Znet adlı internet sitesinden
aldığımız, Justin Podur ve C. P. Pandya’ya ait
bu yazıyı, geçtiğimiz günlerde Chavez’in zaferiyle
sonuçlanan Venezuela referandumu öncesindeki bölgenin
politik durumunun yorumlanmasında yardımcı
olacağı düşüncesiyle çevirerek yayınlamayı uygun
bulduk.
Venezüella eski başkanı ve şimdiki Chavez karşıtı
muhalefetin lideri Carlos Andres Perez, geçenlerde
bir röportajında “şiddet, onu devirmemizi sağlayacak.
Bu sahip olduğumuz tek yöntem,” ve Chavez “bir
köpek gibi ölmeli, çünkü o bunu hak ediyor.” dedi.
Neoliberal modele gerçekten meydan okuyan bölgesel
entegrasyon ve dışa bağımlı olmayan bir gelişme
yaratmak çabaları yüzünden Chavez “bunu hak ediyor!”
Bu tür programlar yoksullar tarafından tutulduğundan,
onları durdurmak için “tek yol şiddet.”
Venezüella referandumuyla ilgili bir makalede,
James Petras, Chavez yenilirse neler olacağını
tahmin ediyor:
“Eğer Chavez yenilir ve sağ iktidara gelirse,
OPEC’ten çekilerek devlet petrolünü ve benzin
şirketini ABD’nin çokuluslu şirketlerine satarak
özelleştirecek; üretimini ve ABD’ye ihracatını
artıracak. Buna karşılık Venezüella’nın gelirini
yarı yarıya, hatta daha fazla düşürecek. İçerde,
kentlerin kenar mahallelerinde yaşayan halka yönelik
sağlık programları ve yoksullar için umumi iskan
programı sona erecek. Tarım reformu tersine dönecek
ve toprak reformundan yararlanan yaklaşık 500
bin kişi (100 bin aile) topraksız kalacak. Tabii
ki bütün bunlar, ancak tutuklama ve yargısız infazlarla,
sosyal hareketlere, sendikalara ve Chavez’i destekleyen
çevrelere yapılacak yoğun bir baskıyla gerçekleştirilecek.”
Eğer Venezüella, bölge için kırılgan da olsa yeni
bir sosyal-ekonomik gelişme modeli yaratırsa,
komşusu Kolombiya da buna karşılık -özelleştirme
ve neoliberal baskı altında- daha tehlikeli bir
alternatifi sergileyebilir.
Venezüellalılar 15 Ağustos’ta hangi modeli izleyeceklerine
karar verecekler. Fakat bu iki modelin çarpışması
son zamanlarda umulmadık dönemeçlerden geçti.
Kolombiya Modeli
Özelleştirme paketi, yoksullara karşı hazırlanan
programlar ve yoğun baskının en iyi örneklendiği
yer olan Kolombiya’da zorla dayatılan özelleştirme
ve milyonları yerinden eden, yoksullaştıran “gelişme”nin
bu çeşidinin yarattığı şiddet öyle bir boyuta
ulaştı ki, bu şiddetin sponsörlüğünü yapan ABD
bile artık halka ikiyüzlü demeçler vermek zorunda
kalıyor.
26 Temmuz’da John Kerry, John Edwards ve başka
birkaç ABD senatörü Kolombiya Başkanı Alvaro Urribe
Velez’e bir mektup yolladılar. Kerry ve arkadaşları
“cinayet, katliam, adam kaçırma ve zorla göç ettirme
oranlarındaki düşüşten umutlanmışlardı.” Fakat,
“doğrudan Kolombiya güvenlik güçleriyle bağlantılı
yargısız infazlar ve kayıplar” konularında “derin
endişe” duyuyorlardı. Urribe’ye BM’nin “ordu ile
paramiliter güçler arasındaki bağları koparması”
yönündeki önerisine uyması konusunda ısrar ediyorlardı.
Mektup, 1 Nisan’da korumalar tarafından öldürülen
aktivist Carlos Bernal ve 15 Nisan’da öldürülen
sendikacı Carlos Alberto Chicaiza olaylarından
bahsederek isimler veriyor.
İyi senatörlerimiz daha fazla güncel bilgi alabilirlerdi!
Örneğin 3 Ağustos’ta Kankuamo yerlilerinden aktivist
Freddy Arias Arias, bisikletiyle Valledupar’daki
evine giderken öldürüldü. Yaklaşık 5000 kişi olan
Kankuamo yerlilerinin 1732’si son iki yılda yurdundan
edildi ve 92’si de suikastlerle öldürüldü. Bucaramanga’da
15 Temmuz’da bir sağlık Emekçileri Sendikası eylemcisi
olan Carmen Elisa Nova Hernandez, motosikletli
bir suikastçi tarafından öldürüldü. Hernandez
5 yaşında bir kız çocuğu annesiydi. 3 Temmuz’da
Kolombiya polisi Sincelejo Sucre’de tarım sendikası
FENSUAGRO’dan Fanime Reyes Reyes’i gözaltına aldı.
