Kusurlu Yol Haritası
Yol Haritası’nın temel kusuru, sürekli olarak
Filistinlileri anlaşma ile ilgili koşullara uymaya
zorlarken, İsrail’in sorumluluklarını belirtmekte
zayıf kalmasıdır. Şaron hükümetinin Yol Haritası’nda
yapılmasında ısrar ettiği 14 değişiklik de bununla
ilgilidir. ABD yönetimi bu 14 değişikliğin 12’sini
onayladı bile. Üstelik, Bush geçen ayki Akabe
Zirvesi’nde İsrail’in önerisiyle 13. değişikliği
de onayladı.
Değiştirilmiş Yol Haritası’na göre İsrail kendi
sorumluluklarını yerine getirmeden önce, Filistinliler
İsrail’in güvenliği ile ilgili her şeyi yerine
getirmek zorundalar. Daha kötüsü, Akabe Zirvesi’nde
Bush, Filistinlilerin geri dönüş hakkından bahsetmekten
kaçındı. Orijinal Yol Haritası metni, dengeli
ve eş zamanlı yükümlülüklere dayanan bir belgeden,
bir dizi koşulla tek yönlü Filistin itaat belgesine
dönüştürülmüştür. Orijinal metin açık bir biçimde
Yol Haritası’nın hiçbir müzakere ve değişiklik
olmaksızın uygulanmasını şart koşuyor.
Yol Haritası bizi Oslo sonrasında gelişenin benzeri
bir çıkmaza götürecek. Değiştirilmiş Yol Haritası’ndaki
böylesi büyük kusurlara rağmen, Filistin Yönetimi,
Filistinli muhalif gruplarca ifade edilen tüm
kaygıların aksine anlaşma şartlarını memnuniyetle
kabul etti.
Şaron daha şimdiden (Filistinli silahlı direniş
gruplarıyla İsrail arasında yapılan) ateşkesin
yeterli olmadığını söyleyerek, Filistinlilerin
anlaşmaya uyma konusundaki performansını eleştirmeye
başladı bile. Üstelik Şaron direniş gruplarının
yasaklanmasının ve silahlarına el konmasının gerekli
olduğunu söylüyor. Eğer Filistin Yönetimi onun
taleplerini yerine getirmezse, ateşkesi ve İsrail
güçlerinin 28 Eylül 2000’den sonra yeniden işgal
ettiği bölgeleri boşaltmasını öngören Yol Haritası’nın
1. Aşamasını yürürlükten kaldıracağı tehdidini
savuruyor.
Dahası, Yol Haritası, İsrail’in Mart 2001’den
beri inşa ettiği tüm yerleşimleri ortadan kaldırmasını
şart koşuyor. Şaron iktidara geldiğinden beri
yerleşimlerin sayısı 105’e ulaştığı halde, İsrail
hükümeti yalnızca 8 tanesini kaldırdı. Bunların
7’si zaten boştu ve diğerinde de 10’dan daha az
aile yaşıyordu. Bu arada, İsrail Yerleşimler Bakanlığı,
düpedüz Yol Haritası’nın ihlali olduğu halde 20’den
fazla yeni yerleşim inşa etti.
Ayrıca, İsrail’in “Gazze-Beytüllahim Önceliği”
olarak adlandırdığı boşaltma da aslında tam anlamıyla
bir boşaltma değil. Gazze’de sadece 28 Eylül 2000’den
sonra yeniden işgal edilen bölgeler boşaltılıyor.
Beytüllahim’de ise sadece kasabalardan çekiliyorlar,
oysa onların tarafında kalan köylerden ve mülteci
kamplarından çekilmiyor. Diğer bir deyişle, İsrail
şehirden çekiliyor ama hâlâ aynı şehirleri kuşatmaya
ve abluka altında tutmaya devam ediyor. Bu, Likud
ve İşçi Partilerinin koalisyonundan oluşan geçmiş
hükümet tarafından önerilen eski bir İsrail projesinin
bir parçası.
Şaron’un yaptığının “Yol Haritası”nı politik bir
karşılıklılık durumundan tek taraflı bir güvenlik
anlaşmasına çevirmek olduğu açıkır. O, Filistinlerinin
periyodik performans değerlendirmesinin Bir Amerikan
denetleme grubu tarafından takip edilmesini istiyor,
oysa orijinal “Yol Haritası”na göre bu değerlendirmeyi
ABD, Rusya, AB ve BM’den oluşan bir Dörtlü Komite
yapacaktı. Bu, Şaron’un ABD yönetiminin belgede
yapmasını sağladığı 13 değişiklikten birisiydi.
