Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini


 

 

L. Çınar

Emperyalist hegemonyanın 90’lar sonrasında aldığı yeni biçimler incelenirken çoğu kez gözden kaçırılan olgulardan biri “savaşın özelleştirilmesi”dir.
Kavram belki biraz tuhaf gibi duruyor; daha doğrusu herhangi bir ticari-sınai sektörmüş gibi savaş alanının da özelleştirilmesi birçok insana pek mümkün görünmüyor; çünkü bu alanın tamamen devletlere ait olduğunu düşünmek yaygın bir alışkanlıktır. Oysa, “resmi olmayan” askeri güçlerin kullanılmasının tarihi aslında çok yeni değildir. Emperyalistler ve genel olarak sömürücü sınıflar tarih boyunca birçok kez bu yönteme başvurmuşlardır. Daha ilk çağlarda bile örneğin Pers İmparatoru Darius, Büyük İskender’e karşı savaşırken Yunan paralı askerleri kullanmıştı. İngilizlerin de Amerikan bağımsızlık savaşı sırasında Alman paralı askerlerini kiraladığı biliniyor. Anadolu ayaklanmaları tarihinde de benzer örnekler vardır. Özellikle Baba İshak ayaklanması sırasında eldeki birliklerin yetersiz kalması üzerine Selçukluların Frank askerlerini kiralanması ve ayaklanmanın ancak böyle bastırılabilmesi bu örneklerin en bilinenidir. Keza hem Osmanlı’da hem de Çarlık Rusyası’nda özellikle ayaklanma bastırmak için kurulan “özel birlikler” de (örneğin Kazak birlikleri ya da Hamidiye Alayları gibi) tam olarak “paralı asker” tanımlamasına girmeseler de aslında çok benzer organizasyonlardır.
Öte yandan, Asya-Afrika ve Latin Amerika’daki büyük sömürgeleştirme harekatlarının neredeyse tümü, resmi orduların yanında büyük ölçüde paralı askerlere ve serüvenci zalimlerin topladığı çapulcu alaylarına dayanmıştır. Öyle ki, 19. yüzyılın sonu ile 20. yüzyılın tümü boyunca paralı askerlik Avrupa’daki ciddi “meslek”lerden biridir. Uçsuz bucaksız sömürge topraklarının ele geçirilmesi ve kontrol altında tutulması çoğu kez bu profesyonel birlikler sayesinde olmuştur ve kuşkusuz bunun anlaşılır bir yanı vardır. Her şeyden önce, işin bütün diğer yanları bir tarafa, bu ölçüde kanlı ve zalimce işlerin, tehlikeli seferlerin sıradan ve eğitimsiz köylülerden oluşmuş birliklerle yürütülmesi esasen pek mümkün değildir. Yani, balta girmemiş ormanlarda yol almak, önceden hiç tanınmayan yerli halklarla savaşmak gibi şeyler, kişisel çıkar olmaksızın sadece “vatan millet uğruna” katlanılabilecek güçlükler değildir.
Daha sonraları resmi ordular içinde oluşturulan “komando birlikleri” ya da “özel timler” gibi dar organizasyonların ilham kaynağı da aslında bu paralı askerlik hizmetidir. Daha doğrusu, sömürge ve yeni-sömürge ülkelerde emperyalizme ve yerli işbirlikçilerine karşı halk savaşları geliştikçe, sıradan yurttaşların askerlik hizmetine alınmasıyla oluşan “normal” ordu birliklerinin bu alanda etkili olamadığı zaman içersinde anlaşılmış ve daha hareketli, daha dar başka askeri birimler ortaya çıkmıştır. Bu tür birimlerde yer alanlar çoğu kez “paralı” asker değildir; ama genel ordu düzeni içinde daha büyük maddi ve manevi avantajlara sahip oldukları, daha geniş olanakları kullandıkları kesindir. Sonuçta bu elit askeri birlikler, özellikle son elli-altmış yıllık süreçte emperyalist orduların ve yeni-sömürgelerin kukla ordularının gerçek patronları olmuşlardır.
Ayrıca, “paramiliter” diye isimlendirilen faşist çeteler ve benzeri diğer kontr-gerilla organizasyonları da aslında “paralı askerliğin” değişik versiyonları olarak tanımlanabilir ve yeni-sömürge ülkelerdeki en yaygın kategori de budur. Sosyalist Küba’ya karşı Miami’de oluşturulan sözde “halk ordusu”, Latin Amerika’yı bir baştan bir başa sarmış olan “Ölüm Mangaları” gibi kontra örgütler, geçmişin Angola’sında CIA kökenli UNITA ve Kongo’da Lumumba’yı katleden Çombe’nin askerleri, 70’lerde Afganistan rejimine karşı CIA tarafından uyuşturucu parasıyla organize edilen “mücahit” gruplar (ki bunların içinde El-Kaide de vardır), Türkiye’deki faşist organizasyonlar ve koruculuk sistemi, vb. vb. gibi yüzlerce örnek verilse bile bu manzara yine de tamamen ortaya konulmuş olmaz.
Bu kesimdeki parasal bağlantılar çoğu kez çeşitli ideolojik kılıflar altında gizlenmektedir; ama gerçekte bütün bu ölüm çarklarının suyla çalışmadığı kesindir. İşin içinde her zaman doğrudan ya da dolaylı olarak parasal destek vardır.

