Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini


 

 

B. S. Cevahir

Son günlerde, Kürt İllerinde insan haklarıyla ilgili yayınlanan raporlar; “hak ihlalleri”nde yeni bir tırmanışı işaret ediyor. Buna bağlı olarak da; Kürt Halkı, yeni bir “kaygılı bekleyiş” içine sürükleniyor. Böylece, sömürgeciliğin seksen yıllık politikalarının aynı biçimde devam ettirildiği gerçeği, adeta herkesin gözüne sokuluyor.
Evet, devlet, Mezopotamya’da eskiden beri uyguladığı politikalarını aynı biçimde sürdürüyor. Yani, PKK’nin beş yıl önce ilan ettiği “tek taraflı ateşkes” süreci (ki geçtiğimiz günlerde “sona erdirildiği” KONGRA-GEL tarafından açıklandı) ve uluslararası bir komployla yakalanarak Türkiye’de İmralı’ya kapatılan A. Öcalan’ın, ulusal hareketi adım adım tasfiyeye götüren “Demokratik Cumhuriyet” projesine sömürgeci faşizmin verdiği yanıt; bildik politikadan başkası değildir. 80 yıllık bu politika, elbette “inkar, tenkil ve tehcir”i esas almaktadır. Ne ABD emperyalizminin işgal altında tuttuğu Irak’taki (işbirlikçilik temeline dayanan) “federasyon” ne de “Avrupa Kriterleri”, Kürtler için olumlu bir gelişme kaydetmiyor. Sırtını emperyalizme dayayan devlet; “en iyi Kürt, ölü Kürttür!” politikasını ilke edinerek, Kürtleri “imha” etmenin yeni versiyonları hazırlanıyor. Son dönemde, raporlara da yansıyan bölgedeki “hak ihlalleri”nin nedeni budur...

