterli sonuç vermemiştir
DİSK, Türk-İş gibi partiler üstü politikayı benimsememiştir
ama en iyi durumda TİP’e, sonraları ise CHP’ye
yaslanmıştır.
Reformizmin ve Devrimci Hareketin Sendikal
Anlayışı
Türkiye devrimci hareketinin sendikal anlayışı,
Dünya komünist hareketi’nin 1945’ler sonrasında
yaşadığı bölünmeden doğrudan etkilenmiştir. Bu
etkilenme esas olarak iki sendikal eğilimin ortaya
çıkmasına neden oldu. Birinci eğilim, SBKP merkezinden
etkilenen ve aslında DİSK’te ifadesini bulan reformist
eğilimdir.
‘SBKP’yi referans olarak kabul eden ve kendini
buna göre şekillendiren bu eğilimin sahipleri,
sosyalizme barışçıl yollardan ulaşacaklarını belirterek,
sınıfa bakış açılarını ve örgütlenmelerini de
buna uygun şekillendirmişlerdir. Bu anlayışa göre
devrim, barışçıl yollardan elde edileceğine göre,
sınıf da ekonomik-demokratik taleplerle güçlendirilmeli/etkilenmeli
ve seçimlerde sınıfın oylarıyla değişim sağlanmalıdır.
Bu anlamda sınıf örgütlenmesi, hedefledikleri
değişiklikleri zorlayan bir araç olarak ele alınmaktadır.
Sonuç olarak bu anlayış sınıf içinde yoğun bir
çalışma yapmasına karşın, yaptığı çalışma sistem
içi bir mantığın ötesine taşmamıştır. Sınıf örgütlenmesinin
ve sınıf mücadelesinin devrimci iktidar perspektifinden
koparılması bu anlayışı belirleyen temel özellik
olmuştur. Bu anlayış 12 eylül öncesinde sınıf
içinde önemli bir kitleselleşme yakalamış olmasına
karşın, kitleyi 12 Eylül faşizmine karşı harekete
geçirememiştir. Hatta harekete geçirmek bir yana
yönetici konumundakiler teslim olmak için kuyruğa
girmişlerdir.
İşçi sınıfının sistem içi değişikliklerde bir
araç olarak gören bu anlayış, onu devrimci iktidar
hedefinden uzaklaştırıp sisteme yaklaştırmış,
böylece işçi sınıfının devrimci dinamiğini kırmada
etken olmuştur. Sonuçta, işçi sınıfının devrimci
sürece katılımını zorlaştırmıştır.
Reformizm; yukarıda belirttiğimiz sendikal anlayışı,
sosyalist sendikal anlayış (sınıf sendikacılığı)
biçiminde lanse etmiştir. Böylece, siyasal mücadeleyi,
sistem içi demokratik-sendikal çalışmaya indirgemiştir.
Bu sendikal anlayışın bir başka belirgin yaklaşımı
ise, sendikal zemindeki devrimci güçleri tasfiye
etmek istemesidir. Bu güçleri kendine rakip, çalışmasının/hedeflediklerinin
önünde engel görmesi nedeniyle zaman zaman şiddet
bile kullanmaktan çekinmemiştir. İzlenilen bu
politika, sınıf örgütlenmelerinde gerginlikleri
ve bölünmeleri artırmıştır.
Buna karşın devrimci kesimlerin sınıf içindeki
bağlantıları ve örgütlenme anlayışları reformistlere
oranla daha sınırlı kalmış, hem mevcut sendikalar
içinde hem de sınıfın genel kitlesi içinde güçlü
bir alternatif odak yaratılamamıştır. İşçi sınıfı
özellikle 1960’lardan itibaren kitlesel olarak
olağanüstü büyürken, devrimci hareketler, bütün
etkinliklerine karşın reformist hegemonyayı kıramamışlar,
sınıf içersinde güçlü bir sendikal hareket yaratamamışlardır.
Sonuç olarak 1970’li yıllara egemen olan sendikal
anlayış reformizm tarafından belirlenmiştir diyebiliriz.
Sonuç
Sonuç olarak diyebiliriz ki, DİSK sarı sendikacılığın
Türkiye temsilciliğini yapan Türk-İş’e alternatif
olarak doğmuş fakat Türk-İş’i aşamamıştır.
DİSK hiç bir zaman sınıf sendikacılığı yapmamıştır.
Aksine sınıfı sistem içinde tutarak uysallaştırmaya
çalışmıştır.
DİSK ülkemizde reformist sendikacılığın temsilcisi
olmuştur. Türkiye topraklarında kurulmuş en ileri
sendika olması ve başında devrimci kelimesinin
bulunması DİSK’in sınıf sendikacılığı yaptığı
yanılgısına düşürmüştür.
Geçmişe dönük değerlendirmelerin ötesine geçerek
günümüze geldiğimizde ise, durum çok daha karmaşıktır.
1980’ler sonrası süreçte işçi sınıfının yapısı
ve bileşenleri ciddi değişikliklere uğramış, çok
daha kalabalıklaşan sınıf safları aynı zamanda
katmanlaşmıştır. Buna karşın mevcut sendikalar,
sınıfın bu yeni katmanlarını görmezlikten gelen
dar çalışma biçimlerini sürdürmekte ve özellikle
düzensiz işlerde çalışan emekçilerin örgütlenmesi
işini ciddi biçimde ele almamaktadırlar. DİSK
de bu anlamda yeni sendikal arayışlara ciddi bir
katkı yapmış değildir; dolayısıyla yeni süreçte
DİSK ile Türk-İş’in en azından bazı şubeleri arasında
çarpıcı farklılıklar kalmamıştır.
Bugün gelinen noktada çözüm bulunması gereken
sorun, devasa büyüklüğe ulaşan ama üretim bütünlüğü
parçalanarak bir araya getirilmesi zorlaşan işçi
sınıfı kitlelerinin sendikal örgütlenmesi için
yeni ve yaratıcı yolların bulunması sorunudur.
Bu zorlu görev ise, dar-klasik düşünmeye alışmış
sendikacılar tarafından değil, yine devrimci güçler
ve öncü işçiler tarafından bulunacaktır.
|