Şirketleşmeye Geçiş: Neoliberalizmin Askeri Uygulaması!
Ancak her şeye karşın, bugünkü durum, bütün bu örneklerden ciddi farklılıklar göstermektedir. Kuşkusuz, günümüzdeki “özel askeri şirketler” uygulaması emperyalizmin yüz yıllık deneyimlerinin ucuna eklenmiştir ama artık karşı karşıya olduğumuz şey, daha üst bir modeldir ve esasen 80’lerde geliştirilen “düşük yoğunluklu savaş” stratejisiyle neoliberal ekonomi politikalarının harmanlanmasıyla ortaya çıkmıştır. ABD emperyalizminin 90’lardan sonra ortaya koyduğu “sınırsız ve kesin hegemonya” stratejisi, “önleyici darbe”, vb. gibi yeni saldırganlık teorileriyle birlikte bütün dünyada açık bir terör dönemini başlatırken, böylece “özel askeri şirketler” (private military companies) sürecinin de kapıları açılmıştır. Özellikle 11 Eylül sonrasında “teröre” ve “şer cephesine” karşı açtığı savaşta uluslararası hukuk kurallarını da tamamen askıya alan ABD emperyalizmi, işlerini yürütürken artık sadece CIA gibi kurumlarla ya da onun uzantısı olan kontra çeteleriyle yetinmemekte, esasen yine CIA tarafından denetlenen özel şirketlerin hiçbir kurala bağlı olmayan binlerce elemanını da sürece katmaktadır. Bunun geçmişteki diğer “paralı askerlik” biçimlerinden farkı, işlerin doğrudan resmi ihaleler ve sözleşmelerle yürütülmesi, bu alanda iş yapan devasa şirketlerin oluşması ve artık sürecin klasik bir “özelleştirme” süreci gibi işlemesidir. İlk bakışta sanıldığı gibi bu “hizmet” alanı, sadece doğrudan silahlı çatışmayı kapsamamakta, yüzlerce teknik ve lojistik ihtiyaç da devlet kurumlarından özel şirketlere kaydırılmaktadır; bunun pratik sonucu da doğal olarak ortaya çıkan devasa büyüklükteki rant alanının çekiciliğidir. Böylece, aslında her savaş, ilk bakışta görünen emperyalist amacının (petrol, madenler, bölgesel hakimiyet, vb.) ötesinde yüzlerce şirkete sağladığı büyük rantlarla da bir kâr alanı olmaktadır.
Bugün dünyada, tamamen kâr amacıyla çalışan 90 tane Özel Askeri Şirket bulunuyor ve bu “endüstri” yıllık 100 milyar dolarlık para miktarıyla dönüyor. Şirketlerin kurulduğu ülkeler genellikle Amerika, İngiltere ve Güney Afrika olarak sıralanırken, “çalıştıkları”(!) alanların başında ise Afrika, Güney Amerika ve Asya geliyor. Üstelik bu “sektör” devletlerden aldığı paralar sayesinde gittikçe şişiyor. Örneğin, ABD, Orta Asya ve Afganistan’ı da içerecek şekilde Irak’a yönelik harcamalarını bu yıl için 87 milyar dolar olarak kararlaştırmışken, özel askeri şirketlere aktarılan pay bu miktarın 30 milyarını oluşturmaktadır.
Özel askeri şirketlerin en fazla kurulduğu ve hükümetiyle en fazla ilişki geliştirdiği ülke şüphesiz ABD’dir. Özel askeri şirketlerin, genellikle enerji ve savunma sanayindeki büyük şirketlerin yan kuruluşu olarak ortaya çıktıkları ve ülke ordularının giremediği ya da girmesinin sınırlandırıldığı bölgelere kolaylıkla sızabildikleri düşünüldüğünde, bu şaşırtıcı bir sonuç değildir. Nitekim, Balkanlar ve Kolombiya gibi ABD ordusunun varlığının sınırlandırıldığı bölgelerde, Pentagon özel askeri şirketlerle sözleşme imzalayarak, onları stratejik amaçları doğrultusunda kullanmaktadır.
