Yeni girilen 21. yy’da insanlığın büyük bir kısmı
sosyal, ekonomik ve siyasi formasyonları kapitalizm
olan toplumlarda yaşıyor. Kapitalist toplum demek,
üretim araçlarının toplumun küçük bir kesiminin
elinde olması; yaşamlarını sürdürebilmek için
emek güçlerinden başka satacak şeyleri olmayan
proleterlerin varlığı ve toplumsal artığın, üretim
araçları üzerindeki mülkiyet nedeniyle kapitalistler
tarafından gasp edildiği bir toplum anlamına gelir.
Kapitalizmin varlık koşulu bu üç etkenden oluşur.
Bu etkenlerden biri olan toplumsal artığın üretim
araçları üzerindeki mülkiyet nedeniyle gasp edilmesi,
aynı zamanda sömürünün, savaşların, ilhakların,
işgallerin, yabancılaştırmanın ve kitlesel kıyımların
da nedenidir. Kapitalizm, tüm işleyişini bu ilişkinin
oturtulması üzerinde kurar.
Her toplumsal sistemde olduğu gibi, kapitalizm
de kendi işleyişine uygun insan profili yaratmaya
çalışır. Yani, uyulması gerekenleri, istenilenleri
yapan bir kişilik. Bu kişilik profilin çizimi
aile eğitimiyle başlar, okul süreçleriyle ve diğer
kurumlaşmalarda olgunlaştırılarak tamamlanır.
Bu kurumlar aynı zamanda insanı doğrudan belirleyen
ideolojik aygıtlar oluyor. Yaşama hazırlama, sosyalleştirme
işlevleriyle de tanımlanan bu kurumların yanı
sıra, öbür kurumlar dolaylı olarak ideolojik belirlemeyi
sağlıyor. Askeri kurumlardan, politik kurumlara,
iş alanlarından eğlence alanlarına kadar belirlenen
ve uyulması istenilen bir dizi norm modern insanın
kimliğini oluşturuyor. Enformasyon ağı (tv, sinema,
basın, radyo vb.) ile de kültürel eş zamanlılık
sağlayıp arzular ve idealler aynılaştırılıyor.
Yaşamak bir ve aynı kaynağın üretildiği yarışa,
varolma yarışına dönüştürülüyor. Geçerli tek kural
durmadan hep öne atılmak oluyor. Korkunç bir mücadele
azmiyle bilenmek, güçlü olmak ve ön sıralara geçmek
ya da bu ve benzer düşlerle ömür tüketmek. Kapitalist
sistemde sömürülmekten sömürmeyi, ezilmekten ezmeyi
öğrenmeyen var olma hakkını elde edemiyor. Bunun
adı reel, gerçekçi tavır oluyor. Dayatılan yaşam
kuralı bu. Başka adı yok. İnsanlık bugün kendini
böyle ilişkiler içinde var etmeye çalışıyor. Her
türlü akıl dışılığın var olanı koruma adına toplumsal
yapılar ve ilişkilerde somutlaşması ya da düzen
altına alınmış akıl dışılık... Kapitalist ilişkiler
dünyasının özeti bu.
Kapitalizmin kendine uygun bir insan profili çizdiğini
belirttik. Kapitalizm kişinin profilini çizerken
kendi işleyişine uygun bir kimlik de verir. Bununla
hem güncel işleyişi sağlar hem de geleceğini garanti
altına almayı hedefler. Burada dikkat çekilmesi
gereken en önemli nokta, burjuvazinin kendi çıkarlarını
toplumun tüm çıkarlarıymış gibi sunması ve bunun
üzerinden meşruiyetini sağlamaya çalışmasıdır.
Kapitalist toplumun yarattığı insan profili ideolojik
esaret temeline dayandığından egemen sınıf bakış
açısını yansıtıyor. Toplumun genel çıkarı gibi
sunulan sınıf çıkarını ve egemenliğini yeniden
üretiyor. Karşı çıkış gerekçelerini gölgelendiriyor.
Kapitalizmin verdiği kimliğe karşı çıkış, toplumsal
rol ve statülerin sorgulanması, toplumun bütünlüğünde
egemen sınıfın çıkarlarını ortaya koyacaktır.
