Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini


 

 

Nevval Deniz Polat

Mayıs ayının ilk günlerinde gazetelerin göze batmayan köşelerinde kısa, ancak anlamı oldukça büyük ve önemli bir haber vardı. Apoletli bir haydutun, katliamcı bir caninin ismi TC ordusunun Van’ın Özalp ilçesindeki jandarma sınır taburu kışlasına verilmişti. Kışlalara generallerin isimlerinin verilmesi haber olur mu? Olursa ve bu general onlarca Kürt köylüsünü Van’ın Özalp ilçesinde sınırda kurşuna dizdirerek katliam yapmış ve önce idama sonra indirimle yirmi yıl hapse çarptırılmış bir general ise bu olağan bir durum mudur ve böyle basitçe küçük bir haber olarak ele alınabilir mi, yoksa TC’nin siyasal iradesinin çekirdeği olan ordunun Kürt halkına bakışının, insan yaşamına verdiği değerin en net ifadesi midir?
Mustafa Muğlalı’dan bahsediyoruz; TC ordusunun generali, Kürt düşmanı bir faşist, katliamcılığı TC mahkemeleri tarafından bile kabul edilmek zorunda kalınmış bir cani, bir halk düşmanı... 33 kurşundan sözediyoruz; içlerinde çocuklarında bulunduğu yoksul 33 Kürt köylüsünden; yargılanmadan, soruşturulmadan, salt Kürt köylülerine gözdağı vermek için Ankara’da Genelkurmay tarafından görevlendirilen generalin, subayların emriyle kurşuna dizilen 33 candan (32’si can verdi) sözediyoruz. Ahmed Arif’in tarihe, belleklerimize kazıdığı 33 kurşun destanından sözediyoruz.

