Geçen ay yine bir ölüm olayı ile hareketlendi
gündem. Her zaman olduğu gibi yine ölümün bizi
dürtmesiyle ayağa kalktık. Gazeteler manşetlerini
attı büyük puntolarla. Suçlu ayağa kalk dendi!
Ayağa kimse kalkmadı ama herkes birbirini gösterdi.
3 maymunlar bile masum kaldı yanımızda. Ama bu
kargaşanın ortasında tek gerçek vardı. O da Cihat
Aktaş’ın İnönü Stadı’nda ölmesiydi.
Ölümü bu derecede tartıştıran olgu ise ölümün
stadyumda yaşanmasıydı. Beşiktaş-Ç. Rizespor maçı
oynanırken, statta bir kişi öldürülüyordu. Cihat’ı
öldürdüğü söylenen kişi maçı bile izliyordu. Maç
bittiğinde, olay ortaya çıkarılıyordu. Cihat Aktaş
öldü!... Bütün medya ve “büyük”lerimiz ağlamaya
başlamıştı bile. Spor “yorumcu”ları nasıl olur
böyle bir şey diye homurdanmaya başladı. Arama
noktaları oluşturuldu statta. Tez elden katilin
bulunması gerekirdi. Ki “futbol” temiz şekilde
devam etsin diye…
Bundan hariç bir gerçek daha vardı. Cihat’ın anne
ve babası da ağlıyordu. Oğullarının ne için öldüğü
sorusuna cevap bulamadıkları için bu hüzün kat
be kat artıyordu. Derken “Katil” o gece bulundu,
yargılandı, cezaevine gönderildi. Herkes bir anda
rahatladı. Kimisi katil denen kişiye beddua etti,
kimileri de saldırmaya, linç etmeye kalktı. Herkes
nefret doluydu o kişiye. Beşiktaş’ın sahası da
3 maç kapatıldı. Unutmadan, devlet futbol stadlarına
yönelik yasa da çıkardı. Derin bir of çekildi!
Bir ölüm vakası daha atlatıldı böylece.
Cihat’ın anne ve babası aslında meseleyi hiç anlamıyorlardı.
Medya ve “yetkili” kişiler ölüme çeşitli bahaneler
bulmaya başladı sahtekarca. Bu “futbol terörünün”
bir sonucuydu. Dahası, tribünlerdeki merdivenlerin
boş bırakılmasından tutun da, statlara çok seyirci
alınması vb. bir sürü şey sebep gösterildi. Yasalar
çıkarıldı. Statlar kameralarla donatıldı. Güvenlik
önlemlerinin artırılacağından dem vuruldu. Ciddi
görünmeyi bile başaramayan sahte suratlar bir
hafta boyunca palavra attılar. Ekranlarda birinci
haberler günlerce bu olay oldu. Tayip Erdoğan’ın
da olaya el koyduğunu yazdılar. O günden bugüne
döndüğümüzde ortalık duruldu. Sonuçta medya tarafından
içi boşaltılan konu bir köşeye atıldı. Başka bir
ölüm olayı daha yaşanana kadar da o köşeden hiç
çıkarılmamacısına…
Yok Futbol Diye Bir Şey
Futbol sporunun ülkemizde, insanlar üzerindeki
etkisi herkesçe malumdur. İnsanların hayatına
bu kadar çok girmiş başka bir olgu yoktur belki
de. Günlerce futbolla yatılır, kalkılır. Günümüzde
varolan futbol “sevgisi” ile dolu insanlar geçmişin
ürünleridir. Özellikle 12 Eylül döneminden sonra
bilinçli bir şekilde futbol “sevgisi” topluma
pompalandı. Buna göre, insanlar sorunlarıyla uğraşmasında
ne olursa olsundu. Neo-liberal politikaların yeniden
inşa ettiği insan tipine futbol karışımı da eklendi.
Ortaya kör bir fanatizmle birlikte, cebinde parası
olmadığı halde bu parayı futbola yatıran bir tip
ortaya çıktı. Daha sonra bu tip çeşitli evreler
geçirdi. Çeteleşme kendini devletin yanı sıra
statlarda da göstermeye başladı. Devlet, nasıl
katillerine her türlü lojistik destek sağladıysa,
aynı yöntem sporda yapılmaya başlandı. Başrolde
bu sefer kulüp başkanları vardı. Arkasında da
çeteler. Bu çetelere maçlar bedavaydı. Deplasman
maçları da. Bu çeteler başkanın emrinden çıkmazlar.