7 Temmuz’da aynı kentte bir sendika emekçisinin
kızı, Nubia Gonzalez’i gözaltına aldılar. 19 Haziran’da
ordunun 3. tugayına bağlı birlikler Valle del
Cauca bölgesinde Municipality of Corinto’da 25
kişiyi gözaltına aldı. Yerel bir insan hakları
örgütü ordunun bu kitlesel tutuklamasını şöyle
anlattı: “ordu düzeni içersinde vahşice evlere
girdiler, insanları aradılar ve onlara gözdağı
vererek çoğunu oldukça keyfi tavırlarla gözaltına
aldılar.” 17 Haziran’da, Barrancabermeja’da Kolombiya
polisi benzin işçilerinin ve gençlerin yaptığı
bir gösteriye “dayak ve tehditlerle” saldırdı,
hem de göstericilerle gazeteciler arasında hiçbir
ayrım gözetmeksizin. Canal Enlace Television’dan
Luz Dary İnnes, en az 4 diğer gazeteciyle birlikte
orta derecede yaralananlar arasındaydı. Aynı zamanda
polis 9 benzin işçisini gözaltına aldı. Kırsal
kesimlerden geçen hafta ve aylarda pek çok gözdağı
verme ve terör haberleri geldi. Fakat Kerry ve
arkadaşları devlet vahşeti ve terör okyanusundan
birkaç damla seçtiler: Sadece görmek istedikleri
kadarını. Ve adil olmak gerekirse, işaret ettikleri
nokta oldukça netti: Ordu-Paramilitarizm bağları
koparılmalı.
Buna karşılık Uribe ordu ile paramiliterler arasındaki
ilişkiyi koparmak için doğrusu tuhaf bir yol seçti:
Paramiliterleri konuşma yapmaları için Kolombiya
Temsilciler Meclisi’ne getirdi. Konuşmalar, hükümetin
bağımsız toplumsal güçleri yok etmek ve zengin
kaynaklara sahip alanlardan çiftçileri kovmak
için kullandığı paramiliter katillerle hükümet
arasındaki “müzakereler”in bir parçasıydı. Paramiliter
örgütlerin genel lideri, büyük katil Salvatore
Mancuso, şu anda paramiliterlerin kontrolü dışında
kalan “askerden arındırılmış” yeni alanlar istedi.
Mancuso gururla şunları söyledi (hem de senatörlerin
mektubunun ertesi günü!): “Savunma gruplarının
ilan ettiği ateşkes devletin gerilla yüzünden
var olamadığı bölgeleri ve insanları korumaktan
sorumlu olan bizleri bağlamaz.” Peki insanları
paramiliterlerden kim koruyacak? Amerikan Devletleri
Örgütü (OAS) bunu başaramaz. OAS gözlemci grubu,
özür dileyerek paramiliterlerin konuşmaları sırasında
otoruma katılmadılar. Hiçbir açıklama da yapmadılar.
Kolombiya Başkan Yardımcısı Francisco Santos,
paramiliterlerle işbirliğinin bütünlüklü olmamasının
“müzakereler”de bir güven sorunu yarattığını ve
OAS’ın tavrının bundan kaynaklandığını söyledi.
Diğer politikacılar ise daha sert bir dil kullandı:
Bir Urribe yanlısı milletvekili olan Gina Parody,
paramiliterlerin mecliste bulunmasını “utanç verici
ve üzüntü duyulacak bir durum” olarak değerlendirdi.
Aynı şey, “müzakereler” için de geçerli.
Belki de olayın en utanç verici ve üzüntü duyulacak
kısmı, Mancuso’nun paramiliterlerin tutuklanmaya
razı olmayacaklarını söylemesiydi. Mancuso, “ulus
için yaptığımız katliamların fedakarlıkların ödülü
cezaevi olamaz” dedi.
Bu, ABD Büyükelçisi için bile çok fazlaydı! Hükümetle
paramiliterlerin görüşmelerinin sponsorluğunu
ABD’nin yapmasına rağmen Büyükelçi William Wood,
“Mancuso’nun ulus için fedakarlıktan söz etmesi
bir skandaldır” dedi.