Seksen Yıllık Politika Nasıl Başladı?
Bilindiği üzere; Kurtuluş Savaşı döneminde Kürtler, Komünistler ve İslamcı güçlerle işbirliği yapan M.Kemal ve arkadaşları, bir yandan bu savaşı yürütürken, diğer yandan da, bu üç gücün “fiziki tasfiye”sini amaçlayan anlayışla hareket etmekteydi. Zira, “en büyük Türk, Atatürk” ünvanını alan M.Kemal; “iktidar için, kardeş katli vaciptir” denilen ve her türlü entrikanın, saray oyunlarının acımasızca sürdürüldüğü Osmanlı İmparatorluğu’nun katliamcı Ordusunda görev yapmış ve onun tarzını iyi öğrenmişti.
Emperyalizmin temel politikası olan “böl, parçala ve yönet” anlayışının iyi bir uygulayıcısı olan TC; Kürt, Komünist ve İslamcı güçlerin “birleşik hareket etme”sinin önüne geçerek, bu güçleri öncelikle birbirlerinden yalıttı ve fiziki tasfiyeye yöneldi. İlk sırada, Komünistler vardı. 1921 Ocağında, TKP kurucusu M. Suphi ve arkadaşlarını Karadeniz’de boğdurtan M.Kemal, bu politikayı diğer iki güce de uygulamak üzere, koşulların olgunlaşmasını bekledi. “Tekke ve Zaviye”, “Şapka” vb. çıkartılan kanunlarla, Kurtuluş Savaşı döneminde sırtını dayadığı “İslamcı güçleri” de darağaçlarına göndermekten çekinmedi. “Takrir-i Sükun Kanunu” ise, Kürtlerin fiziki imhasını sağlayacak ve tüm muhalif güçler tasfiye edilmiş olacaktı. Böylece, M. Kemal’in politikaları Türkiye’nin temelini oluşturacaktı...
“Takrir-i Sükun Kanunu”na dayanılarak, isyancı halk ve Kürt ayaklanmasının önderi Şeyh Sait ve arkadaşları kurşuna dizilerek, darağaçlarına çekilerek katledilerek imha edildi. Bu, devletin Kürtlere yönelik “tenkil” politikasının ifadesiydi. İsyana karıştığı ya da yardımcı olduğundan şüphelenilip de “tenkil”den kurtulan Kürt aşiret ve ailelerini, “zorunlu göç” olarak da bilinen “tehcir” politikasıyla yerlerinden-yurtlarından Batı’ya sürgüne gönderdi. Öyle ya, “Türkiye’nin Doğusu”ndaki Kürt nüfusu azaltılmalı ve Kürtlerin adı sanı bile silinmeliydi. Sıra, “inkar”a gelmişti. Uyduruk bir “güneş-dil teorisi” söylemi geliştirildi ve “dağlarda yürürken ‘kart-kurt’ sesleri çıkardığı” söylenen Kürtlere, “Dağ Türkleri” denilerek kimliksizleştirme politikası egemen kılındı. Böylece, binlerce yıldır Mezopotamya’yı yurt edinen Kürtler’in varlığı/kimliği de “inkar” edilmekteydi...
Özcesi, sömürgeciliğin, Kürt Ulusu’na yönelik “inkar, tenkil ve tehcir” bileşkesiyle amaçladığı temel politika; Kürtler’in varlığının yeryüzünden silinmesiydi. Bundan böyle, kim ki “Kürt ulusal kimliği”ni sahiplenirse, ölümü hak edecek, hasbel-kader katledilmekten kurtulanlar ise, kendi yerlerinden/yurtlarından zorla göç ettirilecti! İşte, seksen yıllık sömürgeci politikaların başlangıç noktasının özeti...
Bu politikanın doruk noktası, 1938’deki “Dersim İsyanı”nın bastırılması döneminde görüldü. İsyan’ı oldukça kanlı bastıran sömürgecilik, binlerce insanı katletmiş ve Dersim’i kan-kızıla boyamıştı! Harçik ve Munzur akarsuları, Roj ve Laç dereleri günlerce kan-kızıl akmış; çatışmaların yoğun geçtiği dağlar/tepeler ve yüksek uçurumların/kayalıkların dipleri, ak(ıtıl)an Kürt kanlarıyla sulanmıştır. Yaşlı-genç ve bebelerin de aralarında bulunduğu onbinlerce Kürt, yerlerinden/yurtlarından göç ettirilmiştir. Böylece, Kuzey Mezopotamya’da tenkil, techir ve inkar politikaları egemen kılınarak, bu topraklarda onlarca yıllık suskunluk sağlanmıştır...