Gerektiğinde “başkan”ın emriyle futbolcu tehdit
eder hatta saldırırlar. Statlarda koro halinde
edilen küfürler bunlarca (başkanların desteğiyle)
tarafından organize edilip, savrulmaktadır. Yıllardır
ikiyüzlülükle bunların önleminden, “fair play”den
sözedilir. Bayanlar maçlara çağrılır. Halbuki
zaman içinde maça giden bayanlar da küfür konusunda
ustalaşır. Kapitalizme has özelliklerden olsa
gerek. Bütün bunlar devletin gözetiminde yapılır.
Arka planın baş aktörü de o yüzden devlettir.
Son yıllarda gizlenemeyen bir gerçekte şike meselesidir.
Her yıl şampiyon olan takım şaibelidir. Bu herkesçe
bilinir. Sadece şampiyon değil, küme düşen takımlar
da bu oyunun parçasıdır. Son dönemde bu artık
açık bir şekilde yapılmaktadır. Pekerler son dönemlerin
yıldızıdır. Ama unutmamak gerekir ki, Ali Şenler,
Fatih Terimler vb. “spor” adamları sıfatıyla bu
ülkeden geçmiştir. Hala da ortalıkta görünmektedirler.
Sinan Enginler, Aziz Yıldırımları unutmadan geçmemek
gerekmektedir. Bunların devlet tarafından kredileri
yüksektir. “Dokunulmazlık”ları milletvekillerinin
ki kadardır. Ordu ile ilişkileri de üst düzeydedir.
Sonuçta ortada “futbol” meselesi ile ilgisi varmış
gibi görünmektedirler. Arka sahnede başka işler
dönmektedir. Ortaya döktüğümüz bu manzara, sanırız
başlıktaki sorunun cevabını vermeye yetmiştir.
Elbette ortada futbol yoktur. Futbol dışında her
şey bulunmaktadır.
Hiçbir zaman futbol insanlara bir spor olarak
anlatılmamıştır. Estetik kaygı diye bir dert de
yoktur. Yenmenin her yolu mubahtır. Oynayan ve
izleyen vardır. Hatta izleyemeyen. Futbol oynanırken
başka şeylerin kavgasını veren ! Oynayan da birer
kukladır. Sporcu asla değildir. Rakibi yenmesi
gerekmektedir. Yoksa kendisini, para cezaları,
binlerce kişi tarafından edilecek küfürler beklemektedir.
Gerçek deyimle metanın kendisidir. Alınır, satılır.
İstenildiğinde kovulur. İstenildiğinde abartılır.
Bu sayede trilyonlar döner. Birileri de bunları
cebine indirir. Kapitalizmin futbol anlayışı da
kendince değişmez anlaşılan. Rekabet, yenen, yenilen,
para kazanan, para kaybeden. Varsa yoksa kar,
kar, kar… Hep kar.
Bunların yanında futbolda da Avrupa’ya “adamlar
aşmış” gözüyle bakanlar vardır. Olumsuz bir olayda
Avrupa örnek gösterilir. Halbuki orada yabancılaşma
had safhadadır. Holiganizmin en çok ses getirdiği
yer Avrupa’dır. Irkçılığın futbola yansıması daha
geçtiğimiz haftalarda yaşanmıştır. İngiltere-İspanya
maçında, İspanyol seyircileri siyah oyunculara
top geldiğinde maymun sesi çıkarmışlardır.
En büyük paralar Avrupa’da dönmektedir. Transfer
paralarının miktarının haddi hesabı yoktur. Bu
öyle bir hal almıştır ki, her sene başı kim en
çok parayı alacak diye merakla beklenir. Son dönemlerde
ülkemizde oynama yaşı ilkokul çocuklarına kadar
düşen bahis oyunu Avrupa patentlidir. Trilyonlar
dönmektedir bu çarkta. Futbolcular bile kendi
lehlerine bu oyunları oynamaktadır. Bu kadar para
dönerken vicdanları merhemle saran turnuvalar
düzenlenir. Çeşitli turnuvalar yapılır. Buradan
elde edilen gelirler yoksulluğa harcanmaktadır
güya. Ama futbolcuların transfer parası o turnuvada
elde edilen gelirden kat bekat fazladır. Timsah
gözyaşlarına kimsenin ihtiyacı yoktur. Kimin ne
olduğu açık seçik bellidir. Avrupa’da, Türkiye’de
kısaca tüm dünyaya futboldan insanlara akan katkı
maddeleri yukardakilerdir.
Unutmadan, kimse Avrupa’nın ölüm meselesinde çetelesinin
kabarık olduğunu unutmasın. 1985’i herkes hatırlar.