Bu ahlaki sorun Kerry ve Wood gibilerce yeni keşfedilmiş
olsa da henüz onları rahatsız etmeyen pek çok
şey var. Cali’nin Kamu Hizmet Şirketi, EMCALI,
14 Temmuzda aralarında sendika başkanının da bulunduğu
60 işçiyi kapının önüne koyduğu zaman Wood, bu
olaydaki sendika hakları ihlalinde “skandal” sözcüğüyle
nitelenebilecek hiçbir şey bulamadı. Belki de
bunun sebebi, sendikanın bu çok önemli şirketin
özelleştirilmesinin önündeki tek ve en büyük engel
olmasıdır! ABD bu ülkeyle yaptığı serbest ticaret
görüşmelerinde Kolombiya’ya daha fazla özelleştirme
yapması için bastırıyor. ABD, Kolombiya hükümetinden
örneğin telekomünikasyon sektörünü tümden özelleştirmesini
talep etti. ABD, telif hakları konusundaki anlaşmadaki
Kolombiya’nın seçilmiş temsilcisini veto ettiğinde
bir kuvvet gösterisi yapmıştı. Sonuç olarak Kolombiya
bu oturumdan çekildi. Fakat sonuç tahmin edilebileceği
gibi oldu: Ne zaman ABD kuvet gösterisi yapsa
istediğini alır! Kolombiya özelleştirmelerle ilgili
milyar hesapları yaparken ABD karşılık olarak
“kontrgerilla” için 8 milyon ve koka tarlalarının
ortadan kaldırılması için 3 milyon dolar yolluyor.
Eğer Kolombiya için yeni planın eskisinden bir
farkı varsa, bu tek bir maddede özetlenebilir:
Katliamcı baskıyı desteklemek için para ödeyen
(aslında Kolombiyalılar daha fazlasını ödüyor!)
ve ondan yarar sağlayan Amerikalılar, arada sırada,
hala finanse ettikleri bu baskı rejimini nasıl
“sevmedikleri” konusunda biraz kuru gürültü de
yapıyorlar.
Venezüella Planı
Kolombiya’da devam eden dehşete karşı sonunda
bazı protestolar başlayınca, Kerry ve diğer liberal
sesler, bir yandan Venezüella’ya ilişkin aptalca
bir duruş sergilerken, diğer yandan nadiren de
olsa daha tutarlı sesler çıkarmaya başladılar.
Washington Post Venezüella Başkanı Hugo Chavez
için “demokrasiyi ya da hukuku gerçekten benimsemedi.
Referandumu kirli politik oyunlar ve yasal manipülasyonla
bir yıl erteledi. Şimdi ise sonucu belirleme çabası
içerisinde açıkça politik baskıya yöneliyor” diyor.
Başkan’ın referandumla görevinden alınabilmesi,
1999 Venezüella anayasasınca öngörülen bir şey
ve bu anayasa Chavez hükümeti tarafından yapıldı
(ABD anayasasında ise böyle bir madde yok).
Bu arada Uribe, Ekim 2003’te yapılan referandumu
kaybettiği halde, halkın isteğini görmezden gelme
cüretini göstererek Meclis tarafından yeniden
seçilmesi için baskı yapabiliyordu. (Washington
Post’un, Uribe’nin “demokrasi ve hukuk yönetimini
benimsemediğini” tartışan bir makalesi var mı?).
Yazık! Chaevez’in tüm başarabildiği ise “politik
baskıya yönelmek...” Oysa, Uribe’den ya da bize
COINTELPRO* ve the PATRIOT Act.’i** armağan eden
ABD başkanlarından ders alabilirdi!
Kerry, Venezüella hakkında Washington Post’tan
daha sert konuşuyor ve Chavez hükümetini kınarken,
26 Temmuzdaki mektubunda Uribe’nin katliamcı rejimine
yönelttiği ılımlı eleştirinin çok ötesine geçiyor.
Ve bu mektubun tersine, Kerry’nin “Venezüella
Üzerine Demeç”i, artık alıştığımız gibi, çirkin
suçlamalarına tek bir delil bulamıyor.
Kerry’e göre Chavez, “Venezüella’nın narko-teröristler
için bir cennet olmasına izin vererek uyuşturucu
yetiştiriciliğini yok etmek için çabaların önünü
kesti ve Kolombiya’daki hükümet karşıtı asileri
destekleyerek bölgeye istikrarsızlık tohumları
ekti.”
Yine Chavez, “suçluları politik olarak harekete
geçirmek dahil, ekstra yasal araçlar kullanarak
demokratik kurumları sık sık baltaladı.”, ve hepsinden
kötüsü, Chavez “Fidel Castro ile yakın ilişki
içerisinde!” Aynı açıklamasında Kerry daha sonra
Bush’u 2002’de Venezüella’daki başarısız darbeye
“ses çıkarmamakla” eleştiriyor. “Haiti’de demokratik
yollarla seçilmiş başkanın devrilmesine izin verirken,
şimdi Venezuella’daki kırılgan demokrasiyi sürdürmek
için çaba harcamalıdırlar” diyor Kerry. Ama sormak
gerekir, acaba Kerry’nin Bush’la problemi darbeye
ses çıkarmaması mı yoksa darbenin başarısız olması
mı?
Kerry ve Washington Post’un endişelenmesine gerek
yok: Venezeuella’da “demokrasi” güçleri asli görevlerine
devam ediyorlar! Birkaç düzine Venezüella’lı askeri
görevli, belki referandum kampanyaları boyunca
kullanacakları, donanmaya ait 80 patlayıcı ve
63 kg C-4 çaldıktan sonra hala firardalar.