Üstelik, uluslararası hukukta özel askeri şirketlerle ilgili herhangi bir düzenleme de yoktur. Örneğin Irak’ta Ebu Garib hapishanesindeki işkence skandalı, bunun en açık kanıtıdır. Ebu Garib’te sorgulamayı üstlenen 37 kişiden 27’si ABD ordusuna mensup değildir. Bu kişiler, bir ABD şirketi olan, Virginia’da kurulmuş CACI International’ın çalışanlarıdır. Sorgulama sırasında onlara yardım eden 22 çevirmen ise merkezi Californiya’da olan Titan Corp. tarafından istihdam edilmiştir. Bu görevlilerden üçü Iraklı tutuklulara işkence ve tecavüzden dolayı suçlanmakta, ancak, “sivil” oldukları için, ne askeri yasalara ne de Cenevre Anlaşması’na tabi olmamaları nedeniyle yargılanmaları söz konusu olamamaktadır.
Burada söz konusu olan şey, tabii ki devletin şiddet tekelinden vazgeçmesi değildir; ancak bu kez “özelleşmiş askeri endüstrinin gelişmesi ve güçlenmesiyle birlikte, daha önce devlete özgü bir işlev olan güvenlik, tıpkı ticaret ve finans gibi alanlarda olduğu gibi, devlet dışı aktörler tarafından yerine getirilmeye” başlamıştır. Bu, artık “paralı askerlik” kurumundan öte bir şeydir.
Paralı askerler, operasyonlara bireysel düzeyde katılan ve süreklilik göstermeyen unsurlardır; müşteri için çalışırlar ve esasen tek bir hizmet verirler: Silah kullanmak. Özel askeri şirketlerin en önemli özelliği ise modern bir şirket formu taşımaları ve çok farklı türlerde askeri hizmet vermeleridir. Ayrıca bunlar, büyük çokuluslu şirketlerin yan kuruluşları olarak tekelci kapitalizme doğrudan bağlıdırlar. Örneğin kadrosunu büyük ölçüde eski Amerikan askerlerinden oluşturan MPRI, bir Amerikan şirketidir 1993-4 yıllarında sözleşmeli olarak Hırvatistan ordusunun eğitiminde önemli bir rol yüklenmiştir.
Bir İngiliz şirketi olan Sandline ise 1997’de Papua Yeni Gine Başbakanı ile, Bougainville adasında çıkan uzun dönemli bir isyanı bastırmak üzere anlaşmış, 1998’de Sierra Leone’deki kanlı olaylarda da rol almıştır.
Dyncorp ve TRW gibi askeri kökenli uluslararası şirketler (military-oriented multinational corporations-MNCs), askeri hizmetler yanında. kamuyla yapılan sözleşmelerin bitmesi ya da çekilmesi durumunda kârlılığın devam etmesini sağlamada yardımcı olmaktadırlar.
Paralı askerlerden farklı olarak özel askeri şirketler, yasal bir yapıya sahiptirler; müşterilerine sözleşme yoluyla bağlanırlar, birbirleriyle rekabet ederler. Yine paralı askerlerden farklı olarak, eğitim, istihbarat, danışmanlık, lojistik destek, operasyonel destek ve çatışma sonrası çözümler gibi değişik hizmetler için çalışmaktadırlar BP’nin Kolombiya’da kullandığı Defence System Ltd. bunun bilinen bir örneği. Bu şirketler emperyalistlere birçok olanak sunar: Askeri müdahalenin getireceği maliyet ve risklerden kurtulurlar. Irak’ta olduğu gibi kendi kamuoyunun tepkisini engellemiş olurlar. İnsan hakları ihlalleri için “hesap vermek” durumunda olmazlar.