33 Kurşun; Katliamcı Geleneğe Bir Halka Daha
Peki neydi 33 Kurşun olayı?
30 Temmuz 1943 günü akşamüstü, Van’ın Özalp ilçesinde 33 Kürt köylüsü, gözaltında tutuldukları sınır karakolundan alındılar ve içlerinden 32’si kırsal bölgede kurşuna dizilerek öldürüldü. Katliamdan kurtulan tek kişi, bir taşın arkasına gizlenmiş ve cinayetleri başından sonuna kadar izlemişti.
Aslında köylüler olaydan birkaç gün önce gözaltına alınmışlardır ve suçları sınırı izinsiz geçerek hayvan ticareti yapmaktır. Daha sonradan TBMM Soruşturma Komisyonu’nun saptadığına göre aslında kaçakçılıktan hisse alan bir devlet çetesi başından beri vardır. “Anlaşıldığına göre” deniliyor raporda, “İranlı çapulculara misilleme yapmak için sorumluluğu olmayan çeteler kurmak fikri şu üç kişinin kafasından çıkmış bulunmaktadır: Özalp Kaymakamı Hilmi Tuncel, Özalp Jandarma Kumandanı Yüzbaşı Vasfi Bayraktar ve Hudut Tabur Kumandanı Binbaşı Şükrü Tüter. Bu üç resmi memur söz ve fiil birliği halinde çeteyi kullanmakta ve İran hudutları içerisine sokarak hayvan talan ettirmektedirler.”
Bu talan operasyonlarından birinde askerler İran sınırından içeri girip Mehmedi Mısto isimli aşiret reisinin hayvanlarını gaspettiklerinde, Mısto, önce güzellikle hayvanlarını geri ister. Aldığı yanıt: “Gelir karını da alırız” olur. Bu kez harekete geçen Mısto, sınırdan içeri girer ve hayvanlarını geri alır. Böylece aslında o gün katliam kararı alınmıştır bile. Önce olay, “Rus askerleri sınırı geçti” diye sağa sola abartılarak bildirilir. Sonra operasyon başlar ve Mısto ile birlikte 40 köylü gözaltına alınır. Ancak Özalp Sulh Mahkemesi sanıkları suçlu bulmaz ve serbest bırakır. Ancak iş bu kadarla kalmaz, artık olaya 3. Ordu Müfettişi Mustafa Muğlalı da karışmıştır. Muğlalı, 24 Temmuz günü Van’a ulaşır ve daha orada generallerle yaptıkları toplantıda bu köylülerin yeniden gözaltına alınıp öldürülmeleri kararı alınır. 25 Temmuz’da biri kadın, biri 11 yaşında çocuk, biri kıtasından izinli gelmiş muvazzaf çavuş ve biri de hava değişimli er olmak üzere 33 kişi yakalanıp Özalp polis karakoluna konulur.
Bu arada, İçişleri Bakanlığı müfettişi Avni Doğan, bu kadar açık bir cinayet kararından biraz rahatsız olur ve Muğlalı ile görüşmek ister. Ancak general, bu talepleri reddeder. Daha doğrusu yine komisyon raporuna göre, Muğlalı, ‘’Memleketin çıkarı için babamı bile asarım, Avni Doğan bu işe karışmasın, onu kırbaçlarım’’ gibi bir yanıt verir.
Özalp’te yanındakileri dairede bırakıp tutukluları görmeye giden Avni Doğan’dan gözaltındaki köylüler yardım istediklerinde, Şükrü Tüter, “Efendim, bunlar casusturlar, ordunun konuşunu düşmana bildiriyorlar, Harp Divanına verileceklerdir’’ diye müdahale eder. Bu cevap karşısında müfettiş işin büyüdüğünü anlar ve geri çekilir.
Artık karar kesindir. Ertesi gün, Muğlalı Özalp’tan ayrılır ve geride bir yazılı emir bırakır. Emir aynen şöyledir:
“Van Mıntıka Komutanlığına
1. Özalp mıntıkasındaki teftişlerimde Özalp hudut mıntıkasını çok iyi tanıyan ve sık sık memleketimiz içlerinde çapulculuk yapan aşiretler hakkında çok iyi bilgi sahibi oldukları anlaşılan ilişik listede isimleri yazılı kişilerin çeşitli gruplar halinde, subay ve erlerin beraberliğinde hudut mıntıkasına götürülerek kendilerinden esaslı bilgi alınmasını ve İran hududunun gizli ve çapulcuların görünmeden gelmesine elverişli yol ve patikaların öğrenilmesini çok faydalı buluyorum. 2. Bu adamların her ne kadar görevi yerine getireceklerine söz vermelerine rağmen sözlerinden dönmeleri ve fırsat bulurlarsa kaçmaları her an olanaklı bulunduğundan müfrezelerin çok uyanık bulunmaları gereğinin müfreze komutanlığına bildirilmesini, şayet bu hale cüret edenler ve erlerin silahlarını almak amacıyla üzerlerine saldıranlar bulunduğu taktirde derhal silah kullanılmasının hiçbir zaman unutulmamasını önemle rica ederim.”