Bu görevliler aynı zamanda 2003’te Venezüella’daki
İspanyol ve Kolombiya elçiliklerini bombalamakla
da suçlanıyorlar -ayrıca 3 tanesi 2002’deki darbede
de yer almıştı. Kolombiya’lı paramiliterlerle
birlikte Chavez’e suikast düzenlemek için çevrilen
entrikanın hemen ardından Kolombiya tanklarının
Venezüella sınırına mevzilendiği haberi geldi.
İncelikle Ayarlanmış Plan (Megaprojeler)
Zorbalık söylemi ve kirli savaş ABD’nin Latin
Amerika’daki kesinlikle denenmiş ve kabul görmüş
stratejisidir. Ama öte yandan Kolombiya’daki devlet
terörüne karşı ABD elçiliğinin cılız protesto
ifadeleri de var. Ve Uribe’nin Venezüella’yı ziyaretinin
gösterdiği gibi ABD-Uribe ortaklığı başka dalavereler
de çeviriyorlar. Zengin kaynaklara sahip olan
Kolombiya, Orta ile Güney Amerika arasındaki koridor
rolü ile ABD için yeterince önemli. Fakat asıl
önemli olan şey, Kolombiya’nın çeşitli yollarla
bölgeyi istikrarsızlaştırmanın zemini olmasıdır.
Uribe, her iki ülkeden geçecek ve bu ülkelerin
Orta Amerika’ya gaz ihraç etmelerini sağlayacak
205 km’lik doğal gaz boru hattı hakkında görüşmek
için 15 Temmuz’da Chavez’i ziyaret etti. Ancak
Uribe’nin bu ziyaret için referandum sonuçlarını
neden beklemediği bir türlü anlaşılamadı. Büyük
bir boru hattı zaman alır, bir ay beklemekle ne
kaybedilirdi ki? Uribe’nin Venezüella oligarşisine
sempati duyduğu ve Chavez’in karşısında olduğu
biliniyorken, niçin onu ziyaret ediyor?
Uribe’nin ziyeret boyunca söyledikleri de onun
hayatını adadığı şey olan paramilatirzm ve yok
edicilik ile çelişki içindeydi. Ziyaret boyunca
Uribe, defalarca Chavez’i destekleyen bir tavır
aldı. İlk olarak Simon Bolivar’a şükranlarını
sunmak için şunları söylüyordu: “Bugün bizim yapmayı
düşündüğümüz şeylerin tümü zaten Kurucu (Bolivar)
tarafından yapıldı... bugün, 200 yıl sonra, tarih
bizi yoksaymasın diye biz bu şeyleri yaşatmak
için çabalıyoruz”. Cafcaflı konuşmaları bir yana
bırakmak gerektiğini belirten Uribe, “söylüyor
ve yapıyor, dinçliğinden ve dinamikliğinden faydalanıyor”
diyerek Chavez’e hayranlığını ifade etti.
İspanya ve Kolombiya arasında Venezüella sınırına
gönderilecek tanklar için yapılan ünlü anlaşmanın
yeni İspanyol başbakanı Jose Luis Rodriguez Zapatero
hükümeti tarafından iptal edildiğini söyleyen
Uribe artık hiçbir şekilde tankları istemediğini
ifade etti: “Tankları artık istemiyorum; Zapatero
hükümeti ile tank yerine bize daha faydalı şeyler
satabileceği bir anlaşma yapabilmeyi umuyorum.”
Chavez, Kolombiya ile Venezuella arasında savaş
planlarını da kapsayan kötü ilişkiler kurulduğunu,
fakat asıl ihtiyaç duyulan şeyin “azgelişmişlik
ve yoksulluğa karşı ortak bir savaş” olduğunu
söylerken oldukça nazikti. Uribe, hemen yanıt
verdi: iki ülke arasında “asla bir savaş” olmayacaktı.
Görüşme daha sonra iki başkanın ölüm-kalım meseleleri
üzerine yaptığı şakalarla daha tuhaf bir boyut
aldı. Uribe tank kullanmayı öğrenme fırsatını
kaçırdığını ve Chavez’in ona öğretmesini dilediğini
söyledi: “Üzüldüğüm tek şey Başkan Chavez’in öğretmenim
olarak görme şansını kaçırmamdır. Bana kaç tane
tank ödünç vereceksin Başkan Chavez? Lütfen bana
biraz tank ödünç ver!”
Chavez’in Uribe ile görüşme nedenini anlamak kolay.
Hiçbir şey için değilse bile, Venezüella halkının
güvenliği için Kolombiya ile iyi ilişkiler kurmak
istiyor; daha doğrusu buna ihtiyacı var. Washington
tarafından ateşlenen ve iki ülke için de felaket
yaratabilecek çatışmanın fitilini sökmek, Chavez’in
çıkarınadır.