Düşük Yoğunluklu Savaş ve Özel Askeri Şirketler
Özel Askeri Şirketlerin önünü açılan bir başka faktör ise, reel sosyalizmin çöküşünden sonra, dünya ölçeğinde orduların küçülmeye başlamasıdır. 1990’larda, emperyalist ülke ordularından ayrılmak durumunda kalan 6 milyondan fazla personel bu yeni sektör için yedek bir işgücü deposu yaratmış, öte yandan büyük bir ağır silah stoku da piyasaya açılarak maliyetini karşılayabilecek herkes tarafından ulaşılabilir hale gelmiştir.
Bu rastlantısal bir şey değildir. “Orduların küçülmesi”, aslında günümüzün emperyalist savaş stratejilerinden en önemlisi olan “düşük yoğunluklu çatışma” stratejisinin bir sonucudur. Bu strateji uyarınca “cepheler boyunca” savaşacak geniş ordulara duyulan ihtiyaç azalmış, bunun yerine kontr-gerilla tarzının en kirli örneklerini kullanan özel birimler daha fazla öne çıkmıştır ki, bu güçlerin de olabildiğince resmi orduların dışından istihdam edilmesi yaygın eğilimdir. Ve şüphesiz, savaş alanındaki bu özelleştirme eğiliminin neoliberalizmin genel hakimiyetine de bağlıdır. 80’lerden itibaren neoliberal politikalar uyarınca başlatılan kamu sektörünün küçültülmesi projesi, askeri alana da yansımış, özel sektörün kamu kurumlarından daha etkin ve daha verimli olduğu düşüncesi, savunma ve güvenlik alanının da özelleştirilmesi fikrini güçlendirmiştir.

