30 Mart 1972. Sabah saatlerinde Tokat’ın Niksar
İlçesi, Kızıldere Köyü’nde bir ev. Kuşatılmış.
Yerler karla kaplı. Ve tüm bu manzarayı özetleyen
o sözler: “Biz buraya dönmeye değil ölmeye geldik”...
Bir siyasal tavrın devrimciliği, o tarihsel/sosyal
koşullarda devrimi en yakınlaştıran çizgi olup
olmadığı elbette ki söz konusu koşulların en sağlıklı
çözümleme ve sentezlerinin başarılabilmesine bağlıdır.
Ancak bu tek başına bir anlam ifade etmez. Ya
da başka bir ifadeyle söylecek olursak; Tek başına
devrimci bir siyasal tavır anlamına gelmez. Sözkonusu
çözümleme ve sentezlerin, doğru bir biçimde uygulanabilmesi
de bu politikaların sürece devrimci bir etki yaratabilmesinde
başat önemdedir. Ve bu anlamıyla devrimcilik,
teorik ve pratik anlamlarıyla bir bütün oluşturur.
Bunlardan herhangi birinin ihmali ya da daha fazla
önemsenmesi, sözkonusu diyalektiği kavrayamayan
bir yaklaşım olduğu gibi, aynı zamanda tarihte
örnekleri bir çok defa görülmüş bir sapmaya kapı
açmaktır.
Elbette ki Lenin’in “Devrimci teori olmadan devrimci
pratik olmaz” sözünde en özlü biçimiyle ifade
edildiği gibi belirli öncelik sıralamaları vardır.
Fakat bunlar “anahtar” önemdeki önceliklerdir.
Bu “anahtar” önemdeki önceliklerin kavranamayışı,
bir zamanlar Mahir için de “bunlar kalem efendisi,
teori yaparlar, konuşurlar ama pratik birşey yapamazlar”
yakıştırmalarının yapılmasına yol açabilmişti.
Bu tür “anahtar”ların farkında olmadıkları için
tüm iyiniyetlerine, samimi çabalarına rağmen yanlış
kapıları, yanlış yöntemlerle geçmeye çalışan birçok
devrimciyi ülkemiz ve dünya tarihi yazmıştır ve
yazmaktadır.
Sözkonusu “anahtar” gereğince kullanılıp, süreci
tıkayan kapılar aşıldığında ise oluşan bilinç
berraklığı, devrim yürüyüşünün önünü açan ufuk
olarak tarihsel rolünü oynamıştır ve oynamaktadır.
Bu noktada Mahirlerin teorik ve pratik mirası,
mükemmel bir örnektir. Sürecin anahtarı “Kesintisiz
Devrim” broşürleri ile ortaya konmuş, kapının
açılmasıyla kendine yol açan ve devrimimizin yapı
taşlarını oluşturan siyasal pratikler, halklarımızın
belleklerine bir daha silinmeyecek tarzda kazınmışlardır.
Devrimciliği bu bütünlüğü içinde kavrayamayan,
salt “askeri” ya da salt “bildiğinden şaşmama”
anlamları yükleyenler için ise günümüzdeki süreç
oldukça zorludur. Çünkü hiçbir sürecin sınıf ilişkileri
ve çelişkileri, salt bu yönelimlerle çözümlenebilecek
denli basit değildir ve olmayacaktır da. Bu noktada
yine Mahir Yoldaşta cisimleşen teorik/düşünsel
düzey de yeterince ipucu vermektedir. Yine ne
ülkemizde ne de dünyanın hiçbir yerinde bu denli
derinlikli siyasal çözümleme ve sentezler üretilmeden
devrimci gelişmelerin yaşanamayacağını tarih göstermektedir.