Toplumsal rol, statü ve kimlikle özdeşleşen insan,
görmesini engelleyen ideolojik sisten arındığında
sahipleneceği, savunacağı kendine ait bir şeyi
olmadığını, aksine özel mülkiyete dayalı üretim
ilişkilerinin yabancılaştırma işlevini kavrayacaktır.
Türkiye’de Birey Tartışmaları
Türkiye’de birey olma tartışmaları büyük oranda
12 Eylül yenilgisiyle başladı, reel sosyalizm
denemelerinin yıkılışıyla yoğunlaştı. Bugün de
sol kulvarda bir çok insanı etkileyerek devam
ediyor. Sosyalist kulvarda kendilerini ifade edenler
açısından gerçekten büyük önem taşıyan birey olmak
sorunu, ne yazık ki günümüzde sağlıklı bir zeminde
tartışılmıyor. Tartışmanın yoğunluğunu belirleyen
zemin, 12 Eylül ve reel sosyalizm yenilgisinin
çamuruna bulanmış durumda. Tartışmanın her anında
bu çamurun izlerine rastlayabiliyoruz. Bugün için
sorun, bir yanıyla büyük oranda devrimci mücadeleden,
devrimci politika yapmaktan vazgeçen ve orta sınıfların
politikacıları olmaya soyunan eskimiş devrimcilerin
kaçışlarının ideolojik kılıfı olarak karşımıza
çıkmaktadır.
Bu yanıyla sorunu dillerinde pelesenk yapanların
nicelik açıdan yoğunlukları ve çoğunun 12 Eylül
öncesinde devrimci mücadeleye aktif olarak katılmış
olmaları, onun kimi sonuçlarına maruz kalmış olmaları
sorunun sağlıksız temellerde tartışılmasına ve
ortalığın toz dumana boğulmasına neden olmaktadır.
Bir puslu hava oluşmuştur; sorunun tartışılma
gereksinimlerinden biri bu puslu havanın dağıtılmasına
yönelik ise, diğer bir boyutu yaşanan sosyalizm
denemelerinden gerekli derslerin alınmasına yöneliktir.
Evet, birey olmak gerekir!
Burjuva cephesi de dahil daha bu kavrama karşı
çıkana rastlanılmadı. Her kesim birey olmaktan
bahsediyor. Kavramın kullanımında bir ortaklık
var; en gericisinden devrimcisine kadar farklı
yelpazelerde yer alanlar bu kavram birliğine sahip.
Tıpkı demokrasi gibi. Ama ayrışma noktası da tam
da burada başlıyor. Herkes birey olmaktan bahsederken
her kesimin birey olmaktan anladığı farklı. Anlayış
farklılığı sınıfsal ideolojik ve siyasal prizmalardan
geçerken farklı kırılıyor. Bu kırılmanın yansımaları
anlayışlar da ortaya çıkıyor.
Tartışmanın bu zemine taşınmasına neden olan anlayışlardan
biri, geçmişte devrimci mücadeleye aktif katılmış,
kimi sonuçlarına maruz kalmış, ancak daha sonra
kapitalizmin “nimetlerini” keşfederek devrimci
olmaktan vazgeçerek düzene entegre olan insanların
yarattığı puslu ortamdır. Bu kesimlerin önemli
bir bölümü için birey olmak, içinde bulundukları
koşulların teorize edilmesidir. Bu kesimlere göre
devrimci oldukları süreçlerde birey değillerdi.
Çünkü birey olarak onları ayakta tutacak ekonomik
bağımsızlığa (ev, işyeri vb.), insani olgunluğa,
vb. sahip değillerdi. Örgütler baskıcıydı, vb...
Aslında bu yaklaşım örtülü bir tarzda devrimci
harekete yöneltilmiş bir eleştiri özelliği de
taşıyor. Ekonomik bağımsızlığa kavuşmadan (ve
bu anlamda birey olmadan) devrimcilik yapılamayacağı
görüşündeler.