12 Mart’tan 12 Eylül’e Devlet Politikaları
1971 devrimci atılımı ve sonrasında; devrimci sosyalistlerin ve ulusal kurtuluş savaşçılarının, sömürgeciliğin Mezopotamya politikalarında açtığı gedikler, 12 Mart ve 12 Eylül faşist askeri yönetimleri esnasında yeniden kapatıldı ve devletin eksiklikleri tahkim edildi. Her türlü baskının esas alındığı bu devlet politikalarında; yüzlerce Kürt genci öldürüldü ve binlerce Kürt, zindanlara atıldı. Müteveffa Binbaşı Esat Oktay Yıldıran’ın başında bulunduğu Diyarbakır Zindanı ve diğer Kürt kentlerindeki zindanlarda insanlar işkencelerde hunharca katledilmiş ve korkunç işkencelere maruz bırakılmıştır.
Kimliksizleştirme/kişiliksizleştirme politikasının zindan dışı uygulamaları da, pek farklı değildi. Katliamlar, yakılıp-yıkılan ve zorla boşaltılan köylerdeki yurtsever insanların zorunlu göçleri, Kürtçe konuşmanın aile içinde bile yasaklanması, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş dönemi politikalarının aynı biçimde devam ettirildiğinin göstergesiydi. Tek fark ise, asimilasyon politikalarının daha sıkı biçimde uygulanmasıydı. Alevi köylerine camii yaptırılması, fanatik futbol taraftarlığının yaygınlaştırılması ve en ücra köylerde/mezralarda bile askerlerin Türkçe öğretmeye çalışması, asimilasyonist politikalara verilen önemin yalın ifadeleriydi.
PKK’nin 1984 Atılımı’yla başlattığı ve 1998 1 Eylülünde ilan ettiği “tek taraflı ateşkes” dönemine kadar geçen sürede sömürgeciliğin; “inkar, tenkil ve tehcir” politikalarını artırarak sürdürdü. Kürt Halkı’ndan yirmi bin kişinin yaşamını yitirdiği bu dönemde devlet, “topyekün imha” politikasıyla ulusal hareketi tamamen bitirmeyi amaçladı.
En yetkili ağızdan açıklanan “bin operasyon”un büyük bir çoğunluğu, Kürt illerinde gerçekleştirildi. Yüzlerce Kürt, gözaltılarında kaybedildi. Vedat Aydın ve bazı tanınmış Kürt yurtseverlerin işkenceyle parçalanmış cesetleri, “ibret-i alem” için köprü altlarına bırakıldı. Birçok “kayıp” ise; ya köylüler tarafından toprağa gömülü veya dere kenarlarında ölü olarak bulundu; ya da Hizbullah operasyonlarında olduğu gibi, devletçe “toplu mezar evleri”nden çıkartıldı. Böylece, kayıpların sorumluluğu, devletin kurup geliştirdiği Hizbullah’ın üzerine atılmış oluyordu.
Yüzlerce Kürt yurtseveri ve aydını, tıpkı Apê Musa gibi infazlarla “faili belli” cinayetlerde katledildi. Sömürgeci güçlerce öldürülen binlerce çocuk, genç, yaşlı Kürdün cesedi; sokaklarda, köylerde ve dağlarda bulundu. Yine, gerillaların cesetlerine bile hunharca işkence yapıldı. Kelle avcılığı, kulak ve parmak koleksiyonculuğunu özendiren sömürgeci güçler, kendi askerlerini, henüz ölen kadın gerillaların cesetlerine tecavüz etmeye teşvik etti. Panzerlere/tanklara bağlanan gerilla cesetleri, yerleşim yerlerinde sürüklenerek teşhir edildi; çırılçıplak soyulan kadın gerillaların ölü bedenleri halka sergilendi ve parçalanmış bedenlerin fotoğrafları basına dağıtıldı. Böylece, “devlet düşmanlarının sonu budur!” propagandası, her yoldan yapılarak, yurtsever hareketin gelişimi engellenmek isteniyordu.
