Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini


 

 

Çev: Z. Bahar

Live From Palestine dergisinde çıkan, Ghada Ageel’in bildirdiği, 16 Mayıs 2004 tarihli bu haber yazısını Gazze’deki günlük hayatı çok canlı bir biçimde anlattığı için yayınlıyoruz.

Gazze’deki durumu tanımlayan cümle; “inancın yanıbaşındaki dehşet” olabilir.
11 Mayıs Salı gününden beri binlerce insan yaşadıkları yerlerden sürgün ediliyor; bebekler, çocuklar, öğrenciler, memurlar, her yaştan kadın ve erkekler. Kural tanımayan bu hayat, insanları yerlerinden yurtlarından ediyor.
Filistin’de yaşananlar bunlar işte. Ve “demokratik” (!) İsrail devleti insan haklarına yönelik bu vahim saldırıyı sürdürüyor.
Onbinlerce öğrenci ve memur güney şeridinden (HanYunus ve Refah) Gazze şehrine üniversitede okumak, çalışmak ve diğer çeşitli gereksinmeleri için geldiler. Ama İsrail’in Gazze Şeridi’nin tüm kontrol noktalarını -bölgeyi üç parçaya bölmek amacıyla- kapatmasından sonra, tümü de Gazze’de saplanıp kaldılar.
Annem o insanlardan birisiydi. Gazze Şeridi’ndeki kız kardeşimi ziyaret etmek için pazartesi öğleden sonra geldi. Geceyarısına kadar kalmayı ve Salı sabahı eve geri dönmeyi planlıyordu. Ancak Salı sabahı olduğunda Gazze civarındaki Zeytun’da, kız kardeşimin yaşadığı Sabra sınırına çok yakın bir yerde, kuşatma haberleriyle şaşırdı kaldı.
Gazze Şeridi’ndeki diğer herkes gibi o da haberleri sadece televizyon ve radyo yoluyla değil, aynı zamanda Sabra’da binaların üzerinde uçan ve Zeytun’a güdümlü mermilerle roket atan, yüksek tahrip gücüne sahip mermilerle bütün çevreyi bombardıman altında tutan İsrail savaş helikopterlerini izleyerek ve patlamaları dinleyerek de takip ediyordu.
Han Yunus mülteci kampına ulaşmak için iki kontrol noktasını geçmek zorundaydı. Bunlardan ilki, kum yığınlarından oluşan iki koca tepeyi bekleyen tankların olduğu, Netzarim yasadışı yahudi yerleşiminin yanındaydı. Bu tanklar sahil yoluna girişi kapatıyor ve karşıya geçmeye kalkanların önünü kesiyordu. İkinci kontrol noktası ise Han Yunus ve Deir Al-Baleh arasında bir yerde olan Ebu Holi kontrol noktasıydı.
Salı günü; annem ertesi gün, ilk kontrol noktasını geçebileceğine karar verdi. Bu, Ebu Holi’ye göre daha kolay olanıydı. Son günlerde sayısız saldırıya maruz kalan Han Yunus’ta bıraktığı iki erkek ve bir kız kardeşim için endişelenmekten ölüyordu. Kendisi Gazze’deyken ordunun kampa saldırmasından korkuyordu. Ailemizin başına daha kötü şeyler gelme kaygısı hep vardı ve bu yüzden tüm zamanını onlarla geçirmek istiyordu. Şu an onun için asıl önemli olan, babam da Mısır’da olduğu için çocuklarının yanında hiçbir aile büyüğünün olmamasıydı.
Kızkardeşim ve ben onu bu fikrinden caydırmayı başaramadık.
Sabra’dan buluşacağımız yere (Netzarim’in kuzeyine) kadar taksiyle gitmesine karar verdik. Çünkü tankların bulunduğu anayolu kullanamazdık. Tekrar başka bir taksiye binmek için anayolu kullanmadan önce yolculuğun bir kilometresini sahilden kontrol noktalarının etrafını dolaşarak geçtik. Onu bulabilmek için yarım saat yürüdüm. Yolculukta birçok çocuk ve öğrenci de vardı. İsrailliler birçok kez taciz atışında bulundu. Ben de etrafımdaki çocuklar ve öğrenciler gibi birçok defa koştum.
Ailemde çocuk gibi koşmayı sevmem konusunda adım çıkmıştır. Şimdi yine koşuyorum, ama bu kez durum farklı; hayatta kalmam buna bağlı. Ve tabii kumluk Gazze Sahilinde koşmak pek öyle kolay değil. Bazı insanlar koşarken korkudan ve telaştan ayakkabılarını kaybettiler ama yalınayak koşmaya devam ettiler. Diğerleriyse ayakkabılarını ellerine alıp koşuyorlardı.