Özel Askeri Şirketler: Kirli Bir Dosya
Özel askeri şirketlerin en fazla etkinlik gösterdiği yerin Afrika olduğu biliniyor. Örneğin, Sierra Leone. Ordu ve isyancılar arasındaki çatışmalardan sonra, 1996 yılında seçimle iktidara gelen hükümet, kontrolü Güney Afrika kökenli Executive Outcomes’a (EO) verdi. EO, özellikle şehir merkezlerinden ve elmas çıkarılan bölgelerden isyancıları uzaklaştırmayı başardı. Sierra Leone askerlerinin niteliğini yükselterek Devrimci Birleşik Cephe (RUF) ile çatışacak bir milis örgütledi. Ocak 1996’da EO, RUF’un en büyük üslerinden birine saldırı düzenledi ve bunun sonucunda isyancılar hükümetle görüşmeyi kabul ettiler.
EO’a “yardımlarından” dolayı 35 milyon dolar ödendiği ve bu miktarın Sierra Leone hükümetinden çok BM tarafından karşılandığı belirtiliyor. Daha sonra seçimle işbaşına gelen Kabbah yönetimi bir darbe ile devrildiğinde bir başka firma olan İngiliz Sandline ile anlaşacak ve 1998 yılında Kabbah, Sandline’in yardım ettiği Nijeryalı güçler tarafından yeniden iktidara getirilecekti. Elmas madenleri açısından zengin bir ülke olan Sierra Leone sadece örneklerden birisi. 1990’lı yıllar boyunca emperyalist devletlerin ekonomik çıkarlarının olduğu ülkelerde, güvenlik şirketleri olarak Güney Afrika kökenli EO, İsrailli Levdan, İngiliz Sandline ve Amerikan MPRI kriz bölgelerine müdahale ettiler. Bu şirketleri finanse edenler ise yerel hükümetler, şirketler (özellikle maden ve enerji şirketleri) veya uluslararası örgütlerdi (Dünya Bankası, Birleşmiş Milletler)”.
1990’lar boyunca bir ABD şirketi olan MPRI (Military Professional Resources Incorporated) Hırvatistan ve Bosna’da kullanılmıştır. 1994’te Hırvatistan hükümeti MPRI ile, Hırvat askeri güçlerinin kapasitesini arttırmak ve ve Hırvatistan’ı NATO’yla “Barış Programı için Ortaklık” çerçevesinde çalışacak uygun bir aday haline getirmek için sözleşme imzalamıştır. 1995’in Ağustos ayında, MPRI’ın Hırvatistan’a gelişinden bir sene geçmemişken, Hırvatistan ordusu, daha önce hiçbir şekilde başaramayacağı bir şeyi gerçekleştirdi: Sırplara karşı bir hücüm gücü oluşturdu ve Sırpların elinde olan bölgeleri geri aldı. MPRI, daha sonra, 1995’te Bosna Federasyonu’nun silahlı güçlerine eğitim vermek için de bir anlaşma yaptı.
DynCorp ise hakkında en fazla konuşulan ve tartışılan şirketlerden birisidir. Kuzey Virginia’da kurulmuş olan bu şirketin hizmetleri bilgi teknolojisinden özel askeri hizmetlere kadar uzanmaktadır. Bosna dışında, Somali, Angola, Haiti, Kolombiya; Kosova ve Kuveyt’te varlık göstermiştir. Gelirinin yüzde 95’ini ABD hükümeti ile yaptığı sözleşmelerle sağlamaktadır. DynCorp çalışanları hem Kosova hem de Bosna operasyonlarında kadın ticaretine ve silah kaçakçılığına bulaşmıştır. Söz konusu kişilerin işine son verilmekle birlikte haklarında bir soruşturma açılamamıştır. Bu olay şirketlerin ve çalışanlarının yasal sorumluluğu ve hesap verebilirliği sorusunu gündeme getirmiştir. Özel askeri şirketler genellikle “çökmüş” bir devletin sınırları içinde çalıştıkları için sorumlu tutulacakları bir yerel hukuk bulunmamaktadır.
Resmi belgelere göre 1994 yılından itibaren ABD Savunma Bölümü (Defence Department) 24 ABD merkezli özel askeri kuruluşun 12’siyle 3.061 sözleşme imzalamıştır. Pentagon’un kayıtlarına göre, bu sözleşmelerin maliyeti 300 milyon dolardan fazladır. Söz konusu sözleşmelerin 2.700 tanesi iki şirketle yapılmıştır: Kellogg Brown and Root ve Booz Allen Hamilton. Bu şirket, ABD Başkan Yardımcısı Cheney’in 1995-1999 yılları arasında yöneticisi olduğu Halliburton Corporation’un bir yan kuruluşudur. 1975’de Suudi Arabistan Ulusal Muhafızlarını petrol bölgelerini koruma amacıyla eğitmek için 77 milyon dolarlık bir sözleşme imzalayan Vinnell Corp ise bir başka önemli özel askeri güçtür.
Brown and Root’u bir çok bölgede görmek mümkündür: Afganistan’daki Bargam Üssü, Özbekistan’daki Khnabad Üssü ve Küba’daki Guantanamo Üssü bu şirket tarafından yapılmıştır. 1987’den itibaren Türkiye’deki Amerikan üslerinin bakım ve işletmesini de Vinnell Corp. ile birlikte bu şirket yerine getirmektedir
En tipik örneklerden biri ise Kolombiya’dır. Kolombiya’da şu anda yedi farklı özel askeri şirket gerillalara karşı savaşta rol üstlenmektedir. Bunların büyük bir kısım Amerikan hükümetiyle birlikte çalışmıştır ve hükümetin yapamadığı birçok rolü yüklenmiştir. Amerikan askerleri yalnızca, uyuşturucu ticaretiyle mücadelede yer alırken, özel askeri şirketler iç savaşta Kolombiyalı askeri birimlerle birlikte hareket etmişlerdir. Bunun yanında çokuluslu petrol şirketleri yararına çalışan özel askeri şirketler de olmuştur.
1995’ten 1996’ya kadarki dönemde Liberya ve Ruanda’da BM İnsani Sorunlar Bölümü’nün (UN Departmen of Humanitarian Affairs) danışmanlığını yapan David Shearer’a göre, özel askeri güçlerin gelişimini ve müdahilliğini önlemek için alınacak yasal önlemlerin etkili olması oldukça zor. Shearer’e göre, bu şirketler çok çabuk bir biçimde kuruluyor, kapatılıyor ve başka bir alana kaydırılabiliyor.