Sınır ötesi operasyonlarda, binlerce yoksul Kürt emekçisi ve gerillası katledildi. Yakılan yıkılan ve zorla boşaltılan 3 binden fazla mezra, köy ve değişik yerleşim yerlerinde yaşayan milyonlarca Kürt, ağırlıklı olarak Türkiye metropolleri olmak üzere kentlerin varoşlarına göç ettirildi. T. Özal’ın başbakanlığı döneminde çıkartılan “SS Kararnamesi” (Sansür ve Sürgün Kararnamesi), bilinen “tehcir” politikasının yeni dönem versiyonuydu. Bu kararname, “gıda ambargosu” ve “yayla/mezra yasağı”nın da temel dayanağıydı. Ve bu yasaklar, OHAL’in sorunsuz uygulanmasını hedeflemekteydi. Yine, CIA’nin Vietnam’da geliştirdiği “stratejik köyler” uygulaması, mücadelenin gelişiminin engellenmesine yönelik olarak gündeme getiriliyordu. Tarım ve hayvancılık, devlet eliyle sona erdirilirken; yerlerinden zorla göç ettirilen insanlar ise, her türlü altyapı hizmetinden yoksun olarak kentlerin varoşlarında, çadırlarda yaşamaya mahkum edildiler. Türkiye metropolleri ise, Kürt göçmenlerin kendi kaderlerine terkedildiği ve dışlandıkları, horlandıkları mekanlar haline gelmişti.
Sömürgeci güçler için, Kürtlerin kimliksizleştirilmesi/kişiliksizleştirilmesine giden her yol mübahtı. Çünkü Kürt yoktu, onlar “dağ Türkü”ydü. Bunlara Türk kimliği kazandırmak için, tenkil ve tehcirin yetmediği yerde “eğitim terörü” gündeme getirilmeliydi. Önemli olan, “kendini inkâr”ın sağlanmasıydı. Kürtçe bir değildi ve bölgenin çocukları Yatılı İlköğretim Bölge Okulları (YİBO)’nda Türkçe’yi öğrenerek “anadil”lerini unutmalıydı. İşte, dönemsel olarak YİBO’larda ifadesini bulan asimilasyonist politikaların uygulanma nedeni.
Yine de, her türlü baskı, zulüm, yasak ve yozlaştırma politikalarına rağmen, UKM’si bitirilemiyordu. Gerilla mücadelesinin ivmelenmesi, oligarşiyi “iç ve dış kamuoyu”nda zor durumda bırakıyor ve “adım atma” zorunluluğu fazlaca seslendiriliyordu. Özal’ın ağzından duyulan; “Benim annem Kürttü” ve Kuzey Irak’ta Saddam’ın katliamından kaçarak, Türkiye sınırları içerisindeki Kuzey Mezopotamya’ya yerleşmeye çalışan Kürtler için; “Türkiye’nin doğusunda yaşayan bir kısım vatandaşımızın kardeşleri” söylemi, yetkili ağızlarca “Kürt varlığı”nın kabulünün ilk sözlü ifadeleriydi. Bunu, Özal ve Demirel’in; “Kürt realitesini tanıyoruz” sözleri izledi. Ancak sömürgeci devletin temel politikalarını belireyen ve “misak-ı milli”den asla vazgeçmeyeceğini açıklayan Türk Genelkurmayı, bu söylemlerden rahatsızlık duyduğunu açıklamaktan geri durmadı. “Çizmeyi aşan” Özal, birden öldü ve Demirel-İnönü ikilisi, yerlerini Çiller-Karayalçın’a bırakarak devletin temel politikalarından sapmayacaklarını gösterdiler. Genelkurmay ise, UKM’ni tasfiye etmeyi hedefleyecek olan “sonuç alıcı” yönelim için yeni taktik-politik manevralara girişti.
Çeşitli politikacılar ve aydınlar aracılığıyla, PKK ile el altından görüşmeler sürdürüldü. “Adım atılacağı”na dair vaadlerde bulunuldu. Ve böylece, 1 Eylül 1998 ateşkesi gündeme geldi. Sömürgecilik UKM’yi tamamen tasfiye etmek için, bu politik manevraya yönelmişti. İşte, PKK’nin 1 Eylül 1998 itibarı ile ilan ettiği “tek taraflı ateşkes”in perde arkası özeti...