Bu, kesin bir öldürme emridir. Gerçekten de 33 Kürt köylüsü karakoldan alınıp Çilli Gediği denilen bölgeye getirildiklerinde karar uygulanır ve biri dışında tümü kurşuna dizilir. Daha sonra da kaçarken vuruldukları yolunda tutanak düzenlenir.
Orgeneral Mustafa Muğlalı ise Genelkurmay Başkanlığı’na raporunu şöyle yazmaktadır:
“Özalp mıntıkasındaki teftişimde, Özalp mıntıkasını çok iyi tanıyan ve İran topraklarında akrabaları olup sık sık memleketimiz içinde çapulculuk yapan aşiretler hakkında çok iyi bilgi sahibi oldukları anlaşılan kişilerin çeşitli gruplar halinde hudut mıntıkasına götürülerek esaslı bilgi alınması ve İran hududunun gizli ve çapulcuların görünmeden hududumuza girmelerine elverişli yolların öğrenilmesini ve bu mıntıkada öteden beri meydana gelen çapulculuk olaylarının önlenmesi bakımından çok faydalı buldum. Emir üzerine subay komutasında çeşitli gruplar halinde hudut mıntıkasına sevkedilen 32 kişi Çilli Gediği mıntıkasına götürülmekteyken hududumuz dışında gruplar üzerine ani olarak açılan ateşle beraber bir kısmı korunmalarına memur edilen süvarilerin hayvanlarını almaya ve diğer bir kısmı da hududu geçerek kaçmaya teşebbüs etmişlerse de derhal silah kullanmak zorunda olan muhafızlarla, hududun dışından açılan ateş arasında kalan ve kısmen hududun dışına çıkmayı başaran kişilerin çarpışma sonucunda firarlarına meydan verilmeden tamamen imha edildiklerinin tahmin edildiği; çarpışma gruplarının birine komuta eden subayın elinden yaralandığını ve grupların görevlerini çok iyi bir surette yaptıklarını Van Mıntıka Komutanlığı’nın bilgilerine atfen arz ederim.”
Oysa, TBMM Komisyonunun raporunda olay şöyle özetlenir: “30 Temmuz 1943 Cuma günü sabahleyin nezarette bulunan 30 sivil ve iki asker dışarı çıkarılmış elleri arkalarına ve kişiler birbirlerine iplerle bağlanmak suretiyle adı geçen iki teğmenin komutasındaki takımın önüne; katılarak Çilli Gediği yönünde sevkedilmişlerdir. Bu sırada zaten öldürüleceklerini bilen elleri bağlanan mağdurların yalvarıp yakarmaları, feryadı figanları çok yürekler acısı bir sahnedir. Kafile Çilli Gediğine geldiğinde ikiye ayrılmış, işaret mangasının havaya ateş etmesi üzerine, iki teğmen emirlerindeki mangalara ateş emrini vermişler erler piyade tüfekleri ve hafif makinalı tüfeklerle 32 masum vatandaşı yaylım ateşi altına alarak katletmişlerdir. Bundan sonra yine Şükrü Tüter’in evvelce verdiği sözlü emir gereğince mağdurların üzerleri aranıp para ve saatleri gaspedilip kişilere dağıtılmıştır.”
Daha sonradan; o süreçte ordunun oligarşi içindeki yeri ve konumunun, bugünkü düzeyinden oldukça uzakta olmasının da etkisiyle, biraz da Demokrat Parti’nin popülist politikaları sonucu başlatılan yargılamalarda, 1950’lerin başında Muğlalı idam cezasına çarptırıldı ve bu ceza 20 yıl hapse çevrildi. 1951 yılında cezası infaz edilirken kalp krizi geçiren general Muğlalı cezaevinde öldü. Böylece sömürgeciliğin tarihindeki en kanlı olaylardan birinin üstü de kapanmış oldu.