Uribe’nin bu görüşmelerden çıkarını tahmin etmek
ise oldukça güç. Bu sorunun yanıtı megaprojeler
politikasıyla ilgili olmalı. Belki, Chavez’le
görüşmesi ve barış yapması için bölgedeki ABD
maşası olarak gönderilmiş olabilir. Demir yumruk
yerine kadife eldiven... Bunun karşılığında ise
Kolombiya, boru hattı projesinden ekstra bir kazanç
elde eder ve daha çok yabancı yatırımcıyla dostluk
kurar. Megaprojeler böyle yürüyor. Batı dünyası
bu projelerin iyi ve kârlı olduğunu düşünüyor;
insanların çoğu bu projelerin gelişme açısından
çok az anlam ifade ettiği halde halkı yerinden
yurdundan ettiğine ve öldürdüğüne, verimsizlik
ve üretim düşüşü yarattığına inansa da gelişmekte
olan ülkelerin başkanları bu projeleri “gelişmeye”
somut kanıt sağlamanın bir yolu olarak görüyorlar.
Kolombiya’nın yerinden yurdundan edilen 3 milyonu
aşkın insanının politik örgütleri, bu megaprojeleri
tartışıyor. Onlar bu projelere yer açmak için
topraklarından edileceklerine inanıyorlar: Barajlar,
petrol ve gaz boru hatları, mega ölçülerde tek
ürünlü tarım projeleri, yani “insanı dışlayan
gelişme”nin tüm biçimleri ulusötesi kârlar için
düzenlenecek ve yerel oligarşi ülkeyi onlara satabilecek.
Örneğin, Afrika kökenli Kolombiyalılar Pasifik’in
kıyısındaki Maya Nehri boyunca bu tür projeler
yüzünden yerlerinden edildiler. U’wa ve Embera
Katio ise petrol savaşı ve baraj projeleri için
düzenlenen öldürücü kampanyalara konu oldular.
Kolombiya’da bu liste uzar da uzar. Kolombiya’nın
dışında ise megaprojeler bir uçtan diğer uca kıtanın
kırsal yapısını bozuyor. Orta Amerika’daki Puebla-Panama
Planı’ndan BR-163 anayolunun yapımına kadar bu
projeler için, Brezilya’daki Amazon ormanlarının
kesilmesi planlanıyor.
Fakat, megaprojeler yalnızca neoliberallerin tekelinde
değil; ulusalcı gelişimin “Bolivarcı Projesi”
de onları dışlamıyor. Bu “gelişme” anlayışı, Venezüella
halkını bölecek bir kama olma potansiyeli taşıyor
ve eninde sonunda zorbalığın yapamayacağı bir
yolla Bolivarcı süreci baltalamayı başarabilir.
Eğer Chavez bir “gelişme” sağlamazsa, halk hükümete
karşı tavır alacak. Ancak buna karşın eğer hükümet
yerli halkı toprağından eden ve kırsalda şiddeti
yayan bir “gelişme” yaratırsa seçmenlerine yabancılaşacak.
Bunlar ilerici bir hükümetin yüz yüze geleceği
ciddi risklerdir.
Bu tür bölünmeler ve problemlerin bir örneği olarak,
Venezüella’dan Bolivya’ya 676 km’lik elektrik
projesine karşı birkaç yıl süren bir mücadele
başlatan Venezüella’nın Pemon yerlilerini düşünün.
Michael McCaughan‘a göre, Pemon mücadelesi 2002
mayısında 25 yaşındaki yerli eylemci Milguer Cauz’un
bir asker tarafından vurularak öldürülmesi ve
bu askerin cezalandırılmamasıyla bastırıldı. “Topluluk
daha fazla kan dökülmesinden çekinerek geri çekilmek
zorunda kaldı. Savaş sona erdi. Çelik elektrik
direği anlaşması, Rafael Caldera (o zamanlar Venezüella
başkanıydı) ve Fernando Henrique Cardoso (o zamanlar
Brezilya başkanıydı) tarafından 1997’de imzalandı
ve Chavez ve Cardoso ilerlemedeki zaferi kutlamak
için Fidel Castro tarafından biraraya getirildikleri
zaman, Austos 2002’de sonunda resmen işlemeye
başladı. Projenin zararları açığa çıktığında ise
hakaretin bini bir paraydı. Koskocaman proje sadece
biri Venezuella’da ve diğeri Brezilya’da olan
iki sınır kasabasına elektrik sağlıyordu!”
Eğer bu tür problemlere çözümler bulunamazsa,
Venezuela’nın örnek teşkil ettiği bölgesel enetegrasyon
ve halka dönük gerçek gelişme zemini kaybolabilir.
Hüsrana Uğrayan Hareketler
Pek çok And Dağları ülkesi Kolombiya modelinin
dehşeti ile Venezuela hükümetinin kırılgan ilerlemesi
arasında bir yerde yaşıyor. Latin Amerika yerlilerinin
ve yoksul halklarının, kendilerini hor gören ve
ABD emirlerine itaat eden rejimleri kapı dışarı
etmede son zamanlarda gösterdikleri başarı, doğru
bir sosyal ve ekonomik ilerleme ihtimalinin olduğunu
gösteriyor. Ne yazık ki, Latin Amerika’daki pekçok
sosyal hareket tarafından geçmiş yıllarda yaratılan
hız, sonraki liderlerin yerli ve yoksul vatandaşlardan
oluşan öz seçmenlerini aldatmasıyla yeniden kayboluyor.