Doğu Cephesinde Yeni Bir Şey Yok
PKK’nin, “Kürt sorununa barışçıl çözüm bulmak” için, 1 Eylül 1998 tarihinde ilan ettiği “tek taraflı ateşkes”e devletin verdiği yanıt; on yıllardır uygulamış olduğu bildik politikadan başka bir şey değildi. “İnkar, tenkil ve tehcir” bileşkesi, asimilasyonist ve yozlaştırma politikasıyla beslenerek yürürlüğe konuldu. Şiddeti azaltılmış da olsa, imha operasyonlarına devam edildi. Aralarında bazı KADEK bölge komutanlarının da olduğu yüzlerce gerilla ve Kürt emekçileri/gençleri, görüldükleri alanlarda katledildi. Başta JİT (Jandarma İstihbarat Teşkilatı) olmak üzere, devletin silahlı güçleri, Kürt halkına yönelik işkenceli sorgularına devam etti ve birçok Kürt kadını bu güçlerin tecavüzlerine maruz kaldı. HADEP Silopi yöneticilerinin de aralarında bulunduğu bazı yurtseverler, gözaltına alınarak kaybedildi. Köy boşaltmalar ve zorunlu göç ettirmeler sürdürüldü. Köy ve mezra yasağı, gıda ambargosuyla birlikte yürütüldü. Her türden kültürel yasaklama ve dil-isim yasağı, yasal güvencelerle teminat altına alındı. Kürtçe isimler, yargıdan döndürüldü ve “Q, X, W” harfleri gerekçe gösterilerek, yayın ve mitinglere yasak konuldu. YİBO’lar yaygınlaştırılarak, asimilasyoncu politikalara hız verildi ve Kürt halkını çürütmeyi hedefleyen yozlaştırma politikaları öne çıkarıldı. Fuhuş ve uyuşturucuya bulaştırılan Kürt gençleri, devletçe edindirilmiş oldukları kötü alışkanlıklarını çevrelerine yaymaya teşvik edildiler.
Evet, “tek taraflı ateşkes”e devletin verdiği yanıt buydu ve bu politikalar, son aylarda hızlandırıldı.
Seçim dönemi ve sonrasında operasyonlara hız verildi. Seçim arifesinde KONGRA-GEL yönetiminde gündeme gelen sorunlar silahlı güçlerde ayrışma yaşanmasına neden olmanın yanı sıra, seçimlerde HADEP’e rağmen “bağımsız aday(lar)” çıkmasını beraberinde getirdi. Seçimler sonuçlandığında bu ayrışma, “ulusal bilinçte kırılma” olarak kendini gösterdi. Seçimlerdeki başarısızlığın bedeli, Kürt halkına yönelik imha politikalarının yeniden tırmandırılmasıyla sonuçlanacak gibi görünüyor.
Böyle söylüyoruz, zira oligarşi imha politikalarını ivmelendirildi. Baharla birlikte oligarşi kırsal alanlarda denetim sağlamak için, büyük çaplı kuşatmalara ve operasyonlara başladı. Gerillalara ev sahipliği yapan dağları ve ağaçlık alanları çıplaklaştırmak için, buralara kimyasal maddeler atıldı ve çekirge/tırtıl gibi böcekler serpiştirildi. Dağlar ve tepeler, uçak ve helikopterlerin bombalarına, karadan atılan top ateşlerine maruz kaldı. Küçük köprüler yakılarak/bombalanarak imha edildi. Gerillaların geçiş güzergahlarındaki köylerde yaşayan yoksul Kürt emekçileri, sömürgeciliğin işkenceleriyle yüz yüze geldi ve bir çoğu her türlü baskının mağduru oldu.
Kürt illerinin tamamında imha politikalarını ivmelendiren devletin, son dönemdeki bazı askeri operasyonları özetle şöyle.