Irak: Özel Kontra Şirketlerinin Cenneti
ABD ve diğer işgal kuvvetleri için giderek bir bataklığa dönüşen Irak ise, özel askeri şirketler için tam bir yağlı kapıya dönüşmüş durumda. Resmi kayıtlara göre, İngiltere’nin Irak’taki askeri gücü 9.900 civarındayken, özel askeri güçlerin toplamı 10.000’i buluyor. Bu rakam, her 10 ABD askerine karşılık 1 özel personel kullanıldığını gösteriyor. Bir başka kaynağa göre Irak’ta şu anda dünyanın birçok bölgesinden 35 özel askeri şirketin istihdam ettiği yaklaşık 15 bin özel güvenlik görevlisi bulunuyor.
Geçen Haziran ayı içinde oluşturulan bir taslak plana göre, gelecek üç yıl içinde yeni Irak ordusunun 40 bin askerden oluşması; 12 bin askerin bir yıl içinde sağlanması planlandı. Bu plan doğrultusunda, ABD hükümeti, Haziran ayında yeni Irak ordusunu eğitmesi için Vinnell Corporation ile 48 milyon dolarlık bir sözleşme imzaladı.
Amerika’nın Türkiye’deki üslerinin bakım ve onarımından sorumlu olan ile U.S. Air Force Europe ve bu şirket arasındaki sözleşme 1991 yılında imzalanmış ve hizmetleri karşılığı 118 milyon dolar ödenmesi kararlaştırılmış. Şirket ABD’nin İncirlik, Ankara ve İzmir’deki üslerinin, bakım, onarım ve korunmasında destek hizmet sağlıyor. Ayrıca, Ocak ayında ABD ordusu, KBR (Kellogg Brown and Root) şirketine Türkiye’de konuşlandırılması planlanan Amerikan askerlerine sağlanacak lojistik destek hizmetleri için 60 milyon dolar ayırdı. Ancak birinci tezkere TBMM’den geçmeyince, KBR, 60 milyon dolardan oldu. Türkiye’deki CIA ajanı köşe yazarlarının neden çok öfkelendikleri şimdi daha iyi anlaşılıyor!
Güney Afrikalı bir şirket olan Erinys ile 140 Irak petrol yerleşimi korunması için bir yıllık süre için 39.5 milyon dolarlık bir anlaşma Ekim ayından itibaren başlayacak. Erinys’in kendi yayınlarına göre, şirket, muhafızlık ve koruma hizmetleri sunuyor. Şirketin merkezi büroları Johannesburg ve Dubai’de ve Mayıs ayında Bağdat’ta da bir büro açtı. Güney Afrika kaynaklı bir habere göre, Erinys Irak’ta bulunan “iki büyük uluslararası şirkete” güvenlik sağlıyor ve risk yönetimi hizmetleri sunuyor. Irak’taki özel güvenlik şirketlerinden başka örnekleri de sıralamak mümkün: Fairfax firmasının bir yan kuruluşu olan ve Bağdat Havaalanını koruyan Custer Battlas. ABD güdümündeki işgal gücü Geçici Koalisyon Yönetimi’ne silahlı koruma sağlamak için sözleşme imzalanan ve “risk yönetimi” alanında çalışan İngiliz şirketi Global Risk.
Irak’ta devreye giren özel güvenlik şirketlerinin güvenlik muhafızı ya da paralı asker devşirme yöntemleri ise, dünyada bu alanda ne derece geniş ağlar oluştuğunu aydınlatır nitelikte. Eylül ayı içinde patlak veren skandallardan biri de, Fiji hükümetinin, kendi ordusunun askerlerinin paralı askerler olarak Irak’ta hizmet yapmalarına izin vermiş olmasıydı. 500 Fiji’li asker, bir İngiliz güvenlik şirketi olan Global Risk International tarafından kiralanmıştı ve bu şirket aynı zamanda Paul Bremer’in koruyuculuğunu üstlenmekteydi.
Bağdat’taki güvenlik danışmanı ve Özel Güçler’in eski uzmanı Rex Wempen’e göre, “aslında özel şirketlerin tercih edilmesi sadece, Amerika’nın maliyeti azaltmak planının bir parçası değil”dir. Wempen, özel askeri şirketlerle yapılan sözleşmelerin maliyeti azaltmak bir yana artırabileceğini bile söylüyor; ancak ona göre böylece azalacak olan “siyasi maliyet”tir.
Irak’ta faaliyet gösteren bir başka şirket olan Blackwater ise, yine bir ABD güvenlik şirketi. Eski bir ordu mensubu tarafından 1996 yılında kurulan şirket, şimdiye dek 50 bin askeri ve polisi eğitmiş. Bunların içinde Pinochet’nin diktatörlüğü döneminde eğitilmiş 60 eski Şili’li asker de var.
Blackwater, Irak’taki her kiralık asker için müşterilerinden 1.500’den 2000 dolara kadar bir ücret istiyor. Sözleşmeli güvenlik görevlileri oldukça “konforlu” bir yaşam sürüyorlar; genellikle Sheraton ya da Filistin otellerinde kalıyorlar. Geçtiğimiz aylarda Felluce’de öldürülen dört Blackwater personelinin orada ne aradığı sorusuna Pentagon dahil kimse açık bir yanıt vermedi. Taraflar arasında yapılan anlaşmalar ve yapılacak işlerin büyük bir kısmı, gizli bilgiler niteliğinde olduğundan hala pek çoğu bilinmiyor. Buna rağmen, düzinelerce özel asker -bunların çoğunluğunu eski Amerikalı ve İngiliz askerler oluşturuyor- Irak’ta çeşitli operasyonlara katılıyorlar. Koalisyon güçleri, bilgi vermedikleri gibi, eğitilen Irak askerlerinin kendi yönetimlerinde eğitildikleri gibi bir izlenim de vermek istiyor.