Yaşlı kadınların bazıları yere düştükten sonra ağlıyorlardı, deniz suyu elbiselerini ıslatmıştı çünkü ve bu, insanın gururunu inciten bir durumdu ama koşmak zorundaydık, başka çaremiz yoktu. Annemi diğer tarafta gördüğümde, onu bu tarafa güvenli bir şekilde nasıl geçiririm diye endişelenmeye başladım. O koşamıyordu. Hatta üç dakikada bir nefes almak için durmadan yürüyemiyordu bile. Sonra insanları taşımak için gelen, eşeklerin çektiği yük arabasını gördük. 4 şekel (İsrail para birimi-ç.n.) ödeyip yük arabasına bindik. Yük arabasının sahibi, arabanın kenarına dikkatlice tutunmamızı ve ateş açılacak olursa arabanın içinde yere yatmamızı söyledi. Hal böyleyken daha da hızlanmamız gerekiyordu.
Bu çılgın bir şey, biliyorum ama bugün içinde bulunduğumuz durumda hiçbir şey normal değil. Oturduk. Şoför yanımızda oturuyordu. Gözlerimi kapattım ve sessizce ağladım. Bir dakikalığına annemin beni doğurmadığını düşündüm. 14 yaşlarındaki sürücü, gözyaşlarımı gördü ve moralimi bozmamamı söyledi. “En azından sen insanların katledildiği Zeytun’da değilsin. Hayatta kalmak için bir şansın var.”
Varacakları yere ulaşmak için iki dakikaya daha ihtiyaçları vardı. Ve bütün bunlardan sonra, eğer hiçbir şey olmazsa görüntülerimizi alabilecek bir kameraman vardı. Görünüşte gazetecilerin tümü Erez’de, Gazze’ye gidişte yollarının üzerindeki kontrol noktasında engellenmemişlerdi. Bazıları açıkçası daha erken ulaşmışlardı veya Filistin basınıyla birlikteydiler.
Tüm tehlikelere rağmen karşıya geçmeyi başardık. Annem çok mutluydu ve ben de bir dakikalığına onunla bu mutluluğu paylaştım.
Evime ulaştık. Yolculuğun ilk ayağı tamamlanmıştı. Ebu Holi kontrol noktasına devam etmeden önce kısa bir mola vermeye karar verdik.
Radyoyu dinlerken, İsrail ordusunun Ebu Holi noktasını açtığını duyduk. Kocam Nasser iki çocuğumuzu aldı ve hemen arabamıza koştuk. Ben de anneme yardım ettim ve motorun dayanabileceği en hızlı şekilde sürdük. Annem eve dönebileceği için çok mutluydu. Ama mutluluğu uzun sürmedi. Kontrol noktası kapandıktan iki dakika sonra ulaşmıştık oraya. İsrail, kontrol noktasını 20 dakika ile sınırlı olarak açmıştı. Eve dönmeden önce dört saat bekledik. Annem fazlasıyla hayal kırıklığına uğramıştı.
Annem o gece uyuyamadı. Perşembe sabahı 8.00’da onu tekrar kontrol noktasına götürdüm. Hava çok sıcaktı ve binlerce insan orada bekliyordu. Hepsi, ordunun, karşıya geçmelerine izin vermesi için dua ediyorlardı. İnsanlar haberleri takip ediyor ve İsrail ordusunun geri çekilmesiyle tahribatı daha açık bir şekilde görüyorlardı. İnsanlar ayrıca Refah’ı vuran ve 13 insanın ölümüne neden olan Apaçi helikopterini de duydular. Ölenlerden birinin akrabası olan iki kız sinir krizi geçirip gözyaşlarına boğuldular. Kontrol noktasındaki insanlar onları sakinleştirmeye çalışıyorlardı.
Beş haftalık bebeğini bırakıp Gazze Şehrine doktoru görmeye gelmiş bir kadın vardı. O eve dönemedi. İş bulabilmek için sertifikasını damgalatmaya gelen genç bir adam vardı. Ancak yolda kaldı. İnsanlar kızgın güneşin altında kavruluyorlardı. Birçoğu geceyi ağaçların altında veya taksilerinde uyuyarak geçirdi. Bazıları arkadaşlarıyla uyumak için orta kamplara veya Gazze Şehrine döndüler. Paralarının hepsini yolculukta ve kontrol noktasında harcayan öğrenciler, hiçbir şey yapamamış olmanın yarattığı büyük ümitsizlikle oturuyorlardı. İnsanlar Kızılhaç’ı arıyorlardı, UNRWA, Mısır Temsilciler Meclisi ve kendi Kızılay’ları onlardan, İsrail’e ulaşmaya çalışmalarını veya kontrol kapılarını açtırmak için onlara baskı yapmalarını istiyorlardı. Sonra, günün ortalarında, aralarından seçtikleri iki kişi, İsrail askerlerinin yanına gitti ve gömleklerini çıkarıp ellerini başlarının üzerine koyarak onlarla konuşmayı denediler.