M. Muğlalı Oligarşinin Defolu Demokrasi Oyununun ve
Kürtlere Bakışının Özetidir

Katliamcı generalin isminin katliam yaptığı yerdeki askeri kışlaya verilmesi nasıl yorumlanabilir?
Aslında Ermeni tehcirinin ve katliamının baş aktörleri ve Hitler’in feyz aldığını söylediği, yüzbinlerce Anadolu gencinin sömürgeci savaşlarda yokolup gitmesine imza atmış İttihatçı Talat Paşa’ların, Enver ve Cemal Paşa’ların isimlerini caddelere, sokaklara verenlerin, M. Muğlalı’nın ismini kışlaya vermesi çok da garip bir durum değil.
Ancak, M. Muğlalı yine de daha özel bir yerde duruyor. Sözkonusu olan herhangi bir generale ilişkin herhangi bir iddia değildir. TC mahkemeleri tarafından katliamcı olduğu kabul edilmiş ve ceza verilmek zorunda kalınmış bir cani sözkonusudur. Böyle bir caninin ismi askeri kışlaya verilmesi, üstelikte katliamı gerçekleştirdiği yerdeki bir kışlaya verilmesi çok açık ve net bir mesaj içermektedir.(1) Bu bir meydan okumadır; TC ordusu, bu durum karşısında sessiz kalan, en ufak bir menmuniyetsizlik belirtisi göstermeyen siyasetçiler, gazeteciler vb. kısacası tüm oligarşi cephesi açık biçimde canileri, katliamcıları bağırlarına bastıklarını, katliamcıları ve katliamcılarda cisimleşen politika tarzını asla dışlamadıklarını, tersine kendi öz parçaları, öz siyaset tarzları olduğunu apaçık ilan ediyorlar.(2) Kendi yasalarınca mahkum edilmiş katliamcı canilere bu denli açıktan sahipleniş ilk kez gerçekleşmektedir.(3) Çok açık, çok simgesel ve oldukça siyasal bir mesaj var orta yerde. Kürtlere ve demokratikleşiyoruz diyen alıklara açık biçimde M. Muğlalı ve 33 kurşun yanı başınızda deniyor. Hiç kimse atılan kof ve defolu demokratikleşme oyununda fazla heveslenmesin, sevinmesin, herkes durması gereken yeri bilsin deniyor. “Sınır çizgileri” sadece Van’ın Özalp’inde değil, tüm coğrafyamızda M. Muğlalı ile net biçimde çiziliyor. Kürtler ve demokratik haklar karşısında hangi kökten gelindiği ve neye bağlı olunduğu, Avrupa Birliği yoluyla demokrasi bekleyen zavallı burjuva liberallere, reformist liberal solculara ve daha da ötesi toplumun tümüne açık biçimde gösteriliyor. Generaller kimin izinde yürüdüklerini açıkça ortaya koyuyorlar. Onlar katliamcı cani M. Muğlalı ile gurur duyuyor. TC ordusu katliamcılarına “şan ve şeref” veriyor. Elbette bu yakışıyor onlara. M. Muğlalı’dan 12 Mart ve 12 Eylül paşalarına, onlardan Veli Küçük’lere akan bir katliam geleneği, M. Muğlalı Kışlası ile kendisini hiç sakınmasız ortaya koyuyor. Bir yanda AB paketleri, diğer yanda kendi yasalarına, mahkeme kararlarına karşın yüceltilen M. Muğlalı; isteyene havuç (üstelik gerçek havuçda değil, plastik süs havuç), razı olmayana sopa (hemde en caniyene, en keyfi türden sopa)... TC oligarşisinin Kürt ulusal sorununa ve burjuva demokratikleşmesine bakışının özeti budur. Niyetler ve yapılanlar en yalın ve en anlaşılır biçimde ortaya konmaktadır.
Devrimci sosyalistler bu gerçekliği açık biçimde görüyor. Faşizmin 1980’ler sonrasında gizli ve açık görünümlerinin içiçe birbirine eklemlenerek uygulanmaya çalışılmasının, diğer adlandırmayla düşük yoğunluklu demokrasi ve çatışma konsepti içinde yeniden biçimlendirilişinin günümüzde vardığı son simgesel noktadır M. Muğlalı kışlası.. Kendini değişen koşullara uygun olarak yenileyen faşizmin ortaya saçtığı fotograf kareleridir yaşadıklarımız. Bir yanda en ufak hak arama gösterisine en barbarca saldırılar ve işkenceler, Kürtlerin hiçbir demokratik taleplerinin kabul edilmemesi, tüm katliamcıların ellerini kollarını sallayarak dolaşması, bir dönemin canilerinin temize çıkarılması, M. Muğlalıların, Veli Küçüklerin “onur”landırılması var... Diğer yanda ise AB paketleri, sahte demokratikleşme söylemleri ve bunların demokratikleşme olarak gösterilmeye çalışılması...