* 9 Nisan’da Eruh’a bağlı Payamlı köyünde çıkan çatışmada bir gerilla yaşamını yitirdi.
* 12 Nisan’da Şırnak’ın Gabar ve Çırçu dağlarında operasyon başlatıldı.
* 13 Nisan’da Muş/Varto kırsalında operasyon
* 14 Nisan’da Tunceli/Çiçekli’de operasyon ve iki MKP gerillasının öldürülmesi. Aynı dönemde, Tunceli merkez kırsalı ve Munzur Baba dağları arasında büyük çaplı operasyon.
* 22 Nisan’da Hatay’ın Amanos dağlarında çatışma ve üç gerillanın öldürülmesi.
* 17 ve 26 Nisan’da Şırnak/Cizre ve Betasor’da askeri operasyon.
* 22 Nisan’da Bitlis/Çaltıklı köyü kırsalında çatışma.
* 4 Mayıs’ta, Eruh’un Sarıgöl Mahallesi’nde yapılan baskın ve bir gerillanın yaşamını yitirmesi.
* 4 Mayıs’ta, Bingöl/Güzeldere köyü kırsalında operasyon.
* 5 Mayıs’ta, Eruh/Gedika ar köyünde meydana gelen çatışmada 6 gerillanın yaşamını yitirmesi.
* 5 Mayıs’ta, Batman/Gercüş’te operasyon ve bir gerillanın öldürülmesi.
* 9 Mayıs’ta Mardin/Nusaybin’e bağlı Kuşkaya’da düzenlenen operasyon ve bir gerillanın yaşamını yitirmesi.
* 9 Mayıs’ta Diyarbakır/Lice kırsalına yönelik operasyon.
* 12 Mayıs’ta, Hakkari/Çukurca’da askeri operasyon.
* 20 Mayıs’ta Tunceli/Hozat kırsalına yönelik operasyon.
* 25 Mayıs’ta Tunceli/Çemişgezek kırsalına düzenlenen büyük çaplı askeri operasyon... (Operasyonlara ilişkin bu bilgiler, Birgün Gazetesi’nin 27 Mayıs 2004 tarihli sayısından alınmıştır.)
Sömürgeci güçlerinin, Kuzey Mezopotamya’nın bir çok yerinde ve kara destekli kapsamlı operasyonları devam ediyor. Özellikle Dersim, Amed, Botan ve Hakkari kırsallarına yönelik büyük çaplı operasyon ve kuşatmalar, mezra/yayla yasağı, gıda ambargosu ve yoksul Kürt köylülerine yönelik işkenceli sorguları da beraberinde getiriyor. Son zamanlarda Botan, Dersim ve Amed bölgelerindeki adam kaçırmalar ve işkencelerin artmış olması, basına da yansıyor. İnfazlar yeniden gündemleştiriliyor. Q, X, W harfleri gerekçe gösterilerek Newroz kutlamaları engelleniyor; afiş ve bildiriler aynı gerekçeyle yasaklanıyor, basın açıklamalarına azgınca saldırılıyor ve 1 Mayıs’ta Amed’de olduğu gibi devletin güçlerinin terörü kamuoyu gözü önünde cereyan ediyor. Bir yandan TV’de “Kürtçe” yayının önündeki engeller kaldırılırken, diğer yandan isim yasaklamaları hızlandırılıyor. Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği, Atatürkçü Düşünce Derneği, Çağdaş Kadınlar Derneği, YİBO’lar aracılığıyla asimilasyonist politikalar ivmelendirilirken, yoksul Kürt gençlerinin yozlaşması için her türden “serbesti” tanınıyor. Fuhuş, uyuşturucu ve kumar, devlet destekli olarak büyütülüyor.
Ve lâkin, sömürgeciliğin seksen yıllık “inkar, tenkil ve tehcir” politikası, asimilasyon ve yozlaştırma destekli olarak ivmelendiriliyor. Yani 1924’lerden günümüze uzanan süreci özetle ifade edecek olursak, “Doğu Cephesi”nde yeni bir şey yok!...