Devrimci mücadeleye katılan insanların önemli
bir kısmı ekonomik bağımsızlığa sahip olmadıkları
için de (yani birey olamadıkları için) yaptıklarını
devrimcilik olarak kabul etmezler. Kollektif davranışın,
yani özgürce oluşturulmuş kurallar temelinde ortak
karar alıp bunları uygulamanın, yani örgütlü olmanın
birey olmayı engellediğini, özgür iradeyi engellediğini
düşünüyorlar. Sorunu bu eksende tartışanlar bugün
için kendilerini birey olarak görüyorlar. Onları
böyle bir sonuca götüren kıstaslar nedir? Bugün
onları “birey” haline getiren kıstaslar nedir?
Hangi aşamaları atlayarak birey haline gelmişler?
Asıl üzerinde asıl durulması gereken nokta bu.
“Muhasebelerini” yaparak onları “birey olmaya”
götüren süreç ekonomik bağımsızlıklarını elde
etme süreci olarak görülmektedir. Ekonomik “bağımsızlık”ları
için sistem açısından meşrulaşmaları gerekir.
Bu yöndeki ilk iş askerliği yapmak biçiminde somutlaşmaktadır.
Sonra adım adım işyeri, ev, vb. elde etme süreçleri
başlar. Bunların tamamlanma süreçleri birey olma
sürecinin tamamlanması olarak da görülüyor. Ekonomik
“bağımsızlık”tan anladıkları ise genel olarak,
sömürü çarkına bir burjuva olarak katılmak. Ve
tabii ki, “baskıcı” örgüt yaşamından uzak olmak,
yani örgütsüzlük, daha doğrusu farklı bir “örgütlülüğe”,
burjuva ilişkiler dünyasına dahil olmak... Birey
olmaktan anlaşılması gereken bu mudur? Bunun üzerinde
biraz durmamız gerekiyor:
Birey Olmak Ne Anlama Gelir?
Birey olmak, kişinin varlık koşulunun ve gerekçesinin
anlamını kavramakla mümkün. Kavramak bilgiyi ve
bilgi birikimini gerektiriyor. Ya da birey olmak
düşünmekle bağlantılıdır. Düşünmek ise, beynin
salt fizyolojik işlevi olarak değil, olguları
tanımayı, olgular arasında bağ kurmayı ve bunları
teorik-pratik bir bütünsellik içinde almayı verili
olanın dışında anlamlarını bilme girişimi içeriyor.
Güncel olanı mutlaklaştırmayı değil, yaşamı dün,
bugün, yarın bütünlüğünde bir akış olarak ele
alarak onun bütün yönlerinin bilgisini edinmeyi
ifade ediyor.
Birey olmak, yaşama bilinçli müdahale etmektir;
dün, bugün, yarın bütünlüğünde elde edinilen bilgilerle
sürece müdahaledir. Birey olmak, kişinin özne
olması anlamına gelir. Özne olmak ise, insan yaşamanın
önüne dayatılan olumsuzluklara karşı sistemli
ve bilinçli mücadele etmektir. İnsanı yabancılaştıran
faktörlere ve onların oluşma zeminleri ile mücadele
etmektir.
Birey olmak kapitalist toplumun verdiği kimliği
reddetmek, sistemle kopuş yaşamaktır. Sistemden,
sistemin yaşam tarzından, sistem kişiliğinden
kopmaktır. Bu anlamda birey olmak özgürleşmektir.
Özgür olmak ideallerimizle yaşamın kesişme noktalarını
yakalamaktır. Kısacası, birey olmak sadece reddetmek
değil, reddettiğimiz şeylerin yerine neyi, nasıl
ve neden koyacağımızı kavramakla mümkündür.
Tartışmaya bu noktada dönecek olursak “birey olmaya”
karar veren ve ekonomik “bağımsızlığı”nı kazanmakla,
(örgütlü yaşamdan kopmakla) artık “birey oldu”ğunu
düşünen, inanan kişiler gerçekte ne kadar birey
olmuşlardır?
Yaşamda özne mi oldular ? İdeallerle günceli birleştirip
ona uygun bir yaşam mı koymaya başladılar? ...