Bolivya’da, hükümetin çokuluslu bir enerji şirketleri
konsorsiyumu tarafından kontrol edilen ve ABD’ye
satılan 2 milyarlık doğal gaz boru hattı projesi
yüzünden yerli halk Ekim 2003’te başkan Gonzalo
Sanchez Lozada ve kodoman işadamlarını iktidardan
düşürmüştü. Lozada ve onun politikalarına karşı
yükselen halk hareketi, başkan olduktan sonra
10 ay içersinde bir referandumla özelleştirme
için zemin hazırlayan ve sonunda Bolivya halkının
kendi kaynakları üzerinde karar verme hakkını
kurnazca çalan başkan yardmcısı Carlos Mesa’yı
iktidara getirdi. Bolivya’nın halk liderleri Mesa’nın
iktidara gelmesine yardım ettikten sonra, kısa
sürede iktidara ve devam eden gelişmeyi garanti
altına alacak hiçbir alternatif araca sahip olmayan
sola yabancılaştılar.
Ekvador’da yerli liderlerden Lucio Gutierrez,
Kasım 2002 seçimlerinde rüşvetçiliğe bir son vermek
ve sosyal adaleti sağlamak vaatleriyle başkanlığı
kazandı. Aslında Gutierrez, 2000’de rüşvetçilikle
adı çıkmış başkan Jamil Mahuad’a karşı isyan eden
halkın önderiydi. İktidara geldikten ve hemen
yerli halk liderlerini hükümetine atadıktan sonra,
Gutierrez, ülkenin önde gelen yerli halk konfederasyonu
Confederecion de Nacionalidades Indigenas del
Ecuador ile bağları kopardı. Onların isteğinin
aksine, 2003 Ağustosunda IMF ile petrol sektörünü,
elektrik ve telekomünikasyon ile su gibi doğal
kaynakları özelleştirmek için bir niyet mektubu
imzaladı. Son zamanlarda Ekvador Meclisi ülkenin
petrol alanlarını yabancı petrol şirketlerine
açtığından Gutierrez’e savaş açmış halde.
Lula’nın yönetimindeki Brezilya, başkanın Topraksız
Köylü Hareketi’ne (MST) verdiği sözlerin hayata
geçtiğini henüz görmedi. Ekim 2002’deki zafer
konuşmasında Lula, “dünyanın 5. büyük demokratik
devleti Brezilya’nın” başkanı seçildiği seçimler
için “umut korkuyu yendi” dedi. Dünyanın solcu
kesimleri ve hareketlerce paylaşılan bu umut büyük
ölçüde boşa çıktı. Aslında öyle görülüyor ki Brezilya’da
politik-ekonomik durgunluk ile topraksızların
baskısı yer değiştirdi. Brezilya İşçi Partisi’nin
(PT) bazı üyeleri Ekvador’daki CONAIE üyeleri
gibi, Lula’nın liderliğine karşı bir muhalefet
odağı olarak öne çıkıyor. Brezilya IMF’ye borçlanmaya
ve MST çekişmelerine devam ediyor. PT ise toprak
reformlarıyla çok yavaş yükseliyor. Fakat Lula
ve diğerleri bir gelişme ve sol için yönetme modeli
oluşturmada zayıflık belirtileri gösterirken Venezüella’da
başkan Chavez sistemli bir biçimde bir güç inşa
ediyor. Bu, onun neden medya ve ABD hükümetinden
böylesi sert bir muhalefetle karşılaştığını gösteriyor.
Referandumun yaklaştığı aylarda neoliberal ekonomik
politikalara karşı temel oluşturacak bölgesel
ekonomik işbirliğini teşvik etti ve çeşitli ilerleme
ölçütlerini yerine getirdi.
Bağımsız Gelişme
Dünyanın 5. büyük petrol ihracatçısı olan Venezüella,
geçtiğimiz aylarda petrol fiyatlarının yükselmesinden
oldukça yararlandı. PdVSA olarak da bilinen devlet
petrol şirketinin varil başına petrol fiyatlarının
yükselmesi sonucunda gelen rekor gelirinin milyarlar
değerindeki bir kısmı altyapı projelerine ayrıldı.