Birleşik Mücadelenin Önemi
Sömürgeciliğin Kürt halkının inkarına dayanan 80 yıllık politikasının tekbir alternatifi vardır. Ve bu alternatif; ne “Demokratik Cumhuriyet” eksenindeki “icazet”le, ne de Türk ve Kürt halklarının kardeşliğini seçim sandıklarında kurmaya kalkmakla oluşturulamaz! Tek alternatif politika; “Bağımsız Birleşik Demokratik” bir ülke kurmaktır. “Birleşik” diyoruz, zira ortada; Türkiye, Irak, İran ve Suriye devletleri arasında dörde bölünmüş sömürge bir ülke var. Ve sömürge parçalar bir araya getirilerek, yüzyıllardır ayrı yaşamaya mahkum edilmiş halk, “birleşik” yaşamalıdır. Bu, dünyada “birleşik” yaşayan her halk kadar, Kürtlerinde hakkıdır! “Bağımsız” diyoruz zira, hiçbir emperyalist güç, dünya emekçi halklarının ve dolayısıyla Kürtlerin dostu olamaz. Öyleyse, tüm emperyalist güçlerden ve sömürgecilikten kurtulmuş bir halk, özgürce kendi geleceğini kendi belirler ve bunun yolu da, “bağımsızlık”tan geçer. “Demokratik” diyoruz zira, işçi ve emekçilerin “demokrasi mücadelesi içerisinde eğitilerek; başta kadın ve toprak sorunu olmak üzere; kent ve kır, kafa ile kol emeği vb. çelişkilerini/sorunlarını çözerek, insanlığın gerçek ve yegane kurtuluşu olan sosyalizme giden yoldaki tüm engelleri aşmak, tarihsel bir zorunluluktur. Ve buda, ancak ve ancak, “demokratik” bir ülke kurmakla gerçekleştirilebilir.
Böyle bir ülkeyi kurmanın yolu ise; öncelikle kurtuluş mücadelesini doğru temeller üzerinde yürütecek, yeni bir ulusal devrimci önderliği oluşturmaktan geçer. Zira, PKK’den KONGRA-GEL’e uzanan süreçte, yanlış politikalar nedeniyle ulusal devrimci dinamikler sakatlanmış ve “stratejik bir saptama” olarak ifade edilen Demokratik Cumhuriyet projesi ile, her türlü direnişle/kahramanlıkla yaratılan ulusal kurtuluş mücadelesi/ulusal devrimci değerler adım adım tasfiye edilmeye çalışılmıştır. Bu nedenle, Kuzey Mezopotamya’da yeni bir ulusal devrimci sosyalist yapının oluşturulması “olmazsa olmaz” koşuldur.
Yaratılacak bu yeni önderlik, UKKTH ilkesini esas alarak, sömürgeci güçleri alt edebilecek tek yöntem olan, politikleşmiş askeri savaş mücadelesi ekseninde geliştirilecek bir gerilla savaşını geliştirerek ülke devrimini muzaffer kılacaktır. Sömürge bir ülkenin tek kurtuluş yolu budur!...
Bir kez daha yineliyoruz ki, Yukarı Mezopotamya ayrı bir ülkedir. Bu da, “iki ayrı devrim” perspektifini şart koşar. Bu temel anlayış unutulmadan, Türkiye ve Mezopotamya halklarının birleşik gerilla mücadelesini örmek, doğru bir yönelimdir. Öyleyse, uluslararası emperyalizmin ve sömürgeciliğin ekonomik, politik, askeri, teknolojik ve kültürel baskısı altında inleyen bu iki “kardeş halk”; ortak düşmanlarına karşı “Birleşik Halklar Cephesi”ni bugünden yarına örme çalışmalarını durduraksız ve ivmelendirerek sürdürmelidir! Halklarımızın içiçe yaşadığı alanlar bunun için somut olanaklar sunmaktadır; Sivas, Erzincan, Dersim, Elazığ, Malatya, Adıyaman, Maraş, Osmaniye, Gaziantep ve Hatay illerini kapsayan alan halkların içiçe yaşadığı ve kardeşleşmenin ortak devrimci savaşımlar üzerinden yaratılacağı bölgelerdir. Sırtını birbirine dayamış ve yüzleri ortak düşmanlarına dönük olan Türk ve Kürt emekçi halkları; sömürgeci egemen güçleri alt ederek, Ortadoğu’da “devrimci halklar birlikteliği”nin zeminini güçlü kılabilirler. Böylece; Türk, Kürt, Arap ve Fars halklarının başını çektiği ve diğer ulusal topluluklarında içerisinde yer aldığı hakların birleşik mücadelesi, Ortadoğu’da emperyalizmin ve sömürgeciliğin kökünü kazıyacaktır. ABD emperyalizminin, bölge halklarını tamamen egemenliği altına almayı hedefleyen Büyük Ortadoğu Projesi’nin (BOP) tek alternatifi budur. Ortadoğu’da bağımsızlığı temelleyen, eşit ve özgür birlikteliği sağlamak için, halklarımız ve devrimci sosyalistler üzerlerine düşen tarihsel sorumluluğun gereğini yerine getirmelidir. Öyleyse hep birlikte, görev başına!...