Sonuç: Kandan Para Kazanan Kan İçinde Ölür
Sonuç olarak emperyalistler, ezilen halklara karşı başlattıkları saldırıya, özel askeri şirketler yoluyla yeni bir cephe ekliyorlar. Bu, aslında, fabrikalarda, okullarda özel güvenlik birlikleri kurulmasının uluslararası düzeydeki daha gelişkin bir devamıdır. Pis işlerin bir bölümünün devredildiği bu sektör, bir başka anlamda da Susurluk’un uluslararası düzlemde kalıcı tarz haline gelmesidir. Bu şirketlerden bazılarının en son Afganistan olayında görüldüğü gibi özel hapishaneler bile kurabildikleri düşünülürse, sorunun boyutları daha iyi anlaşılabilir. Geçtiğimiz ay Kabil’de “işkenceyle adam öldürmek” suçundan yargılanan özel elemanın feryadı doğrusu bir ibret vakasıdır. “Biz sabah akşam Rumsfeld’in ofisiyle telefon görüşmesi yapardık -diyor özel kontra elemanı- şimdi nasıl bize sahip çıkmazlar!”
Bunun pratik karşılığı ise, halk kurtuluş savaşlarının hedef aldığı, alması gereken güçlerin yelpazesinin genişlemesidir. Anti-emperyalist mücadeleler, artık salt askeri hedeflerle yetinemez ve yetinmeyecektir. Emperyalist ordulara her türlü hizmet sağlayan özel şirketler, daha bugünden bunun bedellerini ödemeye başlamışlardır ve gelecekte herhangi bir ülkede halk ordularının kurşunlarına hedef olmak için mutlaka işgalci ordunun üniformasını giymek gerekmeyecektir.
Son günlerde yaşanan en sıcak gelişme olan Türkiyeli şöförlerin öldürülmesi de biraz bu açıdan değerlendirilmelidir. Kuşkusuz yoksul insanların böylece katledilmeleri karşısında üzüntü duymamak mümkün değildir; ama bir ülkedeki işgalci ordu birliklerinin lojistik ihtiyaçlarını karşılayan şirketlerin hedef olması genel olarak anlaşılabilir bir olgudur. Kandan para kazanmak isteyenler, kendi kanlarının da akabileceğini bilmek zorundadırlar.
Buradaki asıl sorun, yalnızca Irak’ta değil, bütün dünyada bütün devrimci namluların sıradan çalışanlara değil, emperyalistlere hizmet eden bu akbabalara yönelmesidir. Halklara karşı savaşı küreselleştirenler, bunun karşılığını dünya halklarının enternasyonal dayanışmasıyla almalıdırlar.

 


 

 

 

 

 

sbarikat07@gmail.com
Devrimci Sosyalist Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
Yönetim Yeri: Nurtepe Mah. Cemre Sk. No: 2 Kağıthane-İstanbul