Bu fon, fabrikaları yenileme, yol yapımı ve bir
devlet havayolu kurmak için kullanılacak. Ayrıca
PdVSA yoksulların ücretsiz sağlık bakımı ve yetişkinler
için okuma-yazma programları için bu beklenmedik
kazançtan 7 milyarını da ek olarak ayırdı. PdVSA
başkanı, Ali Rodriguez’in petrol fiyatları şimdiki
seviyede kaldığı takdirde petrol şirketinin yıllık
net gelirinin milyarı geçeceğini tahmin etmesine
rağmen bu iki sosyal harcamanın miktarları birleşince
muhalefet arasında bir gürültü koptu. Bu iddianın
gerçekliğinden kuşku duymak için pek az neden
var. Petrol sanayi uzmanları yakın gelecekte varil
başına petrol fiyatının beklenmedik gelirleri
artırarak yükselebildiği kadar yükseleceğini tahmin
ediyorlar.
Chavez’in planları, destekçileri onun nüfusun
yoksulluk sınırının altında yaşayan %50’sinden
fazlasının yaşam koşullarını iyileştiren ilk başkan
olduğunu söyleseler de, nefret dolu bir muhalefetle
karşılaşmaktan kurtulamadı.
Geçmişte bu muhalefet ekonomiyi ciddi biçimde
istikrarsızlaştırmıştı. Belki de bu yüzden milyarlık
fon çok tartışma yaratıyor. Ulusal kaynaklardan
gelen gelirin marjinal bir miktarını özel teşebbüse,
kurumsal alternatifler ve iş imkanı yaratmaya
ayırma düşüncesi Venezüella oligarşisi için ciddi
bir tehdit gibi görünüyor.
Chavez, üç-dört ay içinde çalışmaya başlayacak
olan devlete ait küçük bir havayolu şirketi Conviasa’nın
kurulmasını kısmen karşılamak için gelişme fonundan
yaklaşık 1 milyon kullanıyor. Havayolu ilk uçuşunu
And Dağları ülkeleri arasında yapmayı ve daha
sonra ABD ve Kanada hariç dünyanın pek çok noktasına
gitmeyi planlıyor. Venezüella hükümeti geçenlerde
CVG Telecom olarak da bilinen devletin işlettiği
telekomünikasyon şirketinin, 10 Ağustos’ta, bir
yıl önce duyurulan planlar doğrultusunda çalışmaya
başlayacağını söyledi. Şirket, CANTV dahil diğer
pekçoğuyla yarışacak. Venezüella telekomünikasyon
piyasası ülkenin en büyük özel telekom işbirliği
olan CANTV tarafından yönetilen bir oligarşinin
elinde.
10 Ağustos açılışı önemli, ama fazla abartılmamalı.
Elektronik dokunmatik ekranlı oy makinelerinin
kullanılacağı 15 ağustos referandumu için bağlantı
hizmetlerini yine de CANTV sağlayacak.
Venezüella ekonomisinin büyük sektörlerine böyle
küçük de olsa devlet alternatifleri inşa etmek,
uzun vadede ülkeyi dışardan gelen baskılardan
kurtarabilir. Eğer dış baskıya kanıt isteyenler
varsa, ABD Maliye Bakanlığı’na baksınlar. ABD’li
yatırımcıların dış piyasalardaki hisse senetlerinden
kazançlarına baktığımızda 1993 ile 2003 arasında
çılgın bir fark olduğunu görürüz. ABD’li yatırımcılar
bu yıl da 1 milyarlık hisse senedi sahibi olacaklar.
Gelişmekte olan uluslar ise bütün bunların kendi
gelişme planlarındaki trajik etkilerini fark ediyorlar.
Bu farkediş, Venezüella hükümeti açısından ulusal
alternatifler yaratmayı bir hedef haline getirdi.
Bununla birlikte, ulusal alternatifler ABD’nin
bölgedeki yaygın olan neoliberal baskısını önlemeye
yetmiyor. Aynı şekilde, bu ekonomik ölçütler de,
zengin ülkelerin karşı konulmaz kurumları olmadan
gelişmenin mümkün olduğunu göstermeye yetmiyor.
Bölgesel Entegrasyon
Chavez hükümeti, Venezüella’nın ekonomisini komşularınkiyle
birlikte örerken, ülkeyi geleneksel gelişme baskılarına
karşı daha az hassas ve dışa bağımlılığı daha
az olan bir Latin Amerika ekonomik blokunun parçası
yapmak için işin yükünü üstlenmiş durumda. Bu
entegrasyonun büyük bir kısmı, başkan Nestor Kirchner’in
Chavez’in neoliberalizm hakkındaki şüphelerini
paylaştığı Arjantin’de başlıyor.
Temmuz’da Venezüella-Arjantin Ticaret Görüşmeleri
boyunca açıklanan karşılıklı işbirliği öğelerinden
biri de Venezüella’da küçük girişimler için kullanılacak,
Cabal denilen kredi kartının üretilmesi ve kredi
garantisi sağlamak için girişimcilere fon finanse
edilmesiydi. Ayrıca Bancoex tarafından verilen
bir demece göre, Venezüella’s Banco de Comercio
Exterior gibi devlet bankalarının ve Arjantin
hükümet bankası BCIE’nin yardımıyla, Venezüella’nın
Arjantin’e küçük sanayi ürünleri ihraçları finanse
edilecek.