Elbette ki hayır! kapitalist sistem içinde ekonomik
bağımsızlık diye birşey yoktur, sadece mallara
ve iş’e dönük kölelik vardır. Özel mülkiyete dayanan
kapitalizm metalara kölelik düzenidir. Patronda
yada işçi olmanız fark etmez. Devrimci örgütlerden
kopmak ise kapitalist yaşama, onun ilişkiler ve
örgütler dünyasına katılmak anlamına gelir. Ortada,
boşluka başka bir dünya yoktur. Özgürlük ve birey
olmak noktasında onlarca seçenek bulunmuyor. Ya
çemberin içindesiniz, yani kapitalist kölelik
sisteminde, yada dışında yani örgütlü devrimci
yaşamda...
Reel Sosyalizm Ve Birey
Sosyalist toplum bir kopuştur. Bin yıllardır egemen
olan sömürücü toplum biçimlerinden bir kopuştur.
Bu toplum öncekiler gibi bir önceki üretim biçiminin
içinden çıkmaz. Kapitalizm ne kadar gelişirse
gelişsin (örneğin bugünkü dünyada tekelleşme had
safhadadır) içinden sosyalist ilişkiler çıkmaz.
Sosyalizmi kurmanın sadece zeminleri oluşur. Sosyalizmi
kurmak verili nesnellik içinde özne faktörüyle
mümkündür. Bu anlamda sosyalizm kendiliğindenci
bir süreç değil, bilinçli bir faaliyettir.
Reel sosyalizmin belki de en önemli hatası insan
faktöründen bağımsız bir sosyalizmi kurmaya yönelmesidir.
Yıkılan reel sosyalist ülkelerdeki uygulamalara
baktığımızda (görünüşteki ideolojik farklılıklara
rağmen) üretim araçları üzerindeki mülkiyetin
toplumsallaştırılmasıyla sosyalizmin otomatikman
kurulacağına inanılmaktaydı.
Örneğin Arnavutluk Emek Partisi (AEP) ile Sovyetler
Birliği Komünist Partisi (SBKP) arasındaki tüm
ideolojik farklılıklara karşın sosyalizmin kuruluşu
konusundaki mantık aynıydı. Bu mantık üretim araçları
üzerindeki mülkiyetin toplumsallaştırılmasıyla
sosyalizmin kuruluşunun ilanının aynı zamana denk
düşmesi tarzında tezahür ediyordu. SBKP, 1936’larda,
AEP 1960’larda olgun sosyalizme geçtiklerini ilan
ederlerken aynı gerekçelerden hareket ediyorlardı.
Ve burada aldıkları kıstas insanın dönüşmesi değil,
üretim araçları üzerindeki mülkiyette yaşanılan
ilerlemelerdi.
Reel sosyalizm deneyimi insanın dönüşümünden bağımsız
sosyalizmin olmayacağını ve kurulamayacağını net
olarak göstermiştir. Bireylerin partiye, partinin
topluma yabancılaştığı bir zeminde reel sosyalizm
kolay yıkılmıştır.
Oysa, Marks, Engels ve Lenin’de sosyalizm vurgusu
en az ekonomik süreçler kadar çok yönlü insan
vurgusunu içeriyordu. Marks komünizmi tasavvur
ederken insanın özgürleşmesi, bireysel özgürlüğün
maksimum düzeyde ifadesi olarak ele alır. İnsan
özgürlüğünü kısıtlayan, insanı kendine yabanlaştıran
sürekli çalışmanın, işbölümünün olamayacağını
anlatır. Ve insanın kendini, yeteneklerini en
üst düzeyde ortaya koyabildikleri bir toplum olarak
görür.
Devrimci Harekette Bireysellik Ve Birey Olmak
Devrimci olmak, insanı kendine yabancılaştıran,
sömürücü, baskıcı sistemin yıkılması ve yerine
alternatif bir sistem koyma mücadelesine katılmaktır.
Böylesi bir mücadele, örgütlü kolektif bir mücadeledir.
Ortak amaçların yerine getirilmesi doğrultusunda
bir araya gelinen kolektif içinde de, birey olmanın
sınırları zaman zaman tartışılmaktadır.