Adalet ve Özgürlük Devrimle Gelecek
M. Muğlalı sopasını sallayanların ABD desteğiyle ve AB paketleriyle demokrasi getireceğini sananlar Irak’ta Ebu Garib’de yaşananlara iyi bakmalıdırlar. Irak’ta da M. Muğlalı’nın İngiliz ve ABD’li fotokopileri işbaşında... Ya da Afganistan’a bakın; orada ABD’lisi, AB’lisi tümü birden her gün vahşet tabloları yaratıyorlar.
Sömürge ve yeni-sömürgeler dünyasında yaşıyoruz. Bizim gibi coğrafyalarda M. Muğlalıların sopası, yada demokratikleşme safsatalarının ömrü asla uzun olamaz. M. Muğlalı canisinin kendisi ne kadar Kürtlerin haklı taleplerini engelleyebildi ki, onun katliamcı adından ne umar bekliyorlar?
Çok açık ve kesin biçimde diyebiliriz; Kürtler kendi ulusal demokratik talepleri temelinde ve devrimci sosyalist güçleriyle yeniden gündemleşeceklerdir. Ulusal demokratik kurtuluş ve sosyalizm talebinin yeniden büyük atılımlarla yükseleceği kesindir. Kürtlerin sahip olduğu büyük devrimci potansiyel ne M. Muğlalıların sopası ile ne de umutlarını AB’ye bağlamış Demokratik Cumhuriyet hayalleri içinde boğulamayacaktır. Hiç kuşkusuz M. Muğlalı sopası sadece Kürtlere değil, bu coğrafyanın haklarını arayan tüm emekçi insanlarına sallanmaktadır. Edirne’de “İş istiyoruz” diye bağıran iki gence “al sana iş” diyerek sopalarla saldıran polislerin akibetini hiç düşündünüz mü? Elbette ceza almalarını beklemiyorsunuz, muhtemelen terfi alacaklar. Çünkü M. Muğlalı ruhu sistemin bekçilerinin tümünde en diri yanı oluşturur.
Türklerin, Kürtlerin, Arapların, Boşnakların, Gürcülerin, Lazların, Arnavutların, Çerkezlerin, Rumların, Yahudilerin, Romanların, Ermenilerin, Süryanilerin; coğrafyamızın tüm emekçi insanlarının talepleri çok açık; insanca bir yaşam için gerekli ekonomik koşullar, tüm ulusların tam hak eşitliği temelinde kardeşçe yaşayabilmelerinin koşullarının yaratılması, tüm demokratik hak ve özgürlüklerin eksiksiz varolması, emperyalist güçlerle tüm bağımlılık ilişkilerinin sona erdirilmesi, başta ABD emperyalizmi olmak üzere tüm emperyalistlerin ve siyonistlerin bölgemizden defolup gitmesi, tüm hortumcuların, tekelcilerin cezalandırılması, halka zulüm uygulayan tüm unsurların tasfiyesi...
Bu talepler haklı ve meşrudur. Bu talepler insanca yaşam, eşitlik, özgürlük, dayanışma ve adalet talepleridir. Bu talepler karşılığını ancak devrimle bulabilir. Bu talepler kesintisiz olarak sosyalizme ilerleyen Demokratik Halk Devrimi talepleridir.
M. Muğlalı sopasını sallayanlar bu talepleri hiçbir düzeyde sağlayamazlar. Bu taleplerin temsilcisi Devrimci Sosyalizmdir. Emekçi halklarımız devrimci sosyalizm bayrağı altında devrim için devrimci savaşla M. Muğlalı’nın tüm silik kopyalarından hesap soracaktır. Adalet, özgürlük ve insanca yaşam idealleri devrim ve devrimci savaşla er ya da geç ama mutlaka zafere ulaşacaktır.