Ayrıca demece göre, iki ülke uzun vadede bölgedeki
ticari gelişmeyi destekleyecek bir Güney Amerika
bankası kurmayı hedefliyor. Çok kez neoliberal
ekonomik politikası içerisinde dayatılan “karşılaştırmalı
üstünlük” ekonomik düşüncesi şimdiki Venezüella
Arjantin işbirliğinde karşılığını buluyor. Hükümetler
Temmuzda, eğer Arjantin’in varolan doğalgaz ve
enerji açığı sürerse Venezüella’dan mazot ve petrol
ithal etmesine izin veren bu yılın petrol karşılığı
yiyecek anlaşmasının belirsiz olarak uzamasının
planlandığını açıkladılar. Arjantin Venezüella’yla
Nisan 2004’te, Kirchner Hükümetinin yaklaşık 1
milyon ton mazot ve petrol ithaline izin veren
milyonluk bir anlaşma imzaladı. Karşılık olarak
Venezüellalılar nakit para almayı ya da tarım
ürünleri ithalini kabul ettiler.
Venezüella ve Arjantin arasındaki işbirliği anlaşmalarının
kirli çamaşır listesinin ortaya çıkardığı tablonun
anlamı ise, geleneksel rakipler Kolombiya ve Venezüella
arasındaki utanç veren boru hattı anlaşması gibi,
Venezüella’nın geniş Latin Amerika ekonomisine
entegrasyon ve hesaplanan bölgesel ekonomik güç
yaratma resminin parçalarından ibaret.
Kulis faaliyetinden 8 yıl sonra, 8 Temmuz’da,
Venezüella, Mercosur olarak da bilinen Güneyin
Ortak Pazarı ticaret bloğuna “aday üye” olarak
kabul edildi. Bu kurumsallaşmanın önemi sadece
tüm üyeler ve ortak ülkelerle -Brezilya ve Arjantin
ile Paraguay ve Uruguay tam üyeler iken, Peru,
Şili ve Bolivya “aday üye” ülkeler- ticaret fırsatlarından
faydalanmakta değil, aynı zamanda Chavez ve Venezüella’ya
sunulan stratejik ve sembolik birlikte yatıyor.
“Komünist” politikaları yüzünden, işbirlikçi Venezüella
medyası ve ABD tarafından “diktatör” olarak tanımlayarak
Chavez’i Latin Amerika’nın geri kalanından yalıtma
politikası, ekonomik olarak önemli olan bloğu
kızdırma riski yüzünden yeterince başarılı olamayacak.
Chavez hükümetinin geride bırakcağı miras, ABD’ye
alternatif kalıcı kurumsallaşmalar için yarattığı
kaynak olabilir. Bu kurumsal alternatifler, fakir
ulusları, yoksul ulusları doğrudan dış yatırımlara
bağımlılıktan kaynaklanan yoksulluktan bölgesel
araçlar ve gelişmelerle kurtarabilir.
Bu yüzden bu somut, devam eden kurumsallaşmış
değerler Latin Amerika’daki ABD neoliberalizmini
açıkça tehdit ediyor. ABD’ye ekonomik itaatkarlığıyla
Kolombiya, Venezüella’nın bir çeşit uyuşturucu
çetesi gibi hizmet ediyor ve ekonomik etkinliği
olmayan bu ülke komşusunu sık sık rahatsız ediyor.
Hangi ABD yönetimi iktidarda olursa olsun, bu
ülkelerden birini bağışlarken diğerine vahşet
pompalayacak. Bununla birlikte, bu iki And Dağları
ülkesinde de değişen biçimlerde olsa da ABD politikalarına
karşı direnişler yoğun.
Kolombiya yasama kurulundaki paramiliterler, sadece
parlamentonun içinde değil aynı zamanda dışında
da, kaybolanların ve öldürülenlerin ailelerinin,
sosyal örgütlenmelerin ve diğerlerinin “ne unutkanlık
ne özür!” diye haykırmak için seslerini yükseltmeleriyle
sert bir muhalefetle karşılaştılar. Kolombiya
kentlerinde hareketler umulmadık bir şekilde ve
doğallığında, hatta daha oturmuş hareketlerin
ummadığı yollarla direniş örgütlüyorlar.
15 Ağustos’taki (eğer tümden adil olursa Chavez’in
kolayca kazanacağı) Venezüella referandumu uzun
bir savaşın oldukça önemli bir çarpışması olacak.
Halklar savaşmayı kolay kolay bırakmayacaklar.
* Mc Carthy döneminde FBI
Başkanı J. Edgar Hoover’ın uygulamaya koyduğu,
her şehir ve kasabada polis şiddetine ve ırkçılığa
karşı çıkan siyahları hedef alan program.
** Yine aynı dönemde çıkarılan ve “devlet
güvenliği” söz konusu olduğunda polise istediği
herkesi tutuklayıp evini, vb. arama konusunda
sınırsız yetki veren yasa. |
|