Durumu anlattıktan sonra -İnsanların gözlerinden de anlaşılan bu durum için açıklama yapmaya gerek bile yoktu- askerler, sessiz kalırsak kapıyı açacaklarına söz verdiler. Kapıyı açmaları umudu ile altı saat sessizce oturduk. Saat henüz 16.30 olmamıştı ki insanlar askerlerle konuşmak veya hiç değilse ilerlemek adına şanslarını denemek için tekrar kontrol noktasına yanaşmaya başladılar.
Aniden, askerler gerçek mermiler ve gözyaşartıcı bomba kullanarak ateş etmeye başladılar. Tankları ve jipleri üzerimize doğru sürmeye başladılar. Annemi, 8 saattir beklediği yerdeki taksiden aldım ve koşmaya başladık. Küçük kızım Ghaida yakınlarda bir yerlerde çığlık çığlığa bağırırken, bir elimle oğlum Tarık’ı tutuyordum. Diğeriyle de anneme yardım ediyordum.
Annem yere düştü ve insanlar onu kaldırdılar. Ben Tarık’ı aldım ve gözyaşartıcı gazın olduğu yerden kaçmaya başladık. Bağırarak kızım Ghaida’yı çağırdım. Yakınlarda bir yerlerden bana seslendiğini duyuyordum ama onu göremiyordum. Bir anne olarak bu anlar çok kötüydü.Beş kişi yaralanmış, yaklaşık on kişi de gazdan bayılmıştı. Ambulans sirenleri duyulmaya başladı ve ben hala Ghaida’nın yerini bulamamıştım. Ateş hala devam ediyordu ve kontrol noktasının yanındaki buğday tarlası yanmaya başlamıştı.
O dakikaların nasıl utanç verici olduğunu, korku yarattığını anlatmaya kelimeler yetmez. Bir an için, bunun nasıl bir hayat olduğuna hayret ediyorsunuz. Biz de insanca bir yaşamı hak etmiyor muyuz?
Bütün bu yaşananlardan sonra bile, insanlar hala İsrail’in kontrol noktasını açma umudunu sürdürdü. Ve tekrar sıralanıp sessizce oturduk; Bekleyen yüzlerce ümitsiz yüz... Annemi evime dönmeye ikna etmeye çalıştıysam da, o hala kontrol noktasının açılabileceği umudundaydı. Askerlerin iki adama söz verdiklerini ve bu sözlerine sadık kalabileceklerini söyledi. Bu arada Ghaida’yı buldum. Ghaida 8, Tarık hemen hemen 4 yaşındaydı. Çok yorgundular ve yüzleri sapsarıydı.
Annemle iki saat kadar daha oturduk. Buldozerlerin eşlik ettiği tanklar tekrar hareket etmeye başladı. Kum getirdiler ve yolu kapattılar. Biz, araziyi temizlediklerini ya da düzelttiklerini zannettik ama onlar yolu kapatıyorlardı.
İnsanlar tek bir ağızdan bağırmaya başladılar: Hayır, lütfen kapatmayın, gitmemize izin verin. Bunca bekleyişe verdikleri tek yanıt yine şiddetti; başkaca ne bir söz ne de bir eylem, tekrar ateş etmeye başladılar.
Şu an saat 19.00 civarı. Aynı sahne, daha önceden de olduğu gibi tekrar ediyor. Ancak bu sefer hiçbir umudumuz olmadan, sadece büyük bir hayal kırıklığı ile 10 saatten fazla süren bekleyişten sonra kaçıyoruz.
Hemen hemen bütün kadınlar ve çocuklar ağlıyor ve feryat ediyorlardı. Erkekler yardım ediyorlardı ve ben annemin yüzüne bakamıyordum. Söyleyecek hiçbir şeyim yoktu. Tekrar, çocuklarımın ne kadar yorgun göründüklerini fark ettim. Dönüş yolumuzda sessizlik hakimdi. Gözyaşlarımız bile tükenmişti. Annemin stresini, sıkıntılarını hafifletmek için ağlamasını diledim ama yapamadı.
Aynı bitkin bekleyiş Cuma günü de yaşandı ama bu sefer biz orada değildik. Gitmemeye karar verdik fakat haberleri alabilmek için kontrol noktasına gitmemiz gerektiğini biliyorduk. Bu hikayenin bir sonu yok. Yarın tekrar bekleyeceğiz. Gideceğimiz yere varabilecek miyiz veya bunca acılara katlanmış annem o günü görebilecek mi ve gazdan, mermiden ve nefretten ibaret bu hayata tahammül edebilecek mi?

 


 

 

 

 

 

sbarikat07@gmail.com
Devrimci Sosyalist Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
Yönetim Yeri: Nurtepe Mah. Cemre Sk. No: 2 Kağıthane-İstanbul