DİPNOTLAR
(1) M. Muğlalı öylesine değerli ki, ismi kışlaya verilmekle kalınmıyor. Harp Akademileri binasının bahçesinde kaç tane generalin büstü dikilmiş bilinmez.. Herhalde tümünün değil. Fakat gidin M. Muğlalı’nın birkaç yıl önce dikilmiş büstü var. Bu zatın tek özelliği ise tescilli katliamcı olması, yoksul Kürt köylülerini katletmesi..
(2) Şehit düşmüş devrimcilere ilişkin yazılan anma yazılarına suç fiilini övmekten alelacele dava açan savcıların M. Muğlalı gibi bir caninin ismini kışlaya veren G. Kurmay hakkında ne yaptığını elbette ki sormaya gerek yok; HİÇBİR ŞEY. Çünkü onlarda mekanizmanın bir parçası...
(3) M. Muğlalı canisinin TC ordusu tarafından yeniden sahiplenilişi süreci aslında daha gerilere uzanıyor. Kürt ulusal hareketinin yükselişe geçtiği 1980’li yılların sonlarına doğru 1987’de Genelkurmay başkanlığı M. Muğlalı’nın itibarını iade ediyor ve 1988’de mezarını Edirnekapı’daki şehitlikten Ankara’daki Devlet Kabristanı’na naklediyor. 1997’de ise M. Muğlalı’nın büstü Harp Akademilerine dikiliyor. Katilamcı cani M. Muğlalı’nın PKK’nin yükseliş döneminde yeniden hatırlanması ve itibarlı adam olması anlamlıdır. M. Muğlalı’ya niçin itibarı iade edilir? Elbette ki yeni M. Muğlalı’lar yaratmak, yeni katliamcı adaylarına önünüz açık demek için... Nihayetinde M. Muğlalı’nın yolundan yürüyen yeni katliamcı geldi; Susurluk lağımları patladı...



OTUZÜÇ KURŞUN

1.

Bu dağ Mengene dağıdır
Tanyeri atanda Van’da
Bu dağ Nemrut yavrusudur
Tanyeri atanda Nemruda karşı
Bir yanın çığ tutar, Kafkas ufkudur
Bir yanın seccade Acem mülküdür
Doruklarda buzulların salkımı
Firari guvercinler su başlarında
Ve karaca sürüsü,
Keklik takımı...

Yiğitlik inkar gelinmez
Tek’e - tek döğüşte yenilmediler
Bin yıllardan bu yan, bura uşağı
Gel haberi nerden verek
Turna sürüsü değil bu
Gökte yıldız burcu değil
Otuzüç kurşunlu yürek
Otuzuç kan pınarı
Akmaz,
Göl olmuş bu dağda...

2.
Yokuşun dibinden bir tavşan kalktı
Sırtı alacakır
Karnı sütbeyaz
Garip, ikicanlı, bir dağ tavşanı
Yüreği ağzında öyle zavallı
Tövbeye getirir insanı
Tenhaydı, tenhaydı vakitler
Kusursuz, çırılçıplak bir şafaktı

Baktı otuzüçten biri
Karnında açlığın ağır boşluğu
Saç, sakal bir karış
Yakasında bit,
Baktı kolları vurulu,
Cehennem yürekli bir yiğit,
Bir garip tavşana,
Bir gerilere.

Düştü nazlı filintası aklına,
Yastığı altında küsmüş,
Düştü, Harran ovasından getirdiği tay
Perçemi mavi boncuklu,
Alnında akıtma
Üç topuğu ak,
Eşkini hovarda, kıvrak,
Doru, seglavi kısrağı.
Nasıl uçmuşlardı Hozat önünde!

Şimdi, böyle çaresiz ve bağlı,
Böyle arkasında bir soğuk namlu
Bulunmayaydı,
Sığınabilirdi yuceltilere...
Bu dağlar, kardeş dağlar, kadrini bilir,
Evvel Allah bu eller utandırmaz adamı,
Yanan cıgaranın külünü,
Güneşlerde çatal kıvılcımlanan
Engereğin dilini,
İlk atımda uçuran
Usta elleri...