Kudüs’ten Bağdat’a
Filistin bağımsızlık mücadelesi şu anda bir dönüm
noktasındadır: Ya başarıya ulaşacak ya da sert
bir esintiyle dağılıp gidecektir. Irak’a ABD-İngiliz
saldırı ve işgali, daha çok ikinci seçeneği güçlendiriyor.
Irak’ın parçalanarak ABD güdümünde yeniden inşası,
bu ülkenin bir süredir var olan öncü Arap ülkesi
olma potansiyelini kırmaya yöneliktir. Bu durumun
Arap-İsrail çatışması bağlamında Arapları olumsuz
etkilemesi bekleniyor.
İşgalin ardından, Irak, Türkiye-Irak-İran üçgeninde
yükselen gerilimde hiçbir rol oynayamamaktadır.
ABD yönetimi bunun çok iyi bir biçimde farkında
ve bu, neden bölge üzerindeki hegemonyasını yoğunlaştırmak
için başlangıç noktası olarak Irak’ı seçtiğini
de açıklıyor. ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell’ın
kimi noktalarda ABD Dışişleri Komitesi’ne Irak’ın
Ortadoğu’yu ABD’nin stratejik amaçları doğrultusunda
yeniden düzenlemede anahtar rol oynadığını söylediğini
unutmayalım. Fakat bunun bedeli oldukça yüksek
olacak ve Arap devletleri, özellikle de Arap-İsrail
çatışması içinde yer alanlar, bu bedeli ödeyecek.
Irak’taki rejimin tavrı, Irak’ın İranlı komşularına
karşı Körfez ülkelerinin finansal desteği ve ABD’nin
sponsorluğuyla başlattığı savaştan beri açık ve
nettir. Bu ayrıca Irak rejiminin bölgesel bağımsızlık
hedefleyen tüm ilerici hareketlerin karşısında
olduğunu da kanıtladı. FDHKC, Bağdat’taki Irak
rejimine bir elçi yollayarak ABD’nin Irak’a müdahale
tehdidi konusunda uyardı. Elçimiz Irak liderine
tüm bölgeyi sarsacağı açık olan ABD tehdidini
önlemesi için çalışmasını, bu amaçla Kuveyt dahil
Körfez ülkeleriyle bağlarını geliştirmesini öğütledi.
Eğer öyle yapsaydı Saddam Hüseyin, ABD’nin Irak’a
karşı savaşında Arap toprağını bir saldırı üssü
olarak kullanmasını önleyebilirdi.
FDHKC’nin inisiyatifi aynı zamanda Irak başkanının
tek parti yönetimini sona erdirmek için acil adımlar
atması ve politik sistemi demokratikleştirilmesi
yönünde zorladı. Onu, çok partili parlamenter
demokrasiyi getirerek anayasayı değiştirmesi için
zorladık. Fakat hiçbiri işe yaramadı. Savaş gerçekleşti
ve tahminlerimiz doğru çıktı.
Bağdat’ın düşmesinden bir gün sonra Amerikalılar
İsraillilere bu savaşın zincirleme reaksiyonlara
yol açacağını söylediler. Dediler ki, Irak’tan
sonra Arap rejimleri birbiri ardına düşecek ve
yeni bir Ortadoğu düzeni ABD çıkarları doğrultusunda
kurulacaktır.
Bu çıkarların başında elbette ki bölge petrolünün
kontrolü ve Filistin-İsrail çatışmasına sürekli
ve kalıcı bir anlaşma empoze etmek geliyordu.
Amerikan bakış açısına göre bunu başarmanın en
iyi yolu bu çıkarlar doğrultusunda çalışacak Arap
blokları kurmaktı.
İşte “Yol Haritası” böylesi bir atmosferde ortaya
çıktı. Hepimiz biliyoruz ki Oslo Anlaşması’nın
başarısızlığı Filistinlileri çıkmaza sürükledi
ve bundan dolayı İntifada patladı. İntifada Filistin-İsrail
görüşmelerindeki pat durumuna bir alternatif olarak
ortaya çıktı. Ve ilk olarak Camp David, sonra
Oslo ve daha sonra Camp David II tarafından başlatılan,
yıllarca süren zulmün bir sonucuydu.
Birleşik Bir Liderlik İçin Genel
Plan
İntifada, 2000 yazındaki Camp David II görüşmelerinin
başarısızlığının yarattığı kötü ortamda patladı.