Kızıldere’de billurlaşan siyasal tavır, tüm yönleriyle
ele alınmadıkça “bir günün hikayesi”, ya da en
fazlasından “2-3 yıllık bir sürecin sonu” olarak
belleklerde yer edecektir. Oysa marksist yöntem,
tarihselliğinden koparılmış hiçbir değerlendirmeye
itibar etmez. Çünkü sadece marksizm, “hareketin,
hareket halindeki teorisi” olarak olguları hareketi
içinde kavrar. Ve ancak bu yöntemle geçmiş ve
gelecek diyalektiği sağlıklı bir tarzda kurulabilir.
Geçmişle gelecek arasındaki zincirin tüm halkaları,
sağlıklı bir biçimde örülmedikçe, harekete ilk
adımlarını attıran diyalektik motor, sürekli çalıştırılmadıkça
ne tarihe gerçekçi bir yaklaşım geliştirilebilir,
ne de o tarihten güç alarak bugünün ve yarının
düşünsel ve pratik yürüyüşü sürdürülebilir.
Bugün bizi Kızıldere’ye getiren tarihsel süreç
birçok boyutuyla yeterince incelenmiş, mitoslaştırma,
kutsallaştırma tuzaklarına düşülmeksizin, bilimsel
sosyalizmin çizgisinden sapılmaksızın bilince
çıkarılmıştır. Sonrasında gelişen sürece ilişkin
de yeterli değerlendirmeler yapılmıştır. Bugün
gelinen aşamada tarihimiz, bizi bitmez tükenmez
tartışmalarla boğan, tıkayan karanlık noktaların
değil, yolumuzu aydınlatan bir birikimin ifadesidir.
Bu aydınlığı sağlayan, “resmi tarih” yazma kaygısına
düşülmeden, tek derdi geleceği sağlıklı bir biçimde
kurmak olan bir çalışma ve yaklaşım tarzıdır.
Bilimsel olabilmenin başka bir yolu da yoktur.
Bugün yeni bir sürecin taşları döşenmektedir.
Kimilerine tıpkı Mahir’lerin zamanında olduğu
gibi bu süreç çok “teorik” gelebilir. Bunlar doğaldır.
Dünyayı değiştirme eylemine ait pratiğin yerini
başka bir şeyin alabileceğini kimse iddia edemez.
Ancak bundan başka bir gösterge tanımayanlar için
ise yapılabilecek birşey yoktur. Böylesi bir devrimcilik
anlayışını, bu ülkenin tarihi yerli yerine koymuştur.
Bugün yapılması gerekenler noktasında ise Mahir
yoldaşın pratiği hala yolumuza ışık tutmaktadır:
Sürecin devrimci bir çözümlemesine dayalı bir
sentez üzerinden yürütülecek devrimci pratik.
Bu çizgiden ne adına olursa olsun yapılacak her
türlü sapmanın ise varacağı yer, Mahir’i kavramamak
ve onu karikatürize etmek, biçimsel yaklaşmaktır.
Böylesi bir yönelimin sonucu, yine bu ülkenin
devrimci deneyimi tarafından yeterince gösterilmiştir.
Bugün Mahirlerin yarattığı teorik kopuş ve devrimci
sıçrama bilince çıkarılmadan, bu kopuş ve sıçramanın
hangi sürecin, ne türdeki ihtiyaçlarının ürünü
olduğu kavranmadan, açılan yolun araç ve yöntemleri
içselleştirilmeden ve tüm bunların günümüz koşullarındaki
somutlanması ve yeniden üretimi olan devrimci
sosyalist hareketin içinde bulunduğu teorik ve
pratik süreç gereğince kavranmadan devrim yolunda
yürüyebilmenin olanağı yoktur. Devrimciliği bu
boyutuyla, tüm yönleri ve zenginliğiyle içselleştirememiş
bir tarzın, bu topraklarda politika üretme ve
uygulama şansı artık kalmamıştır.
Tarih, ancak kendisiyle birlikte hareket etmesini
bilenleri yazmaya devam eder.
|