Bu gözler, bir kere bile faka basmadı
Çığ bekleyen boğazların kıyametini
Karlı, yumuşacık hıyanetini
Uçurumların,
Önceden bilen gözleri...
Çaresiz
Vurulacaktı,

Şimdi, böyle çaresiz ve bağlı,
Böyle arkasında bir soğuk namlu
Bulunmayaydı,
Sığınabilirdi yüceltilere...
Bu dağlar, kardeş dağlar, kadrini bilir,
Evvel Allah bu eller utandırmaz adamı,
Yanan cıgaranın külünü,
Güneşlerde çatal kıvılcımlanan
Engereğin dilini,
İlk atımda uçuran
Usta elleri...

Bu gözler, bir kere bile faka basmadı
Çığ bekleyen boğazların kıyametini
Karlı, yumuşacık hıyanetini
Uçurumların,
Önceden bilen gözleri...
Çaresiz
Vurulacaktı,
Buyruk kesindi,
Gayrı gözlerini kör sürüngenler
Yüreğini leş kuşları yesindi...

3.

Vurulmuşum
Dağların kuytuluk bir boğazında
Vakitlerden bir sabah namazında
Yatarım
Kanlı, upuzun...

Vurulmuşum
Düşüm, gecelerden kara
Bir hayra yoranım çıkmaz
Canım alırlar ecelsiz
Sığdıramam kitaplara
Şifre buyurmuş bir paşa
Vurulmuşum hiç sorgusuz, yargısız

Kirvem, hallarımı aynı böyle yaz
Rivayet sanılır belki
Gül memeler değil
Domdom kurşunu
Paramparça ağzımdaki...

4.

Ölüm buyruğunu uyguladılar,
Mavi dağ dumanını
ve uyur-uyanık seher yelini
Kanlara buladılar.
Sonra oracıkta tüfek çattılar
Koynumuzu usul-usul yoklayıp
Aradılar.
Didik-didik ettiler
Kirmanşah dokuması al kuşağımı
Tespihimi, tabakamı alıp gittiler
Hepsi de armağandı Acemelinden...

Kirveyiz, kardeşiz, kanla bağlıyız
Karşıyaka köyleri, obalarıyla
Kız alıp vermişiz yüzyıllar boyu,
Komşuyuz yaka yakaya
Birbirine karışır tavuklarımız
Bilmezlikten değil,
Fıkaralıktan
Pasaporta ısınmamış içimiz
Budur katlimize sebep suçumuz,
Gayrı eşkiyaya çıkar adımız
Kaçakçıya
Soyguncuya
Hayına...

Kirvem hallarımı aynı böyle yaz
Rivayet sanılır belki
Gül memeler değil
Domdom kurşunu
Paramparça ağzımdaki...


5.

Vurun ulan,
Vurun,
Ben kolay ölmem.
Ocakta küllenmiş közüm,
Karnımda sözüm var
Haldan bilene.
Babam gözlerini verdi Urfa önünde
Üç de kardaşını
Üç nazlı selvi,
Ömrüne doymamış üç dağ parçası.
Burçlardan, tepelerden, minarelerden
Kirve, hısım, dağların çocukları
Fransız Kuşatmasına karşı koyanda

Bıyıkları yeni terlemiş daha
Benim küçük dayım Nazif
Yakışıklı,
Hafif,
İyi süvari
Vurun kardaş demiş
Namus günüdür
Ve şaha kaldırmış atını.

Kirvem hallarımı aynı böyle yaz
Rivayet sanılır belki
Gül memeler değil
Domdom kurşunu
Paramparça ağzımdaki...


Ahmet Arif

 

 


 

 

 

 

 

sbarikat07@gmail.com
Devrimci Sosyalist Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
Yönetim Yeri: Nurtepe Mah. Cemre Sk. No: 2 Kağıthane-İstanbul