Brüksel’in Heysel Stadı. Avrupa Şampiyon Klupler
Kupası Finali. Liverpool-Juventus maçı. İngiliz
taraftarlar, İtalyan taraftarlarlarının olduğu
tribüne saldırır. Sonuç; 39 ölü, çok sayıda ölü.
Devam edersek, 1989 yılında İngiltere’de Hilssbrough
Stadı. Sonuç, 95 ölü, 200’den fazla kişi yaralı.
Türkiye’ye bakarsak, Galatasaray-Leeds United
maçı öncesi iki ingilizin öldürülmesi. Hatta o
zamanda ortalık “ciddi önlemler”den geçilmiyordu.
Türkiye ve dünyadan bunları uzatmak mümkün. Ama
bunlar da bazı gerçekleri göstermeye yeter. Futbol
da bir kültürün yansımasıdır. Bu yansıma şu an
kapitalizmde hayat bulmaktadır. Kendi psikolojisini
felsefesini sahaya, stada yansıtır kapitalizm.
Kendine uygun seyirci, futbolcu, hakem yetiştirir.
Bunlarla kendini var eder.
Ya Medyamız…
Bir torba dolusu laf söylemişken medyayı unutmamak
gerek. Bu kadar kirliliğin içerisinde, en başta
gelmektedir. Her rolü oynamaktadır. Gerektiğinde
“temiz”, “saf”, “bilinçli”, “centilmen”, gerektiğinde
ise milliyetçi, çeteci, fanatizmin tartışmasız
öncüsü rolüne girmektedir. Fanatizmin en radikal
karşıtlarıdır güya! Ama yayınlarının ismi fanatiktir.
Bu arada ismi “fanatik” olmayanları bir an için
unuttuğumuz zannedilmesin. Kullandıkları dil her
zaman tahrikçidir. Birbirine düşman edicidir.
Yeri geldiğinde tehdit eder, aşağılar, küfür eder.
Hiçbir sportif kaygı taşımaz. Estetikten anlamaz.
Yenilen başarısız, aşağılık, yenen de kahramandır.
Devamlı rekabeti körükler. Ucuz başarılar en temel
ilkesidir. Bunları okuyan seyirci kitlesi vardır
stadyumlarda. Cihat Aktaş örneğinde olduğu gibi,
kendini masum göstermeye çalışmıştır. Herkesi
sorgulamıştır, kendisi hariç. Elbette ki, bunlar
bilinçli bir politikanın ürünüdür. Holding medyasının
kalkıp kendisini eleştirmesi, suçun kendisinde
olduğunu göstermesi beklenmemelidir. Spor basını
da bir zümreyi temsil etmektedir. Temsil ederken,
zehrini olduğu gibi akıtmaktadır.
Nedir Bunlardan Geriye Kalan?
Geriye bir şey kalmaz görüldüğü gibi. Sporun posası
sıkılabildiği kadar sıkılmıştır. Futbol spor olmaktan
çıkarılmıştır. Ölümlerin, soygunların, çirkinliklerin
oynandığı bir arena haline gelmiştir. Cihatların
ölüm yeridir spor sahaları. Cihatın İnönü stadında
ölmesi bir şeyi değiştirmez.
O ölüm herhangi bir zamanda, başka bir statta
bile yaşanabilir. Avrupa da bile! Çıkarılan yasalar
dahil alındığı söylenen tüm önlemler boşunadır,
toplumun gözünü boyamaktır. Günü kurtarmaktır.
Canavarın kolları alabildiğine uzundur. Yaşanan
ölümler dahil her türlü pislik bizleri şaşırtmamalıdır.
Sistemin doğal yansımasıdır tüm yaşananlar. Cihat’ın
ölümünden tek sorumlu, devletiyle, kolluk güçleriyle,
medyasıyla, kar hırsıyla, “spor” anlayışıyla,
yarattığı “futbol törörü”yle sistemin ta kendisidir.
Sorunu sadece sporla sınırlamamak gerekmektedir.
Bu toplumsal sorunların yansımalarından sadece
biridir. İnsanların içine düştüğü bunalımı erteletme,
unutturma durumlarıdır tribünlerde yaşananlar.
İnsanlar, bunlarla oyalansın istenir. Ki oyalanır
da. Her alanda olduğu, kapitalizm bu alanı da
çürütmüştür. Yozlaştırmıştır. Ama bunun karşısında
insanlar aptal değildir. Bize düşen görev futbolu
yok saymak değildir. Yapabildiğimiz oranda, sporun
ve futbolun gerçek anlamını insanlara anlatmalı,
yaşananların gerçek yüzünü gözler önüne sermeliyiz.
Futbolun ne işlev gördüğünü ve ne olması gerektiğini
topluma taşımaktan başka çaremiz yoktur.
|