Devrimci hareket açısından birey ne anlama gelir?
Ya da birey olmanın sınırları nerede başlar, nerede
biter? Bir anlayışa göre birey olmak, devrimci
yapı içerisinde bireyin istediği gibi hareket
etmesi, temel her konuda bağımsız davranma özgürlüğü
anlamına geliyor. Bir başka anlayışa göre de,
birey olmak devrimci yapı içinde kişinin birey
yönünün törpülenerek mücadeleye katılması olarak
anlaşılıyor. En azından pratik yaşamda (uygulamada)
sık sık bu durumlarla karşılaşıyoruz.
Öncelikle şunu söyleyelim: Devrimci yapı bir kolektiftir.
Ortak amaçların birleştirdiği ve bu amaçların
yerine getirilmesi doğrultusunda oluşan bir kolektif.
Bu kolektif bir tartışma kulübü değildir ve pratik
sürece müdahale etmek için oluşturulur. Dolayısıyla
bireyler bu amaçlar doğrultusunda bir araya gelirler
ve hareket ederler. Onların birliğini koruyan
ortak hareket tarzıdır. Ortak hareket tarzı kolektif
içindeki her bireyin aynı şeyi düşünmesi değildir.
Bireyler, karar süreçlerinde kendilerini sonuna
kadar ifade etme hakkına sahiptirler. Ayrıca,
ideolojik tartışmalarda tam bir özgürlük olmalıdır.
Her birey varsa farklı düşüncelerini kolektife
sunmak, kolektif içinde tartıştırmak hakkına sahiptir.
Ama tartışma süreçleri sonuçlandıktan sonra çoğunluğun
aldığı karar uygulanır. (Karar konusunda farklılık
çıkmışsa eleştiri hakkını sonuna kadar saklı tutma
hakkına sahiptir.) Aksi bir davranış kolektif
yapıyı işlemez hale getirir ve amaçla araçlar
arasındaki bütünlüğün kalkmasına neden olur.
Böyle bir kolektifte birey olmak, bireyin istediği
gibi hareket etmesi ve bağımsız davranması olarak
anlaşılamaz. Böyle bir yaklaşım devrimci ilkeler
yerine aydın bireyciliğini, aydın anarşizmini
koymak anlamına gelir.
Burada birey olmaktan anlaşılması gereken, kişinin
bireysel yeti ve yeteneklerini ortaya koyarak
tartışma ve eylemliğin gelişmesini sağlamasıdır.
Yani, ideallerini güncel yaşamıyla birleştirmesidir.
Kişinin bireyselliğinin (özgünlüğünün) törpülenmesi
anlayışı da aynı düzeyde sakat bir anlayıştır.
Birey özgünlüklerini kolektife aktarabildiği,
kolektif içinde katılımcı olabildiği oranda gelişebilir
ve geliştirebilir. Özgünlükleri kolektife katmamak
ve katılımcı olmamak beraberinde beklemeciliği
getirecektir. Beklemecilik edilgenliktir.
Yukarıda değinmeye çalıştık, tekrar etmekte yarar
görüyoruz: birey olmak özne olmaktır. Birey olmak
sistemin verdiği kimliği reddetmektir. Birey olmak
kopuş yaşamaktır. Sistemden, sistemin yaşam tarzından,
sistem kişiliğinden kopmaktır. Birey olmak özgürleşmektir.
Alternatif sosyalist kişilik bunun yaşama biçimidir.
Alternatif sosyalist kişilik sistemin bizlere
dayattığı deli gömleğini yırtıp atmamızla mümkün
olabilir. Bu ise müdahaleciliktir. Birey olmak
müdahaleci olmaktır.
Kişinin özgünlüğünün törpülenmeye çalışılması,
kişiyi kul-köle hale getirmektir. Oysa devrimci
olmak kul-köle hale getirilen bireyi özgürleştirme
mücadelesidir.
Tartışmaya yeniden dönecek olursak, devrimci yapı
kişinin birey olmasının engeli değildir, tersine
birey yapma mücadelesidir.
|