Daha çok abuk sabuk uluslararası koşullar altında
gelişti. Örneğin, ABD Başkanı George W. Bush kendini
tanrı tarafından Irak’ı istila etmek için gönderilmiş
yeni bir peygamber olarak görmeye başladı ve daha
sonra yeni bir düş gördüğünü iddia etti; iki devlet:
Filistin ve İsrail…
Filistinliler, bizim toprağımıza el koyarak yayılmacı
bir projeye, sömürgeciliğe dönüşen ve bizim insanlarımızı
topraklarından kovarak oraya başka insanlar yerleştiren
işgalin sona ermesini istiyor. Ne yazık ki bu
İsrail projesi, meşruluğunu tanrının İbrahim ve
oğlu İshak’a Nil Nehrinden Fırat’a kadar olan
toprakları vaat ettiğini iddia eden Yahudi dinsel
metinlerinden alıyor.
Filistin, bu projenin sadece ilk aşamasıydı ve
insanlar bunun bu kadarla kalacağını sandılar.
Fakat Mısır’a karşı 1956 savaşı bunu izledi, hem
de Mısır’ın İsrail’le hiçbir problemi yokken.
İsrail’in amacının Mısır’ın ekonomisinin gelişmesini
önlemek olduğu açıktı.
Birkaç yıl sonra, 1967 Arap-İsrail savaşı gerçekleşti
ve bu olay daha fazla Arap toprağının işgaline
yol açtı, Filistin’in geri kalanı işgal edildi.
Suriye’deki Golan Tepeleri işgal edildi ve Sina’daki
yayılmacı hayaller bitecek gibi görünmüyordu.
Filistinlilerin şu anda politik ve ulusal haklarının
gasp edilmesi girişimine direnmelerinin tek yolu
Filistin ulusal programı formülasyonudur. Biz
bir ateşkes deklarasyonunun ötesine gitmek zorundayız.
En azından geleneksel zeminimizin asgari seviyesini
ifade eden kendimize ait bir birleşik planımız
olmak zorunda.
Bu geleneksel zemin aslında 1974’te FKÖ’de temsil
edilen tüm Filistinli gruplar arasında çözülmüştü.
O zaman FDHKC gösterişli lafları bir yana koyarak
bunun yerine belirli hedefler ortaya koyan, farklı
aşamaların taslağını çizen ve bir eylem planı
saptayan daha net bir programın tanımlanmasını
önerdi.
Mücadelemizin 50 yıldan fazlasını denizden nehire
Filistin’i istiyoruz diyen gösterişli sloganlarla
harcadık. Bir şeyler değişti, birleşik Filistin
demokratik devleti gibi sloganlar terk edildi.
İki uluslu ya da çok etnik yapılı devlet tartışmalarının,
adil ve çok yönlü yerleşim fikrinin gerçekle uyuşmadığı
kanıtlandı. 1973’te FDHKC Filistin bağımsızlık
mücadelesi için daha gerçekçi bir politik gündem
belirleme çağrısında bulundu-eyleme ve Kudüs başkent
olmak üzere bir Filistin devleti kurmayı sağlayacak
uluslararası çözümlere dek çok yönlü politik uzlaşmalara
dayanan bir gündem. Bu gündem, aynı zamanda Filistinli
mültecilerin geri dönüş haklarını yeniden öne
çıkaracaktılar.
Bunlar bizim hakkımız ve biz, farklı gruplar ve
onların değişik ideolojik, grupsal, politik kökenleriyle
geleneksel zeminimizi deklare ederek ve inşa ederek
bu haklarımızı elde etmeliyiz.
Hiçbirimiz şu gerçeği unutmamalıyız, bizler bağımsızlık
için savaşan ulusal kurtuluş hareketleriyiz. FDHKC’nin
“Filistin Yönetimi” ya da “Muhalifler” gibi terimleri
kullanmamasının nedeni budur. Çünkü bu tür terimler,
öyle olmadığımız halde -şimdilik- bizi bağımsız
devletmişiz gibi gösteriyor.
30 yıldır, bizim geleneksel zeminimiz, dikkat
çekici biçimde açık ve basittir. Tüm gruplar,
1967’de işgal edilen toprakların geri kazanılması,
Doğu Kudüs’ün Filisin devletinin başkenti yapılması,
anlaşmaların ortadan kaldırılmasıyla birlikte
bölgesel barış çatısı altında binlerce mültecinin
içinde bulunduğu kötü durumun çözülmesi gibi ilkelerde
anlaşabiliriz.
Bütün bunlar halledilirse, politik programımız
formüle edilmiş olur ve şimdiki “Filistin Yönetimi”ni
de içeren çeşitli politik gruplardan temsilcileri
kapsayan birleşik bir Filistin liderliğine sahip
oluruz. Bu bizim yolumuzu boğulmaya doğru götüren
karanlık tünelden çıkmamızın tek yolu.
|