VE BÖYLE BUYURDU "SARUHAN": "SİLAHLARI GÖMÜN!"

"Silahlar toprağa gömülmelidir. Çünkü Kürt sorununda silahlı mücadele ile olumlu bir sonuç elde etmenin imkanları tükenmiştir." (BİRGÜN, 2 Haziran 2004)
ÖDP yöneticisi ve BİRGÜN Gazetesi yazarı Saruhan Oluç'un, KONGRA-GEL'in, 1 Haziran 2004 tarihi itibariyle son verdiği "tek taraflı ateşkes"e verdiği yanıtın özeti bu cümlede ifadesini buluyor. Halkın henüz savaş yorgunu olduğu, devlet TV'sinde Kürtçe yayın yapılacağı, Kürtçe kurslar açıldığı, cezaevindeki DEP milletvekillerinin serbest bırakılma olasılıklarının bulunduğu vb. vurgularla 'uyum yasaları'na atıfta bulunarak, devletin Kürt sorununda adımlar attığı ve atmaya devam edeceğini belirtiyor ve soru- yor: "Silahlı mücadele ile ne elde edilecek?"
Peki, PKK'nin "tek taraflı ateşkes" ilan ettiği beş yıllık süre zarfında devletin yaptığı katliamlar, tecavüzleri de içeren işkenceli sorgular, gözaltı kayıpları, köy boşaltmalar, isim yasakları, Q, X ve W harfleri gerekçe gösterilerek basın ve miting yasaklamaları, doğa tahribatı vb. uygulamalarının bileşkesi olarak ifade edilebilecek Kürtlerin inkarı karşısında ne yapılmalıydı?
Yasal politika zeminini kaybetmemek uğruna, bu tür imha ve inkara dayanan devlet politikaları olurlanmalı ya da sessiz mi kalınmalıydı? Oturduğunuz rahat parti koltuklarından ya da masanızdaki bilgisayar tuşlarından Kürt Halkı'na akıl vermeyi nasıl içinize sindiriyorsunuz! Siz, onlarla aynı acıları paylaştınız mı? Gözaltında kaybedilmenin, işkenceli sorguların, anadilinizi kullanmak ve Kürtçe şarkı/türkü söyleyebilmek için ölümü göze almanın ne olduğunu anlayabilir misiniz? Yerleşim yerinizden, yurdunuzdan sürgüne gönderilmek (ki, bunları çoğaltabiliriz) sizin için bir şey ifade ediyor mu? Varlığınızın inkar edilmesinin acısını, yüreğinizde duyumsamayacaksanız eğer, elbette zorba devletin karşısında "silahları gömün" çağrısı yapabilirsiniz.
Kürtlerin acısını anlamak için, ille de Kürt olmak gerekmiyor bay Saruhan. Düzeniçi mücadele anlayışınız, sizlerin gözlerini kör etmiş görünüyor. Gerçekçi olun ve bir halkın acısını anlayın. İşte o zaman, yanlışlıklar içerse de, bir halkın ulusal mücadelesini yürütmeye çalışanlara, "silahları gömün" çağrısı da yapmazsınız.

 

 


 

 

 

 

 

sbarikat07@gmail.com
Devrimci Sosyalist Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
Yönetim Yeri: Nurtepe Mah. Cemre Sk. No: 2 Kağıthane-İstanbul